• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.174 ziyaretçi
  • Aralık 2025
    P S Ç P C C P
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    293031  

Tüm Çekincelerinizi Bir Kenara Bırakın! İRAN GEZİ YAZISI: Taht-ı Süleyman / Zencan

Tebriz’de geçirdiğimiz bir tam gezi gününden sonra, İran’da yaklaşık 4500 km sürecek olan karayolu yolculuğumuza başladık. Gezinin özellikle Tebriz’den Şiraz’a olan ilk beş günü, erken kalkmalar ve yola düşmeler, soğuktan sıcağa doğru olan iklim değişmeleri, uzun otobüs yolculukları ile bizi yordu. Eğer siz de Tebriz’den Tahran’a bu rotayı takip edecekseniz bu yorucu, zorlu ancak manzarası güzel yolculuklara hazır olun.

Bugün yolcuğumuz Tebriz’den Zencan taraflarına doğru olacak. Aslında programa göre aynı güne iki önemli eseri, iki önemli UNESCO Dünya Kültür Mirası eserini sığdırma amacımız vardı; Bir tanesi Taht-ı Süleyman (Takht-e Soleyman), diğeri ise Sultaniye’de Olcaytu Türbesi. Ama Tebriz’den Taht-ı Süleyman’a kadar 324 km’yi bulan ve yaklaşık 5,5 saat süren yol olunca ve oradan da Zencan’a 150 km yolumuz olunca rehberlerimiz doğru olarak Olcaytu Türbesi’ni ertesi gün sabaha bıraktılar.

Yolumuz kilometre olarak aslında az gözükse de İran’da, Tahran civarı dışında, yollar çok da düzgün değil. İran’da her bir eyalete giriş ve çıkışta turist otobüsleri mutlaka yol kenarında sadece bu işlere bakan polislere kayıt olmak zorundalar. Bu da dur-kalk yapmak gerektirdiğinden gecikmelere neden olabiliyor. Yolumuz Batı Azerbaycan Eyaletinden, Zencan Eyaletine doğru olacak. Kürdistan Eyaletinin ise sınırlarında dolaşacağız. Bildiğimiz ve alıştığımız tarzda yol kenarı dinlenme tesisini İran’ın bu bölümünde bulmak zor. Kıssadan hisse; İran’da otobüs yolculuklarında acil durumlar için yanınızda atıştırmalıklar hazır bulunsun derim.

Biz Taht-ı Süleyman’a doğru olan yolculuğumuzda öğle yemeğini, Taht-ı Süleyman’a yakın ve Süleyman Zindanı Dağını karşıdan gören, köy diyeceğimiz bir yerde, yer sofrasında yedik. İran’da nerede ve hangi şartlarda yemek yerseniz yiyin memnun kalacaksınız.

Bu arada Süleyman Zindanı Dağı, Taht-ı Süleyman’ın 3 km batısında yer alan, içi boş koni şeklindeki dağın adı. Burası Sasani döneminde Zerdüşt rahipler için kurban ve ibadet yeriymiş. Muhtemelen iki bin yıl önce, bugün boş olan ve tepenin ağzında yer alan külahın içi suyla doluymuş. Ancak zamanla çökelmeler sonucu gölde su kaybolmuş, kurumuş ama koni şekli korunmuş. MÖ 830-660 yılları arası Zerdüştlerin ibadet ettiği bu yer, Sasaniler zamanında Taht-ı Süleyman’a taşınmış. Yerel inanışa göre Süleyman’ın bu dağda emirlerine uymayan devleri hapsettiğine inanılıyor.

AHAMENİŞ BAYRAĞI

Tarihte Pers topraklarından 4 büyük imparatorluk çıkmış; Medler, Ahamenişler (ya da Ahameniler), Partlar (ya da Arşaklılar) ve Sasaniler. Bugün ziyaret edeceğimiz Taht-ı Süleyman özellikle Sasaniler ve sonrasında da İlhanlılar zamanında kutsiyet atfedilen çok önemli bir yerleşim yeri olmuş. Tek gezi yeri anlatılacağından araya Sasaniler ve Zerdüştlük ile ilgili kısa bir bilgilendirme yazısı sokmak iyi olacaktır. Böylece gezdiğimiz yerin önemini, bir zamanlar bu alanda yaşamış insanlar için anlamını iyice kavrama şansımız olacaktır

SASANİ BAYRAĞI

Partlar kendilerini hem Yunan ve hem de Ahamenişlerin soyundan görmüşler ve en güçlü zamanlarında günümüz İran’ının tamamı, Irak, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, Türkmenistan, Tacikistan, Pakistan ve Afganistan’ı yönetmişler. Persis Eyaletinin Satrabı olan I. Erdeşir (Ardashir),  son gerçek Part Kralına karşı isyan bayrağını açıp onu öldürerek Partların sonunu getirmiş. Böylece tarih sahnesinde yaklaşık 500 yıl kalacak olan Sasaniler dönemi başlamış. Sasani dönemi, İran tarihinin en önemli ve etkili dönemlerinden biri olarak kabul ediliyor. Birçok yönüyle Sasani dönemi, Pers medeniyetinin en önemli başarılarına tanıklık etmiş ve İran’ın Müslümanlar tarafından fethedilmesi ve İslamlaşmasından önceki son büyük İran İmparatorluğu olmuş.  Sasani ismi, birinci Erdeşir’in (Ardashir) baba tarafından dedesi olan Sasan (Zazan)’dan geliyor. Sasan, Anahita Tapınağı’nın baş rahibiymiş. Partları yenip başkentleri Tizpon’da taç giyerek kendini Şehinşah (Krallar Kralı-Şahlar Şahı) ilan eden Erdeşir de Tanrıça Anahita’yı takip eden rahipler soyundan geliyormuş. Sasanilerin, özellikle büyük kralları 1. Erdeşir ve 1. Şapur’la belirgin olarak ortaya çıkan, farklı dini inançlara karşı saygı duyma, tolerans gösterme gibi bir özellikleri var. Gerçi sonradan gelen Sasani Kralları zaman zaman bu davranıştan vazgeçseler de genelde 1979 devrimine kadar Pers topraklarında devam eden dini hoşgörünün kaynağı Ahamenişler, Sasaniler dönemine kadar gidiyor. Bu nedenle baskı gören Hristiyanlar, Yahudiler Sasani topraklarında özgürce yaşamışlar. Zerdüştlük inancının egemen olduğu Sasaniler arasında Maniheizm, Zurvanizm gibi Zerdüştcülüğün alt mezhepleri kabul edilebilecek yeni inanışlarda hayat bulabilmiş.

Faravahar

Günümüzden 3500 yıl önce Zerdüşt tarafından İran’da kurulan, yaklaşık MÖ 6. yüzyıldan, MS 7. yüzyıla kadar 3 büyük Pers İmparatorluğu’nun dini olan Zerdüştçülük, (Zerdüştilik ya da Mecusilik) dünyanın en eski tek tanrıcı vahiy dini olarak kabul ediliyor. İçinde iyi ve kötünün sürekli savaşım hali (dualist) ve dünyanın sonunun olduğuna (kıyamet günü) dair (eskatolojik) inanışların ilk örneklerini barındıran Zerdüştçülüğün kutsal kitabı Avesta, tanrısı Ahura Mazda, Peygamberi ise Zerdüşt Espantaman‘dır.

Eski çağlardan beri evrenin 4 elementten meydana geldiğine inanılır; Toprak, hava, su ve ateş. İnsanlar su ve ateşe olan saygılarını onların koruyucusu olarak tanrıça-tanrılar atfederek ya da tapınaklar inşa ederek göstermişler. Gezeceğimiz yer olan Taht-ı Süleyman’ın yeri Persler tarafından boşuna seçilmemiş. Persler, suya olan saygılarından dolayı volkanik aktivitelerin oluşturduğu bu höyük üzerine, kalsiyumdan zengin kaynak suların beslediği gölet çevresine yerleşmişler. Su, savaş ve bereket tanrıçası Anahita için tapınak yapmışlar. İran’daki en önemli üç Zerdüşt Tapınağından biri olan, kraliyet ve seçkin askerlerin kullandığı Azergushnasp (veya Adur Gushnasp) Tapınağı ateşe olan saygılarından yapılmış.

Taht-ı Süleyman’ı surlar içinde, küçük bir göl çevresinde kurulu, sıradan antik bir yerleşim alanı olarak görmemek lazım. Burası aslında bu topraklarda dini inanışların gelişimi-değişimini görmek için açık hava müzesi gibi.

Taht-ı Süleyman ismi, bölgeye İslamı ilk taşıyan Araplar tarafından verilmiş. Müslümanlar bu bölge yakınlarında Süleyman Peygamber’in tahtının bulunduğuna inanıyorlar. Tabii ki yapılan kazılarda buna ait herhangi bir bulgu yok. Taht-ı Süleyman adını almadan önce yörenin  tarihsel adı Shīz olarak biliniyor.

Oval surlarla çevrili olan alanın 3 kapısı var. Alana Güney kapısından giriş yapılıyor. Tabii ki burası ilk zamanlarda surlarla çevrili değilmiş. Önceleri tuğla ile çevrili olan iç surlara, taştan dış surlar eklenmiş. Taht-ı Süleyman’da ilk yerleşimin izleri MÖ 5. yüzyıla kadar tarihlendirilmiş. Yani burası Sasanilerden önce, en azından Ahamenişler için de kutsal bir alan ve yerleşim yeri olmuş. Gölet koyu yeşil renkte. 80 metreye, 120 metre boyutlarında olan gölet, zamanında tarımsal sulama için de kullanılmış. Göletin ortalama derinliği 79 metre ama en derin yeri 120 metreyi buluyor. Buradan çıkan suyun sıcaklığı 21 C ve yıl boyu sabit bir sıcaklıkta kalıyormuş.

Alanın büyük bir dini önem kazanması Sasanilerin erken dönemlerinde gerçekleşiyor. Alanın Kuzey kapısına yakın, merkezde bulunan çok odalı ve ortadaki ateşgedeye ev sahipliği yapan Azergushnasp Tapınağı kalıntıları bulunuyor.

Orijinali kerpiçten yapılmış tapınak, zamanla tuğladan duvarlarla örülmüş. Azergushnasp Tapınağının Doğu ve Batı tarafında iki tapınak daha var; Doğu tarafında olan Tanrıça Anahita için yapılmış olan tapınak ve Batı tarafında ise bir koridorla biten ve muhtemelen kraliyet ailesi için ayrılmış tapınak bulunuyor.

MS 623 yılında Bizans orduları tapınağı yağmalamışlar ve ağır zararlar vermişler. Sonra da İslam orduları alana gelmişler. Bu dönemde de Zerdüşt halkın bu alanda tapınmaları devam etmiş. 13. Yüzyılda İlhanlıların bölgede hakimiyeti başlamış ve adı bu sefer Soqurloq olarak anılmaya başlamış.

İlhanlılar, İslam öncesi yapıların birçoğunu yeniden kullanmalarına ve yenilemelerine rağmen, büyük ölçüde alanın Güney kısmını kaplayan gölün etrafına yeni binalar inşa etmişler. Burayı, göçebe Moğol kabile hayatından, yerleşik düzene geçmek ve Pers kültürü ile kendi kültürlerini harmanlamak için kullanmışlar. Yazlık saray, cami ve hamam yapmışlar.

Taht-ı Süleyman 2003 yılında Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. Alanda bazı bölümler restorasyonda olduğundan gezemedik. Ancak gezdiğimiz alanlara bile doyamadık diyebilirim.

Taht-ı Süleyman gezisi sonrasında Zencan’a doğru yola çıktık. Yaklaşık 150 km yol yaparak Zencan’a ulaştığımızda hava kararmıştı. Ancak Zencan’da Rakhtshooy Khaneh adlı bir yeri gezmemiz gerekiyordu ve otele uğramadan doğrudan buraya gidildi.

Burası aslında tarihi bir çamaşırhane. Burayı Ekber ve İsmail adında iki kardeş, 20. yüzyıl başında inşa etmiş. Burayı kışları çok sert geçen Zencan kadınlarının rahatça çamaşır yıkamaları için yapmışlar. İlk bakışta burası bir hamam gibi gözükse de çamaşırhane dışında bir fonksiyonu olmamış. Kadınlar elbise, halı, mutfak eşyaları ve diğer benzer nesneleri yıkarlarmış. Burası artık çamaşırhane fonksiyonu görmüyor ve antropoloji müzesine dönüştürülmüş. Bu müzede Zencan geleneksel kıyafetleri ve takıları içinde kadınların balmumu heykellerini ve yıkama aletlerini görebilirsiniz.

Uzun bir gezi gününün akşamında İran’ın kebaplarını midemize indirdikten sonra otelimize yerleştik. İran gezimize Zencan-Kirmanşah hattında devam edeceğiz.

Gezekalın

08.06.2022

Tüm Çekincelerinizi Bir Kenara Bırakın! İRAN GEZİ YAZISI-TEBRİZ-2

İpek ve Baharat Yollarının kesiştiği alanda kurulu Tebriz tarihin her döneminde İran’ın Batıya açılan kapısı olmuş. İran’ın en kalabalık dördüncü şehri. Kimisi şehrin adının Farsça Teb (ateş), Riz (döken) kelimelerinden, kimisi de Kıpçak Türkçesinde “Dağ Arası” anlamına gelen “Tavris” kelimesinden geldiğini ileri sürüyor. İran’ın tamamında kendinizi rahat hissediyorsunuz. Ancak en çok da Tebriz’i gezerken bu hisse sahip olacaksınız. İran’da hemen her yeniliğin ve ilkin başladığı şehir olarak tanımlanan Tebriz, tarih boyunca çok sayıda uygarlığa da başkentlik yapmış.

İran gezimizde, kar yağması hariç, her mevsimi yaşadık diyebilirim. İran’a Mayıs ayı içinde gidecekseniz polar, yağmurluk gibi giysileriniz, tişörtlerinizle birlikte bavulunuzun bir köşesinde olmalı derim. Tebriz gezimizi karanlık, puslu ve yağdım-yağacak bir havada yaptık. Tebriz’de, kaynaklarda Arg-e Tebriz, Sitadel, Ali Şah Cami, Ali Şah Mescidi gibi farklı adlarla da bulabileceğiniz yeri ziyaret etmeyi ihmal etmeyin. Geçmişte yaşanan depremler, savaşlar gibi bazı nedenlerle, bugün sadece 30 mt genişlikte, 10 mt kalınlıkta, 25 mt yükseklikte duvarlarıyla abidevi eyvan şeklinde kapı ayakta kalmış. Küçük bir bölümü ayakta kalsa da, bu hali bile eserin zamanında müthiş bir yer olduğu hakkında fikir veriyor.

Bu yapı İlhanlılar zamanından kalmış. Cengiz Han’ın torunlarından Hülagü Han’ın kurduğu bir Moğol devleti olan İlhanlılar, aslında başlarda Budizm, Hıristiyanlık gibi dinleri kabul etmişler. Müslümanlık dinini seçen ilk İlhanlı hükümdarı Gazan Han olmuş Onun ölümünden sonra İran’ın başına geçen Olcaytu ise hemen her dini denemiş. Sonunda Müslümanlığın Şii mezhebinde karar kılmış. İşte Tebriz’deki Ali Şah Mescidi (Camisi), Olcaytu Han’ın Veziri Taceddin Ali Şah tarafından 1310 yıllarında yaptırılmış. Zamanında medrese, tekke gibi kompleks bir yapı şeklindeymiş. Tamamlandıktan kısa süre sonra çöken cami yerine kale yapılmış. İçinde bir zamanlar var olan cami nedeniyle de Ali Şah Camisi adı kalmış. Yüksek duvarlarında bir zamanlar idam edilen insanlar sallandırılmış. Ali Şah Camisinin hemen yanında ise Yeni Cuma Camisi ve Külliyesi bulunuyor.

Tebriz gezimize Meşrutiyet Binası ile devam ediyoruz. Kapalı Çarşı ve Eski Cuma Camisine yakın bir alanda bulunan bu bina İran tarihinde önemli yerlerden sayılıyor.

19. yüzyılda İran, Avrupalı güçler karşısında güçsüzlük ve çaresizlik yaşamış. O dönemde İran’da yönetimde Kaçar Hanedanı bulunuyor. İran’ı yöneten bu son Türk hanedanından, daha sonra ayrıntılı olarak bahsedeceğiz. Özellikle 19. yy. sonunda İran ve Rusya arasında yaşanan savaş bu çaresizliği bütün çıplaklığıyla ortaya koymuş. İran bu gelişmeler karşısında Rusya’nın rakipleri konumundaki İngiltere ve Fransa’ya yakınlaşmaya çalışmış ve bu yakınlaşmayla bir kez daha zayıflığını ve çaresizliğini derin bir şekilde görmüş. İran Meşrutiyet Hareketi, büyük ölçüde Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde gelişen Tanzimat ve Meşrutiyet hareketlerinin etkisi altında kalmış.19. yüzyılın sonlarında gerileyen ve toprak kaybeden İran’da dönemin aydınları ve ileri gelenleri duruma son vermek için çareler aramışlar ve yönetime karşı ayaklanmalar yapmışlar. Settar Han, Bağır Han, Hacı Mirza Ağa gibi İran Devrimi’nin önemli liderleri bu binada toplanmışlar ve dönemin despot yöneticisi Kaçar Hanedanı Muhammed Ali Şah’a karşı meşrutiyet ilan etmenin yollarını aramışlar. Sonunda İran’da ilk anayasa bu binada 1905 yılında yayınlanmış.

1868 yılında Tebriz kentinin zengin tüccarlarından biri olan Hacı Mehdi Koozekonani öncülüğünde Meşrutiyet Binası inşa çalışmalarına başlanmış ve binayı da dönemin ünlü mimarları arasında yer alan Hacı Vali Mimar Tebrizi inşa etmiş. Bu iki katlı binada Hacı Mehdi Koozekonani Meşrutiyet devriminin liderleri ve üyelerini bir araya getirmiş ve devrime finansal destek sağlamış.

.

Devrimin merkez üssü olan bu bina çok sayıda oda ve salona sahip. Devasa büyüklükte inşa edilmiş olan bu yapının en güzel ve en dikkat çekici nitelikte olan kısmı tavan penceresi ve rengârenk camlarla bezenmiş olan koridoru. Halen müze olan bu bina içinde döneme ait çok sayıda fotoğraf, belge ve objeler ve devrim liderlerinin büstleri sergileniyor. Bu bina toplamda iki kattan oluşmakta olup Kaçar Döneminin mimari yapısından esinlenerek inşa edilmiş.

Tebriz’de ziyaret ettiğimiz bir diğer önemli yer ise Eski Cuma Camisi oldu. Tebriz Kapalı Çarşısı arkasındaki bu tarihi caminin çarşıya ait olarak inşa edildiğini düşünenler de var. Son derece görkemli bir yapı. Ne zaman yapıldığı konusunda tartışmalar devam etse de, Selçuklu mimarisinden güçlü dokunuşlar taşıyor.

Tebriz’in en önemli gezi yeri şüphesiz ki Bazar e Tebriz ya da Tebriz Kapalı Çarşısı. Tebriz Kapalı Çarşısı dünyanın en büyük çarşılarından biri. İçinde 24 kervansarayın ve 7350 dükkanın olduğu çarşının yollarının uzunluğu 3,5 kilometreyi buluyor. Yaklaşık 1000 yaşında olduğu söylenen çarşı bugünkü görüntüsüne 15. yüzyılda kavuşmuş. Burası Temmuz 2010 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. Böylece biz de İran’daki ilk Dünya Mirası Listesi yerlerinden birini, daha ilk günden ziyaret etmiş olduk.

Günümüzde Tebriz’de çok sayıda modern mağaza ve alışveriş merkezi kurulmuş olmasına rağmen, Tebriz Kapalı Çarşısı hala, sadece Tebriz’in değil, bütün İran Azerbaycanı’nın ticari merkezi olmayı sürdürüyor.

O gün çarşıyı gezdiğimizde, İran’da gezdiğimiz diğer kapalı çarşılara göre daha az bir kalabalık vardı, Ramazanın son günü olmasındandır diye düşündük.

Çarşı içinde çok sayıda dükkan var ve nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Hele bir de turla ve grupla gittiğiniz zaman keyiflice gezilmesi mümkün değil. Yapı, Amir Çarşısı (altın ve mücevher kısmı), Muzafferiye (halı çarşısı), ayakkabı çarşısı ve çeşitli alt çarşılardan oluşan büyük bir ticaret merkezi. Biz halıcılar çarşısında daha uzun zaman geçirdik. Zaten halı pazarı, kapalı çarşının en zengin, en görkemli, en çok turist çeken bölümü ve İran’ın halı ticaretinin büyük bölümü burada yapılmaktaymış. Dokuma ile yaratılan halı tablolara ilk kez bu çarşıda vuruldum.

Yapım tarihi tam olarak bilinmeyen dünyanın en büyük tuğla bina yapılarından, en büyük kapalı çarşısı olan Tebriz Kapalı Çarşısının tarih boyunca en hareketli zamanı, Tebriz’in Safevi Devleti’nin başkenti olduğu 1500’lü yıllarmış.

Tebriz gezimizin son durağı El Gölü oldu. 1979 İran Devrimi’ne kadar gölün ismi Şah Gölü olarak biliniyor. Devrim sonrası ise gölün adı “Halkın Gölü” anlamına gelen “El Gölü” olarak değiştirilmiş.

Parkın ne zaman kurulduğu belli değil ama ilk olarak Akkoyunlu Döneminde tarımsal amaçlı bir su kaynağı olarak kullanıldığı yazılıyor. Safeviler Döneminde ise kraliyet için göl ve çevresindeki parkta düzenlemeler yapılmış. Göl çevresinde yürüyüş alanı ve zamanında Kaçar hanedanlığı tarafından yazlık saray olarak kullanılmış yapı var. Göl denen ama aslında 200 metre çaplı kocaman bir havuz olan El Gölü’nde derinlik 12 metreyi buluyor. Gölde bot turu yaptırıyorlar.

O gün Tebriz de insanlar Ramazanın son orucunu tutup, iftarını da yaptığından El Gölü oldukça kalabalıktı. Göl çevresinde turlayıp, iyice kararmış havada son fotoğraflarımızı alıp, civarda bulunan restoranlardan birine akşam yemeği için gittik ve Tebriz’de ilk günden İran’ın güzel yemekleri ile tanıştık. Ama İran yemekleri ve lezzetleri ayrı bir bölüm olarak anlatılmayı kesinlikle hak ediyor. Bu nedenle bu kısmı en sona bıraktım.

Hem günü ve hem de Tebriz gezimizi, El Gölü’nü tepeden gören otelimizde geceleyerek sonlandırdık.  Sevgili Sanal Gezginler, bu bölüm ile Tebriz bölümünü bitirmiş olduk.

Gezekalın

03.06.2022

Tüm Çekincelerinizi Bir Kenara Bırakın! İRAN GEZİ YAZISI-TEBRİZ-1

Bugünkü İran yaklaşık 1.650.000 km2 yüzölçüm alanı ile dünyanın en büyük 18. ülkesi. Antik İran dediğimiz de ise merkeze İran Platosunu alırsak, İndus Nehri kıyılarından, Kuzey Afrika’ya, Makedonya topraklarına, Orta Asya’ya uzanan çok geniş bir alanı anlamanız gerekir. İran isminin etimolojik kaynağı “Aryan” kelimesi. Aryanlar, Kafkaslardan bölgeye göç eden ve Hint-Avrupa dil ailesinin bir alt grubunu konuşan göçmen kabile insanları. Tabii ki onlardan önce de buralarda birileri yerleşikmiş ve bu göçmen kabileler zamanla onlarla kaynaşmışlar. “İran Öncesi” de denen bu tarih dilimi milattan önce 3500-550 yıllarını kapsar. İran’ı araştırırken Pers, Pers Kültürü, Fars gibi kelimeleri ise sıkça duyacak ve okuyacaksınız. Pers kelimesi, geniş anlamı ile, Fars dilini konuşan ve Pers Kültürüne sahip olan insanların yaşadığı bölgeler anlamında kullanılabilse de aslında daha doğru olarak anlamamız gereken İran’ın güneyinde Pers (Pars, modern dilde de Fars) denen daha dar bir bölgeyi gösteriyor. Pers kelimesinin isim kaynağı ise milattan önce 1000 yıllarında bölgeye göç eden Hint-Avrupa kökenli göçebe bir kabile. Bölge, Asur yazıtlarında “Parsa” olarak geçen bu kabilenin ismiyle anılmış. Şimdilik bu kadar genel bilgi yeter diyerek gezimizin ilk durağı olan Tebriz’e giriş yapalım.

Tebriz dahil, İran’ın 5 kentine (Tahran, Şiraz, Meşhed, İsfahan) Türkiye çıkışlı uçuşlar var. Biz 2,5 saatlik İstanbul-Tebriz uçuşunu yaparak İran’a giriş yaptık. Tebriz havalimanı küçük ve pek gösterişsiz bir havalimanı. İran’ın dördüncü kalabalık ve Doğu Azerbaycan Eyaleti’nin başkenti olan bu kente daha güzel bir havalimanı yakışırdı. Havalimanında biraz eziyet yaşayacaksınız. Az sayıda görevli, bir uçak dolusu insana çok yavaş hizmet verebiliyor. Pasaportları sadece sisteme kayıt ediyorlar ama İran’a giriş-çıkış damgası vurmuyorlar. İstanbul-Tebriz arasında 1,5 saatlik bir saat farkı var. Geç saatteki uçuş ve saat farkı bizi biraz sersemletti doğrusu. Yerel rehberimiz Rıza ile havalimanında buluşup otobüse doluştuk. Bizim İran’daki ilk günümüz, Türkiye’de Ramazan Bayramının da ilk günü. Ama İran’daki o günümüzde, İran halkı hala oruç tutuyordu. İran’da Ramazan Bayramı ertesi güne denk geliyordu. İki Müslüman ülke arasındaki bu fark İran’da Şevval Hilalinin görevli imamlarca daha görülmemesi ile ilgiliydi. İran’da Ramazan ayı, gökyüzünde hilalin görülmesi ile tamamlanıyor ve Ramazan Bayramı başlıyor. Bunu gözlemlemek de Dini Lidere bağlı Hilal Gözlemleme Ofisi yetkililerinin görevi. Bu ofis Şevval Hilalinin ertesi gün görüleceği haberini verince İran halkı için Ramazan Bayramı başlangıcı, Türkiye’den bir sonraki güne denk geldi. Bundan mıdır? Yoksa sabahın erken saatleri olduğundan mıdır nedir? Tebriz sokakları boş sayılır.

İran’da araç sahipleri hakkında edindiğim izlenim kötü araba kullanmaları. Bu nedenle karşıdan karşıya geçerken dikkat etmelisiniz. Sokaklar ise tertemiz. Bunu İran’da gezdiğimiz tüm şehirlerde gözlemledik. Klasik Arap ülkeleri sokaklarındaki manzaraları buralarda göremeyeceksiniz. Bu arada Arap demişken, İran halkına yanlışlıkla sakın “Arap halkı” demeyin! Haklı olarak “Bizler Arap değiliz!” diyerek fena bozuluyorlar. Tüm İran gezimizde, İran halkından samimi ve güzel bir muhabbet gördük. Ama tabii ki en yoğun olanını da Tebriz’de yaşadık.

İran toprakları üzerinde Türk uygarlıklarının izlerini çokça göreceksiniz. Gazneliler, Büyük Selçuklu Devleti, İldenizliler, Harezmşahlar, Timur İmparatorluğu, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safevi Devleti, Afşarlar ve Kaçarlar birbirlerini takip eden sırada hüküm sürmüşler. Tabii ki bu Türkmen devletleri tarih sahnesine “pat” diye girip, bir anda da ortadan kaybolmadılar. Zamanın şartlarına göre zayıflayan hanedanların yerini yenileri aldılar ve sonra da sıralarını bir sonraki hanedana devrettiler. Yönetimde kalmadılar ama birbirleri içinde kaldılar ve birlikte yaşadılar. Bu nedenle İran’da Büyük İskender ve ardıllarının Helen etkisini, Orta Asya’dan İran’a inen Türkmen boylarının etkilerini, Arap dünyasının etkisini “mimaride ve kültürde sentez” olarak göreceksiniz.

Tebriz’de ilk ziyaret yerimiz Mavi Cami, Gök Mescit ya da Farsça Mescid-i Kebud dedikleri yer oldu. Tebriz’i başkent kabul etmiş Karakoyunluların ünlü hükümdarı Cihan Şah, mescidin yapımını 1465 yıllarında başlatmış. Yapımını başlattığı eseri, Cihan Şahı yenip canını alan Akkoyunluların ünlü hükümdarı Uzun Hasan’ın torunu bitirmiş. Tamamen tuğladan yapılmış olan Gök Mescidin dışı çini ve mozaiklerle kaplıymış. Ama bu güzelim cami hem zaman ve hem de depremlerle çok hasar görmüş. Bir tek giriş kapısı ve duvarlar ayakta kalmış ve muhteşem kubbesi çökmüş. Mescidin bu hali restorasyon sonrası ortaya çıkmış. Yarım kubbe biçimindeki yüksek cümle kapısından başlayan zengin çini süslemelerin büyük kısmı dökülmüş. Ama var olanlar bile zamanındaki ihtişamı gözler önüne seriyor. Giriş kapısından sonra karşınıza “Şebistan” denen ve cemaatin namaz kıldığı yer çıkıyor. Mozaik döşeme zarafeti ve çeşitli kullanılan hat sanatı ile işlenen nakışlar ve renklerin uyumu, özellikle muarrak fayans sanatıyla döşenen çinilerdeki lacivert renkler nedeniyle bu bina İslam firuzesi olarak tanınıyor.

Gök Mescit gezimiz sonrası Azerbaycan Müzesi ziyareti yaptık. İki aslan heykeli arasında büyük bir ahşap kapıdan giriş yaptığımız müze İslami dönem öncesi ve sonrası eserlere ait tarihi ve sanatsal eserleri ile ulusal müzeden sonra İran’ın ikinci önemli arkeoloji müzesi kabul ediliyor. 1958 yılından beri faaliyette. Aslında 3 katlı olsa da bodrum katı değişen sergilere ayrılmış. Tebriz’e geldiğiniz zaman ziyareti ihmal etmemeniz gereken yerlerden.

İran’da müzecilik anlayışı çok iyi. Aşağı yukarı her müze girişi 1000000 Riyal (yaklaşık 4 Dolar). Ben İran’lıların para birimi ile çok zorlandım. İran ekonomisi maalesef ambargolar nedeni ile çok iyi değil. Bir Amerikan Doları ile 260000 Riyal alabiliyorsunuz. Bizdeki gibi kur sürekli olarak değişiyor. İran Tümen’i ya da Tomen’i İran’daki 10 Riyal karşılığına denk gelen para miktarı olarak halk arasında sıkça kullanılıyor. Türkçe köken olarak on bin anlamına gelen bu sözcük. Verilen fiyatlar Riyal mi? Tümen mi? iyice sormalısınız. Esnafın satılık ürünleri üstüne koyduğu Farsça etiket fiyatlarını gezinin sonuna kadar anlamak mümkün olmadı.

İran kadar şairine önem veren bir ülke görmedim. Tebriz içerisinde bulunan Şairler Mezarlığı (Maqbaratoshoara) dünyada eşine pek rastlamayacağınız bir mezarlık. Bu yapının ismi her ne kadar Şairler Mezarlığı olarak adlandırılsa da bu mezarlığa sadece dönemin şairleri defnedilmemiş, bunun yanı sıra bu mezarlığa dönemin ünlü yazarları, önde gelen bilim adamları ve döneminde oldukça etkili olan mutasavvıfların mezarları da bu bölgede yer almış. Tebrizli halk şairleri, Şairler Mezarlığı’nın bahçesinde her akşamüzeri toplanıp şiir ve şarkılarını okuyarak geçmişten beri var olmuş olan 410 şairin mezarının yanı başında onların hatırasını yaşatmaya ve yeni şiirler üretmeye devam ediyorlar. İlerleyen günlerde gezeceğimiz Said-i Şiraz gibi şairlerin anıt mezarlarının başında da şiir okuyan gençlere şahit olduk.

1721 yılında Tebriz’de meydana gelen 7,7 şiddetindeki büyük depremde tüm Tebriz ile birlikte bu noktada bulunan Şairler Mezarlığı da yerle bir olmuş. Bugün bulunan anıt 1970 yılında önemli ölçüde restore edilmiş ve yeniden yapılandırılmış bir yer. Biz oradayken de hala tadilatta olan anıtın içinde önemli şairlerin heykelleri ve ortada da İran’ın çok sevilen ve 1988 yılında vefat eden Şair Şehriyar’ın cansız bedeninin yattığı mezar bulunuyor. Etkileyici ve İran halkının sanata ve sanatçıya tarih boyunca verdiği değeri gösteren önemli bir ziyaret yeri.

Tebriz gezi yazısını bugünlük burada keserken bölümü Şehriyar’ın dizeleri ile bitirelim;

Şehriyar’ım gözüm yaşı sel kimin,
Garip sen mi vetanında el kimin,
Sevdan üreğimde kara yel kimin,
Heç elden özgeye gardaş olar mı?
Haramzadalardan yoldaş olar mı?

Gezekalın

25.05.2022