Sakura Zamanı Japonya:Takayama

P4070203.JPG

Eşimle dün gece gözü ile gördüğümüz Yoyogi Parkını, gündüz gözü ile görmeden Tokyo’yu terk etmemeye karar vermiştik. Sabah erkenden kalkıp Yoyogi Parkı gezmeye gittik. Daha otelden adım atar atmaz yağmur yağmaya başladı. Gezimizin ilk günlerinde yağmur bize şöyle keyifli bir sakura fotoğrafı çektirmedi. Pembe yapraklarını dökmeye başlamış olan sakuralar sanki yerde pembe kar var görüntüsü veriyordu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Artık Tokyo’dan ayrılıp Japonya’nın iç kısımlarına doğru yolculuğa başlıyoruz. Shinkansen denen hızlı trenle önce Nagoya’ya gideceğiz (100-120 dakika-saatte bir kaç tren var), oradan da ekspres trene binip Takayama’ya (140 dakika-saat başı tren var) gideceğiz. Yani sizin anlayacağınız Tokyo’dan Takayama’ya kadar toplamda 4,5 saat sürecek olan bir yolculuğumuz olacak. Bunun için bizlere Japan Rail Pass (JRP) biletleri dağıtıldı. Bunları tur boyunca kullanacağız. 

IMG_3932-001.JPG

Takayama-TokyoShinkansen ya da bilinen lakabı ile “bullet train-kurşun tren” Japon halkının rahatlığı, hızı, güvenliği nedeni ile en çok tercih ettikleri ulaşım aracı olmuş. Yeni çıkan Shinkansen modelleri ile hız saat 320 km’ye kadar ulaşmış. Bir de manyetik alan üzerinde hareket eden ve 2015 yılında 603 km hıza ulaşan (dünya rekoru) trenler var. Bu trenlerde, yıllık tren varış-kalkış saatinden sapma ortalaması 54 saniyeymiş. Yani dakikası dakikasına hareket eden ve varan trenler bunlar. JRP kartınızla birlikte hangi hattı kullanacaksanız biletinizi hem binerken ve hem de inerken yanınızda bulundurmak zorundasınız. Bilet üstünde hangi peronda, hangi vagon ve numarada oturacağınız belirli. Perona gidince o vagona ait numaranın yazıldığı yerde tek sıra halinde bekliyorsunuz. Trenin size ait vagon kapısı da tam o çizgide duruyor. Tren hangi saat ve dakikada kalkacaksa o saat ve dakikada kalkıyor. Yani bindin bindin, yoksa bekleme hiç yok! Bindiğimiz Shinkansen, Tokyo-Osaka arası çalışan Tokaido Shinkansen hattı treni. Bunlarla seyahat pahalı sayılacak ücretlerde. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Shinkansene ben dahil (rehberler hariç) herkes ilk kez biniyoruz. Bundan sonraki gezi boyuncada birkaç kez bu hızlı trenleri kullanacağız. Tren tam saatinde geldi ve biz de tren içinde yerimizi aldık. Tren çok rahat. Uçaktan daha konforlu diyebilirim. Zaman zaman çok hızlandı. Bu hızda duyduğumuz ses fazla değil bence. Hangi saat denmişse o saatte Nagoya’da olduk ve biraz yürüyerek diğer trene geçtik. Bu tren de rahatlık bakımından diğerinden aşağı değil. Valizlerimiz Tokyo’da bizden otelden alınarak bir kargo aracına kondu ve onlar karayolu ile bizden ayrı olarak Takayama’ya gittiler. Trenlerde bizleri valiz taşımaktan kurtarma fikrini iyi düşünmüşler.

P4070210.JPG

Takayama’yı ziyaret etme amacımız hem bu şehir gibi iyi korunmuş ve eski Japonya hakkında fikir verecek bir yer olması ve hem de ertesi gün gideceğimiz 3. UNESCO Dünya Kültür Mirası listesi içinde yer alan Shirakawa-go kasabasını ziyaret etmek. Burada yaşayacağımız bir başka deneyim ise Japon tarzı bir evde yani bir “ryokan“da gecelemek.

IMG_3949.JPG

Takayama şehir turunu yaptıracak olan yerel rehberin adı Nike. Nike bizi tren istasyonu çıkışında karşıladı. Yağmur bizi Tokyo’dan beri takip etmiş.

Takayama’da ilk gezi yerimiz Hida Kokubunji Tapınağı oldu. Bu tapınak Takayama’nın en eski tapınağı olma özelliğini taşıyor. Avluda bulunan Ginko Ağacının 1200 yaşında olduğu tahmin ediliyor. Geniş avluda ilk dikkati çekenler 3 katlı pagoda (Hida Takayama’da tek olma özelliği taşıyor) ve çan kulesi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Takayama Gifu Eyaletinin dağlık Hida bölgesinde ve 100000’e yakın bir  nüfusa sahip bir şehir. Japonya’da Takayama “Uzun Dağ” anlamında ve sık kullanılabildiğinden şehir olan Takayama’yı belirtmek amacı ile, eski bölge adı “Hida”ya izafen, şehre Hida-Takayama’da deniyor. Son zamanlarda Japonya gezilerine, tipik eski ve iyi korunmuş evlerin bulunması nedeni ile, Takayama Şehri sıkça eklenir olmuş.Yüksek kalitede kereste ve bunlara iyi şekil veren ustalar nedeni ile tahta oymacılığı burada önemliymiş. Takayama bölgesine ait kereste ve bu kerestelere şekil veren ustalar öyle meşhurmuş ki buradan Edo’ya kereste ve marangoz götürülürmüş. Takayama’da doğrudan Şogunluk tarafından atanan ve burayı onun adına yöneten idarecilerin bulunduğu Takayama Jinja binası Nakabashi Köprüsünün yanında. Bunlar kaliteli sedir ve selvi ağaçlarının Edo’ya sevkini kontrol ederlermiş. Bu ağaçların yöre halkı tarafından kendi kullanımları için kesimi yasakmış. Bu yasaklara rağmen, zengin tacirlerce bu ağaçlar kaçak kesilir ama idarecilerce anlaşılmasın diye külle koyu renge boyanır ve evlerde kullanılırmış . Bu nedenle buradaki tüm eski evler kara ve kahverengi renkteler ve başka bir renge boyanması yasaklanmış.

IMG_3976-001

Tapınak gezisi sonrası yerel rehber Nike öncülüğünde eski şehri gezmeye başladık. Miyagawa Nehri üzerine kurulu köprü üstünden geçtik. Nehir, İki taraflı dizili evlerle çok güzel bir görüntü veriyor. Takayama eski şehir bölümü gerçekten çok iyi korunmuş. Evlerin önünden akan küçük kanallarla bir zamanlar bu evlerin suyu karşılanırmış. Evlerin tipik bir mimarı yapısı var. Genelde 2 katlılar. Üst katlar, alt katlara göre alçak olduğundan bu katlara ” süprüntü katı” deniyor. Bu evlerin bir diğer özelliği de içerisi görünmesin diye pencere önüne konulan ince çıtalar. Evlerde geniş bir merdiven boşluğu var. Böylece rüzgarın, evin içi boyunca dolaşması istenmiş. Yani bir nevi doğal klima. Takayama’daki ev ve dükkanların çoğunun tarihi, Edo dönemine (1600-1868 yılları) dayanıyor. Eski şehrin Güney yarısında, özellikle de Sannomachi Sokağında çok sayıda eski Japon evi, dükkan, kafeler ve sake dükkanları var.  Ama dükkanlar saat 17:00 gibi kapanıyor. Sake imalatı Takayama Şehrinin meşhurlarından. Gerçekten burada içtiğimiz sakelerin tadı farklıydı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Takayama’nın bir diğer turist çeken olayı ise festivali. Aslında bir değil 2 tane (ilk ve sonbaharda yapılıyor) festivali var. Bu festivalde şehrin çeşitli yerlerinde korunan kutsal emanetler çıkartılıp şehir boyunca gezdiriliyor. Eski şehri gezerken bunların saklandığı yerlerden bir kaç tanesini gördük. Bunların sergilendiği Takayama Yatai Kaikan adlı bir müze de varmış ama biz göremedik. 

IMG_4037-001.JPG

Daha sonra Kusakabe ailesine ait müze evi gezdik. Kusakabe ailesi zamanın en zengin tacirlerindenmiş. Evin içi, tüm eski Japon evlerinde olduğu gibi sade. Masa, koltuk, sandalye türü eşyalar yok denecek kadar az. Bu da yaşanan alana genişlik veriyor. Bir bölüm Budist inanışa göre ibadet etmeye ayrılmış. Sürme kapılar ve kağıt duvarlar, resim çizilmiş paravanlar var. Evin, olmazsa olmazı, muhteşem bir bahçesi var. Zen Budizmine göre bahçe dizayn edilmiş. Çok güzel bir evdi ve eski Japon tarzının iyi bir örneğiydi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Şehirde oryantasyon sağladıktan ve tur programında yazılı yerleri topluca gezdikten sonra sokakları kendimiz gezmeye başladık. Ben ayrılıp şehrin yukarısında bulunan mezarlığa doğru bir yürüyüş yaptım. Mezarlıkları ilginç. Zenginlerin mezarları burada da şatafatlı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Daha sonra tekrar şehrin eski sokaklarını kendim sallana sallana gezdim. Yağmur aman vermiyor bir türlü. Güneşli bir günde, bu saatlerde muhteşem kareler alabilirdim. Kısmet tabii. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu şehri yürüyerek gezmek için 2 saat bile yeterli. Ancak bu yazıyı yazarken öğrendiklerimle aslında bu şehirde tüm günümü geçirebilir ve çevresini gezmek için de 1 gün daha programa ekleyebilirdim. Size aşağıdaki linkte bir video adresi veriyorum. Tıklar ve izlerseniz haklı olduğumu anlarsınız.

https://www.youtube.com/watch?v=x3y1aJ1p6eU

Daha sonra hanım ve bir arkadaş grubum ile karşılaşıp açık olan ender kafe dükkanlarından bir tanesine girdik. Burada çok tatlı ve gördüğümüz en güler yüzlü Japon çiftten hizmet aldık. Kafe içelim diye girdiğimiz bu otantik kafe dükkanında, çiftin tatlılığı karşısında siparişlerimizi sakeye çevirdik. Takayama sakesi farklı tatta ama bu ortamda daha da güzel geldi bize.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Hava iyice kararınca otelimize döndük. Takayama’daki otelimiz Takayama Hida Hotel Plaza. Burada geleneksel ryokan tarzı konaklamayı, lüks bir otel havasında yaptık. Belki daha geleneksel bir ryokan tarzı otel olabilirdi ama otelin konumu çok iyi. Geleneksel olanların bazılarında tuvalet ortak ve grup olunca konfor eksikliği rahatsız edebilirdi. Özetle biz otelden memnun kaldık. Takayama’da açık havada onsen (kaplıca) kısmı da eksik kaldı. Ryokanlar bir zamanlar yol üstü konaklama yerleriymiş. Bizim kervansaraylar gibi yani.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kocaman bir odamız var ve içeri girerken mutlaka ayakkabılar çıkartılıyor. Tatami denen hasır döşeli odalarda eşya çok az. Masa ayakları çok kısa. Yatak sert ve yere döşeli. Yatak ve yastığın bir bölümünde pirinç oluyor. Yatakta çok rahat uyuduk. Kapılar sürme kapı. Odalarda Yukata denen bir giysi var. Bunu giyerek otelde gezerseniz ryokanda konaklama havasına iyice giriyorsunuz.

IMG_4198.JPG

Akşam yemek ise bir başka güzeldi. Burada da masamızın üzerine kişiye özel küçük bir mangal düzeneği getirildi. Etler ve sebzeleri bundan pişirip yedik. Kendin pişir kendin ye hesabı yani. Çevresi ormanlık, yeşillik alanlarca zengin olan Takayama’nın eti de çok lezzetliydi. Kobe eti meşhur ama Takayama ve Kanazawa’nın etlerini de tatmış biri olarak Kyoto etinden daha meşhurları da var diyebilirim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Evet! Sevgili Sanal gezginler, gezmek her halde yaşantımın en önemli olayı. Bu yazıları yazarken geziyi tekrar ve hatta daha da güzel yaşıyorum. Kaynaklarda yazanları ziyaret etmişsem seviniyor, atladıklarımı fark edince üzülüyor, hayıflanıyorum. Takayama kesinlikle Japonya gezisinin en güzel yerlerindendi. Bir gece daha kalmayı ve çevresini gezmeyi kesinlikle hak ediyor. Şu ana kadar yazdığım yerler içinde, bende Japonya’ya bir daha gitme isteğini uyandıran en önemli bölüm oldu.

Gezdiğiniz gördüğünüz kadar zenginsiniz. Bir de sağlıklı olmaya ve gezecek kadar kazanmaya devam edebilirsek ne mutlu bizlere…

Gezekalın.

Dr Ümit Kuru

29.04.2016 Saat 01:40

Sakura Zamanı Japonya:Fuji Dağı-Hakone

IMG_3590.JPG

Gezimizin bugününde Hakone ve Fuji Dağı ziyaretlerini gerçekleştireceğiz. Önce otobüsle Tokyo’nun yaklaşık 100 km (otobüsle 1.5 saat kadar) Güney Batısında yer alan Hakone’ye gideceğiz. Buradaki limandan tekneye binip  Ashi (Ashinoko) Gölü’nde Fuji Dağı manzarası seyredeceğiz. Sonra Hakone-en limanında tekneden inip Komagate teleferik hattına geçeceğiz ve Komagate Dağı tepesine çıkacağız. Burada yaklaşık 1-1.5 saat geçirip Fuji Dağı’nı karşıdan seyredeceğiz. Daha sonrada Hakone’ye otobüsle dönüp öğle yemeği yiyeceğiz. Yemek sonrası Tokyo’ya’ya dönüş yapacağız.

IMG_3468

Japon şöforümüz, bizi Japonca günaydın demek olan “Ohayoo gozaimasu” sözü ile karşıladı. Gezi ekibi otobüse tam zamanında yerini alınca Fujisan‘a doğru yolculuğumuz başladı. Japonca yazılışı 富士山olan  Fujisan’ın japonca karakteri 3 tane. En sondaki karakter   () tek başına yazıldıgında  “YAMA” okunur ve “dağ” anlamına gelir. Ama 富士山 örneğinde olduğu gibi başka karakterlerle birlikte yazıldıgında “SAN” okunur. Yine de “dağ” anlamına gelir. Fuji Dağı’nın Japonca ismini yazacaksak, Fujisan’a Fujiyama demek yanlış oluyor. Fuji Dağını Japonca adı ile anlatmak istiyorsak Fujisan demeliyiz. Japonca’da san eki, cinsiyet ayrımı olmaksızın, mesafeli olduğumuz herkes (iş ortamı, patron, uzak akraba, az tanıdığımız birisi, hatta komşu) için kullanılır. Aynı zamanda bahse konu özneye saygı ve resmiyet katar. Fuji Dağı’nın Japonca adlandırılmasını ifade eden “Fujisan”daki -san ekinin hitapla alakası yoktur, dağ kanjisinin okunuşu ile alakalıdır.  Yani FUJISAN’daki “SAN” nın efendi, hanımefendi, beyefendi, bay, bey anlamı yoktur. Bazı yazı ve rehber kitaplardaki yanlışlığa (Fuji Dağına, Fujisan yerine, Fujiyama demek ya da Fuji Bey, Fuji Hanım gibi yanlış adlandırmalara) rehberimiz Huriye özellikle dikkat çektiğinden ayrıntılı anlatmak gereği duydum.

IMG_3453.JPGAslında biz bugün Japonya’daki ikinci Dünya Miras Listesi eserimizi görmeye gidiyoruz. Fujisan 2013 yılında Dünya Kültür Miras Listesine alınmıştır ve 3776 mt ile Japonya’nın en yüksek dağı konumundadır. Bu dağ halen aktif olan bir yanardağ olsa da en son faaliyetini 1707-08 yıllarında göstermiş. Fujisan çok güzel bir görünüme sahip. Fuji Dağı, uzun eğimli koni biçiminde bir yanardağ. Tepe kısımları her daim karlar altında. Utangaç bir dağ ve çok sık olarak bulutlar arkasında kalıyor. Aslında Fujisan ve Hakone’yi içine  alan çevresi Fuji-Hakone-Izu Millî Parkı olarak adlandırılıyor. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Hakone’ye rahat bir seyahat sonrasında vardık. Fujisan’ın en güzel göründüğü yerlerden bir tanesi Hakone. UNESCO tarafından jeopark olarak kabul edilen Hakone yaklaşık 13500 nüfusa sahip küçük bir kasaba. Burasının en önemli özelliği Fujisan’ın en güzel göründüğü yerlerden bir tanesi olması. Hakone, Ashinoko (Ashi) Gölü kıyısında kurulmuş. Ashi Gölü 3000 yıl önce patlayan volkanik Hakone Dağı’nın kraterinde oluşmuş bir göl. Arkasında bulunan Fujisan ile birlikte Hakone’nin sembolü durumunda. Göl çevresi Doğu ve Kuzey kıyılarında kurulu birkaç otel dışında el değmeden kalmış bakir bir doğaya sahip.  Burada en iyi Fujisan manzarası Moto-Hakone’den, genellikle ya sabah ya da öğle sonrası, görülebiliyor. Ashi Gölü toplamda yaklaşık 7 km²lik bir alanı kaplıyor. Güney kıyılarında bulunan Moto-Hakone ve Hakone-machi limanları ile Kuzey kıyılarındaki Togendai ve Kojiri limanları arasında seyir botları işliyor. Kuzey ve Güney limanları arasında gidiş yaklaşık 30 dakika sürüyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Biz Ashi Gölü’nde tekne turu yaptık. Hakone-machi limanından tekneye bindik. Aynı yerde birkaç farklı tekne tipi için limanlar var. Biz modern görünümlü tekneye bindik ama korsan gemisi görünümünde tekneler de var. Tekneye binmeyi beklerken hemen yan tarafta gözüme çarpan seyir terasından tepesi karlı Fujisan’nın fotoğrafını çekmek için gruptan ayrıldım. Burada eskiye benzetilmiş bir tesis gördüm. Sonradan öğrendim ki burası bir zamanlar burada bulunan ve Tokugawa Şogunluğu zamanında Edo’nun güvenliğini sağlamak için Edo’ya giden silahların denetlendiği ve saraydan kaçabilecek Şogun kadın ve çocuklarının engellendiği kontrol noktasıymış (Japonca “sekisho” deniyor). Buradan karlı tepesi net olarak gözüken Fujisan’ın birkaç fotoğrafını aldım. Kısa bir süre sonra da teknemiz hareket etti. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Tekne önce Moto-Hakone Limanına uğradı. Burada en dikkat çeken deniz kıyısndaki kırmızı Torii’ydi. Bu kapı Hakone Mabedinin kapısıydı. Hava çok güzel ve o saatte Fujisan’ı gölgede bırakacak bulut yoktu. Tekneden bazı güzel fotoğraflar alabildim. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonunda Hakone-en limanına yanaştık ve Komagatake Dağı’na çıkmak için teleferiğe bindik. Komagatake Dağı 1357 mt yüksekliğinde ve 40000 yıl önce Hakone Volkanının patlaması ile oluşmuş. 2400 yıl önce insanlar tarafından kutsal görülmüş ve dağın en yüksek noktası (Koyama Dağı) ile arkasındaki Fujisan tanrılaştırılmış. Göl kıyısında kurulan Hakone Mabedi bu tanrılara adanmış. İnsanlar özel günler dışında bu tepeye bile çıkmaya korkarlarmış. 1964 yılında Komagatake Dağı zirvesine bir mabet (Hakone Shrine Mototsumiya) kurulmuş. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Komagatake Dağına teleferik yaklaşık 10 dakikada çıkıyor. Tepede solda karlı zirvesi ile Fujisan, Hakone dağ zincirleri, sağda ise Odawara, Yokohama, Ohshima Adası ve Sagami Körfezini görüyorsunuz. Tam altınızda ise Ashinoko Gölü ve Suruga Körfezi büyüleyici şekilde duruyor.

IMG_3679.JPG

Teleferik istasyonunda indikten sonra belirli bir güzergahı izleyerek tepeye kadar çıkabiliyorsunuz. Biz önce tepedeki mabede yöneldik. Kırmızı kapı (Torii-Tanrılar Kapısı) buraya o kadar yakışmış ki. Tapınağın solundan yürüyüp kaya blokların arasından geçince karşınıza en  güzel hali ile Fujisan çıkıyor. Fujisan kendisine ait tüm sıfatları hak eder şekilde duruyor. Yalnız bulunduğumuz saat bir fotoğraf sever için rezalet bir saat. Hava güneşli ama görüntü hiç net değil. Güneş tam tepeden geliyor. Yine de neredeyse her birkaç dakikada bir Fujisan fotoğrafı çekmeyi ihmal etmedim. Bu arada açık kalan kılıfından, tele lensim kaya üzerine düşünce tüm güzellik ve zevk bir anda kayboldu. Lensimin önündeki filtre kırıldı ama objektifin lensi ne alemde bilemiyorum. Günün sonuna kadar da bu keyifsizliğim sürdü diyebilirim.

IMG_3692.JPG

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Komagatake Dağında yaklaşık 2 saat kadar zaman geçirdik. Sonra aynı şekilde teleferikle aşağı istasyona indik. Otobüsle Hakone’ye geri döndük. Yolda bir yerde bulutsuz ve daha net hali ile Fujisan manzarası gördük. Ama kurallar konusunda katı Japon şöforümüzü durdurmak ne mümkün! Bu alana taksi ile geri dönmeye karar verdim. Ama Hakone’den taksi bulmak da mümkün olmadı. Otostop bile yaptıysam da Japon sürücülere kendimi beğendirip araçlarına binemedim. Gözünü seveyim ülkemin! Şimdiye 10 kişi dururdu…

Aslında programımızda, 3000 yıl önce patlamış Hakone Volkanı tarafından oluşturulmuş Owakudani adlı bir yer  ziyareti vardı. Owakudani’de çıkmaya devam eden sülfür gazına, sıcak su kaplıca ve derelerine ve tabii ki Fujisan’ın buradan görüntülerine şahit olacaktık. Ama bu alan halen aktif bir volkanik alan ve zaman zaman açığa çıkan sülfür gazı sağlığa çok zararlı hale gelebiliyormuş. İşte biz o yoğun zararlı gaz çıkışı dönemine denk geldik. Gittiğimiz zaman da alan ziyarete kapatılmıştı. Göremedik. Burada doğal sıcak suda kaynatılan ve sülfür gazı nedeni ile kabuğu kararan yumurta yiyemedik. Bu yumurta yiyenin ömrü 7 yıl uzarmış diyorlar. Bu da işin yumurta satış reklamı olsa gerek. Aşağıdaki linkte göremediğimiz Owakudani Vadisine ait bir video var. Sizlere bir fikir verebilir.

https://www.youtube.com/watch?v=9U_RHD8PtEE

Hakone’de bir otelin restoranında öğle yemeği yiyeceğiz ama bize ayrılan saate daha vakit var. Bu yemek işlerinde de size ne zaman “gelin” demişlerse o zaman gelmek zorundasınız. Tabii ki bunun bir de “şu zaman gitmelisiniz” bölümü var ki buna da uymak zorundasınız. Adamlar dakika ile iş yapıyorlar. Japon rehberimiz Kotomisan’ın otobüste toplanma saati olarak 11:02 gibi dakikalık zaman dilimi verdiğine şahit olduk. Zamanlama çok önemli Japonlar için. Uymazsanız çok bozuluyorlar. Biz de zamanı Sekisho (Eski Güvenlik Merkezi) önündeki dükkanlarda alışveriş ederek değerlendirdik. Burada özellikle tahta oymalardan hediyelikleri, sake bardaklarını ve tahta üzerine baskı resimleri çok beğendik. Mekanın başındaki dükkanlar, sondakilere göre daha pahalı. Aynı hediyelikleri aşağıdaki dükkanlarda daha ucuza bulabiliyorsunuz.

P4060094.JPG

Hakone kaplıcaları ile de meşhur. Onsen denen Japon kaplıcasına girmeye niyetim vardı. Ancak Japon adetlerine göre bu kaplıcalara çıplak girmek gerekiyormuş. Tabii isterseniz astronomik sayılacak rakamlara özel onsenlerde var. İşin çıplaklık kısmı biraz itici geldi, giremeden döndük Japonya’dan.

IMG_3792.JPG

Öğle yemek sonrası Tokyo’ya geri döndük. Ben düşen lensimi bir an evvel göstermek istiyorum. Kotomisan bana hemen Canon Tokyo merkez şubesini buldu ve özel durumumuzu anlatıp randevu aldık. Canon merkezi Tokyo’nun Shinjuku semtinde. Burası Tokyo’nun iş merkezi. Canon merkezin bulunduğu gökdelen içinde kaybolmanız çok mümkün. Bazı gökdelenlerin altına metro durakları açmışlar. Çoğu gökdelen alt kısımları ise büyük alışveriş merkezi dolu. İnsanlar yoğun çalışma sonrası iş yerinden çıkıp, alt tarafta alışverişini yapıp evlerine gidiyorlarmış. Canon çalışanları lensi alıp ön incelemeyi yaptılar. Uzun uzun olabilecekleri anlatılar. En kötü olasılık lensin kırılması. Hem tamir parası yüklü ve hem de lensi ancak Osaka’da iken alabileceğiz. İçeride konu ile ilgili çalışanlara lens iletildi ve beklemeye geçtik. İçeriden lens, bankodaki Japon görevliye verildiğinde yüz ifadesinden haberler iyi mi kötü mü anlamadım önce. Sonra bana Kotomisan aracılığı ile lenste sorun olmadığı ve sadece kırılan filtreyi kesip çıkarttıklarını ilettiler. Ben sevinçten ne yapacağımı bilemedim tabii. “Arigato” (teşekkür ederim) dedim, “borcum ne?” dediğimde ise Kotomisan aracılığı ile “borcunuz yok” dediler. Bunun üzerine benden hem çok sayıda “arigato” ve hem de saygı işareti olarak yaptıkları belden eğilme ile selamlama işareti çıkmaya başladı. Bu sefer bankoda ne kadar Japon çalışan varsa onlarda saygı ile eğilme hareketi yapmay başladılar. Ben hem lensi kurtarmışım, hem de yüklü bir para ödemeyi bir kenara bıraktık, hiç para vermemişim! Eğil babam, eğilip kalkıyorum. Ben yaptıkça onlar da toptan eğilip kalkıyorlar. Sonra durumun komikliği üzerine başladım gülmeye. Ben güldükçe Japonlarda gülmeye başladı. Aman! Siz siz olun unutmayın! Japon’a selam verdikçe selam alıyorsunuz Japonya’da. Bir taraf pes edene kadar selamlaşma faslı devam ediyor. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonrasında kaldığımız Shibuya’ya dönüp alışverişe başladık. Biraz da fiyatlardan bahsedeyim. Japonya pahalı bir ülke. Ama bazı mallar Japonya’da, Türkiye’den ucuz. Mesela Uniqlo mağazasında ürünler hem Türkiye ve hem de ABD’den ucuzmuş. Bizimkiler kapış kapış aldılar. Bic Camera adlı elektronik mağazasında ise yok yok. Canon lensleri ABD fiyatına göre biraz daha pahalı ama Türkiye’ye göre ucuz. Ancak neredeyse bir yıldır peşinde koşup Olympus TG-4 model kamera ABD fiyatından da ucuzdu. Bir arkadaşa aldırdım. Yani Japonya genelde pahalı.  Ancak fiyat bilip Japonya’ya gelirseniz, ucuza da alabilecekleriniz olacaktır.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Akşam yemeği sonrası otele yakın Yoyogi Parka yürüyüşe gittik. Burası Tokyo’nun göbeğinde kocaman bir park. İçinde geniş çimenlik alanlar, göletler ve havuzlar ve ormanlık alanların bulunduğu bir park burası. Burada Tokyo’nun diğer parklarına göre daha az kiraz ağacı var. Akşamın bu saatinde Japonlar sakuralar içinde piknik yapıyorlar. Bu park 1964 Tokyo Olimpiyatlarında Olimpiyat Köyü olarak hizmet etmiş. Daha önceleri ise Amerikan ordu birliklerinin toplanma yeriymiş.

Japonya’da bir gezi gününü daha doyasıya yaşadık. Gezi sonrası bu yazıları yazmaya bayılıyorum. Geçmişin bir gezi gününü, bugün sizlere aktarırken tekrar yaşamak müthiş bir duygu doğrusu. 

Gezekalın….

Dr Ümit Kuru

26.04.2016 Saat 21:48

Sakura Zamanı Japonya:Tokyo-2

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Aslında programımızda bugün Fuji Dağı gezisi vardı. Gezimizi organize eden arkadaşlar, Tokyo’daki son günümüz programında yer alan meşhur Tsukiji Balık Marketi gezimizi riske etmemek ve sabahın erken saatlerinde yapılan tuna balığı mezadına bir gün girmeyi başaramazsak, ertesi gün yeniden deneme şansımız olsun diye programda değişiklik yaptılar. Tokyo Tsukiji Balık Marketi ve tuna balığı mezadı gezimizle, Fuji Dağı gezimizin günlerini değiştirdiler. Hatta bu da yetmedi. Kitapların tavsiye ettiği sabaha karşı 04:00’de kuyruğa girme saatini de saat 02:00’ye aldılar. İyi ki öyle yapmışlar! Yoksa tavsiye edilen saatte gitsek, markete girme şansımız olmayacaktı. Geç gelen herkesi kapıdan döndürdüler.

IMG_2955.JPG

Tsukiji Balık Marketini çok büyük bir balık, sebze ve meyve hali olarak düşünmelisiniz. Tokyo’da bulunan ve et, balık, çiçek gibi 10’nun üstünde meşhur marketin en büyük ve en iyi bilineni Tsukiji Balık Marketi. Burası aslında dünyanın da en büyük balık marketi. Bu markette günde 2000 tonun üstünde deniz ürünü satışı yapılmakta. Bu market küçük geldiğinden balık marketi Kasım 2016’da Tokyo’nun Toyosu adlı bölümüne taşınacakmış. Yani sizin anlayacağınız Kasım ayına kadar Tokyo’ya gitmezseniz burayı ziyaret edemeyeceksiniz.

20091006-Tsukiji site  story graph2.gifNehir yanı balık marketinin -Uogashi-, yani Tsukiji Balık Marketinin tarihi çok eskilere dayanıyor. Edo döneminin başlangıç yıllarına, 16. yüzyıla kadar gittiği söyleniyor. Tokugawa Ieyasu, Tsukudajima, Osaka gibi kentlerden yeni kurduğu ve o zamanın Edo’su, günümüzün Tokyo’suna balıkçıları davet etmiş. Amacı Edo Kalesinin balık ihtiyacını onlardan temin etmekmiş. Balıkçılar kalenin balık ihtiyacını karşılarken, kalan balıkları ise Nihonbashi Köprüsü kenarında halka satmaya başlamış. Zamanla talep de artınca pazar büyümüş. Civar limanlardan getirilen balık, Şogun tarafından atanmış bir yönetici nezaretinde, toptan şekilde yerel tüccarlara satılıyormuş ve onlarda balığı halka satıyorlarmış. Bu satış o zamanda, günümüzde olduğu gibi açık arttırma usulü ile olurmuş. Fiyatlar satıcı ve alıcı arasında pazarlıklarla ortaya çıkarmış. Aynı şekilde sebze satışı da toptan olurmuş. İşte buranın, Tsukiji Balık Marketinin çıkış noktası olduğu düşünülüyor.

1923 yılındaki büyük Tokyo depreminde burası ve 20’ye yakın büyük market yıkılınca yeniden tüm marketleri içine alacak bugünkü market inşa edilmiş. Buranın hikayesi de bu.

Sabah 02:00 bizim için kiralanan taksilerle Tsukiji Balık Marketine doğru yola çıktık. Taksilerle Ginza yakınlarındaki markete ulaştık. Gecenin 02:20’sinde orada olmasına rağmen ilk gelenler bizler değildik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Mezada günde ancak 120 kişi alıyorlar. Yaklaşık 30 dakika sonra bizleri içeri aldılar. İçeri aldıkları yer Tsukiji Balık Marketin bilgilendirme merkezi. İçeri giren bizlere sarı bir yelek verdiler. Üzerimizdeki bu yelekler bizim ziyaretçi olduğumuzun bir göstergesi oluyor. İlk 60 kişiye sarı, sonraki ikinci 60 kişiye ise yeşil yelek verdiler. İlk grubu saat 05:25’de içeri alacaklarmış. Biz ilk 60 kişi arasına girebildik. Bizim grubun saat 05:50’de market ziyaretini bitirmesi gerekiyor. Sonraki grup ise saat 05:50’de girip saat 06:15’de çıkacaklar. Tüm bu bekleme toplamda 25 dakika seyredebileceğimiz tuna balığı mezadı için.

IMG_2966

O dar oda içinde 120’den biraz fazla kişi saatlerce bekledik. Oturacak yer filan yok. Yerlere sıkış tepiş oturuyorsunuz. Aslında tüm bu Japon eziyeti Tsukiji Balık Marketinde iş yapanların turistleri istememesinden kaynaklanıyor. Haklı tarafları da var aslında. Adamlar, alıcısı-satıcısı sabah körü, en iyi Tuna Balığını en ucuza kapmanın peşindeler, biz turistlerin ayak altında dolaşmasını istemiyorlar. Bunu da bu şekilde küçük bir eziyetle belli ediyorlar. Merkezin hemen yanında kahve makinesi olduğunu epey zaman sonra fark ettik. Bizim için kurtarıcı oldu. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonunda beklenen saat geldi ve 05:15 gibi ilk grupta yer alan biz sarı yelekli 60 kişi bir görevli tarafından odadan alınıp tuna mezat salonuna doğu yola düştük. Balık marketinde o saate olan hareketlilik inanılır gibi değildi. Deniz ürünü ve balık taşıyan araçlar, garip görünümde forklift süren insanlar ve taşıyıcılar arasından geçip mezat salonuna ulaştık. Burada kendi başımıza dolaşmamız gerçekten büyük beceri isterdi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Salona girince iki taraflı yerlere dizilmiş onlarca, belki de birkaç yüz dondurulmuş ton balığı gördük. Sol yanımız iri ton balıklarını sağ tarafımız ise daha küçük olanlarını barındırıyordu. Bu kadar balık her gün nasıl tutulur ve nasıl tükenmeden kalır? anlamakta zorlanıyorum.

IMG_3062

Balık mezadına katılacak olan alıcılar balıkları neredeyse tek tek inceliyorlar. Balığın içi temizlenmiş, kuyruk kısmında bir bölüm kesilmiş durumda yerde yatıyor ve alıcıların bir kısmı bu kesik kuyruk kısmına fener tutup bakarak ve hatta bir küçük parçayı ağızlarına alıp tadarak yağlanma durumunu değerlendiriyorlardı. Balık ne kadar iri ve yağlı ise o kadar kıymetli oluyor ve alıcılar da mezatta o kadar  birbirleri ile kapışıyorlardı. Çok değerli bir tuna balığı mezatta ise ve alıcılar büyük restoranlarsa son fiyat çok abartılı rakamları bulabiliyormuş. Bugüne kadar bir tuna balığı verilen en yüksek fiyat 3 milyon Japon Yeni olmuş. Bir süre balıkları ve alıcılarını fotoğrafladık. 

IMG_3135.JPG

20 dakika kadar sonra beklenen an geldi. Bir tabure üstüne çıkan bir adam sırası ile balıkları anons ederek alıcılarından fiyat gelmesini bekledi. Önce küçük ton balıklarının mezadı yapıldığından alıcıların sayısı azdı. Anladığım kadarı ile esas kapışma sol taraftaki büyük ton balıkları için olacak. Bu arada gestapo kılıklı görevli gelip, bizim grubun zamanının dolduğunu ve alanı boşaltmamız gerektiğini söyledi. Aklım büyük ton balıkları mezadında kalarak alanı terk ettik. İlk grupta olunca balıkları alıcıların inceleme ritüeline şahit oluyorsunuz. İkinci grupta olunca da büyük ton balıklarının mezadını izleme şansınız oluyor. Aslında yüzyıllardır temelde aynı şekilde yürüyen mezadın iki bölümünü de izlemek gerekiyor. Ama Japonların kuralı kural. İstisna yok. Bu ilginç deneyimin, izleyebildiğim kadarını bile izlediğime memnunum. Aşağıdaki linkte Tsukiji Balık Marketi gezimizin video çekimlerini de yayınladım. Belki bir göz atmak isteyebilirsiniz…

Japonya’da ilk metroya binişimiz Tsukiji Balık Marketinden otele dönerken gerçekleşti. Sabahın erken saatlerinde metroya yetişmeye çalışan Japonların karşıdan üzerinize doğru hep birden  koşuşturmaları hem gülünç ve hem de ürkütücü geliyor bana. Sonradan alıştık tabii.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Otelde kısa bir dinlenme ve kahvaltı sonrası Tokyo’nun kalan kısmını gezmek için yollara düştük. Bundan sonraki hedefimiz Asakusa semti olacak.

IMG_3278.JPG

Shibuya Metro İstasyonundan Ginza hattı metrosunu kullanarak Asakusa’ya vardık. Önce Sumida Nehri boyunca sakura ağaçları içindeki parkta yürüyüş yaptık. Karşı kıyıda 634 mt yüksekliğinde Skytree Kulesi gözüküyor. Hava yine kapalı ve zaman zaman yine ahmak ıslatan tarzda yağmur var.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Asakusa bölgesi Tokyo’nun eskiden beri var olan eğlence yeriymiş. Edo döneminde Kuramae Bölgesi, Feodal Hükumetin çalışanlara bir ödeme aracı olarak kullandıkları pirincin saklandığı depoların bulunduğu bölgenin adıymış. Bu depoların sahipleri (fudasashi) başlangıçta ufak ücretler karşılığı pirinçleri saklarken, zamanla olayı pirinç ticaretine dönüştürmüşler. Bu da bu depo sahiplerine hatırı sayılır zenginlikler getirmiş. Kazanılan para bol olunca harcanacak yer de gerekiyor. İşte Kuramae Bölgesi yakınındaki Asakusa bölgesinde Kabuki tiyatro ve geyşa evlerinin açılmasının öyküsü buymuş.

IMG_3371.JPG

Bu bölgede hala eskiye ait izler var. Asakusa’nın en çok ziyaret edilen yeri 7. yüzyılda inşa edilen Sensoji Tapınağı. Bu tapınak şehrin koruyucu Tanrılarının tapınağı. Tokyo’nun simgesi de bu tapınak. Bu tapınağın büyük, sağlı solu tanrı heykelleri ile süslü Kaminarimon (Fırtına) Kapısı insanı etkiliyor.Hemen ana tapınağın önündeki daha küçük kapı ise Hozomon Kapısı. Arkada 5 katlı pagoda göze çarpıyor. Tapınak ve çevresi çok kalabalık.  

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu tapınaktan çıkıp Nakamise adlı ve sıra sıra hediyelik eşya ve gıda satan dükkanların bulunduğu bir sokağa girdik. Bizim Mahmutpaşa gibi hareketli ve ne ararsan var türünden bir sokak burası.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Dükkanların hemen arka sokağında Fujita Cafe adlı şirin bir kafe bulduk ve çayımızı içtik. Bu kafenin hemen yanında bir tür tatlı ekmek satan küçük bir dükkan var. Kuyrukta buradan ekmek almayı bekleyen Japonları görünce ” vardır Japon’un bir bildiği” diyerek biz de kuyruğa girdik ve ekmek aldık. Melon Pan denen bu tatlı ekmeği çok beğendik. Bu ekmeğin içine dondurma konduğunu da gördük. Hem sadesi ve hem de dondurmalı hali çok güzel.

melonpan1.jpg

Asakusa gezisi sonrasında öğle yemeği için Tsukiji no Sushiko adlı suşi zincir restoranlarının ana merkezine gittik. Burası sabah ziyaret ettiğimiz Tsukiji Balık Marketin yakınlarında bir restoran. Bu bölge restoranları suşi yemekleri ile ünlü. Burada Tokyo’da bulunduğumuzdan beri ilk suşi yemeğimizi yedik. Bana sorarsanız, sonradan anlatacağım ve Osaka’da bir suşi bardaki suşi yemekleri daha güzeldi. Ancak sabah mezadını izlediğimiz balıkların yakınında bir yerde suşi yemek de Tokyo’da yapmanız gereken aktivitelerden bence.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Geç yediğimiz öğle yemeği sonrası Tokyo cadde ve sokaklarını arşınladık. Tokyo hands, Loft gibi büyük mağazaları gezdik. En son olarak da Shibuya İstasyonu karşısındaki Starbucks Kafede oturup hem kahvemizi içtik ve hem de metrodan iş dönüşü metrodan çıkan kalabalığı yukarıdan izledik. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Benim sevgili Sanal Gezgin arkadaşlarım, bir gezi günü anlatımı daha bitti. Yazması benden, vaktiniz oldukça okuması sizden. Ne de olsa gezginlere masal bunlar…

Bu arada sevgili Atatürk’ümün çocuklara armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun. Ülkem üstündeki karabasanların dağılacağı, aydınlık yarınlar gelsin artık..

Gezekalın…

Dr Ümit Kuru

23.04.2016 Saat 01:50

 

 

 

 

Sakura Zamanı Japonya:Nikko

P4110081.JPG

Bugünümüz Tokyo’ya 150 km (yaklaşık 2 saat otobüs yolculuğu demek) mesafede olan Nikko Ulusal Parkı ziyareti ile geçecek. Aslında Japonya programımızın bir dile getirdiğim ve bir de getirmediğim ama ilkinden daha önem verdiğim bir temeli var; Bizim programın temeli Japonya’da UNESCO Dünya Kültür ve Doğa Miras Listesi eserlerini gezmeye dayanıyor. Japonya’nın UNESCO Listesine girmiş 19 Kültür ve Doğa eseri var. Biz gezimizde, süremizin ancak yettiği şekilde, bu yerlerden 6 tanesini gezeceğiz. İşte Nikko Ulusal Parkında bulunan mabet ve kutsal yerler bu listeye göre gezeceğimiz ilk yer olacak. Yani en azından bende heyecan dorukta!

Burada bir ara verip, Japonya’ya has bir dini öğreti olan-yani bu anlamda Japonya’nın milli dini olan- Şintoizm hakkında bazı bilgiler verme gereğini duyuyorum. Japonya’ya Çin’den 6. yüzyılda gelen Budizmi daha önce gezdiğimiz ülkelerden tanıyorum. Ancak Şintoizm bana da çok yabancı bir dini öğreti.

Ry6Ob6

Şintoizm dünyanın en eski dinlerinden bir tanesi. Geçmişi Milattan Önce 7. yüzyıla kadar gidiyor. Şintoizm’in Japoncada karşılığı Kami-Nomiçi’dir (Tanrıların Yolu). Şintoizmin bilinen bir kurucusu yok. Şintoizm’in 2 temel özelliği kısaca;
-Milli bir din olması
-Tabiata tapmaya önem vermesi.

Şintoizm inanışına göre, birbiriyle hem kardeş hem karı-koca olan Gök (Baba) Tanrı ile Yer (Ana) Tanrı bütün Japon adalarını ve diğer Tabiat Tanrılarını doğurmuşlardır. Bu iki ilah inancı etrafında dönüp dolaşan başka Tanrı inanışları da vardır.

Nakledildiğine göre Japonya’da 8.000.000 ilah varmış. Dağ, ırmak, ateş, gök gürlemesi, fırtına, yağmur gibi ilahlar dışında her meslek sahibinin de ayrı bir ilahı varmış. Bu inanışta ölüler, yaşayanlara muhtaçtır. Kendilerine ikram yapıldığı, mezarın üzerine yiyecek, içecek, eşya ve tabii ki para konulduğu sürece mesut oluyorlar. Ailenin, köyün, klanın ve imparatorun atalarının ruhları en başta gelen ruhlardır. İmparator Güneş ilahesinin torunudur ve halen de öyle kabul edilir. Genellikle Japonlar dünyanın iyi ve kötü ruhlarla dolu olduğuna inanırlar.

 Şintoizm’de ibadet tapınak (Japonca Şinto Tapınaklarına Jinja deniyor) veya evde yapılabilir. Şinto Tapınakları, klasik Budist Tapınaklarının aksine bol renkli ve canlı ibadet yerleridir. Mabetlerde genellikle eskiliği açısından değerli olan ayna, kılıç, mücevherli taş ve Güneş Tanrısı Amaterasu’nun heykeli bulunur. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Japonların ibadet şekilleri çok sade ve basittir. İbadet etmek isteyen kişi mabede gider, elini, yüzünü Müslümanların abdest almalarına benzer şekilde arınma çeşmelerinde yıkar. Mabette ibadet yerine gelen kişi ellerini 2 kez çırparak ya da çanı çalarak Tanrıya geldiğini haber verir. Mabetteki kıymetli eşya karşısında diz çöker ve ibadetini tamamlamış olur. Evlenme törenleri mabetlerin bitişiğindeki evlenme salonlarında rahipler tarafından icra edilir. Cenaze törenlerini ise, Şintoizm inancında ölü beden kirlenmiş kabul edildiğinden ,Budist rahipler yönetir. Bu anlayış Japonlar tarafından “Biz Şintoist doğar, Budist ölürüz” şeklinde dile getiriliyor. Şintoizm, Budizme göre daha çok neşeli ve dünyevi zevklere uygun sanki. Budist tapınaklar içindeki karamsarlık ve dini bir yapının mistisizmi Şinto tapınaklarında yok .

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_5722Tapınak alanlarına “Torii” (Tanrı Kapısı-Yolu) denen kapılardan geçerek girilir. Tapınağın girişinde sağlı sollu bulunan aslan, köpek veya tilki heykelleri “Koma inu” olarak adlandırılıyor. Gerçekten sonradan gezdiğimiz tapınakların girişlerinde bu hayvan heykellerinin değiştiğini gördük. Bu hayvan heykellerinin tapınağı koruduklarına inanılıyor. Ziyaretçilerin dileklerini tahta plakalara yazarak bıraktıkları kısma “ema” deniyor. El ayak çekildikten sonra Kamilerin (Tanrılar) gelerek bu dilekleri okuduklarına inanılıyor. Omikuji, içinde yazılar bulunan kıvrılmış kağıtlara deniyor. Bu bir çeşit fal aslında. İnsanlar bu fal kağıtlarını çekip okuyor, sonra da ağaç dalına bağlıyorlar. Ağaç dalına bağlanan fal iyiyse gerçekleşeceğine, kötüyse iyiye dönebileceğine inanılıyor. Tapınağa girmeden önce arınma çeşmesindeki bir kepçe ile su alarak ellerinizi yıkamanız, avucunuza aldığınız suyla ağzınızı çalkalayarak yalağa tükürmeniz gerekir. Doğrudan kepçe ile su içilmez, ağza alınan su yutulmaz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İkinci Dünya Savaşından sonra Şintoizm resmi din olma özelliğini kaybetmiş. ABD, savaştan yenik çıkmış Japonların, gelecekteki militarist/ulusalcı duygularını ortadan kaldırma yollarını ararken, Japon milli dini Şintoizmi de suçlu görmüş. Savaştan sonra silahsızlandırılmış Japonya’da feodal kültürü yansıtan Şinto uygulama ve öğretileri, savaş dönemindeki ünlerini kaybetmişler ve bugün uygulanmıyor ve öğretilmiyorlar. Japonya’da şu anda hakim olan din, daha çok Barışçı bir din olan Budizm. Bu nedenle hemen gezdiğimiz çoğu Şinto mabedi yanında bir Budist mabedi (Japonca Budist Tapınaklarına Otera deniyor) bulunuyor.

IMG_2593-001.JPG

Bu kadar Şintoizm bilgisi sonrası dönelim Nikko Ulusal Parkına..

Nikko, meşhur bir Japon Atasözü’ne konu olmuş: “Nikko wo minakereba “kekkō” to iu na. Bunu”Nikko’yu görene kadar muhteşem/yeter deme! ” şeklinde tercüme edebiliriz. Ben Nikko’nun güzelliğini anlatan bu Atasözüne tamamen katılıyorum. Hem asırlık ağaçlar ve yeşillik ve hem de tarih iç içe; Şinto Tapınaklarının en güzel örnekleri var Nikko’da. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Nikko yerleşim yerini otobüsle geçer geçmez aniden karşımıza Shinkyo Köprüsü çıktı. Biz Japonya’nın en güzel ve romantik 3 köprüsünden bir tanesinin önünden geçtiğimizi fark ettiğimiz de otobüsümüz köprüyü çoktan geçmişti. Tüm gezimizin en lanet Japon Şöförüne gezimizin bu bölümünde çattık. Ne yaptık, ne ettiysek bir köşede durup da, bu güzelim köprünün fotoğrafını çekemedik. Yolda ilerlemiş bulunduğumuzdan ve biraz yolun dar olması da müsade etmeyince adamı bir türlü bir yerde durmaya ikna edemedik. Tuttu bir kere Japon inadı adamın! Dönüşte görürüz sözünü aldık ama onu da yapmayınca göz ucuyla görebildik Shinkyo Köprüsünü. Buradaki fotoğraf bana ait değil maalesef…

Gezi alanına hemen girişte sağımızda kalan tapınak Rinnoji Tapınağı. Ama bu tapınak tadilatta olduğu için kapalı. Zaten Japonya 2020’de yapılacak yaz olimpiyatları nedeni ile toptan bir tadilata girmiş durumda. Hemen her gezdiğimiz yerde bunu gözlüyoruz.

IMG_2588.JPG

İki tarafı asırlık ağaçlarla dolu yoldan yürüdükten sonra girişinde Tokugawa Ieyasu’nun tuğrasının bulunduğu bir anıt ve hemen arkasında da kapıyı (Torii) görüyorsunuz. 1616 yılında ölüm döşeğindeki Tokugawa Ieyasu varislerinden bir istekte bulunur. Nikko’ya küçük bir mabet yapılmasını ve oraya cesedinin konulmasını diler. “Ben buradan Japonya’da barışı koruyan Tanrı olacağım” der. Sonuçta Nikko, Tokugawa Şogunlarının anıt mezar yeri olur.  İnce işçilikle yapılmış bol renkli tahta oymalar ve altın yapraklı işlemeler nedeni ile buradaki şatafat başka bir tapınakta yokmuş ve Çin etkisinin en fazla gözlendiği tapınaklarda buradaymış.Tüm alanda yaklaşık 13000 civarında asırlık sedir ağaçları bulunuyormuş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Toshogu Mabedi buradaki en önemli tapınak ve Tokugawa Ieyasu “Doğudan Parlayan Işığın Büyük ilahı-Tosho Daigongen” olarak Toshogu’da kutsanmış. Başlangıçta çok basit bir mabet iken Ieyasu’nun torunu Iemitsu tarafından 1600’lü yılların ilk yarısında genişletilmiş. Toshogu Mabedi bir kompleks yapı ve içeride bir düzine kadar yapı var. Bunların üzerinde çok güzel tahta oymalar var. Bunların içinde en meşhur olanı “3 maymun” oyması. 

IMG_2645.JPG

Toshogu Mabedinde dikkatimizi çeken bir başka özellik de hem Şinto ve hem de Budist öğeler taşıyan Tapınakların belirgin olarak bir arada olması. Meiji dönemine kadar tüm ülke tapınaklarında bu birliktelik çok belirginmiş ama Meiji dönemi sonrasında Şintoizme ait öğeler belirgin olarak Budizim ögelerinden ayıklanmış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Tapınağa adanmış sake fıçılarının bulunduğu depo evlerin arkasında  Yomeimon Kapısı var. Bu kapı işçiliği iyice abartılı bir güzellikte.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yomeimon Kapısından sonra ise Toshogu Mabedinin ana binasına giriyorsunuz. Ama burada fotoğraf çekmek yasak. Yomeimon Kapısından sola doğru gidince  “Ağlayan Ejder” (Honjido Hall) adlı bir bölüme gidiyorsunuz. Burada bir rahip eline aldığı iki tahtayı birbirine vurunca akustik garip bir ses yankılanıyor. Ağlayan ejder ismi de bu sesten geliyor. Ana tapınaktan çıkınca arkaya doğru giden bir başka kapıda ise “uyuyan kedi” oyması meşhur. Bundan sonrası ise merdivenleri tırmanarak Tokugawa Ieyasu’nun mozelesine ulaşıyorsunuz. Bize verilen zaman diliminde ancak bu kadar bölümü gezebildik ama Nikko daha fazla zamanı kesinlikle hak ediyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ayaklarım geri geri giderek tapınaklar bölgesinden çıktık. Bu park içinde Futarasan Tapınağı’da bulunuyor. Onu ise hiç görme şansımız olamadı. Neyse! Bazen azla da yetinmeli. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Öğle yemeğimizi Chuzenji Gölü kenarındaki, Chuzenji Kanaya Otelin restoranında yedik. Nefis bir mısır çorbası, salata, alabalık ve dondurmadan oluşan bir öğündü. Bu otelin konumu müthişti doğrusu.

P4040135.JPG

Bu bölgedeki son aktivitemiz ise Chuzenji Gölünün sularının dışarı çıkış noktası olan Kegon Şelalesi’ni ziyaret etmek. Nikko Ulusal Parkı içinde çok sayıda şelale var. Ancak Kegon Şelalesi yaklaşık 100 mt’den düşen suları ile sadece buranın değil aynı zamanda tüm Japonya’nın en güzel 3 şelalesinden bir tanesi olarak kabul görüyor. Kegon Şelalesini en iyi görebilmek için asansörle bulunduğumuz seviyenin 100 mt altına inmeniz gerekiyor. Asansörle indikten sonra ise bir platformdan nefis şelale manzarası alabiliyorsunuz. Bu kısmı yazmak kolaydı da asansörden çıkışta şelale gördün mü? diye sorarsanız size yanıtım “hayır” olacaktır. Bunun nedeni ise o anda ve  o yerde çok yoğun bir sisin olmasıydı. Şelalenin sesi var ama kendisini görmek mümkün değildi.Bir süre o platformda oyalandık ama grubun büyük bölümü şelale görmekten umudu kesip  asansörle tekrar yukarı çıktı. Benim gibi umudunu yitirmemiş bir kaç kişi daha kısa süreliğine daha beklemek istedi. İşte ne olduysa o beklemede oldu. Sis 10-15 dakikalığına, tam olmasa da, dağılıverdi. Şelalenin yukarıdan düştüğü yeri seçebilir hale geldik. Burası açık bir havada müthiş olur eminim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kegon Şelalesinin güzelliği hakkında bir fikir vermesi açısından açık bir havada yukarıdan çekilmiş bir video bağlantısı verdim.

Nikko gezimiz sonrasında 2 saat süren geri dönüş sonrasında Tokyo’ya vardık. Yemeğimizi daha tipik bir Japon menüsü sunan bir restoranda yedik ve günü bitirdik.

Evet Sevgili Sanal Gezginler.. İkinci günü de anlatmış olduk. Keşke hava biraz daha açık, yağmursuz, sissiz yani fotoğrafa daha uygun olsaydı. Keşke Nikko bölgesinde daha çok vakit geçirebilseydik…Ah! Keşke… Ah! Keşke….

Gezekalın…

Dr Ümit Kuru

21.04.2016 saat 01:44

 

 

Sakura Zamanı Japonya:Tokyo

P4030164.JPG

Gezi grubumuzla Atatürk Hava Limanında toplandıktan sonra İstanbul’dan 11 saat sürecek olan uçuşumuz için THY’na ait olan uçakta yerimizi aldık. Bu kadar uzun bir uçuş için son derece rahatsız bir uçaktı. Koltuk araları dar ve sunumlar eskiye göre çok kötüydü. Seyahatlerimizi genelde THY ile yapan birisi olarak, THY’nın zaman içinde konfor ve hizmet açısından geriye doğru gidişini gözlemlemek insanı üzüyor doğrusu. 

Japonya coğrafi açıdan tam 6852 adadan oluşan bir takımada ülkesi. Bu adaların en büyükleri olan Honshu, Hokkaido,Kyushu ve Shikoku adaları ülkenin %97’sini oluşturuyor. Biz gezimize Tokyo’dan başlayıp Osaka’da sonlandıracağız ve buradan ülkeye dönüş yapacağız. Tokyo ve çevresine 4 gün ayırdık. Burada geçen zaman daha az yorucu gibi duruyor. Sonraki kısımlar ise daha çok seyahat gerektiriyor. Yani aslında geziye yorucu bölümler olan ve Osaka’da biten Tokyo dışı kısımlardan başlayarak Tokyo’da sonlandırıp, oradan ülkeye dönüş yapmak mantıklı olan rotaydı. Ancak konu sakuraları görmek olunca ve geziye sakuraların açışlarının ilk günlerini kaçıracağımız bir zaman diliminden başlamak zorunda kaldığımızdan, geziyi sakuraların yeni açmaya başladığı Tokyo’dan başlamak daha mantıklı gelmişti.Çünkü sakuralar Mart ayı ortalarından itibaren Güney bölgelerinden açmaya başlıyor ve en son son Kuzey bölgelerinde açıp Nisan ayı ortalarından itibarende tüm ülkede bitiyor. Ama bazen uzayan soğuklar ya da erken gelen sıcaklar nedeni ile açma zamanı şaşabiliyor. Şansımıza bu sene sakuraların açışı biraz gecikmiş ve biz Tokyo’da yeni çiçeklenen sakuraları da gördük, Osaka’da dökülmeye başlayan sakuraları da. Aslında bölge bölge, şehir şehir sakura açma durumunu bildiren siteler de var .

IMG_2008.JPG

Japonya nüfusu 128 milyon kadar ve dünyanın en kalabalık 10. ülkesi. Bu kadar insan kalabalığını toplamda 377.000 km² olan ülke alanına sığdırmak zor olmuş tabii ki. Tokyo ülkenin başkenti ve Honshu Adası üstünde bulunuyor. Japonya idari yönetim bakımından 47 adet prefektörlük denen bölgeye ayrılmış. Tokyo hem şehirin ve hem de Büyük Tokyo Bölgesi denen bir yapıyla bölgenin adı. Şehir olarak Tokyo nüfusu 13.5 milyon civarında ama Büyük Tokyo Bölgesi nüfusu 38.5 milyonu aşıyor.

Tokyo-İstanbul arası saat farkı 6 saat olunca uçağımız 19:00 gibi ToIMG_5005-001kyo Hava Limanına indi ve gümrük işlemleri sonrasında bizi karşılayan yerel rehberimiz Kotomisan ile buluştuk. Doğruca otelimiz olan Tobu Hotel’e gittiğimiz halde, yol 1 saat kadar sürdü. Otel şehrin Shibuya adlı bir bölgesinde ve merkezde. Ortalık ışıl ışıl, cıvıl cıvıl. Otele girdikten sonra uykusuz geçen yolculuğun yorgunluğu kendini belli edince vurdum kafayı yattım.
Sabah erkenden de dikildik ayağa. Yaklaşık 15 dakikam tuvaletin klozetini keşfetmekle geçti diyebilirim. Bu Japonlar ilginç adamlar doğrusu. Dokunmatik, sıcak sulu klozet yapmışlar.

IMG_1932Otel lobisine inince etrafta rengarenk kimonoları ile dolaşan genç-yaşlı bir sürü kadın görünce neye uğradığımızı şaşırdık. Sanki geldiğimizi duyan Japon kadınları bizim otele toplanmışlar ve bizi karşılamaya gelmişler. Meğerse, cumartesi olan o gün, bir gösteri varmış ve civardan gelen katılımcılardan bir kısmı bizim otelde konaklamışlar. Gösteriye katılmak için gitmeden önce lobide toplanıyorlarmış. İstesek, para versek böyle bir fırsat yaratamazdık. Tokyo olsun, diğer gezdiğimiz şehirlerde olsun etrafta bolca kimonolu kadın görüyorsunuz. Ancak bu kadınların çoğu Japon değillermiş. Bunlar çoğunlukla Japonya’yı ziyarete gelen Çinli turistlermiş. Bunların turlarında kadınlara isterlerse opsiyonel olarak kimono kiralanır ve onlara giydirilirmiş. Çinli turistler kimono ile şehirde gezmeyi pek seviyorlarmış. Bu nedenle en güzel ve doğru kimono giyinmiş halleri ile Japon kadınlarla aynı otelde kalmış olmak  ve gezinin daha ilk gününde onlara rastlamak iyi bir şanstı doğrusu . Gezi güzel başladı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

 

Odanobunaga

Oda Nobunaga

Kahvaltı sonrası ilk gezi yerimiz olan Odaiba’ya doğru yola çıktık. Günümüz Tokyo’sunun önemli bir alışveriş ve eğlence merkezi olan ve insan eli ile yapılmış bir ada olan Odaiba’nın nasıl bir yer olduğunu anlayabilmek için biraz daha geçmişe gitmek gerekiyor.

Japonya tarihi çok sayıda savaşa sahne olmuş. Bir zamanlar “Daimyo”lar (Daimyo 12-19 yüzyıllar arasında Japonya’da hüküm sürmüş feodal hükümdarlara-derebeylere verilen ad) arasında sürekli hükümranlık mücadeleleri oluyormuş. Bunlara son vermeye ve tüm ülkeyi tek çatı altında toplamaya çalışan Oda Nobunaga adlı Şogun olmuş. Büyük bir başarı sağlasa da tüm derebeylere kendi hükümdarlığını kabul ettirememiş. Bir savaşta ihanete uğrayan Nobunaga intihar edince onun yerini Toyotomi Hideyoshi almış. Nobunaga’nın “tek hükümranlık ve ülke birliği” hayalini “Maymun” lakaplı Hideyoshi sağlamış. Kore’yi istilaya bile kalkmış ve 2 defa denemiş. Ancak bu savaşlarda ölünce yerine Tokugawa İeyasu adlı Şogun geçmiş. 1603’de Tokugawa Şogunluğu kurucusu Tokugawa İeyasu Japonya tarihinde iki önemli olaya imza atmış; Bunlardan bir tanesi önemli bir samuray klanı olan Edo ailesinin 12. yüzyılda Edo adı ile kurduğu ve bugünkü adı Tokyo olan şehri yönetiminin başkenti yapması olmuş.  Şogunluk rejimi altında Edo, kültürel, ekonomik ve politik alanda Japonya’nın merkezi olmuş. Bir diğer yaptığı iş ise Japonya’yı dış dünyaya kapatması olmuş. Tokugawa İeyasu, Nobunaga’nın Budist rahiplerin kendisine karşı tavır almalarına karşı önlem olarak misyonerlik yapmalarına izin verdiği Hristiyanları, yayılan etkisinden korkusu nedeni ile, Japonya’dan gitmeleri için zorlamış ve yeniden ülkeye girmelerine de izin vermemiş. 

IMG_1996.JPG

İşte buraya kadar uzunca anlattığım dışa kapalı olan dönemde (1603-1868 yılları arasında) batılıların gemilerinin Tokyo’ya (o zamanların Edo’su) girişlerine önlem olarak Odaiba’da yapay adacıklar yapılmış ve buralara bataryalar yerleştirilmiş. Adanın inşaatına 1853 yılında başlanmış.Aslında 11 adet yapay adacık planlansa da ancak 5 tanesi bitirilebilmiş. Aynı yıl Amerika, Japonya’yı dış dünya ile ticarete zorlamak için bir donanma göndermiş. Matthew Perry komutasındaki donanmaya adacıklar üzerine konan toplar pek fayda etmemiş. Bunun sonucunda Tokugawa Şogunluğu sona ermiş ve İmparator Meiji dönemi başlamış. Günümüz Odaiba’sı ise 1941’lerden itibaren yeniden şekillenmiş. Eski yapay adacıkların  2 tanesi hariç hepsi gemilerin girişine engel oldukları için kaldırılmış ve 1990’lı yıllara kadar da yeni adacıklar oluşturulmuş. Oluşturulan yeni adacıkları, işlenmiş çöpleri değerlendirerek yapmışlar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Tokyo Körfezi ile Shibaura İskelesini birbirine bağlayan Gökkuşağı Köprüsü’de (Rainbow Bridge)  burada. Köprü 798 mt uzunluğunda ve 1993’de bitirilmiş. Burada bulunan diğer ziyaret yeri ise Özgürlük Heykelinin bulunduğu yer. Bunun da ilginç bir hikayesi var. 1998 yılında, Japonya’da Fransız Günleri aktiviteleri kapsamında, Paris’teki 14 tonluk heykel buraya geçici olarak getirilmiş. Orjinal heykel sergi sonrası Paris’e, ait olduğu yere götürülünce buraya bu heykelin çok yakıştığı düşünüldüğünden 2000 yılında özgürlük heykelinin benzeri yapılıp bugünkü yerine dikilmiş. Odaiba’da yeni açmış sakuralar içinde 1 saat kadar süren bir gezi yaptık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Odaiba gezisi sonrasında Ginza semtini gezdik. Burası Tokyo’nun bir diğer önemli alışveriş merkezi. Dünyadan tüm önemli markaların mağazaları var. Chuo Dori Caddesi bu semtin en gözde yeri. Çok kalabalık bir cadde.

IMG_2227.JPG

Benim bugünkü Tokyo şehir gezisinden esas heyecanla beklediğim Ueno Parkı gezisiydi. Bu park aslında bir zamanlar burada bulunan Kaneiji Tapınağının bir bölümüydü. Bu tapınak Edo döneminde Tokyo’nun en ünlü ve zengin tapınağıymış. Şehri şeytandan koruma gibi de bir görevi varmış. Ancak 1868 Meiji Restorasyonu sırasındaki Boshin Sivil Savaşında tamama yakın yıkılmış. Burası 1873’de Japonya’nın batı tarzı ilk parkına dönüştürülmüş ve halka açılmış. Parkın Güney giriş kapısına yakın bir yerde savaşta önemli rol oynamış generallerden biri olan Saigo Takamori’nin heykeli var.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Parkın içinde Tokyo Ulusal Müzesi, Batı Sanatı Müzesi, Metropolitan Sanat Müzesi ve Ulusal Bilim Müzesi gibi müzeler var. Biz bunlardan Tokyo Ulusal  Müzesini gezdik. Çok zengin bir müze. Özellikle tahtaya baskı resimler, porselenler, oyuncakların ve samuray eşyalarının bulunduğu bölümler çok güzeldi. Müzeden çıkıp parkın içine girdik.

IMG_2198Bu parkın benim için önemi içinde 1000’den fazla Vahşi Kiraz Ağacının (bu kiraz ağaçları meyve vermiyorlar) bulunması. Buraya özellikle sakura görmek için geldik. Burada hemen girişte otelde gördüğümüzden daha da fazla kimonolar içinde Japon kadınlarını gördük. Bir güne bu kadar kimonolu kadın sığdırmak! Ne şanslı bir gündeyiz..

Kiraz ağaçlarının altında insanlar öbek öbek oturmuşlar, yeyip, içip, sohbet ediyorlar. Bana önce çok garip gelen bu kalabalık sonradan öğrendiğim kadarı ile aslında bir Japon geleneğiymiş. Ağaçlar altında oturup Sakura izleme ve piknik yapma geleneğine Hanami deniyor. Bu işi geceleri de yapılırken gördüm. Buna ise Yozakura diyorlar. İnsanlar yere serdikleri örtüler üzerine bağdaş kurmuşlar ama hepsi de ayakkabılarını çıkartmış pozisyondalar. Etrafta yüzlerce çiçek açmış kiraz ağacı var. Bir saate yakın bu parkı geziyoruz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ueno parkı gezisi sonrasında öğle yemeğine gittik. Daha yazımın başında söyleyeyim ki Japonya’da aç kalmadık. Nefis yemekler yedik, en iyi örneklerini yedik ve en iyi sunum yapılan yerlerde yedik. Onun için yazımda mümkün oldukça isim vereceğim.

P4030114.JPG

Biz bugün öğle yemeğini Ueno Parkına yakın Tokori Restorantta yedik. Burası Yakiniku (Yakiniku-Japon Barbeküsü; masanın ortasındaki gazlı mangalda pişirilen et ve sebze) usulü et yiyeceğiniz bir mekan. Masaların ortasında bir mangal var. Masaya et, sebze, pilav, soslar ve turşu getiriyorlar. Siz de mangalda eti isteğinize göre pişiriyorsunuz. Aslında Kore mutfağına ait bir pişirme biçimiymiş. Etler çok lezzetliydi. Bunun üstüne sindirimi kolaylaştırsın diye Tomorokoshi (mısır) Çayı içtik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_2430
Bir sonraki durağımız ise İmparatorluk Sarayı ve Bahçesi gezileri oldu. Şimdiki Saray eski Edo Kalesinin bulunduğu yerde. Saray çevresi su dolu bir hendekle çevrili. Edo Kalesinde Japonya’yı 1603-1867 yılları arasında yöneten Tokugawa Şogunu otururmuş. Kale 1888’de büyütülerek saraya çevrilmiş ama İkinci Dünya Savaşında saray yerle bir edilmiş. IMG_2351Şimdiki hali eski saraya benzer şekilde yeniden yapılmış ve hala İmparator oturuyor. Yeni yıl kutlamalarında (2 Ocak) ve İmparatorun doğum gününde  (23 Aralık) sadece halka açılıyor, diğer günlerde ise sarayı gezmek yasak. Saraya girerken gözlük biçiminde gözüken taş köprüyü görüyorsunuz ( Nijubashi Köprüsü). 

IMG_2468.JPG

Sarayın geniş bahçesini ise gezmek serbest. Biz de bu içinde renk renk açmış çiçekler ve ağaçlarla dolu bahçeyi gezdik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_2509.JPG

Bugünün son gezi durağı ise Tokyo Kulesi oldu. Paris’teki Eyfel Kulesi baz alınarak yapılan bu kulenin yüksekliği 333 mt ve örnek alındığı Eyfel kulesinden 13 mt daha yüksek. Minato-ku Shiba Parkına yapılmış. Kuleye asansörle çıktığınızda ilk olarak 150 mt ye çıkılıyor. Sonra başka bir asansörler 250 mt’ye ulaşılıyor. Buradan Tokyo Şehrinin yapılarını ve Tokyo Şehrini kuş bakışı görebiliyorsunuz. Tokyo’ya yapılan yeni kule olan Skytree 634 mt yüksekliği ile en uzun kule olma unvanını Tokyo Tower’ın elinden almış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_2511Gezi sonrası otele döndük ve biraz dinlenme sonrası otelimize yürüme mesafesindeki restorana gitmek için Shibuya Sokaklarına çıktık. Önce Seibu Mağazası önündeki Maneki Neko (Çağıran Kedi) büstü önünde fotoğraflar çektirdik. Maneki Neko,  Japon kültüründe çok önemli yeri olan ve özellikle tüccarların dükkânlarına bolluk ve bereket çağırdığına inanılan bir Japon halk sembolü kedi. Hemen her yerde bu kedi büstünü veya resmini görebiliyorsunuz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_2535Restoranda bu sefer ocak üzerine konmuş iki taraflı ve her bir taraf üzerinde farklı sos (bir tanesi soya sosu, diğerinde içinde yosun olan bir başka sos) bulunan bir kap vardı. Önce çeşitli sebzeler geldi. Ocak ateşlendi ve bizden isteğimize göre sebzeleri bu soslarda pişirmemiz istendi. Isıtılmış bu sebzeleri yedikten sonra ince dilimlenmiş etler getirildi ve bu etleri kaynar soslar içinde pişirdik. Bu et dilimlerini tek hamlede ağzımıza götürdük.  Yumurtaları çiğ olarak bir kaba koyup, pişmiş etlere bulayarak da yiyebiliyorsunuz. Bu kısım pek içimize sinmedi. Bazı arkadaşlar yemekten hiç hoşlanmayıp sıcak soslar içinde yumurta haşladılar. Haşlanmış yumurtayı da biz onlara öğretmiş olduk. Bu stil Japon yemeğine Shabu Shabu deniyor. Japonlar Şabu şabu diye telafuz ediyorlar. “Japon Fondüsü” de denilen Shabu Shabuyu çok ince dilimlenmiş dana etlerin çok kısa bir süre, içerisinde çeşitli sebzeler bulunan ve kaynamakta olan suya batırılıp çıkarılması olarak düşünülmelisiniz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sakeyi ilk olarak o restoranda denedim. Sake Pirinç ve tahıl tozundan yapılan Japon ulusal içkisi. Rakıya benzetilse de bizim rakının yerini tutamaz bence. %18-20 oranında alkol içeriyor. Bardakları özel ve küçük. Bir dikişte bitirilmeli. Eğer iki kişi karşılıklı sake içiyorsa adet olarak biri diğerinin sakesini bardağına dolduruyor. işin raconu buymuş.

HachikoOtelimize dönerken bu sefer Shibuya Tren İstasyonu önündeki Hachiko Heykeline gittik ve fotoğraf çektirdik. Hachiko, Akita cinsi bir köpekmiş ve çok dramatik  de bir öyküsü var. Filme de konu olmuştu ve ağlayarak seyrettiğimi hatırlıyorum.

1924 yılında Ziraat Fakültesi’nde görev yapan Japon profesör Dr. Hidesaburo Ueno, küçük bir köpek yavrusu bulmuş ce sahiplenmiş. Profesör Ueno, köpeğin adını Japonca “sekizinci” anlamına gelen Hachiko koymuş.  Hachiko, her sabah üniversiteye gitmek için evden metroya kadar yürüyen sahibine eşlik ediyormuş. Metronun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurladıktan sonra da eve dönüyormuş. Günlerce bu durum hiç değişmemiş. Ama bir akşam Profesör metrodan çıkmamış. Çünkü Profesör üniversitesinde çalışırken kalp krizinden ölmüş. Hachiko her akşam ”sahibim metrodan gelecek” diye inatla beklemiş. Haftalar, aylar boyunca her akşam Tokyo metrosunun Shibuya istasyonu’nun kapısına gitmiş ve sahibini beklemiş. Bu bekleme tam 9 yıl boyunca sürmüş ve Hachiko 11 yaşındayken metronun kapısında ölmüş (1935).

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İşte bu gece Shibuya Tren İstasyonunun kapısında bulunan ve fotoğraflarını çektiğimiz köpek heykeline konu olan  Hachiko’nun öyküsü bu. Japonlar, sadakat ve insan-hayvan ilişkisinin sembolü olarak ölümünden hemen sonra 9 yıl boyunca sahibini beklediği yere Hachiko’nun heykelini dikmişler.

Kedi heykelleri, köpek heykelleri. Japonlar hayvanları ne kadar seviyorlar diye düşünüyorsunuz değil mi? Gezdiğim kentlerin hiç bir tanesinde sokakta kedi köpek göremedim. Japon rehberimiz Kotomisan’a neden diye sorduğumda aldığım yanıt beni şok etti. “Biz sahipsiz sokak hayvanlarını katlederiz” dedi. Bu da işin bir başka boyutu diye bilin istedim.

Evet sevgili Sanal Gezginler…Japonya’daki ilk gezi günümüzün öyküsü budur. Farkındayım uzun oldu. Ben yazarken bile yoruldum, siz okurken inşallah sonuna kadar gelebilirsiniz. Ama arkadaşlar Tokyo’daki ilk günümüz dolu doluydu ve deneyimler ise daha önce hiç yaşanmamıştı. Uzun uzun yazılmayı hak etmiyor mu sizce?

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

19.04.2016 Saat 02:25