
2004 yılı yapımı Oliver Stone’un yönetmenliğini yaptığı “Büyük İskender-Alexander” adlı filmi eminim hepiniz izlemişsinizdir. Filmin sonlarında bir sahneden çok etkilenmiştim. O sahneyi internetten buldum ve aşağıda paylaştım. Büyük İskender ölüm yatağındadır. Yatak çevresinde bulunan herkes, peşlerinden bildikleri dünyanın sonuna kadar gittikleri İskender’in öleceğini biliyordur. İskender’in yatağının üstünde, tavanda sallanan bir kumaşa nakşedilmiş büyük bir Faravahar, devamlı olarak hareket ettirilerek İskender’e serinlik vermektedir. İskender’in gözleri Faravahar’ın hareketlerine fikse olmuş durumdadır. Sadece babasının hayali olan Pers İmparatorluğunu değil ama neredeyse bilinen dünyayı ele geçirmeyi başarmıştır. Tüm yaptıkları bu son anlarında gözünün önünden akar gider. Pers İmparatorluğunu ele geçirmesine ve kinle dolu olmasına rağmen bir yer hariç ülkeyi tamamen yerle bir etmemiş. Bunun yerine, kendi komutanlarını karşısına almak pahasına Pers Kültürü ile Makedon Kültürünü harmanlamak istemiş. Son anlarında Faravahar’ın yavaş hareketlerini gözleri ile takip etmesi, belki de onun Pers Kültürüne olan hayranlığını ifade ediyordu. Sonunda parmağından sevgili arkadaşı Hephaistion’un hediye ettiği en kıymetli varlığı olan yüzüğünü çıkartıyor. İskender’in hayatının simgesi olan yüzük yere düşerken, Faravahar’dan ayrılan kuş İskender’in ruhunu teslim alıyor. Bu sahneyi, yönetmenin İskender’in Pers Kültürüne olan inanmışlığı ve hayranlığının güzel bir anlatımı olarak düşünürüm.

Ahameniş İmparatoru 1. Darius, M.Ö. 540-492 yılları arasında Makedonya topraklarını kendine bağlamış ve satraplıkla yönetmiş. Helen ve komşu şehir devletleri isyanlar çıkartmışlar. Makedonların, Pers İmparatorlarına kini o zamanlardan başlıyor. Pers Orduları ile devamlı savaşlar olmuş. M.Ö. 480’li yıllarda Dairus’un oğlu I. Xerxes’in (Serhas) yolladığı ordu Atina önlerine kadar yakıp yıkarak ilerlemiş. Makedon Kralı 2. Filip’in (Phillippos) hem kendisi Perslere karşı kinle dolmuş, hem de oğlu ve sonradan “Büyük” lakabını alacak olan İskender’i bu nefretle büyütmüş. Tüm bu uzun girişi yapmamın nedeni, İskender’in Pers topraklarında tarihten sildiği en önemli yeri, Persepolis’i, anlatacak olmamdır.
Konaklama yaptığımız Şiraz’dan, Yezd şehrine kadar 460 km kadar yolumuz var. Bu uzun yolda önce Persepolis, sonra Nakş-i Rüstem ve Pasargard gezileri yapılacak. En son Aberkuh şehrinde 5000 yıllık selvi ağacını ziyaret ederek Yezd’de konaklayacağız.

Persepolis, Şiraz’a 60 km uzaklıkta ve 1979’dan beri UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi içinde yer alıyor. Persepolis aslında çoğumuzun ilk anda aklımıza geldiği gibi Yunancadan gelen bir isim değil. Ahamenişler döneminde buranın adı “Parseh“. İran’lılar buraya Taht-ı Cemşid adını vermişler. İran gezinizde orijinal antik arkeolojik alan ismi yanında Taht-ı Cemşid, Nakş-i Rüstem, Taht-e Bostan gibi isimleri de duyacaksınız. Cemşid, İran kültürünün ve geleneğinin mitolojik bir figürü. Firdevsi’nin Şehname eserinin de karakterlerinden biridir. Pers mitolojisinde en büyük kral olarak tanımlanır. Eski İran’da, Ahamenişler tarih sahnesinden kaybolduktan sonra, Persepolis’in Cemşid’in başkenti olduğuna inanılıyordu. Persepolis, kurulduğu ilk andan itibaren 200 yıl boyunca şatafatlı bir dönem yaşamış ve M.Ö. 330 yılında Büyük İskender’in askerlerine “Yağmalayın ve yakın” emrini vermesi sonrasında da yüzyıllarca toprak altında unutulmuş. Ancak 1930’larda bilimsel arkeolojik kazılar yapılmaya başlanınca tekrar gün yüzüne çıkmış.

Ahameniş Kralları 3 tane başkente sahiplermiş; Kışları geçirdikleri Babil, baharı yaşadıkları Susa, yazları geçirdikleri daha serin bir yer olan Ekbatana. Bunların hepsi de siyasi başkentleri olmuş. Bununla birlikte Ahamenişlerin kendi vatanları olan Fars (Parsa/Persis) topraklarında iki önemli yeri daha vardı ki bunlar “törensel başkent” sayılıyordu. Bunlardan bir tanesi kralların taç giyme törenlerinin yapıldığı Pasargard, bir diğeri ise Perslerin boyunduruğu altında olan diğer uluslarla iletişim kurdukları, onları bir araya getirip güçlerini hatırlattıkları ve önemli dini günlerini (nevruz gibi) kutladıkları Persepolis. O zamanın Persepolis’ine, günümüzün Vatikan’ı, Kudüs’ü gözüyle bakabilirsiniz. İskender’in Persepolis’i yok etmesinin anlaşılabilir tek nedeni, onun Persler için bu simgesel önemi ve bir gün yeniden alevlenebilecek Pers ruhunu dünyadan silme arzusu olsa gerek.
Arkeolojik kanıtlar, Persepolis’in en eski kalıntılarının MÖ 515’e kadar uzandığını gösteriyormuş. Bu da demektir ki bu arkeolojik alanın yerini seçen Büyük Kiroş (Cyrus). Bununla birlikte Persepolis’i Persepolis yapan, teras ve sarayları inşa ettirenin 1. Darius olduğu biliniyor. Darius’dan sonra gelen Xerxes (Serhas) ve takip eden Artaxerxes alanı büyütmüşler. Persepolis, Mervdeşt Düzlüğünde bir büyük kaya üstüne inşa edilmiş. Tabii yapılan ilk iş bu kayanın üstüne yapılacak olan binalar için alanın düzlenmesi olmuş. Yukarıdaki videoda temsili Persepolis’i anlatan güzel bir kısa film var. İzlemenizi tavsiye ederim.


Alana girdikten sonra sol tarafınızda kafeterya, sağ tarafınızda ise tuvaletler bulunuyor. Arkeolojik alana doğru bir süre yürümeniz gerekiyor. Alana giriş için kuzey batı tarafında çift taraflı merdivenleri kullanıyorsunuz. 111 basamaklı olan bu merdiveni çıkınca karşınıza Tüm Uluslar Kapısı çıkıyor. Persepolis’e davet edilen Pers kabileleri soyluları sağ taraf, boyunduruk altındaki ulusların soyluları ise sol taraf merdivenlerini kullanırlarmış.

Aslı dört ama günümüze ulaşan 3 sütunlu Tüm Uluslar Kapısı (ya da Xerxes Kapısı), davet edilen Pers ya da Pers olmayan ulusların temsilcilerinin birbirlerine karıştıkları, Apadana Sarayı ve 100 Sütunlu Salon gibi Konsey Salonlarına yönlendirildikleri kapı olmuş. Ahameniş İmparatorluğu çok sayıda ulustan meydana gelen bir federasyon gibi kabul ediliyor. Savaşlarda yenilen, fetih edilen ülkeler, İmparatorluğa vergilerini verdikleri sürece kendi bildikleri gibi yaşamakta, kukla da olsa kendi kralları tarafından yönetilmekte ve dinlerini özgürce yaşamakta serbesttiler. Bu nedenle imparatorluğun tüm uluslarının temsilcileri bu kapıdan girip bir araya geliyorlardı. Kapının bir duvarında Serhas’ın kazıttığı çivi yazısından eski Pers, Elam ve Babil dillerinden bir yazıt var. Yazıtın altında ise bu ortama hiç uymayan ve zamanında duvara ismini kazıtmış bir kısım gezgin isimleri var. Tam bir vandallık. Üstelik bunların bir kısmı İngiliz ve Fransız diplomat ve devrin ileri gelen insanları.


Şimdi sadece sütunları ayakta kalmış olan kapıyı, zamanında pişmiş tuğla kaplı ve üzerlerinde renkli süslemelerle hayal etmeniz gerekiyor. Kapıdan sonra karşıya devam ederseniz Ordu Caddesi‘ne ve zamanında var olan sağ taraftaki holden devam ederseniz konsey salonlarına yönlendiriliyorsunuz. Sütunların yüksekliği 16,5 metre ama zamanında var olan tavanla yerden yükseklik 18 metreyi buluyormuş. Merdivenlerden çıktıktan sonra karşınızdaki sütunlarda iki yanda insan yüzlü, sakallı bir boğa, kapının arka tarafındakilerde ise insan yüzlü ama bu sefer kanatlı birer boğa (lamassu) kabartması bulunuyor. Mezopotamya Kültüründe önemli olan Lamassu , genellikle insan kafalı, boğa ya da aslan gövdeli ve kuş kanatlarına sahip Asur koruyucu tanrısı. Şehri korurken, imparatorluğun gücünün de bir simgesi. Bugün bile bu heybete şahit oluyorsunuz. Persepolis eskiden de, şimdi de görkemli bir şekilde karşılıyor ziyaretçilerini.

Kapıdan girdikten sonra “Ordu Yolu” boyunca devam ederek Yüz Sütunlu Salona ulaşılıyor. Persepolis’te bazı işler yarım kalmış .Yarım yapılardan biri de Ordu Yolu üzerindeki ikinci bir kapı.


3.Artaxerxes döneminde başlanan bu kapı, o dönemlerdeki iç savaşlar ve Makedon tehlikesi nedeniyle bitirilememiş. Yapımı başlanmış kapının giriş heykelleri ve kızgın bakışlı bir kartalı temsil eden iki büyük başlık yol kenarında görülüyor.


Bazıları bu kuş kafası başlıkları orta çağ folkloruna ait olan Hüma Kuşunun erken temsilleri olarak kabul ediyor. Hüma kuşu (Farsça Homa) çoğu kez cennet kuşu olarak da adlandırılan, görünmeyecek şekilde çok yükseklerde ve dinlenmeksizin sürekli uçan, asla yere değmeyen efsanevi kuş. Sonradan Hüma Kuşu Iran Havayollarının sembolü olarak kabul edilmiş.
Bitmemiş Kapı ve Hüma Kuşu bölgelerini geçtikten sonra karşınıza 100 Sütunlu Salon gelecek. Yapımına Ahameniş kralı Serhas zamanında başlanmış ama bitmesi oğlu Artaxerxes zamanına denk gelmiş. Zamanında 68,50 x 68,50 metre ölçüleri ve kare planı ile Persepolis’in ikinci büyük binasıymış. Salona giren 8 adet kapı var. Kapıların iç yüzlerindeki kabartmalarda kral muhafızları veya taht taşıyıcıları ile gösterilmiş.
Burada alanın tüm sütunlarında gördüğümüz şekil, alta bakan çan şeklinde baza, üstünde diskoid torus, oluklu silindirik sütun, yukarıda çift yönlü boğa başlarından sütun başı.

Bu tarzda toplam 100 adet sütun bulunuyor. Eskiden alanda gezmek daha kolay ve engel yokken, şimdilerde bariyerler konmuş. Bu nedenle kabartmaların çoğunu ancak uzaktan görebiliyorsunuz. Bir de yer yer restorasyonlar var. Bu nedenle iskeleler kurulmuş. İskender’in yangınından en çok burası zarar görmüş.

Apadana veya Seyirci Salonu Persepolis’in açık ara en önemli bölümü. Bu salonda Pers İmparatorluğunun dört bir tarafından ulus temsilcileri krala sunmak için hediyelerini, haraçlarını getirirler ve ona sunarlarmış. Kral da onlara hediyeler verirmiş. Bu tören yılın bahar zamanında yapılırmış. Günümüzde nevruz olarak kutlanan bayram o zamanlardan geliyor. Burası Persepolis’in en eski bölümü sayılıyor. Bizzat Büyük Darius’un tasarladığı geniş bir alan. Bu alanda 72 adet sütun mevcutmuş.

Pers İmparatorluğu tebaası olan ulusların temsilcileri krala hediyeleri sunmak için merdivenleri çıkarak alana ulaşırlarmış. Alanın doğu tarafında olan rölyeflerde her ulusun kendi özel kıyafetleri içerisinde hediyeleri sunarken ki halleri duvarlara kazınmış.

Alana giriş kuzey tarafına kaydırıldığında aynı anlatım kuzey duvarına da kazınmış. Böylece ulusların temsilcileri hediyelerini sunmak ve hediyelerini almak için beklerlerken kendi hallerini de rölyeflerde görebiliyorlarmış. Kralın yüceliğini ve gücünü, tebaasına ise durumunu hatırlatmanın sanatsal dışa vurumu.

Duvara kazınan ve Pers İmparatorunun tebaası olan uluslar; Trakyalılar, Sagartiyanlar, Baktriyalılar, Mısırlılar, Aryanlar, Partlar, Elamitler, Medler, Karyalılar, Araplar, Soğdlular, Gandaralılar, Sakalılar, Suriyeliler, Babilliler
Ermeniler, Nubyalılar, Libyalılar, Hintliler, Arakozyalılar, Yunanlılar, Kapadokyalılar, Lidyalılar. Tam 23 ulusu Pers İmparatorluğu sınırları içine katmayı başarmışlar. Bu ulusların koyun, boğa, at, deve, şarap, dokuma gibi kendilerine özel ne hediyeleri varsa, kendi özel kıyafetleri içinde sırasıyla krala sunum yapmaları duvarlara kazınmış. Burada dikkat çeken her kafilenin başında bir Pers askeri, ulusların temsilcilerini ellerinden tutup imparatora götürürken gösterilmiş.
Rölyefler içerisinde hem doğu ve hem de kuzey duvarlarında merkezde olan bir rölyef var. Burada Pers ve Med askerleri sağlı sollu dizilmişler. Ortada bulunan kısım ise kazınmış ve pek belli olmuyor.

Ortada Büyük Dairus, arkasında oğlu Serhas ve 2 tane tütsü yapan Pers hizmetçi bulunduğu düşünülüyor. Bir de krala tebaa olan ulus temsilcilerini sunan görevli var rölyefte.

Son olarak da aslan ve boğanın mücadelesi figüre edilen rölyeften bahsedeyim. Aslan ve boğa mücadelesi. alanda sıkça görülen ve Pers coğrafyasında çok eski çağlara ait olan bir İran motifidir. Tam olarak anlamadığımız bir şekilde sonsuzluğu temsil edebilir. Yoğun bir mücadelede yaşam ve ölümün temel güçlerinin, yaşamın devamlılığını sağlayan çatışmanın bir görüntüsü olarak düşünülüyor. Alandaki en güzel rölyef diyebilirim.

Hazine binası, Persepolis’te bulunan en eski yapıymış. Apadana’da uluslardan toplanan haraç bu salonda saklanırmış. Bir diğer bina ise Apadana ile 100 Sütun Salonu arasında bulunan ve iki yapıyı birbirine bağlayan Tripylon (Üçlü Kapı) adı verilen bina. Kimi bilim insanı Tripylon’un aslında kralın danışmanlarını kabul edebileceği bir buluşma yeri olduğunu (bu nedenle buraya Konsey Salonu diyorlar), kimisi de buranın sadece üç bina arasındaki anıtsal bir koridor olduğunu vurguluyor.
Alanın diğer anıtlarından bir tanesi de Darius’un Sarayı-Taçara. Burası Apadana, hazine ve Serhas’ın Sarayına göre daha iyi durumda. Yangından sanki sadece ahşap kısmı gitmiş gibi. Bu sarayı kendine yaptıran Darius, içinde kalamadan ölmüş. Sarayı oğlu Serhas bitirmiş.

Darius Sarayı’nın yanında Serhas’ın Sarayı (Hadish Sarayı) bulunuyor. Serhas, İskender’in ve Makedonların gözünde Atina’yı yağmalayan Pers İmparatoru kabul edildiğinden en çok zarar gören yer olmuş. Bir kaç kalıntı dışında bir şey de kalmamış.
Bu bölümde son olarak da “Kraliçe’nin Yeri” veya “harem”i anlatalım. Burası Persepolis terasının güneydoğu kesiminde bulunan birkaç yapıya verilen isim . Bu binalardan biri, aşağı yukarı yeniden inşa edilmiş ve şu anda müze ve Persepolis arkeolojik kompleksinin ofisi olarak kullanılıyor. Burayı mutlaka gezmelisiniz. İçeride kazılardan çıkan bazı eserler de sergileniyor.
Altı tane bitmiş Ahameniş kraliyet mezarı var. Bunlardan dördü Nakş-ı Rüstem’de ve ikisi Persepolis’te keşfedilmiş. Nakş-ı Rüstem’deki dört mezar Büyük Darius I, Xerxes , Artaxerxes I ve Darius II’ye ait . Daha genç görünen Persepolis mezarları, sonraki iki kral Artaxerxes II Mnemon ve Artaxerxes III Ochus adlı krallara ait olmalı diye düşünülüyor. Persepolis’te alandan uzakta görünen mezarın, ancak fotoğrafını çektim. Persepolis gezisi en az 3-4 saat isteyen bir gezi. Apadana’da ve Tüm Uluslar Kapısında gerektiği gibi vakit harcayınca oraya vakit kalmadı. Eğer sizin de vakit sorununuz varsa bence siz de esas kraliyet mezarları gezisini Nakş-i Rüstem’e saklayın derim

Persepolis uzun ve ayrıntılı bir yazı oldu ama İran gezimde benim için merkezde olan bir yerdi. Bu yazı alanı gezerken, gezdiğiniz yere daha farklı bir gözle bakmanızı sağlayacaktır.
Gezekalın
07.07.2022