• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.162 ziyaretçi
  • Aralık 2025
    P S Ç P C C P
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    293031  

Tüm Çekincelerinizi Bir Kenara Bırakın! İRAN GEZİ YAZISI: Nakş-i Rüstem / Pasargad

Persepolis gezisi sonrası öğle yemeğini yolumuz üzerinde, Persepolis ve Nakş-i Rüstem arasında, Laneh Tavoos Restoran diye bir yerde yedik. Burayı tavsiye ederim. Hem yemekleri ve hem de ortamı çok güzeldi.

Yemek sonrası hedefimiz Nakş-ı Rüstem Arkeolojik Sit Alanı oldu. Persepolis’in yaklaşık beş kilometre kuzeybatısında yer alan yerin antik isminin Nupistaš olduğu düşünülüyor. Nakş-i Rüstem adı ise daha sonradan yakıştırılmış. Anıt mezarların altlarındaki savaşan atlı süvarileri tasvir eden Sasani oymalarının Firdevsi’nin Şehnamesi’ndeki Fars mitoloji kahramanı Rüstem’in savaşlarının anlatıldığı düşünüldüğünden buraya Nakş-ı Rüstem (Rüstem’in Resmi) adı verilmiş. Ne yalan söyleyeyim! Fars takma adları en çok da buraya yakışmış. Nakş-ı Rüstem’de, Ahameniş ve Sasani krallarına ait yedi adet mezar var ama üzerindeki yazılardan sadece bir tanesinin I. Darius’a ait olduğu kesin. Diğer 3 mezar, olası Ahameniş kral mezarları. Ahameniş öncesi dönemden de eski kaya mezarlar bulunuyor.

Nakş-i Rüstem, İran gezimizde benim en sevdiğim yerlerden bir tanesi oldu. Ulaşılması imkansız gözüken yerlere, dik uçurumlara, yan yana kaya mezarları oymuşlar. Bu yapılara kaya mezarı demek aslında haksızlık oluyor; “Ölüm sonrası krallar için kayalara oyulmuş saraylar” demek daha doğru olacaktır. Karşı cepheden bakınca yan yana kazılmış kraliyet mezarları görüntüsünden etkileniyorsunuz.

Kralların defin işlemi sonrası mezarların kapılarını kapatmışlar. Ancak Büyük İskender, Ahameniş İmparatorluğunu devirdikten sonra kralları mezarlarında bile rahat bırakmamış ve kapıları kırdırıp mezarlar yağmalanmış. Büyük Darius mezarı hariç, mezarların hiçbirinde kralın isminin geçtiği kitabe yok. Ama hangi krala ait olabileceği konusunda bazı zorlama diyebileceğim ipuçları var. Arkeolojide kesinlik olmayınca da, bu alandaki kaya mezarları birden dört numaraya kadar “Ahameniş Kaya Mezarları” olarak adlandırılmış. Bugün kel gözüken alanda zamanında bahçe ve ağaçlık alan varmış. Mezarların altına sonradan Sasani Kralları kabartma rölyefler yaptırmışlar. Konu tabii ki aynı; Kazanılan zaferler ve düşman krallarına boyun eğdirme sahneleri.

Mezarlara geçmeden önce, alanda bir köşede pek de dikkat çekmeyen bir kule var; Ka’bah-e Zerduşt (Zerdüşt’ün Kabesi). Ondan bahsederek konuya geçelim. 12.5 metre yüksekliğindeki kare kulenin Zerdüştlerin kutsal ateşini yakmak için kullanıldığı söyleniyor. Ancak yapıda bir baca olmaması bu yorumu gerçekten desteklemiyor. Kule zeminden daha altta yapılmış. İçinde Zerdüşt dininin kutsal emanetlerinin ve Avesta’nın saklandığı da bir başka teori.

Alana girdikten sonra en sağda olan mezarın I. Darius’un oğlu I. Xerxes (Serhas)’a (Ahameniş Mezarı 4 numara diye geçiyor) ait olduğu düşünülüyor. Biz orada olduğumuzda iskeleler kurulu ve restorasyon altındaydı. Mezarda, I. Darius’un mezarında olduğu gibi, mezarın Kral Serhas’a ait olduğuna dair bir kitabe yok. Ancak mezar şekil olarak I. Darius mezarı ile üstteki kabartmasına kadar aynı şekilde.

Alanda 3 numaralı Ahameniş mezarı Büyük Dairus’a ait. Darius’un haç planlı mezarı, kendini takip eden krallara da ilham olmuş. Haç planlı mezarda üst kısımda Dairus, Ahura Mazda’ya dua ediyor ve kurban kesiyor. Darius’u, tebaası olan ulusları temsilen 28 kişi bir platform üstünde taşıyorlar. Orta kısımda Darius’un 4 sütunlu sarayı var. Bu alanda ayrıca Darius’un adının geçtiği bir yazıtta var.

I. Darius’un kaya mezarının hemen altında bir rölyef bulunuyor. Alanda Sasani Krallarına ait çok sayıda rölyef var. Bunlardan 3 tanesi Sasani kralları arasında en az başarılı olanlardan II Behram’a ait. İşte Darius’un kaya mezarının altında bulunan ve II Behram’ın 3 numaralı rölyefi adı verilen rölyef, bu Sasani kralına ait. Burada kral atı sırtında, elinde mızrak, atının ayakları altında yerde yatan düşman şeklinde tasvir edilmiş. Hem üstte ve hem de altta tekrarlanan şekilde at sırtında savaşçı kral var.

Büyük Darius’un mezarının yanındaki Narseh’in rölyefi bence bu alandaki en güzel olanı. Rölyefte sağdan ikinci tasvir Kral Narseh, kraliyet tacını (Cydaris) tanrı Ahura Mazda’nın değil, bir kadının (en sağda) elinden alırken tasvir edilmiş. Bu rölyefin bir hikayesi var tabii ki. Normalde yasal olarak tahta geçme hakkı olmadığı ve tahtı yasal varisin elinden darbe ile aldığı için Narseh, Tanrı Ahura Mazda’nın elinden tacı alamıyor.

Bizim alanı ziyaretimizde bir diğer restorasyonda olan eser de atı sırtında olan I Şapur’un Roma kralları olan Valerian ve Arap Phillip’e karşı zaferlerini tasvir ettikleri I Şapur rölyefiydi.

Alanda 2. Ahameniş Mezarı olarak adlandırılan, kitabesi olmadığı için hangi krala ait olduğu tartışmalı olan mezar, diğer 2 mezarla aynı karakterleri taşıyor. Bu mezarın büyük olasılıkla Artaxerxes’e ait olduğu düşünülüyor. Bu mezarın altında da Sasani Kralı 2. Hürmüz’ün Ermeni Kralına karşı atlı zaferini tasvir eden rölyef bulunuyor.

Alandaki son Ahameniş mezarının ise 2. Darius’a ait olduğu düşünülüyor. Altında ise yine yeteneksiz ama rölyefi bol 2. Behram, düşmanı ile at sırtında kapışırken tasvir edilmiş.

Alanın en sonunda ise iki tane rölyef daha var. Bunlardan bir tanesi 1. Ardeşir’in tören rölyefi, diğeri ise 2. Behram’ın 1. rölyefi. Ardeşir’in rölyefi, alandaki en eski rölyef. Tanrı Ahura Mazda’dan cydaris (kurdeleli kral tacı) alıyor. Hem tanrının ve hem de kralın ayaklarının altında mağlup edilmiş düşmanları var. 2. Behram, 1. rölyefinde aslında döneminde yaşadığı sıkıntıları, taşlara kazıttığı tasvirlerle aşmaya çalışmış gibi. Tahtı sallantıda olunca halkına ve tahtına göz dikenlere karşı “Ben kudretli bir soydan geliyorum, taht benim hakkım” der gibi bir rölyef yaptırmış. Bu rölyefte kendisi ortada ve kılıcı elinde, Sasani İmparatorluğunun kurucusu Ardeşir, diğer kudretli akrabaları krallar, Şapur ve 1. Behram onun kral olmasını onaylıyorlarken tasvir edilmiş.

Nakş-i Rüstem gezimiz sonrasında, Şiraz’dan 90 km ileride olan Pasargad’a gezimiz oldu. Bir gün içindeki ikinci UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi eserini gezme şansını yine yakalamış olduk. Pasargad çok geniş bir alana yayılmış olmasına rağmen, eskiye ait çok az eserin bulunduğu arkeolojik bir site. Bu anlamda bana orada iken “Kiros’un mezarı dışında burada ne önemli olabilir? diye düşündürtmedi değil. Zaten biz orada sadece Kiros’un mozolesini gezdik ve diğer bölümlere gitmedik (her zaman ki gibi zaman kısıtlılığı, gidilecek yerin uzun mesafesi nedenleri ile). 15 dakikada bir ring seferler yapan açık vagonlara sahip araçlarla arkeolojik alanı gezebiliyorsunuz. Doğrusu “yapayım” diye girişimim de olmadı değil ama sıraya girip araç beklemesi, alanın gezilmesi ve araç beklenip geri dönülmesi grupla birlikte olduğumuzdan pek mantıklı gelmedi ve yapmadım.

Pasargad için Büyük Kiros’u (Cyrus) biraz anlatmak lazım. Kiros bu alana bir törensel başkent kurmayı, Medlere karşı zaferinden sonra karar vermiş. Medleri de zaten buradaki alanda yenilgiye uğratmış. Burada Pasargad’ı inşa ettirmiş. Sonra da yüzünü batıya çevirmiş ve bizim Ege kıyılarına kadar da gelmiş. Kendisi ilginç bir kral. Babil’i ele geçirdikten sonra eziyete uğrayan halklara özgürlüklerini vermiş. Kendisinin Babil Kralı Hammurabi’den daha iyi bir kral olduğunu, esir halklara özgürlükler verdiğini, onların da özgür ve diledikleri gibi yaşamaya hakları olduğunu beyan eden silindirik bir yazıt bırakmış geride. Bu nedenle kendisinin dünyanın ilk insan hakları savunucusu ve bugün British Museum’da sergilenen silindir yazıtın da bunun ilk yazılı belgesi olduğu kabul ediliyor.

Pasargad’ın bir diğer önemi buranın Pers Bahçelerinin ilk örneği olmasından geliyor. Kiros, yakındaki Pulvar Nehri’nden sulama kanalları ile su getirmiş. Getirdiği geniş su şebekesinin suladığı bahçeler içinde saraylar yaptırmış. Kiros bir çok farklı uygarlığı imparatorluğuna kattığından bunların sanatsal farklılıklarını da kendi geleneksel sanatları ile birleştirip sentez edebilmiş. Pasargad şehri bu sentezin başlangıcı olmuş ama bunun doruğa ulaştığı yer Darius’un yapım emrini verdiği Persepolis olmuş. Bugün üzerinde sadece bir kaç sütun varmış gibi gözüken bu çorak arazinin, Kiros zamanında bahçelerden yaratılan cennet ortasına yapılmış saraylardan oluştuğunu gözünüzde canlandırmanız gerekir. Bunu yapmanızın biraz zor olduğunu bildiğimden de size internette rastladığım böyle bir canlandırmanın bağlantısını aşağıda veriyorum.

Kiros’dan sonra gelen Büyük Darius törensel başkentini Persepolis’e taşıyınca da Pasargad’ın değeri bir anda kaybolmuş. Bu alanda gezdiğimiz Kiros’un (Cyrus) Mozolesi Pasargad’ın tartışmasız en iyi korunmuş yeri.

Kiros öldüğü zaman küçük ama altından bir tabut içinde pelerini, mücevherleri ile birlikte bugünkü alana gömülmüş. Makedonlar geldiklerinde bu mezarı da yağmalamışlar. Cyrus’un cesedini atmışlar. Ama işin ilginç tarafı Kiros’un mozolesinin yeniden restore edilme ve cesedinin de bu mozoleye yerleştirilme emrini veren de Büyük İskender olmuş.

Kiros’un Mozolesinden sonra Yezd’e doğru uzun yolculuğumuz başladı. Yezd’e kadar 320 kilometrelik yolumuzun yarısında Aberkuh Şehrine uğradık. Buraya gelmemizin amacı 25 metre yükseklik ve 12 metre gövde çapına sahip olan bir selvi ağacı.

Zerdüşt inancında da kutsal sayılan bu ağacın en az 4000 yaşında olduğu tahmin ediliyor. Yolculuğumuz bugün oldukça uzun ve zorluydu. Bu ağacın manzarası altında İran’lı kaptanımız Rıza’nın, öğlen yemek yediğimiz yerden alıp buraya kadar termosta taşıdığı çayı, İran’lı yerel rehberimiz Rıza’nın bisküvileri ile birlikte midemize indirdiğimizde yorgunluk biraz azaldı. Gecelemeyi Yezd Şehri’nde yaptık.

Gezekalın ve iyi bayramlarımız olsun…

Dr Ümit Kuru

09.07.2022

Tüm Çekincelerinizi Bir Kenara Bırakın! İRAN GEZİ YAZISI:Persepolis

2004 yılı yapımı Oliver Stone’un yönetmenliğini yaptığı “Büyük İskender-Alexander” adlı filmi eminim hepiniz izlemişsinizdir. Filmin sonlarında bir sahneden çok etkilenmiştim. O sahneyi internetten buldum ve aşağıda paylaştım. Büyük İskender ölüm yatağındadır. Yatak çevresinde bulunan herkes, peşlerinden bildikleri dünyanın sonuna kadar gittikleri İskender’in öleceğini biliyordur. İskender’in yatağının üstünde, tavanda sallanan bir kumaşa nakşedilmiş büyük bir Faravahar, devamlı olarak hareket ettirilerek İskender’e serinlik vermektedir. İskender’in gözleri Faravahar’ın hareketlerine fikse olmuş durumdadır. Sadece babasının hayali olan Pers İmparatorluğunu değil ama neredeyse bilinen dünyayı ele geçirmeyi başarmıştır. Tüm yaptıkları bu son anlarında gözünün önünden akar gider. Pers İmparatorluğunu ele geçirmesine ve kinle dolu olmasına rağmen, bir yer hariç, ülkeyi tamamen yerle bir etmemiştir. Bunun yerine, kendi komutanlarını karşısına almak pahasına Pers Kültürü ile Makedon Kültürünü harmanlamak istemiştir. Son anlarında Faravahar’ın yavaş hareketlerini gözleri ile takip etmesi, belki de onun Pers Kültürüne olan hayranlığını ifade ediyordu. Sonunda parmağından sevgili arkadaşı Hephaistion’un hediye ettiği en kıymetli varlığı olan yüzüğünü çıkartıyor. İskender’in hayatının simgesi olan yüzük yere düşerken, Faravahar’dan ayrılan kuş İskender’in ruhunu teslim alıyor. Bu sahneyi, yönetmenin İskender’in Pers Kültürüne olan inanmışlığı ve hayranlığının güzel bir anlatımı olarak düşünürüm.

Ahameniş İmparatoru 1. Darius, M.Ö. 540-492 yılları arasında Makedonya topraklarını kendine bağlamış ve satraplıkla yönetmiş. Helen ve komşu şehir devletleri isyanlar çıkartmışlar. Makedonların, Pers İmparatorlarına kini o zamanlardan başlıyor. Pers Orduları ile devamlı savaşlar olmuş. M.Ö. 480’li yıllarda Dairus’un oğlu I. Xerxes’in (Serhas) yolladığı ordu Atina önlerine kadar yakıp yıkarak ilerlemiş. Makedon Kralı 2. Filip’in (Phillippos) hem kendisi Perslere karşı kinle dolmuş, hem de oğlu ve sonradan “Büyük” lakabını alacak olan İskender’i bu nefretle büyütmüş. Tüm bu uzun girişi yapmamın nedeni, İskender’in Pers topraklarında tarihten sildiği en önemli yeri, Persepolis’i, anlatacak olmamdır.

Konaklama yaptığımız Şiraz’dan, Yezd şehrine kadar 460 km kadar yolumuz var. Bu uzun yolda önce Persepolis, sonra Nakş-i Rüstem ve Pasargard gezileri yapılacak. En son Aberkuh şehrinde 5000 yıllık selvi ağacını ziyaret ederek Yezd’de konaklayacağız.

Persepolis, Şiraz’a 60 km uzaklıkta ve 1979’dan beri UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi içinde yer alıyor. Persepolis aslında çoğumuzun ilk anda aklımıza geldiği gibi Yunancadan gelen bir isim değil. Ahamenişler döneminde buranın adı “Parseh“. İran’lılar buraya Taht-ı Cemşid adını vermişler. İran gezinizde orijinal antik arkeolojik alan ismi yanında Taht-ı Cemşid, Nakş-i Rüstem, Taht-e Bostan gibi isimleri de duyacaksınız. Cemşid, İran kültürünün ve geleneğinin mitolojik bir figürü. Firdevsi’nin Şehname eserinin de karakterlerinden biridir. Pers mitolojisinde en büyük kral olarak tanımlanır. Eski İran’da, Ahamenişler tarih sahnesinden kaybolduktan sonra, Persepolis’in Cemşid’in başkenti olduğuna inanılıyordu. Persepolis, kurulduğu ilk andan itibaren 200 yıl boyunca şatafatlı bir dönem yaşamış ve M.Ö. 330 yılında Büyük İskender’in askerlerine “Yağmalayın ve yakın” emrini vermesi sonrasında da yüzyıllarca toprak altında unutulmuş. Ancak 1930’larda bilimsel arkeolojik kazılar yapılmaya başlanınca tekrar gün yüzüne çıkmış.

Ahameniş Kralları 3 tane başkente sahiplermiş; Kışları geçirdikleri Babil, baharı yaşadıkları Susa, yazları geçirdikleri daha serin bir yer olan Ekbatana. Bunların hepsi de siyasi başkentleri olmuş. Bununla birlikte Ahamenişlerin kendi vatanları olan Fars (Parsa/Persis) topraklarında iki önemli yeri daha vardı ki bunlar “törensel başkent” sayılıyordu. Bunlardan bir tanesi kralların taç giyme törenlerinin yapıldığı Pasargard, bir diğeri ise Perslerin boyunduruğu altında olan diğer uluslarla iletişim kurdukları, onları bir araya getirip güçlerini hatırlattıkları ve önemli dini günlerini (nevruz gibi) kutladıkları Persepolis. O zamanın Persepolis’ine, günümüzün Vatikan’ı, Kudüs’ü gözüyle bakabilirsiniz. İskender’in Persepolis’i yok etmesinin anlaşılabilir tek nedeni, onun Persler için bu simgesel önemi ve bir gün yeniden alevlenebilecek Pers ruhunu dünyadan silme arzusu olsa gerek.

Arkeolojik kanıtlar, Persepolis’in en eski kalıntılarının MÖ 515’e kadar uzandığını gösteriyormuş. Bu da demektir ki bu arkeolojik alanın yerini seçen Büyük Kiroş (Cyrus). Bununla birlikte Persepolis’i Persepolis yapan, teras ve sarayları inşa ettirenin 1. Darius olduğu biliniyor. Darius’dan sonra gelen Xerxes (Serhas) ve takip eden Artaxerxes alanı büyütmüşler. Persepolis, Mervdeşt Düzlüğünde bir büyük kaya üstüne inşa edilmiş. Tabii yapılan ilk iş bu kayanın üstüne yapılacak olan binalar için alanın düzlenmesi olmuş. Yukarıdaki videoda temsili Persepolis’i anlatan güzel bir kısa film var. İzlemenizi tavsiye ederim.

Alana girdikten sonra sol tarafınızda kafeterya, sağ tarafınızda ise tuvaletler bulunuyor. Arkeolojik alana doğru bir süre yürümeniz gerekiyor. Alana giriş için kuzey batı tarafında çift taraflı merdivenleri kullanıyorsunuz. 111 basamaklı olan bu merdiveni çıkınca karşınıza Tüm Uluslar Kapısı çıkıyor. Persepolis’e davet edilen Pers kabileleri soyluları sağ taraf, boyunduruk altındaki ulusların soyluları ise sol taraf merdivenlerini kullanırlarmış.

Tüm Uluslar Kapısı

Aslı dört ama günümüze ulaşan 3 sütunlu Tüm Uluslar Kapısı (ya da Xerxes Kapısı), davet edilen Pers ya da Pers olmayan ulusların temsilcilerinin birbirlerine karıştıkları, Apadana Sarayı ve 100 Sütunlu Salon gibi Konsey Salonlarına yönlendirildikleri kapı olmuş. Ahameniş İmparatorluğu çok sayıda ulustan meydana gelen bir federasyon gibi kabul ediliyor. Savaşlarda yenilen, fetih edilen ülkeler, İmparatorluğa vergilerini verdikleri sürece kendi bildikleri gibi yaşamakta, kukla da olsa kendi kralları tarafından yönetilmekte ve dinlerini özgürce yaşamakta serbesttiler. Bu nedenle imparatorluğun tüm uluslarının temsilcileri bu kapıdan girip bir araya geliyorlardı. Kapının bir duvarında Serhas’ın kazıttığı çivi yazısından eski Pers, Elam ve Babil dillerinden bir yazıt var. Yazıtın altında ise bu ortama hiç uymayan ve zamanında duvara ismini kazıtmış bir kısım gezgin isimleri var. Tam bir vandallık. Üstelik bunların bir kısmı İngiliz ve Fransız diplomat ve devrin ileri gelen insanları.

Şimdi sadece sütunları ayakta kalmış olan kapıyı, zamanında pişmiş tuğla kaplı ve üzerlerinde renkli süslemelerle hayal etmeniz gerekiyor. Kapıdan sonra karşıya devam ederseniz Ordu Caddesi‘ne ve zamanında var olan sağ taraftaki holden devam ederseniz konsey salonlarına yönlendiriliyorsunuz. Sütunların yüksekliği 16,5 metre ama zamanında var olan tavanla yerden yükseklik 18 metreyi buluyormuş. Merdivenlerden çıktıktan sonra karşınızdaki sütunlarda iki yanda insan yüzlü, sakallı bir boğa, kapının arka tarafındakilerde ise insan yüzlü ama bu sefer kanatlı birer boğa (Lamassu) kabartması bulunuyor. Mezopotamya Kültüründe önemli olan Lamassu , genellikle insan kafalı, boğa ya da aslan gövdeli ve kuş kanatlarına sahip Asur koruyucu tanrısı. Şehri korurken, imparatorluğun gücünün de bir simgesi. Bugün bile bu heybete şahit oluyorsunuz. Persepolis eskiden de, şimdi de görkemli bir şekilde karşılıyor ziyaretçilerini.

Lamassu-Tüm Uluslar Kapısı

Kapıdan girdikten sonra “Ordu Yolu” boyunca devam ederek Yüz Sütunlu Salona ulaşılıyor. Persepolis’te bazı işler yarım kalmış .Yarım yapılardan biri de Ordu Yolu üzerindeki ikinci bir kapı.

3.Artaxerxes döneminde başlanan bu kapı, o dönemlerdeki iç savaşlar ve Makedon tehlikesi nedeniyle bitirilememiş. Yapımı başlanmış kapının giriş heykelleri ve kızgın bakışlı bir kartalı temsil eden iki büyük başlık yol kenarında görülüyor.

Bazıları bu kuş kafası başlıkları orta çağ folkloruna ait olan Hüma Kuşunun erken temsilleri olarak kabul ediyor. Hüma kuşu (Farsça Homa) çoğu kez cennet kuşu olarak da adlandırılan, görünmeyecek şekilde çok yükseklerde ve dinlenmeksizin sürekli uçan, asla yere değmeyen efsanevi kuş. Sonradan Hüma Kuşu Iran Havayollarının sembolü olarak kabul edilmiş.

Bitmemiş Kapı ve Hüma Kuşu bölgelerini geçtikten sonra karşınıza 100 Sütunlu Salon gelecek. Yapımına Ahameniş kralı Serhas zamanında başlanmış ama bitmesi oğlu Artaxerxes zamanına denk gelmiş. Zamanında 68,50 x 68,50 metre ölçüleri ve kare planı ile Persepolis’in ikinci büyük binasıymış. Salona giren 8 adet kapı var. Kapıların iç yüzlerindeki kabartmalarda kral muhafızları veya taht taşıyıcıları ile gösterilmiş.

Burada alanın tüm sütunlarında gördüğümüz şekil, alta bakan çan şeklinde baza, üstünde diskoid torus, oluklu silindirik sütun, yukarıda çift yönlü boğa başlarından sütun başı.

Bu tarzda toplam 100 adet sütun bulunuyor. Eskiden alanda gezmek daha kolay ve engel yokken, şimdilerde bariyerler konmuş. Bu nedenle kabartmaların çoğunu ancak uzaktan görebiliyorsunuz. Bir de yer yer restorasyonlar var. Bu nedenle iskeleler kurulmuş. İskender’in yangınından en çok burası zarar görmüş.

Apadana veya Seyirci Salonu Persepolis’in açık ara en önemli bölümü. Bu salonda Pers İmparatorluğunun dört bir tarafından ulus temsilcileri krala sunmak için hediyelerini, haraçlarını getirirler ve ona sunarlarmış. Kral da onlara hediyeler verirmiş. Bu tören yılın bahar zamanında yapılırmış. Günümüzde nevruz olarak kutlanan bayram o zamanlardan geliyor. Burası Persepolis’in en eski bölümü sayılıyor. Bizzat Büyük Darius’un tasarladığı geniş bir alan. Bu alanda 72 adet sütun mevcutmuş.

Pers İmparatorluğu tebaası olan ulusların temsilcileri krala hediyeleri sunmak için merdivenleri çıkarak alana ulaşırlarmış. Alanın doğu tarafında olan rölyeflerde her ulusun kendi özel kıyafetleri içerisinde hediyeleri sunarken ki halleri duvarlara kazınmış.

Alana giriş kuzey tarafına kaydırıldığında aynı anlatım kuzey duvarına da kazınmış. Böylece ulusların temsilcileri hediyelerini sunmak ve hediyelerini almak için beklerlerken kendi hallerini de rölyeflerde görebiliyorlarmış. Kralın yüceliğini ve gücünü, tebaasına ise durumunu hatırlatmanın sanatsal dışa vurumu.

Duvara kazınan ve Pers İmparatorunun tebaası olan uluslar; Trakyalılar, Sagartiyanlar, Baktriyalılar, Mısırlılar, Aryanlar, Partlar, Elamitler, Medler, Karyalılar, Araplar, Soğdlular, Gandaralılar, Sakalılar, Suriyeliler, Babilliler
Ermeniler, Nubyalılar, Libyalılar, Hintliler, Arakozyalılar, Yunanlılar, Kapadokyalılar, Lidyalılar. Tam 23 ulusu Pers İmparatorluğu sınırları içine katmayı başarmışlar. Bu ulusların koyun, boğa, at, deve, şarap, dokuma gibi kendilerine özel ne hediyeleri varsa, kendi özel kıyafetleri içinde sırasıyla krala sunum yapmaları duvarlara kazınmış. Burada dikkat çeken her kafilenin başında bir Pers askeri, ulusların temsilcilerini ellerinden tutup imparatora götürürken gösterilmiş.

Rölyefler içerisinde hem doğu ve hem de kuzey duvarlarında merkezde olan bir rölyef var. Burada Pers ve Med askerleri sağlı sollu dizilmişler. Ortada bulunan kısım ise kazınmış ve pek belli olmuyor.

Ortada Büyük Dairus, arkasında oğlu Serhas ve 2 tane tütsü yapan Pers hizmetçi bulunduğu düşünülüyor. Bir de krala tebaa olan ulus temsilcilerini sunan görevli var rölyefte.

Son olarak da aslan ve boğanın mücadelesi figüre edilen rölyeften bahsedeyim. Aslan ve boğa mücadelesi. alanda sıkça görülen ve Pers coğrafyasında çok eski çağlara ait olan bir İran motifidir. Tam olarak anlamadığımız bir şekilde sonsuzluğu temsil edebilir. Yoğun bir mücadelede yaşam ve ölümün temel güçlerinin, yaşamın devamlılığını sağlayan çatışmanın bir görüntüsü olarak düşünülüyor. Alandaki en güzel rölyef diyebilirim.

Hazine binası, Persepolis’te bulunan en eski yapıymış. Apadana’da uluslardan toplanan haraç bu salonda saklanırmış. Bir diğer bina ise Apadana ile 100 Sütun Salonu arasında bulunan ve iki yapıyı birbirine bağlayan Tripylon (Üçlü Kapı) adı verilen bina. Kimi bilim insanı Tripylon’un aslında kralın danışmanlarını kabul edebileceği bir buluşma yeri olduğunu (bu nedenle buraya Konsey Salonu diyorlar), kimisi de buranın sadece üç bina arasındaki anıtsal bir koridor olduğunu vurguluyor.

Alanın diğer anıtlarından bir tanesi de Darius’un Sarayı-Taçara. Burası Apadana, hazine ve Serhas’ın Sarayına göre daha iyi durumda. Yangından sanki sadece ahşap kısmı gitmiş gibi. Bu sarayı kendine yaptıran Darius, içinde kalamadan ölmüş. Sarayı oğlu Serhas bitirmiş.

Serhas’ın Sarayı Bağlantı Merdivenleri-Faravahar-Persepolis/İRAN 2022

Darius Sarayı’nın yanında Serhas’ın Sarayı (Hadish Sarayı) bulunuyor. Serhas, İskender’in ve Makedonların gözünde Atina’yı yağmalayan Pers İmparatoru kabul edildiğinden en çok zarar gören yer olmuş. Bir kaç kalıntı dışında bir şey de kalmamış.

Bu bölümde son olarak da “Kraliçe’nin Yeri” veya “harem”i anlatalım. Burası Persepolis terasının güneydoğu kesiminde bulunan birkaç yapıya verilen isim . Bu binalardan biri, aşağı yukarı yeniden inşa edilmiş ve şu anda müze ve Persepolis arkeolojik kompleksinin ofisi olarak kullanılıyor. Burayı mutlaka gezmelisiniz. İçeride kazılardan çıkan bazı eserler de sergileniyor.

Altı tane bitmiş Ahameniş kraliyet mezarı var. Bunlardan dördü Nakş-ı Rüstem’de ve ikisi Persepolis’te keşfedilmiş. Nakş-ı Rüstem’deki dört mezar Büyük Darius I, Xerxes , Artaxerxes I ve Darius II’ye ait . Daha genç görünen Persepolis mezarları, sonraki iki kral Artaxerxes II Mnemon ve Artaxerxes III Ochus adlı krallara ait olmalı diye düşünülüyor. Persepolis’te alandan uzakta görünen mezarın, ancak fotoğrafını çektim. Persepolis gezisi en az 3-4 saat isteyen bir gezi. Apadana’da ve Tüm Uluslar Kapısında gerektiği gibi vakit harcayınca oraya vakit kalmadı. Eğer sizin de vakit sorununuz varsa bence siz de esas kraliyet mezarları gezisini Nakş-i Rüstem’e saklayın derim

Persepolis uzun ve ayrıntılı bir yazı oldu ama İran gezimde benim için merkezde olan bir yerdi. Bu yazı alanı gezerken, gezdiğiniz yere daha farklı bir gözle bakmanızı sağlayacaktır.

Gezekalın

07.07.2022

Tüm Çekincelerinizi Bir Kenara Bırakın! İRAN GEZİ YAZISI:Şiraz-Son Bölüm

Şiraz çok güzel bir şehir. İnsana tarihin bir başka diliminde gezindiğiniz izlenimini veriyor. Bakmayın siz şehrin tek düze tuğla rengine! Aslında ortalık rengarenk! İnsanları ortalıkta cıvıl cıvıllar ve ortamı renklendiriyorlar.

Şiraz ile anılan bir diğer şairin, Hafız‘ın Türbesini de ziyaret ettik. Hafız, ölümünden sonra derlenen şiirlerinden oluşan bir koleksiyon olan Hafız Divanı ile tanınır. Kendisinin yazdığı şiirler İran’da pek sevilmiş. Hafız sadece halkın değil, sarayın da şairi olmuş. Şiraz’da doğmuş, Şiraz’ı hiç terk etmemiş ve Şiraz’da ölmüş. Şiirlerinde aşktan, şaraptan-meyhaneden ve sevgiden bahsetmiş. Bunların mistik anlamlarla mı yoksa kelime anlamları ile mi değerlendirilmesi gerektiği tartışma konusu olmuş. Kendisi ile ilgili efsaneler de pek çok. Bunlardan bir tanesini çok sevdim;

Hafız’ın şiirinde sevgilisinin yanağındaki siyah beni için Semerkant’ı, Buhara’yı satacağını ifade etmesine kızan Timur onu huzuruna Çağırır. Timur karşısında duran Hafız’a çıkışarak: “Parlak kılıcımın darbeleriyle, hükümetimin merkezi olan Semerkant ve Buhara’yı bayındır etmek için dünyanın çoğuna boyun eğdirdim; Sen onları bir kızın siyah beni için nasıl satarsın?” Hikayeye göre Hafız, saygılı bir şekilde eğilip cevabını vermiş;”Ey Hükümdarım, benim içinde bulunduğum sefaletin sebebi, benim bu savurganlığımdır”. Timur bu cevaba şaşırmış, akıllıca yanıta kızamamış ve hatta sevmiş. Söylence bu ya! Hafız’ı hediyelerle saraydan yollamış.

Hafız’ın mezarının bulunduğu yer, onun şiirlerinde de yazdığı (Golgast-e Mosalla) Musalla Bahçeleri diye bilinen bir yer. Ölümünden yirmi yıl sonra, Şiraz’daki Musalla Bahçeleri’nde Hafız’ı onurlandırmak için Hafezieh adlı bir mezar dikilmiş . Hafız’ın şiirindeki kehanetlerin kendilerine emredildiğine inanan İranlı I. Abbas ve Nadir Şah, Hafız’ın mezarına sonraki 300 yıl içinde, ayrı ayrı restorasyon projeleri gerçekleştirmişler. Kerim Han zamanında da başka bir restorasyon yapılmış. Şu anki mozole 1930’ların sonlarında Fransız arkeolog ve mimar André Godard tarafından tasarlanmış ve mezar gül bahçeleri, su kanalları ve portakal ağaçlarının ortasında bir kürsüye yükseltilmiş. Sütunlu bir kubbe altında Hafız’ın iki şiirinin yazılı olduğu kaymak taşı sandukası bulunuyor. Burası Sa’di’nin Türbesinin bulunduğu yerden çok daha güzel geldi.

Hafız’ın Divanı’nın içindeki şiirlerin bir kehaneti, gizli mesajı barındırdığına inanıldığından, Hafız’ın Divanı rastgele açılır ve açan kişiye denk gelen şiir onun falı olarak değerlendirilirmiş. Çıkan şiirin içeriğine göre de kişi kendisi hakkında çıkarımda bulunurmuş.

Bu gelenek hala devam ediyor. Biz de mezardan çıkarken elindeki muhabbet kuşuna Hafız’ın şiirlerini çektiren bir adamdan falımızı çektik. Falımızda ne çıktı? Pek anlamadık gerçi. Yazılar Farsça’ydı.

Sizlere önceki Şiraz yazılarımda Pers Bahçelerinden bahsetmiş ve bu bahçelerin UNESCO Dünya Kültür Miras Listesinde olduğunu yazmıştım. İşte listede bulunan 9 adet bahçeden bir tanesi de Şiraz’da bulunan Eram Bahçesi. Şiraz bahçeler bakımından zengin bir şehir. Jahan-nama Bahçesi, Delgosha Bahçesi, Afif-abad Bahçesi, Şiraz’da bulunan diğer bahçeler. Narenjastan Qhavam bahçesini ise daha önce anlatmıştım. Ancak Şiraz’daki bu bahçeler içinde sadece Eram Bahçesi, UNESCO listesine giren Pers Bahçeleri arasında bulunuyor.

Kaçar Hanedanı bahçelerin ortaya çıkmasında ya da var olanın yeniden düzenlenmesinde önemli rol oynamış bir hanedan. Ülkenin kötüye giden ekonomik durumuna rağmen, zevk ve sefa alemleri, bahçelerin, sarayların yapımları bu hanedan zamanında fazlaca olmuş. Bu nedenle araya Kaçar Hanedanı hakkında kısa bilgi veren bir bölüm soksak yeridir.

Muhammed Han Kaçar

Kaçarlar (Qajar) İran’daki Azerbaycan Türklerinin Kaçar boylarından olan Kovanlı kolu tarafından kurulmuş ve 1794 ile 1925 yılları arasında hüküm sürmüş bir hanedan. Zend Hanedanından sonra İran’ın yönetimini almışlar. Bu yönetimi devralma işini Muhammed Han Kaçar başarmış. İran toprakları, Kerim Han Zend’in ölümü sonrasında dağılmak, İngiltere ve Rusya gibi emperyalist devletler tarafından ele geçirilmek üzereyken Muhammed Han iktidar kavgasında olan kabileleri bir araya getirmeyi başarmış. Ancak kendi ölünce yerine geçen Feth Ali Şah 1804-13 ve 1826-28 yıllarında yapılan iki savaşla Rusya tarafından feci bir şekilde yenilmiş ve böylece Gürcistan, Ermenistan ve Kuzey Azerbaycan’ı, artık bir daha İran’a ait olmamak üzere, kaybetmiş. Yedi Kaçar Hanedanı şahı arasından en başarılı olanı Naser al-Din Şah Kaçar gibi gözüküyor. İktidarında İngiltere ile Rusya arasında denge siyaseti kurmayı başarmış, bu sayede 48 yıl gibi uzun bir süre yönetimde kalmış. Görece bir istikrar sağlamış. Döneminde İran’a Batılı bilim, teknoloji ve eğitim yöntemlerini getirmeye, ülkeyi modernleştirmeye çalışmış. Aslında buna zemin hazırlayan Amir Kabir adındaki veziri olmuş. Ama her yerde olduğu gibi gerek ülke için iyi bir şeyler yapana karşı ortaya çıkan haset, gerekse de modernleşmeye karşı statükonun direnci ile bu vezirin başı gitmiş. Bence bu olay İran’ın kötüye giden geleceğini hızlandırmış. Amir Kabir, İran’ın ilk reformisti. Osmanlı-İran sınırının çizilmesi için oluşturulan komisyonda da yer almış. Bu nedenle Erzurum’da 4 yıl geçirmiş. 1847’de İran’a dönmüş. Onun Osmanlı topraklarında kaldığı bu yıllar, onun Osmanlı’da o dönem gerçekleşen Tanzimat Reformları hakkında fikir sahibi olmasına neden olmuş. Bu hareketlere birinci elden şahit olması, bu düşüncelerin İran’a taşınmasını sağlamış.

Tabii bu arada şatafatlı yaşam, bahçeler-saraylar için harcanan deli paralar, alınan büyük borçlarla yapılan Avrupa seyahatleri, büyük paralar karşılığı özellikle İngiltere gibi yabancı ülkelere, ülkenin tütün alım-satım ve işleme gibi, sulama ve demir yolları gibi büyük gelir getirecek işlerinin devredilmesi ülkeyi aslında kaçınılmaz sona doğru da götürmüş. Ondan sonra gelen Kaçar Hanedanları ise daha beceriksiz çıkmışlar. Liyakat sahibi kişiler yerine bürokraside iş bilmezlerle ülke yönetmeye çalışan Kaçar Hanedanları halkın ve vatanseverlerin tepkilerine neden olmuşlar. Sonunda 1906 yılında Tanzimat ilan edilmiş, şahın yetkilerinin bir kısmı meclise devredilmiş. Emperyalist felsefede bir meclis dolusu insan yerine, monarşik düzenin başındaki bir kralı yönetmek daha kolay ve pratiktir. Dönemin emperyalist ülkesi Rusya, Şah ile birlikte 1907’de parlamentoyu silah zoru ile fesih etmiş. İran tarihi, son iki beceriksiz Kaçar Şahı yönetiminde, Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya, İngiltere ve Osmanlı’ya karşı toprak kayıplarını yazıyor. 1925’de de Kaçar Hanedanı’nın son üyesi Ahmed Şah Kaçar, kendisi yurt dışında iken, görevinden alınıyor ve geçici olarak yönetim, kurucu meclise devrediliyor. Sonrası ise Pehlevi Hanedanlığı dönemi. O da ayrı bir yazı konusu. İran tarihinin bu bölümü, kötü giden ekonomi, toprak kayıpları, yabancı devletlere verilen imtiyazlar, modernleşme çabaları ve Tanzimat ilanları gibi yönlerle Osmanlı tarihi ile çok benzer ve paralel bir yolda ilerlemiş.

Tekrar konumuz olan Eram Bahçesi’ne dönecek olursak, İran gezimizde Pers Bahçeleri içinde gördüklerimizden en güzeli Eram Bahçesi oldu diyebilirim. Bagh-e-Eram, “Cennet Bahçesi” anlamına geliyor ve kelimenin tam olarak karşılığına uyuyor. Kuruluş tarihi belli olmamakla birlikte, Selçuklular döneminde de bahçenin varlığı biliniyor. 18. yüzyılda Zend döneminde bahçe daha geliştirilmiş. Kaçar döneminde, Nasır-el-Mülk bahçeyi alıyor. Onun ölümünden sonra oğlu tarafından bitirilen bahçede mevcut bina yaptırılıyor.

Bahçe klasik Pers Bahçeleri gibi duvarlarla çevrili ve 4 bölüme ayrılmış bahçe, ortada havuz, tüm bahçeyi dolaşan sulama sistemi var. Botanik bahçesi diye geçen Eram Bahçesi, gül ve lale bahçeleri, nar ve portakal ağırlıklı meyve ağaçları, selvi ve çam ağaçları ile dolu. Ortada bulunan ev sütunlu geniş bir terasa sahip. Şiraz gezimizin son durağı da bu güzel bahçe oldu.

Şiraz hala çok güzel bir şehir ve hep öyle kalacak gibi..

Gezekalın

02.07.2022

Tüm Çekincelerinizi Bir Kenara Bırakın! İRAN GEZİ YAZISI:Şiraz (devam)

Şiraz gezimize devam ediyoruz. Geçen yazımda Şiraz’ı kendine başkent seçen Zend Hanedanı’ndan Kerim Han’ın ve ondan daha uzun süre yönetimde kalan Kaçar Hanedanlarının Şiraz’a olan katkılarından bahsetmiştim. Bugün gezeceğimiz Şiraz Kapalı Çarşısı (Bazaar-ı Vekil) ve Vekil Camisi Kerim Han döneminden kalma. Bu nedenle yeri gelmişken Zend Hanedanı’ndan burada kısaca bahsedelim.

KAÇAR HANEDAN BAYRAĞI

Bu konuya da girmeden önce 1979 yılı İran İslam Devrimi öncesi, İran hanedanları bayraklarına değinmek istiyorum. Bunun nedeni, özellikle Şiraz’da daha çok dikkatinizi çekecek şekilde, bina cephelerine kazınan veya çizilen aslan ve güneş figürleri. Bahçeler olsun, tarihi binalar olsun, binaların görünen yerlerinde önde bir aslan ve arkada güneş motifinin olduğu kabartmalar veya çizimler göreceksiniz. Geçen yazımda anlattığım Narenjastan Ghavam Bahçe Kompleksi ana binasının tam tepesinde bunu çok belirgin olarak görüyorsunuz. Aslan ve güneş motifi Ortadoğu’ya 12. yüzyıldan önce Türk ve Moğol bayrakları, sikkeleri ile gelmiş. Aslan, mitolojik bir güç ve erkeklik sembolü, güneş kozmosun düzenini kontrol eden eski bir tanrı olan Mithra’nın bir tezahürü. Pers Aslanı önceleri bayraklarda yerde yatarken, güneşin yüzü insan şeklinde tasvir edilmiş. Sonra Safeviler zamanında aslan ayakta durur hale gelmiş. Zend Döneminde ayakta duran aslanın sağ patisine bir kılıç kondurmuşlar. Güneş yine arkada. Kaçarlar buna bir de kendi kraliyet taçlarını eklemişler. Pehlevi döneminde ise taç değişmiş ama patisinde kılıç tutan aslan ve güneş değişmemiş. Devrim sonrası ise bayraklardan aslan ve güneş kaldırılmış.

Kerim Han tarafından kurulan Zend Hanedanı Şiraz’a çok eser katmış. Kerim Han’dan hem ilginç bir lider olması ve hem de Şiraz’a olan katkılarından dolayı biraz bahsetmek gerekiyor. Kendisi Zağros Dağlarında yaşayan Kürt bir kabilenin reisi iken, Afşarlar’dan Nadir Şah’ın emrinde ordusu ile savaşmış. Nadir Şah’ın ölümü sonrasında taht için ortalık kan gövdeyi götürürken, bir diğer ileri gelenle birlikte aradan sıyrılıp yönetimi ele almışlar. Durumu meşru kılmak için de son Safevi Kralı torununu kukla kral olarak başa geçirmişler. Kerim Han da ordunun başına geçmiş. Bir süre sonra Kerim Han, hem kukla kralı ve hem de beraberce hareket ettikleri diğer ortağının yönetime olan katkılarına son verip tek başına Zend Hanedanlığını kurmuş. Zend Hanedanlığı 1751-1794 gibi çok kısa bir süreliğine İran topraklarını yönetmiş.

Kerim Han Zend

Kerim Han, kendisine “Şah” unvanı verilmesini kabul etmemiş. “Naip” (Vekil) unvanını “Şah” yerine tercih eden Kerim Han, kendisini “Halkın Avukatı” (Vakil Ol Ra’aya) olarak da kabul ettirmiş. Kerim Han’ı İran’daki İslam Devrimini yapanlar bile sevmişler ve eskiye ait olan hangi şah, han, kral ismi varsa sokaklardan adları silinirken, bir tek Kerim Han ve sülalesinin adı Şiraz cadde ve sokak ismi olarak silinmeden bırakılmış. Okuduklarımdan Kerim Han’ın sevmediğim tek tarafı dış politikada İngilizlerin İran topraklarında liman işletmelerine izin vermesi, İngiliz Doğu Hindistan Şirketine imtiyazlar vermesi oldu. Tabii ki, olayları o zamanın şartları açısından değerlendirmek gerekir. İngilizlere izin ve imtiyazlar vererek Safevi dönemi ticaretini canlandırmaya niyetlenmiş. Ama İngiliz bu (günümüzün tüm emperyalist ülkeleri gibi)! Girdi mi, çıkmak bilmez. Sonra ki yıllarda İran’a bela olmuşlar. Bu da ayrı bir yazı konusu.

Vekil Cami 1751-1773 yılları arasında Kerim Han döneminde yaptırılmış. Caminin 3 adet eyvanlı kapısı var. Camiye giriş kapısı, cami içinin güzelliği hakkında fikir veriyor. Mukarnaslarla süslü, çiçek motifli çinilerle kaplı, 8 metre uzunluğunda iki kanatlı büyük kapıdan içeriye giriyorsunuz.

İçeride geniş bir avlu, ortasında havuz, kuzey (Tagh-e Morvarid-İnci Kemer)  ve güneyde iki adet eyvan bulunuyor.

Eyvanlar o zamanların modası olan 7 renkli (hafta rang) çinilerle süslenmiş. Kapalı alan (Şebistan) ibadet yerinde akantus yaprağı başlıklarla sonlanan 48 adet spiral sütun bulunuyor. Minber masif yeşil mermerden yapılmış. Kaçarlar döneminde ise cami çeşitli restorasyonlar geçirmiş.

İran, tarihi İpek ve Baharat Yolları üzerinde olunca tarihi kapalı çarşılarının sayısı da hayli fazla. Tebriz, Tahran, İsfahan, Şiraz’daki çarşılar en bilinenleri. Şiraz Vekil Çarşısı belki en büyük ve en eski olan pazar değil ama kesin olarak en güzel olanlarından.

Şiraz Vekil Çarşısı, Kerim Han döneminin eseri. 1770-1774 yılları arasına tarihleniyor. Ancak aslında burada 11. yüzyıl Büveyhi Hanedanından kalma başka bir çarşı varmış. Kerim Han bu var olanı çarşıyı genişletip yenilemiş. Çarşı, kuzeydoğudan güneybatıya doğru uzanıyor. Birbirine dik haç planına sahip. Bu haçın her kolunda benzer sınıftan ürünleri satan dükkanlar topluluğu bulunurmuş. Bunlara “arasta” (rasteh) deniyor. Güneydeki arasta manifaturacı tüccarlar (Bazzazan), kuzeydeki arasta şapkacı (Kolahdouzan) tüccarların dükkanlarına ayrılmış. Doğu arasta dükkanlarında iplik, dantel ve şeritler (Allaqebandan) satmışlar. Sadak (ok ve yay koymaya yarayan torba) ve kılıç satan dükkanlar ise Batı arastasında (Tarkeshduzan) toplanmışlar.

Arasta düzeni hemen tüm eski kapalı çarşılarda var. Günümüzde ise artık bu düzen pek yok. Ama kapalı çarşının arastalarının adları hala korunuyor. Halıcı, kumaşçı, bakır işleri objeler ve baharat satan dükkanları bolca görüyorsunuz. Burada bir halıcı dükkanı içinde baş köşede asılı Atatürk portresi görmek bizi gururlandırdı.

Çarşının görkemli tonozlu tuğla tavanları, koridorların birbirleri ile kesiştiği yerlerde kemerli genişçe alanlar var. Yer yer avlular var ve biz onlardan bir tanesinde çay-kahve içtik. Zamanında Şiraz dışından gelen tüccarların konaklamaları için kervansaraylar da kapalı çarşıya entegre edilmiş.

Biz İran gezimizin ilk 6 günü içinde hiç para harcama fırsatını yakalayamadık. Yoğun yol trafiği ve gezi programı buna müsaade etmedi. Yeme içme tura dahil olunca da hiç para harcamadık. Şiraz ilk para harcadığımız yer olurken, ilk para harcamayı yolda gördüğümüz bir baharatçıda yaptık. İran yemeklerinin yanında genellikle pilav ve pilav içinde de illa ki zereşk (İran üzümü) kurusu katılmış oluyor. İlk olarak bu baharatı aldık. Ayranların içine nane atıldığını ilk olarak İran’da gördüm. Ayrana müthiş bir tat veriyor. Bu nedenle çeşit çeşit nane de aldık. En ucuz baharat alışverişini de Şiraz’daki sokak baharatçısından yapmışız. Safran, kumkat, limon kurusu, zerdeçal diğer aldıklarımız oldu.

Şiraz Kapalı Çarşısı bizim İran’da ilk alışveriş zamanı yakaladığımız yer oldu. Şunu söylemem lazım ki İran halkı kadar sevecen, içten ve güler yüzlü bir halk görmedim. Komşuluğun ve Türk-Müslüman olmanın da artı tarafları ile İran insanı ile çok güzel ilişkilerimiz oldu. Ama konu İran’lı tüccarlara ve onlardan alışverişe gelince aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Pazarlık yok ve eğer etikette yazan Farsça rakamlara ve İran para sistemine aşikar değilseniz kazıklanma olasılığınız var. Tüm tüccarları aynı sınıfa sokamayız tabi ki. İran artık gezmenin eskisi kadar ucuz olmadığı memleket sınıfına girdi. Gerçi bunun esas nedeni bizim paramızın pul olması. Alışverişlerde dolar da kabul ediyorlar. Euro ile alışveriş olmadı. Kurları, bizim para gibi, günlük değişip duruyor. Bize “alışverişi İsfahan Çarşısına saklayın” dediler ama benim tavsiyem beğendiğiniz bir şey gördüğünüz de oradan alın. Bazı şehirlere özel satın alınacak mallar var. Örneğin halı niyetiniz varsa ve dönüş yolundaysanız Tebriz, eğer baskı örtü alacaksanız Şiraz, şekerleme türü hediyelikler, baharat, minyatür, kalem işleri, çerçeve, bakır objeler gibi şeyler almayı düşünürseniz İsfahan, baharat için Şiraz, Tahran pazarları düşünülebilir. Şiraz bana, İsfahan’a göre daha ucuz geldi ama İsfahan Kapalı Çarşısında çok fazla dükkan bulacaksınız.

Vekil Camisi, Vekil Kapalı Çarşısı birbirlerine yakın yerler. Bir de yakında hamam varmış ama biz gezemedik. Tuğla renkli ve kısa katlı evlerle dolu Şiraz sokaklarını gezmek insana zamanı unutturuyor. Şiraz’da öğle yemeğini Parhami Traditional House adlı bir yerde yedik.

Yemek sonrasında gezimize Sa’di Şirazi’nin türbesini ziyaret ederek başladık. Önemli bir İranlı şair ve nesir yazarı olan Sa’di Şirazi (1210-1292), yazılarının kalitesi, sosyal ve ahlaki düşüncelerinin derinliği ile tanınır. Fars edebiyatının en büyük şairlerindendir. Medrese eğitimi almış ve hayatının büyük bir kısmını seyahatle geçirmiş. Birçok şair, edip, mutasavvıf ve din alimleriyle tanışmış, onlarla sohbet etmiş.

En önemli eserleri Gülistan (Gül Bahçesi) ve Bostan (Meyve Bahçesi). Saʻdî Şirazi yazılarında iyiliği över, onu öğütler, kötülüğü yerer ve ondan sakındırmaya özen gösterir.

Sa’di, dünya görüşünü şekillendiren ve geliştiren zorunlu seyahatler sonrası Şiraz’a döner. Ölümü de orada olur. Mezarı, şimdi türbesinin olduğu yere yapılır. 13. yüzyılda yapılan mezarı 17.yüzyılda yıkılır. Kerim Han kendi iktidarı döneminde bu mezarı yeniden yaptırır. Sa’di Türbesinin şimdiki hali, 1950-1952 arası Pehlevi döneminde, İsfahan’daki Cehel Sütun (Chehel Sotoun-Kırk Sütun) örnek alınarak yapılmış.

Sa’di şiirleri ile de biliniyor. Bu bölümü Birleşmiş Milletler Binası girişinde bir İran halısı üstüne işlenmiş Şiraz’lı Sa’di’nin “Ben i Adem” adlı şiirini paylaşarak bölümü bitirelim;

Tüm insanlar tek bir çerçevenin üyeleridir,
çünkü hepsi başlangıçta aynı özden geldi.
Zaman bir uzvu ağrıya uğrattığında,
diğer uzuvlar dinlenme halinde kalamaz.
Başkalarının sefaletini hissetmiyorsan
Bir insan senin için isim değildi
r

Gezekalın..

30.06.2022

Tüm Çekincelerinizi Bir Kenara Bırakın! İRAN GEZİ YAZISI:Şiraz

İran halkına ve diline adını veren Fars (Pers) Eyaleti’nin başkenti, “Şairler”, “Güller” şehri olarak tanımlanan Şiraz kentindeyiz. Yüzyıllar boyunca kültür ve sanat şehri olmuş Şiraz, İran’ın en güzel şehirlerinin başında geliyor. Biz de bu güzel şehirde iki gece konaklayarak gezimizi yaptık.

Şiraz denince aklınıza şarap da geliyordur. Koyu kırmızı renkte, kendine has tadı ve kokusu olan Şiraz üzümlerinden yapılan şaraptan bahsediyorum. Şiraz ve çevresi İran Devrimi öncesi bağları ve şarapları ile de ünlüymüş. 1979 devrimi sonrasında şarap imalathanelerini kapatmışlar, ticari bağları sökmüşler ve binlerce yıllık şarap kültürünü tarihe gömmüşler. Bölgede 7000 yıl öncesinden şarap yapıldığına dair kanıtlar bulunmuş. Fransa’nın Rhone Vadisi şarap üreticileri Şiraz üzümlerini 500 yıldır sahiplenmişler. Aslında orada da iyi bilinen efsaneye göre Şiraz cinsi üzüm asması 13. yüzyılda bir şövalye tarafından Fransa’ya götürülmüş. Ama bir grup şarap üreticisi, isim benzerliği dışında Şiraz şarabının, Şiraz’la bir ilgisi olmadığını ve orijinal kaynağın Sicilya Adasında, Siraküza olduğunu ileri sürüyorlar. Konuyu sahiplenecek İranlı resmi yetkili de olmayınca Şiraz Şarabı tartışmalı ve herkesin sahiplenmeye çalıştığı konuya dönmüş. 1988 de yapılan DNA testi sonuçları ortaya çıkınca işler daha da karışmış. Şiraz üzümlerinin her iki iddia edilen bölge ile de ilgisi olmadığı ortaya çıkmış. Ama ne olursa olsun dünyada tek bir yerin adı Şiraz ve İran’ın Şiraz kentinin de 7000 yıla dayanan şarapçılık geçmişi var. Yazıya şarapla başlamak da biraz ilginç oldu doğrusu…

M.Ö. 2000 yıllarına tarihlenen Elamit kil tabletlerinde şehrin ismi Tiraziš (širājiš) olarak geçiyor. Zaman içinde širājiš’den Şiraz’a fonetik olarak dönüşüm olmuş. İran’da İslam öncesi ve İslamın erken dönemlerinde Şiraz’da yoğun olmayan bir yerleşim olmakla birlikte, esas gelişim ve şehirleşme 7. yüzyıldan sonra Emevilerin bölgeyi alması ile başlıyor. Emeviler, yerlerini aldıkları Sasani İmparatorluğunun başkenti İstahr (Estakhr) da hakim olan Zerdüştlüğün gölgesi altında yeni bir düzeni başlatmak, İslamiyet’e geçişi Zerdüştlüğün asırlardır yerleştiği bu eski başkentten sağlamak yerine Şiraz’da daha büyük ve yeni bir şehrin temellerini atmayı tercih etmişler. Emevi sonrası gelen Abbasi ve Şiraz’ı başkentleri yapan Seferiler döneminde ise şehir daha da gelişmiş. Din, Zerdüştlükten İslamiyet’e değiştikçe, eski başkent İstahr’dan, Şiraz’a doğru yerleşim artmış. Gelişimin doruğu ise Büveyhiler döneminde yaşanmış. Şiraz yöneticileri, baştan boyun eğmeyi seçtiklerinden, Moğolların hışmına hiç uğramamışlar. Sonrasında sırasıyla Türkmen boyları Safeviler, Afşarlar şehre eserler bırakmışlar. Şiraz esas olarak gelişimini ve görkemini yeni kurduğu Zend Devletine Şiraz’ı başkent olarak seçen Kerim Han döneminde yaşamış. O dönem Şiraz’a yeni idari binalar, camiler ve saray yapılmış. Takip eden Kaçar Hanedanı ise Şiraz’ın başkentliğini elinden almışsa da bahçelerle şehri süslemişler. Pehlevi döneminde Şiraz yeniden ilgi odağı olmuş. Şair Sa’di ve Hafız’a güzel mezarlar bu dönemde yapılmış. Kısaca Şiraz şehrinin gelişimi budur.

Nasır el-Mülk Cami sabahın erken saatlerinde gezilmesi gereken bir yer. Şiraz’ın bu güzel camisi, sabahın erken ışıklarının vitraylara değmesi ile ortaya çıkan renkli ışık oyunları ile meşhur. Burayı günün diğer saatlerinde daha az kalabalıkla gezersiniz. Ancak caminin özelliği sabah güneşinin vitraylardan süzülüp cami içinde yarattığı ışık oyunları. Bu saatler aşırı kalabalık olabiliyor ve insanlar camların kenarlarında üzerlerine düşen renkli ışıklar altında fotoğraf çekmek için orada oluyorlar. Cami içinde bir saat geçirmişizdir ama ışığın bol olduğu iyi bir yer ve fırsat bulup da, benim konu mankenim eşimin iyi bir fotoğrafını çekmem mümkün olamadı.

Vitray günümüzde daha çok kiliselerde popüler olmasına rağmen, en erken keşfedilen vitray 7. yüzyıl Suriye’sindeydi. İranlı kimyager Cabir ibn Hayyan‘ın 8. yüzyılda yayınlanan “Saklı İncinin Kitabı” (Kitab al-Durra al-maknuna) adlı kitabında renkli cam elde etmek için teknikler ve tarifler verilmiş.

Gereh-chini

İran’da iki tür vitray işi zamanla yaygınlaşmış; Gereh-chini (dekoratif ahşap kafes) ve Orosi-sazi (kanat tarzı). Gereh-chini, ince kesilmiş ahşap parçaları 5 temel geometride (ongen, papyon, eşkenar dörtgen, altıgen ve beşgen) belirli bir tasarıma göre bir yüzeye yerleştirme sanatıdır. İslami mimari de kutsal türbeleri veya zengin binaları süslemek için yaygın olarak kullanılmış. Daha çok zaman ve daha çok para gerektiren bir sanat.

Orosi İran’ın tipik bir mimari unsuru. Orosi, ahşap kafes ve renkli camlardan yapılmış bir çeşit pencere. Orosi pencerelerinin en iyi örnekleri özellikle Safevi ve Kaçar hanedanlıkları döneminde yapılmışlar. Biz de bu sanatın çok güzel örneklerine şahit olduk. Orosi pencerelerin, radyasyonun gücünü ve güneşin ısısını azaltıcı etkisi de var. Dış mekanın görülmesine izin verirken, binanın cephesine güzellik verip, özel alanların mahremiyetini koruyor. Cam renkleri daha çok kırmızı, mavi, sarı ve yeşil renkler oluyor.

Nasır el Mülk Cami, İç mimarisinde pembe renkli fayansların kullanılması nedeniyle “Pembe Cami” olarak da biliniyor. Kaçar Hanedanı döneminde Mirza Hassan Ali Nasir-el-Mülk’ün emri ile 1876-1888 yılları arasında inşa edilmiş. Kaçar ve Zend Hanedanları ayrıca bahsedilmeyi hak ediyorlar ve ben bu kısmı sonraki bölüme bırakıyorum.

Cami vitrayları ile ünlü. İçeride bulunan oyma sütunlar, tavanlarda bulunan geometrik desenler ve çeşitli motiflerle süslü çiniler ortama büyülü bir atmosfer, mistik bir hava veriyor. Genelde camiler içinde bu mistik havayı ve insana huzur veren ortamı gördüğümü söyleyemem. Ama bu cami size bu hisleri fazlasıyla veriyor.

Caminin avlu ortasında bir havuz görülüyor. Caminin kuzey ve güney taraflarında eyvanlı iki bölüm var. Bugüne kadar gördüğüm en güzel camilerden bir tanesini gezmiş olduk. Şiraz’a yolunuz düşerse mutlaka sabahın erken saatlerinde bu camiye vakit ayırın.

Şiraz’ı gezerken programınıza Narenjestan Ghavam Bahçe Kompleksi mutlaka koymalısınız. 1879-1886 yılları arasında yapılan Narenjestan Ghavam’ın hem bahçesi hem de köşkü, Kaçar döneminin etkili ailelerinden biri olan, aslen Kazvinli tüccar, Ghavam ailesine aitmiş. Kapıdan girdikten sonra karşınıza çıkan bahçe Pers Bahçelerinin tüm özelliklerini taşıyor. Yazının burasında Pers Bahçelerinden bahsetmek doğru olacaktır.

İran’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içinde Pers Bahçeleri de yer alıyor. Bu liste içinde çeşitli eyaletlere dağılmış durumda günümüze kadar ulaşan 9 adet bahçe mevcut. Köklerini M.Ö. 6 yüzyılda Ahameniş Kralı Büyük Kiros’dan alıyor. Onun zamanında tespit edilen ilkeler, tüm bahçelerde ve her zaman korunmuş. Pers bahçeleri daima  büyük kapalı duvarlar arkasında olmuş. Cennet anlamındaki “Paradise” kelimesinin etimolojik  olarak kökeni de İran’ın Pers Bahçelerinden geliyor. Bu kelimenin Latinceye İran dillerindeki kelime olan “Pairidaēza”dan (duvarlarla çevrili bahçe anlamında) geldiği ileri sürülüyor. İranlılar bu bahçelerde yeryüzündeki cenneti yaratmışlar.

Zerdüştlük inancının ana elementleri olan hava, toprak, su Pers bahçelerinde sembolize edilmiş. Sasani döneminde bahçelerde su daha ön plana çıkarılmış. Gezdiğim tüm bahçelerde benim esas dikkatimi çeken sofistike sulama sistemi, fıskiye ve havuzlar oldu. Pers bahçeleri cennetin 4 bahçesini sembolize edecek tarzda birbirini dik kesen yürüyüş yolları ve/veya su kanalları ile 4 bölüme ayrılmış. Buna Farsça 4 bahçe anlamına gelen “Chahar Bagh” deniyor. İran’da ortaya çıkan bu bahçe örneği Moğollarla Hindistan’a ve Araplarla da İspanya, Endülüs’e taşınmış. En önemli örnekleri Tac Mahal ve El Hamra Sarayı bahçeleri. Tabii ki orijinaller İran’da. Bugün İran’da UNESCO listesine girmiş Pers Bahçeleri şunlar; Pasargad Bahçesi , Şiraz’daki Eram Bahçesi, İsfahan’daki Chehel Sotoun, Kaşan’daki Fin Bahçesi, Abbasabad Bahçesi, Mahan’daki Shazdeh Bahçesi, Yezd’deki Dolatabad Bahçesi, Pahlevan Pur Bahçesi , Güney Horasan Eyaletindeki Ekberiye Bahçesi. Eram Bahçesi gezimizi sizlere sonraki yazımda anlatacağım. Şimdi dönelim tekrar Narenjestan Ghavam gezimize.

Bahçenin kuzeyinde yer alan ana konak, muhteşem süslemeleri ile Narenjestan Ghavam kompleksinin en özel kısımlarından birisi. Bu konağın önünde büyük ve kırık ayna parçaları ile dekore edilmiş bir sundurma bulunuyor.

Narenjestan Ghavam kompleksinin ana binası sanatsal bir şekilde dekore edilmiş. Ana bina odalarının duvarlarında, tavanlarında hiç boş ve düz bir alan yok. Tahta oyma, minyatür ve kalem boyama işleri, çini döşeme ve kırık aynalarla dekorasyon gibi aklınıza gelebilecek her türlü sanatsal faaliyet bulunuyor. Fantastik bir iç tasarımın zarafetine şahit oluyorsunuz. Hem bahçe ve hem de ana bina birbirlerini çok güzel tamamlıyorlar. İran’da gezdiğim en güzel yerlerdendi.

Ana binanın altında bir de müze var. Bu müzeyi ben başlangıçta fark edemedim. Gitmeye yakın haberim olunca çok hızlıca gezmek zorunda kaldım. Gördüğüm kadarı ile küçük ama ihmal edilmemesi gereken bir müze.

Bugünlük son olarak Şiraz Kalesini yazalım; Kerim Han Kalesi, 1697’de Zend Hanedanlığı ülkeyi yönetirken inşa edilmiş. Biz orada iken kale tadilattaydı. İçeri giremedik.  

Kerim Han Kalesi, farklı tarihsel dönemlerde çeşitli işlevlere sahip olmuş. Zend Hanedanlığında Kerim Han Zend’in yaşam yeri, Kaçar Hanedanlığı’nda yerel yöneticilerin yaşam yeri, Pehlevi Hanedanlığı’nda ise hapishane olmuş.

Şiraz önemli bir şehir. Uzun uzun bahsedilmeyi hak ediyor. Yakında Şiraz gezimizle ilgili başka paylaşımlarla buluşmak üzere

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

28.06.2022