• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.118 ziyaretçi
  • Temmuz 2017
    P S Ç P C C P
     12
    3456789
    10111213141516
    17181920212223
    24252627282930
    31  

Harcama Paralarını !!!

IMG_9999-001.JPG

Hepimiz hediye almayı severiz değil mi? Kimini bir  demet papatya mutlu ederken, kimisinin hediye beklentisi ve anlayışı daha büyüktür. Kimi hediye beklentisi içindeyse ve alamadığında pek sorun yapmaz. Ama bazıları hediye beklentisi karşılanmadığında, karşılamayanı yer bitirir. Ne olursa olsun hediye almak temelde güzeldir. Çocuklarda ise, özellikle akıl kemale erdikten sonra, hediye alma beklentisi en yüksektir. Yaş günü gibi özel günler, onlar için bir başka anlam taşıyor. Aşağıdaki yaşanmışlık bu konu ile ilgili…

IMG_9839.JPG

02/11/2016 tarihli yaşanmışlığımdır…

Bir hafta kadar önce muayene ettiğim ve bronşit tanısı koyduğum çocuğu 1 hafta sonra kontrole getirdiler. Bu dostu bebekliğinden beri bilirim. Sık sık bronşit atakları geçiren ve uzun süreli tedavi alan uyanık, dünyalar tatlısı bir çocuktur. Baba ile geçen haftadan, çocuğun yaşı ve anlayışı artık müsaade ettiğinden cilt testi yapmak isteğimi konuşmuştum. Böylece varsa alerjisinin, bakılan antijenler içinden hangisine karşı olduğunu anlamış olacaktık.  

Geçen haftanın tedavi sonucunu görmek için önce dostu muayene edip, babasına sonucu anlattım;

-Ben dostu iyi buldum. Akciğerlerinde düzelme olmuş. Sizin şikayetlerle ilgili söyleyeceğiniz bir şey var mı?

-Dost’un babası:

“Şikayetimiz yok doktor bey. Öksürük, solunum sıkıntımız kalmadı.”

Ben bu sözler ve kendi bulgularım sonucu;

-“İyi o zaman .. Dosta cilt testlerini yapalım da olayın adını koyalım artık!

Dost’un babası:

-“Yapalım doktor bey.. Biz de merak ediyoruz.”

O ana kadar bir benim, bir babasının konuşmalarını dikkatle dinleyen dost birden bire ellerini iki yana açarak hızlı hızlı konuşmaya başladı;

-“Dur be baba!! Sanki paran var da test yaptıracan?”

-Dost’un babası kızardı, bozardı. Sonra toparlandı;

“Oğlum paramız var ya? Nereden çıkarttın şimdi bunu?”

-Dost bu yanıta biraz bozuldu. Ses tonu yükseldi, eller iyice yana açılıp, kaşlar çatıldı. Hesap sorar poza girdi ve mesajını verdi;

-“Nerede var? Daha benim yaş günüm var!! Harcama paralarını!!!

Ortalık kahkahaya boğuldu. Dostun elleri hala açık, hala kızgın! Testi, yaş gününden sonra yapalım dediğim zaman ve babası da aynı kararda olduğunu açıkladığında ancak rahatladı.

Doktor Ümit’in dosttan çıkarttığı günlük ders: Test yapılmadan önce dostların yaş günü kontrol edilecek. Varsa dostların yaş günü beklenecek, hediyesi alınmadan test istenmeyecek. Dostlarla, yaş günü hediyesi arasına zinhar girilmeyecek 🙂

1480549_10152639667728981_160247739794285031_n.JPG

“Adalet, Hak, Hukuk” Diye Haykıranların Arasında…

IMG_9938.JPG

9 Temmuz benim ve zannederim bu ülke için unutulmayacak bir gün oldu. 69 yaşında, uzun yürüyüşler yaptığını hiç düşünmediğim bir adam çıktı, sn Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul-Ankara arasını, yani toplamda 450 km’ye yakın bir mesafeyi, günler içinde yürüdü. Maltepe Meydanında partili, partisiz kadın, erkek, çocuk insanlarla buluştu. Biz de o mitingde, “Adalet” mitinginde, eşimle birlikte bulunduk. Gösteriye kaç kişi katılmış, gelenlerin partisi, siyasi görüşü neymiş bunların benim için zerrece önemi yok. Benim gördüğüm o alanın tamamen dolu olduğu, en az o alanda bulunan kadar insanın tel örgülerin ve barikatların dışında ve hatta Maltepe Meydana kadar dağılmış durumda olduklarıydı. Benim bu köşede anlatacağım mitingden insan hikayeleridir.

IMG_9925.JPG

Arabamızı Kazlıçeşme’de otoparka bırakıp Marmaray’la ve sonrasında Kadıköy’den metro ile Maltepe’ye ulaşmaya çalıştık. Metrodaki insanların miting alanına gittikleri çok belliydi. Hikayelerden şahit olduğum ilki de burada yaşandı. Metroda oturma şansını yakalamış 40’lı yaşlarda bir bayan, tepesinde dikili halde ayakta duran bir gence sordu;

-“Miting alanına gidiyorsunuz galiba? Biliyor musunuz hangi durakta inersem alana daha az yürürüm? Maltepe’de inersem 2 km yürümek lazımmış! Sonraki durak olan Huzurevi’nde inmek daha mı kısa yürümeme neden olur acaba?”

-Delikanlı önce bayana şöyle bir baktı. Sonra bizi gülümseten ama soru soran hanımı kızartan yanıtını verdi;

-“Hanımefendi adam 60 yaşında ve 450 km yol yürüdü. Siz 2 km’yi yürüyemeyecek misiniz?”

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Metronun Maltepe istasyonunda hepimiz indik. Gördüğüm manzara, aslında sonradan göreceklerimin aynası gibiydi. İnsanlar yan yana en fazla 3-4 kişilik ve uzun bir sıra halinde yürüyüşe başladılar. Biz de aralarındayız. Hanım biraz işi kurtarıyor ama ben sanki ev ziyaretine gidecekmişim gibi gözümde siyah gözlük, sırtımda sarı gömlek, üstümde dar kot pantolon ve en acısı ayaklarımda deri ayakkabı ile yollardayım. Gömleği ve dar pantolonu dert etmedim. Sonuçta 69 yaşındaki adam yolu beyaz gömlek ve siyah pantolonla geçti. Ama ayakkabım yürüyüş ayakkabısı olsa iyi olurmuş. “Yoldan şapka alırım nasılsa” dedim ama ne şapkası? Şapkalar tükeneli epey olmuş. İnsanların ellerinde bayrakları, ellerinde “Adalet” yazılı dövizleri, üzerine sloganlar yazılı saç bantları ve tişörtleri görünce kendimizi bu gruba biraz yabancı ve biraz da çıplak hissettik. Biz de ortama uyalım diye ve biraz da çevremizdeki mitingcilerden gaza gelip her birine 2 TL verip  ” Adalet” ve “Atam izindeyiz” yazılı iki adet saça bağlanan geniş kurdelelerden aldık. Sonra da birer TL verip aldık “Adalet suyu burada” diye bağıran bir esnaftan sularımızı aldık. “Ulen” dedim içimden. “Mitingin bile paralısına çattık“. Bedava bir şey dağıtan yok mu Allah aşkına burada ya hu? Kendin in-bin araçla gel, bandanaya para ver, bayrağa para ver, suya para ver!!! Bedava döneri düşünmek, hayal görmek burada…

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Tek slogan atılıyor; Hak, Hukuk, Adalet”.  Yolda bazı insanlar korteje bakıyorlar. Gözlerin çoğunda, mitinge katılmasa bile, saygı ve takdir ifadesi var. Bir kısmında ise şaşkınlık ve olayın ne olduğunu anlamaya çalışan ifadeler var. “Adalet, hak , hukuk yok muydu bu ülkede? Bunlar ne diye bağırıyorlar ve bunları kimler toplamış, kimler getirmiş acep?” bakışları bunlar. Küçük bir grup gözde ise düşmanlığı hissediyorsunuz. Kısa bakıyorlar, sonradan göz temasını kesmeye çalışıyorlar. İçimden soruyorum bu gözlere; “Sana da lazım olmayacak mı arkadaş bu “Hak, Hukuk, Adalet” denen şeyler?… 

Yaklaşık yarım saatlik yürüyüşle bizim metrodan çıkan ve ona eklenen grupla kafelerin, restoranların bulunduğu meydana giriş yaptık. Sanırsın Ankara’dan biz yürümüşüz! Gözlerde bir zafer bakışı ile kafede oturan biralarını, çaylarını yudumlayan ya da ne sipariş verdilerse yemeklerini yiyenlere baktım. Kimsenin bizi salladığı yok! bu mitingciler kim bilir ne zamandan buraya gelmişler ve keyifteler. Hiç yer yok kafelerde, kimisi yiyecek ve içeceklerini meydanda ayakta ya da bulduğu yere oturmuş halde götürüyorlar.

GOPR0197_Moment-1.jpg

Meğerse şu ana kadar işin keyifli kısmını yapmışız da haberimiz yokmuş. Meydandan miting alanına kadar olan kısım tam bir işkence. Maltepe’de yol çalışması varmış. Sahile çok kısıtlı ve dar yerlerden ulaşmak mümkün görünüyor. Bazı yerlerden ancak tek kişi geçmek mümkün oldu. Bir de arabaları öyle yerlere park etmişler ki onlar da yolu daracık hale getiriyorlar. Çalışma alanlarını ve yolu boydan boya geçmek, bizim yürüyüşü, engelli yürüyüş haline çevirdi. Allah korusun bir panik olsa burada insanlar birbirlerini çiğnerler diye düşündüm. 

Damlarda uzun namlulu silahları ile keskin nişancıları ve ağaçlık alanları görünce yüzümde bir gülücük oluştu. Ama hey hat! Çabuk sevinmişim. Esas yürüyüş bundan sonra başlıyormuş. Park alanı 10 metre aralarla mangal köfte, tavuk ve sucuk hizmeti veren esnaf vatandaş ve çevresinde bu yiyecekleri tüketmekle meşgul mitingcilerle dolu. Sanırsın tüm Türkiye’nin köftecileri bu alanda. Benim tahminim, bunların çoğu, günlük çakma mangal köfteci. Satış sloganı burada değişti; “Adalet köfte, adalet köfte“. Hepsi hoş da adam “Adalet simidine” 2 TL istedi, ona biraz bozuldum doğrusu. Yemem kardeşim 2 TL’ye, adında “Adalet” bile olsa, o simidi!

Yürüyüşe mangal ve köfte yiyen vatandaş aralarından zigzaglar çizerek devam ettik. 50 metreyi bulmayan bir alanı 20-30 dakikada ancak geçebilmişizdir. Mitingcilerin, neden miting alanı yerine buralarda vakit geçirdiklerini anlamamıştım. Miting saatine 1 saatten az zaman kalmıştı halbuki. Gerçeği sonradan anladım ve burada zaman geçiren vatandaşa hak verdim. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ağaçlık alanı geçince miting alanını gördük. Orada bulunmanın dayanılmaz hafifliği içinde gerçek maceraya başladığımızı geç anladık. Bir kere hiç olmaması gereken bir şekilde, ortalıkta park etmiş belediye otobüsü doluydu. insanlar o kalabalık içinde otobüslerin önleri, arkası ve yanlarından ancak geçebiliyorlardı. Sonra karşımıza polis bariyerleri çıktı. Sanki Çin Setti mübarek! Barikatlar öyle konmuş ki sanki bir labirentin içindeyiz. İnsanlar ne yöne gideceğini birbirlerine sorup duruyor. Birileri “Ya biz buradan daha önce geçmiştik” diye hayıflanıyor. Etrafta görevli diye düşündüklerimize soruyoruz. Bize boyna “ileri” deyip duruyorlar. İleri gidiyoruz, bir barikatın içine çıkıyoruz. Platformun görebildiğimiz kadarını görüyoruz, atılan nutukları duyuyoruz ama alan ile bizi ayıran polis barikatlarını bir türlü geçemiyoruz. Böyle bir yarım saatimiz geçmiştir. Meğerse bize işaret edilen yerde, 10 detektörün bulunduğu kapıdan geçmeye izin verilen bir kapı varmış, alana o kontrolden sonra girebiliyormuşuz. Ya hu arkadaş! Güvenlik çok güzel de, bu kadar insan ne zaman içeri 10 kişi, 10 kişi geçip girecek ki? Bu şekilde 2 giriş gördüm, belki daha fazla vardır, bilmiyorum. Bir kısım insan o eziyete girmek istemeyince buldukları yere çökmüşler ve radyo dinler gibi anonslarla idare ediyorlar. Ama Allah için kimse ne eziyetten şikayetçi, ne de keyifleri kaçık halde. Zaman zaman atılan slogan tek; Hak, Hukuk, Adalet… Bir de ta ileride, göremediğimiz platformdan duyulan ve kalabalığı ateşleyen şiirler ve söylevler. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonunda barikatların önüne çöken kalabalığın arasına biz de katıldık. Alanı gören bir yere oturduk. Hiç olmazsa yüksekten birimiz görsün ve bu tarihi olayı görüntüleyelim istedim ve hanıma destek verip ağaca çıkardım. Kızcağız bir hamle tırmandı ama platformu görmek ne mümkün! Ortada kocaman bir direk var. Bu arada bir anons; “Sn Kemal Kılıçdaroğlu alana girmiş bulunmaktadır”. Kalabalık  bir anda dalgalandı ve insanı sağır edecek kadar kuvvetli “Hak, Hukuk, Adalet” sloganları atılmaya başlandı. 69 yaşında 600000 üstünde adım atarak, zaman zaman yakıcı sıcak ve zaman zaman da yağmur altında “Adalet” diye yürüyen ve platformdaki yerini alan o küçük ama eylemi büyük adamı insanlar bağrına bastılar. Sonrasına girecek değilim, konumuz mitingden insan manzaraları. Ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşması, gerçekten tarihi bir konuşmaydı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

“Konuşanı göremiyorum ama kulaklar sağlam. Nasılsa dinliyorum” diye iyice çevremdeki insanlara bakmaya başladım. Barikatların ardındaki bizler, barikatların diğer tarafındaki alana girebilme başarısı gösterenlerle bakışıp duruyoruz. Alanda her sınıftan insan görebiliyordunuz. Kimisi yorgunluktan bayılmış, yere uzanmıştı. Çocuklar başlarında, kafalarına büyük gelen “adalet” şapkaları ile öyle güzeller ki! Bir amcamın ise yüzü ve kolları amele yanığı, başında “Adalet” şapkası gözlerini kapatmış ve uyuklar haldeydi. Bir başkası, cüssesinden beklenmeyecek şekilde barikat demirinin en üstüne çıkmış, elindeki Türk bayrağını bir o yana bir bu yana sallıyordu. Adam bir düşse hem kendi yaralanacak. Altında bulunan zayıf vatandaşın ise hiç kurtulma şansı yok…

Alanda bulunan olsun, bizim gibi barikat dışındakiler olsun herkesin yüzünde bir gurur ve umut ifadesi var. Yüzler son derece güleç. Topluluk sanki böyle bir olay, böyle bir motivasyon beklermiş gibi diri.

IMG_9921-001.jpg

Alandan biraz erken çıktık. Çünkü geldiğimiz yollara bu kalabalık aynı anda girerse perişan olacağımız kesindi. Ama bu düşünce de sadece biz olmayınca önemli sayıda insan erkenden dönüş yoluna düşmüş oldu. Alandan erken ayrılabilenler çoğunluk dışarıda kalanlardı. Yolda önümde 2 erkek konuşuyorlardı. Biri diğerine dedi ki;  “Ya arkadaş ben miting neyin bilmem. İlk defa geldim. Ne işim vardı burada?“. Diğerinin yanıtı düşünmeye teşvik ediciydi; “Ben de ilk defa geldim. Artık gelmemiz lazımdı.” oldu.

Geldiğimizden daha uzun sürede, dönüş engelli yürüyüşümüzü yaptık. Beni en mutlu eden son olay ise arkamdan gelen bir güzel çocuk sesiydi. “Hak, Hukuk, Adalet” diye slogan atan kara mı kara gözleri, kıvrım kıvrım saçları ile bir eli annesinin elinden tutmuş, diğer elinde bayrak sopası tutan 4 yaşlarında bir kız çocuğu güne son damgasını vurmuştu. Bir anda çevresini sardık ve 3-4 defa tekrar etmesini istedik. O da bir güzel tekrarladı ki;

“Hak, Hukuk, Adalet…”

Gezekalalım, Adalet içinde bir ülkede yaşayalım…

11.07.2017 Saat 02:19

IMG_9933-001.jpg

 

 

Sen Benim Psipolojikimi Çok Bozuyorsun!

14717264_10154157953633981_583340616658455714_n.jpg

Hepimizin psikolojisi zaman zaman bozuluyor değil mi? Hele bu ülkede yaşıyorsanız ve psikolojiniz sağlamsa sizlere madalya vermek lazım. Peki benim küçük dostlarımın psikolojileri bozulamaz mı? Hem de nasıl bozulur…

Buyurun bakalım anımıza…

IMG_8031.JPG

 27.10.2016 tarihli yaşanmışlığımdır

Yazının başında pazularını şişirerek poz veren benim küçük dostum, 5 yaşında ama tanıdığım en hazır cevap, en bilmiş çocuklardan birisidir. Fotoğraf için annesinden izin aldığımdan ve bu olayda kendisini doğrudan muayene etmediğimden fotoğrafını kullanıyorum.

Onunla ilk tanıştığımız günü hatırlıyorum. Aslında muayenesi çok zor bir çocuk olmasına rağmen, aramızda kurulan ilişki sayesinde, birbirimizi gördüğümüzde karşılıklı olarak gözlerimiz parlıyor. Aramızdaki konuşmalara ne annesinin, ne babasının ve ne de bir başkasının katılmasına müsaade eder. Muhabbetimize doyum olmaz. Benim dans etmeye olan hevesimi bildiğinden, içeri girer girmez kendine has dansını yapmaya başlar ve beni de kendisine eşlik etmeye çağırır. 40 derece ateşle ve ateşten kıpkırmızı olmuş güzel yüzü ile dans ederek içeri girdiğini bilirim. Hazır cevaplılığı ve ne çıkacağını bilemeyeceğiniz cümlelere hazırlıklı olmalısınız.

O gün kendisi hasta değildi ama yeni doğmuş kardeşi rutin aylık muayenesine getirilmişti. O gün de içeriye her zamanki öz güveni ve güler yüzü ile girdi. Sırtında, sonradan içinde kardeşinin yedek eşya ve bezlerinin bulunduğunu öğrendiğim, kocaman bir çanta taşıyordu. Bu sefer sırtında yük olunca klasik dansını atlamıştı. Çantasını yere koydu ve yüzündeki o güzel gülümsemede daha da bir artış oldu.

Dostumla muhabbetimizde ilk sırayı ben aldım bu sefer;

“Ooooo!! Dostum! Hoşgeldin!! Sırtında kocaman çanta var.. Ne iş?

“Kardeşimin eşyaları var çantada.”

“Aferin sana. Elinde kardeşinin kocaman bavulunu taşıyorsun yani. İyi ki varsın dostum. Ama ağır değil mi ya hu?

Yok babaannem bana bal yedirdi…Bak, bak !! (Bu arada bana pazularını sıkıp gösterdi. Yukarıdaki fotoyu sonradan, bir daha pazularını göstermesini rica ettiğim zaman çektik)

Kaşlarım kalktı, yüzüme bir hayret ifadesi oturtmaya çalışarak;

“Vay be!!!

dedim. Bu arada kendisi iyice havalara girmiş ve aldığı övgü dolu sözlerle daha da bir şişinmiş ve eller yanda, yumruklar sıkılı tam bir kabayı pozuna girmişti.

Bu arada dostumun annesi devreye girdi ve çocuğunun kabayı halinden rahatsız olduğunu ifade edecek şekilde;

“Ya oğlum, doktor amcanla ne öyle atarlanarak konuşuyorsun?

Daha evvelden de demiştim, benim dost konuşmalarda araya girilmesine pek bir bozulur. Hele bir de karizmasının çizildiğini düşünürse. Bu kişi annesi, babası olsa bile postasını koyar..

Bu sefer benim dosttaki atarlanma daha da belirgin hale geldi, eller anneyi hedefleyerek;

“Ya anne !! Ne atarı? Sen ne aramıza giriyon?

Konunun gidişatına müdahele etmek için bu sefer dostun babası devreye girdi;

“Ya oğlum ne diye annenle böyle konuşuyorsun?

Küçük dostun kafası iyice attı ve son noktayı koydu;

“Bak baba!! Sen benim psipolojikimi çok bozuyorsun….

Dostumun ağzından “psikolojimi bozuyorsun” yerine “psipolojikimi bozuyorsun” gibi bir cümle çıkmıştı. Önce iyice atarlanmış dostumdan, o haliyle, “Yanlışlıkla mı psikoloji yerinepsipolojik lafı çıktı acaba? dedim ve tekrar tekrar “Neyin bozuldu?” diye sordum. Her defasında aynı kelime çıkınca kullanımda yanlışlığın olmadığını, öğrendiğinin bu olduğunu anladım. Bundan sonrasında hep beraber gülmekten koptuk zaten. Dostum ise ne olduğunu anlamadan, bizim gülmemize bastı kahkahayı. Onu hiç düzeltmeye kalkmadık. Küçük dostumun psipolojiki zaten bozuktu, cesaret edemedik… 

Dr Ümit Kuru’nun  çocuktan aldığı günlük ders:

Küçük dostlarımın pisipolojikilerini bozmamak lazım, bozulmuşsa da sadece dinlemek lazım.   🙂

Gezekalın, Küçük Dostlarla kalın…

Güne özel dipnot: Evrensel adalet  bugün de, yarın da ülkemizden eksik olmasın, eksik olan da bir an evvel yerine konsun. Bağımsız ve evrensel adalet ve uygulayacılarına ihtiyaç duymayacak hiç kimse yoktur.

Yarın hepimiz için doğru-dürüst, hakça ve evrensel “Adalet isteyenlere desteğe gidiyoruz…

08.07.2017 Saat 18:55

childsexualabuse-main.jpg

 

 

Dede Doktoru Değiştiririm Ha!

FullSizeRender (1)

Bu fotoğraftaki yakışıklı bendeniz oluyorum..Minik dostumun gözünden tabii ki 🙂

İnsanın doğasında vardır kıskanmak….

Kimisi, sevdalandığının, değil eline başkasının elinin, gölgesine başkasının gölgesinin düşmesini, kimi bir diğerinin mesleki veya maddi başarısını kıskanır. Kıskançlıkların en can yakanlarından, insanı en çok duygusal olarak yaralayanlardan bir tanesinin, daha küçük kardeşini kıskanan büyük kardeşin olduğunu gözlemlemişimdir. Bunun tersi de oluyor tabii ki. Meslek yaşamımda, kıskançlıktan kardeşinin kolunu kıran, yataktan yere atan, yastıkla boğmaya çalışan küçük dostları görmüşümdür. Onun için muayene ettirmek için yeni doğmuş bebek getirdiklerinde, yanlarında bir abisinin ya da ablasının olduğunu görmüşsem, ilk ilgiyi büyük olana verir ve ondan beklentilerimi dile getiririm;

Senin bu çirkin kardeşin ne kadar da şanslı! senin gibi akıllı ve güzel bir ağabeyi/ablası var. Büyüyünce o da senin kadar güzel olacaktır, çünkü sana çekmiş.”

“Sen bu yaramazla ne yapacaksın? İşin zor! Ama senin kadar uslu bir ağabeyi/ablası ona sabır gösterecektir. Sen de bebekken yaramazlık yapmışsındır. O da büyüyünce senin gibi uslu olacaktır”

“Senin bu anne ve baban ne kadar şanslılar! Sen olmazsan onlar bu kardeşine bakamazlar. Hasta hasta sakın kimseyi kardeşine yaklaştırma, tabii ki sen de yaklaşma ve hasta halinle öpme. Evdeki doktor, hemşire sensin.”

Bu gibi cümlelerimin onlarda etkisi yaşla değişiyor tabii ki. Ama bu cümleleri sanki yerini bulacak ve büyük kardeşlerin hepsinde etki edecekmiş düşüncesi ile neredeyse tüm küçük dostlarıma söylemişliğim vardır. Çocukların doğru dil ve yaklaşımla etkilendiklerini, birey yerine konuldukları duygusuna kapıldıkları ve kendilerini bu konuda önemli hissettiklerini biliyorum. Sonra da anne ve babaya öğütler gelir tabii ki.

Neyse! Uzattım yine, aşağıdaki yaşanmışlık, bu konu ile ilgili.

Buyurunuz lütfen..

IMG_8361-001.JPG

04/11/2016 tarihli yaşanmışlığımdır.

5,5 yaşındaki küçük dostumu öksürük nedeniyle muayeneye getirmişlerdi. Kız çocuğu olan büyük dostum bana zaman zaman “Dede” , zaman zaman da ” Dede doktor” olarak hitap ediyor. Onun büyüte büyüte “Dede doktor” demesi beni mest ediyor doğrusu. Büyük dostumun muayenesi sonrasında hafif bir virütik enfeksiyon düşündüm ve ilaçlarını yazdım.

Dostumun yeni bir kardeşi olmuştu. Bir süre önce ilk muayenesine getirilen kardeşinin muayenesi öncesinde kendisine, yukarıdaki cümlelerle, klasik “büyük kardeş” konuşmamı yapmıştım.  

Muayene bitiminde annesi bir aylık olan bebekte de öksürük ve burun akıntısı şikayetinin başladığını söyledi. Benim büyük dostuma, yani kızına dönerek şikayet eder tarzda konuştu;  

“Doktor bey , senin bu dostun kardeşine hasta hasta yaklaştı ve öptü. Hastalığını bulaştırdı kardeşine. Haberin olsun!”

Bu laf üzerine ben kaşlarım çatık, ellerim yana açık şekilde  büyük dosta dönerek başladım konuşmaya;

“Nasıl yani? Sen benim dostum değil misin? Ben sana evde hemşirelik, doktorluk görevi vermiştim! Hani sen doktor, hemşire olarak evde kardeşine hasta kimseyi yaklaştırmayacaktın? Sen hasta iken yaklaşmışsın! Nasıl olacak senin evdeki bu doktorluk/hemşirelik işin?

Bu konuşmalar sonrasında büyük dost annesine dönerek;

Ya anne!! Bir kez de bir şeyi sır olarak tut! Bir kez de dökmeden tut ağzında!!! Neden söyledin şimdi bunu?

Baktım işler fena, bizim dost fena çıkışıyor! Döndüm büyük dosta;

Ya dostum! Annen bunu söylemeyecek de neyi söyleyecek? Bunun sırrı mı olur?

Bunun üzerine bizim çok bilmiş dost, sağ elini yukarı kaldırıp, bir de işaret parmağını bana doğru öne arkaya sallayarak hepimizi, ama özellikle de beni, şok eden yanıtını verdi; 

Bana bak dede doktor! Dede doktoru değiştiririm ha!!!

Doktor Ümit’in büyük dosttan çıkarttığı günlük ders:

Dostlar anneleri ile konuşurken araya asla girilmeyecek  :)))

Gezekalın, dostlarla kalın…

07.07.2017 Saat 21.07

Bana Böyle Doktor Lazım…

Çocuk doktorluğu dışarıdan zor olarak gözükür. “Çocuklar derdini anlatamıyor”, “Ağzı var, dili yok” gibilerinden cümleleri insanlardan çok duyup, “Nasıl anlıyorsunuz dertlerini” diye soranları çok gördüm. Ben bu cümlelerin anlamsızlığını mesleğimin çok erken dönemlerinde kavradım. Aslında çocukları, bebekler dahil, dinler ve vücut dillerini takip ederseniz onlar sizlere çok şeyler anlatıyorlar. Onun için ben mümkünse muayeneye gelen çocuğu, yaşı da uygunsa, konuştururum ve dinlerim. “Ne şikayetin var” sorusunu da ilk olarak çocuğa sorarım, aileyi dinlemek sonradan gelir. Bazı anne babalarla bu konuda bozuşsak da, ben buna inanırım. Onlar 3-5 cümle, kelime ile hastalıklarını büyütmeden ya da küçültmeden dertlerini bir güzel anlatabilirler. İşin sırrı çocuklarla dürüst bir ilişkiye girmekte, samimi olduğunuzu onlara  inandırmakta, onlar gibi düşünmeye çalışmakta ve varsa sizin içinizdeki çocuk ruhu onlara göstermekte. Sonrası gelir zaten. Aşağıda size bununla ilgili olabileceğini düşündüğüm bir yaşanmışlığı paylaşmak istedim.

IMG_7759-001.JPG

Doğduğunda ilk refleksidir yaşama tutunmak bebek dostlarımın…

25.10.2016 tarihli yaşanmışlıktır…

Ailesi ile birlikte muayene odama buyur ettiğim küçük dostum, bir yandan ateşten kızarmış yanakları, bir yandan akan ve silinmekten artık ucu kızarmış burnu ile gözleri fırfır, “Bu doktor ne menem bir doktor? Acaba bana iğne yapar mı ? “ havasındaydı. Bir ayağı oda kapısının içinde, diğeri ise dışında, tehlike var işaretini alır almaz kaçmaya hazır bir ceylan pozisyonundaydı.
Ortamı yumuşatmanın ve çocuğu rahatlatmanın gerekliliği çok bariz gözüküyordu. Elleri ile çocuğu işaret edip başladım konuşmaya; 

“Hey koçum be!! Şu duruşa bak! Şu havaya bak! Şu kendine güvene, şu kahramana bak!! Bana böyle çocuk lazım işte!!!”

Çok bilmiş olduğu halinden belli çocuk rahatlamış bir şekilde başladı gülmeye ve elleri ile beni işaret ederek heyecanla konuştu;

“Hey koçum be! Hey aslanım be! Doktora bak, bana da böyle doktor lazım işte!! “

Doktorun günden çıkarttığı dersler:

Doğru yoldasın Ümit’im..  Dost gördüğün büyüklere benzemez küçük dostlar. Kazan ve kaybetme onları..

Ve çocuk ruhunu da asla terk etme.  Bunun hiç zararını görmedin ki! 

Gezekalın, dostlarınızla kalın…

IMG_8373.JPG

06.07.2017 Saat 22:53