
Eşimle dün gece gözü ile gördüğümüz Yoyogi Parkını, gündüz gözü ile görmeden Tokyo’yu terk etmemeye karar vermiştik. Sabah erkenden kalkıp Yoyogi Parkı gezmeye gittik. Daha otelden adım atar atmaz yağmur yağmaya başladı. Gezimizin ilk günlerinde yağmur bize şöyle keyifli bir sakura fotoğrafı çektirmedi. Pembe yapraklarını dökmeye başlamış olan sakuralar sanki yerde pembe kar var görüntüsü veriyordu.
Artık Tokyo’dan ayrılıp Japonya’nın iç kısımlarına doğru yolculuğa başlıyoruz. Shinkansen denen hızlı trenle önce Nagoya’ya gideceğiz (100-120 dakika-saatte bir kaç tren var), oradan da ekspres trene binip Takayama’ya (140 dakika-saat başı tren var) gideceğiz. Yani sizin anlayacağınız Tokyo’dan Takayama’ya kadar toplamda 4,5 saat sürecek olan bir yolculuğumuz olacak. Bunun için bizlere Japan Rail Pass (JRP) biletleri dağıtıldı. Bunları tur boyunca kullanacağız.

Shinkansen ya da bilinen lakabı ile “bullet train-kurşun tren” Japon halkının rahatlığı, hızı, güvenliği nedeni ile en çok tercih ettikleri ulaşım aracı olmuş. Yeni çıkan Shinkansen modelleri ile hız saat 320 km’ye kadar ulaşmış. Bir de manyetik alan üzerinde hareket eden ve 2015 yılında 603 km hıza ulaşan (dünya rekoru) trenler var. Bu trenlerde, yıllık tren varış-kalkış saatinden sapma ortalaması 54 saniyeymiş. Yani dakikası dakikasına hareket eden ve varan trenler bunlar. JRP kartınızla birlikte hangi hattı kullanacaksanız biletinizi hem binerken ve hem de inerken yanınızda bulundurmak zorundasınız. Bilet üstünde hangi peronda, hangi vagon ve numarada oturacağınız belirli. Perona gidince o vagona ait numaranın yazıldığı yerde tek sıra halinde bekliyorsunuz. Trenin size ait vagon kapısı da tam o çizgide duruyor. Tren hangi saat ve dakikada kalkacaksa o saat ve dakikada kalkıyor. Yani bindin bindin, yoksa bekleme hiç yok! Bindiğimiz Shinkansen, Tokyo-Osaka arası çalışan Tokaido Shinkansen hattı treni. Bunlarla seyahat pahalı sayılacak ücretlerde.
Shinkansene ben dahil (rehberler hariç) herkes ilk kez biniyoruz. Bundan sonraki gezi boyuncada birkaç kez bu hızlı trenleri kullanacağız. Tren tam saatinde geldi ve biz de tren içinde yerimizi aldık. Tren çok rahat. Uçaktan daha konforlu diyebilirim. Zaman zaman çok hızlandı. Bu hızda duyduğumuz ses fazla değil bence. Hangi saat denmişse o saatte Nagoya’da olduk ve biraz yürüyerek diğer trene geçtik. Bu tren de rahatlık bakımından diğerinden aşağı değil. Valizlerimiz Tokyo’da bizden otelden alınarak bir kargo aracına kondu ve onlar karayolu ile bizden ayrı olarak Takayama’ya gittiler. Trenlerde bizleri valiz taşımaktan kurtarma fikrini iyi düşünmüşler.

Takayama’yı ziyaret etme amacımız hem bu şehir gibi iyi korunmuş ve eski Japonya hakkında fikir verecek bir yer olması ve hem de ertesi gün gideceğimiz 3. UNESCO Dünya Kültür Mirası listesi içinde yer alan Shirakawa-go kasabasını ziyaret etmek. Burada yaşayacağımız bir başka deneyim ise Japon tarzı bir evde yani bir “ryokan“da gecelemek.

Takayama şehir turunu yaptıracak olan yerel rehberin adı Nike. Nike bizi tren istasyonu çıkışında karşıladı. Yağmur bizi Tokyo’dan beri takip etmiş.
Takayama’da ilk gezi yerimiz Hida Kokubunji Tapınağı oldu. Bu tapınak Takayama’nın en eski tapınağı olma özelliğini taşıyor. Avluda bulunan Ginko Ağacının 1200 yaşında olduğu tahmin ediliyor. Geniş avluda ilk dikkati çekenler 3 katlı pagoda (Hida Takayama’da tek olma özelliği taşıyor) ve çan kulesi.
Takayama Gifu Eyaletinin dağlık Hida bölgesinde ve 100000’e yakın bir nüfusa sahip bir şehir. Japonya’da Takayama “Uzun Dağ” anlamında ve sık kullanılabildiğinden şehir olan Takayama’yı belirtmek amacı ile, eski bölge adı “Hida”ya izafen, şehre Hida-Takayama’da deniyor. Son zamanlarda Japonya gezilerine, tipik eski ve iyi korunmuş evlerin bulunması nedeni ile, Takayama Şehri sıkça eklenir olmuş.Yüksek kalitede kereste ve bunlara iyi şekil veren ustalar nedeni ile tahta oymacılığı burada önemliymiş. Takayama bölgesine ait kereste ve bu kerestelere şekil veren ustalar öyle meşhurmuş ki buradan Edo’ya kereste ve marangoz götürülürmüş. Takayama’da doğrudan Şogunluk tarafından atanan ve burayı onun adına yöneten idarecilerin bulunduğu Takayama Jinja binası Nakabashi Köprüsünün yanında. Bunlar kaliteli sedir ve selvi ağaçlarının Edo’ya sevkini kontrol ederlermiş. Bu ağaçların yöre halkı tarafından kendi kullanımları için kesimi yasakmış. Bu yasaklara rağmen, zengin tacirlerce bu ağaçlar kaçak kesilir ama idarecilerce anlaşılmasın diye külle koyu renge boyanır ve evlerde kullanılırmış . Bu nedenle buradaki tüm eski evler kara ve kahverengi renkteler ve başka bir renge boyanması yasaklanmış.

Tapınak gezisi sonrası yerel rehber Nike öncülüğünde eski şehri gezmeye başladık. Miyagawa Nehri üzerine kurulu köprü üstünden geçtik. Nehir, İki taraflı dizili evlerle çok güzel bir görüntü veriyor. Takayama eski şehir bölümü gerçekten çok iyi korunmuş. Evlerin önünden akan küçük kanallarla bir zamanlar bu evlerin suyu karşılanırmış. Evlerin tipik bir mimarı yapısı var. Genelde 2 katlılar. Üst katlar, alt katlara göre alçak olduğundan bu katlara ” süprüntü katı” deniyor. Bu evlerin bir diğer özelliği de içerisi görünmesin diye pencere önüne konulan ince çıtalar. Evlerde geniş bir merdiven boşluğu var. Böylece rüzgarın, evin içi boyunca dolaşması istenmiş. Yani bir nevi doğal klima. Takayama’daki ev ve dükkanların çoğunun tarihi, Edo dönemine (1600-1868 yılları) dayanıyor. Eski şehrin Güney yarısında, özellikle de Sannomachi Sokağında çok sayıda eski Japon evi, dükkan, kafeler ve sake dükkanları var. Ama dükkanlar saat 17:00 gibi kapanıyor. Sake imalatı Takayama Şehrinin meşhurlarından. Gerçekten burada içtiğimiz sakelerin tadı farklıydı.
Takayama’nın bir diğer turist çeken olayı ise festivali. Aslında bir değil 2 tane (ilk ve sonbaharda yapılıyor) festivali var. Bu festivalde şehrin çeşitli yerlerinde korunan kutsal emanetler çıkartılıp şehir boyunca gezdiriliyor. Eski şehri gezerken bunların saklandığı yerlerden bir kaç tanesini gördük. Bunların sergilendiği Takayama Yatai Kaikan adlı bir müze de varmış ama biz göremedik.

Daha sonra Kusakabe ailesine ait müze evi gezdik. Kusakabe ailesi zamanın en zengin tacirlerindenmiş. Evin içi, tüm eski Japon evlerinde olduğu gibi sade. Masa, koltuk, sandalye türü eşyalar yok denecek kadar az. Bu da yaşanan alana genişlik veriyor. Bir bölüm Budist inanışa göre ibadet etmeye ayrılmış. Sürme kapılar ve kağıt duvarlar, resim çizilmiş paravanlar var. Evin, olmazsa olmazı, muhteşem bir bahçesi var. Zen Budizmine göre bahçe dizayn edilmiş. Çok güzel bir evdi ve eski Japon tarzının iyi bir örneğiydi.
Şehirde oryantasyon sağladıktan ve tur programında yazılı yerleri topluca gezdikten sonra sokakları kendimiz gezmeye başladık. Ben ayrılıp şehrin yukarısında bulunan mezarlığa doğru bir yürüyüş yaptım. Mezarlıkları ilginç. Zenginlerin mezarları burada da şatafatlı.
Daha sonra tekrar şehrin eski sokaklarını kendim sallana sallana gezdim. Yağmur aman vermiyor bir türlü. Güneşli bir günde, bu saatlerde muhteşem kareler alabilirdim. Kısmet tabii.
Bu şehri yürüyerek gezmek için 2 saat bile yeterli. Ancak bu yazıyı yazarken öğrendiklerimle aslında bu şehirde tüm günümü geçirebilir ve çevresini gezmek için de 1 gün daha programa ekleyebilirdim. Size aşağıdaki linkte bir video adresi veriyorum. Tıklar ve izlerseniz haklı olduğumu anlarsınız.
https://www.youtube.com/watch?v=x3y1aJ1p6eU
Daha sonra hanım ve bir arkadaş grubum ile karşılaşıp açık olan ender kafe dükkanlarından bir tanesine girdik. Burada çok tatlı ve gördüğümüz en güler yüzlü Japon çiftten hizmet aldık. Kafe içelim diye girdiğimiz bu otantik kafe dükkanında, çiftin tatlılığı karşısında siparişlerimizi sakeye çevirdik. Takayama sakesi farklı tatta ama bu ortamda daha da güzel geldi bize.
Hava iyice kararınca otelimize döndük. Takayama’daki otelimiz Takayama Hida Hotel Plaza. Burada geleneksel ryokan tarzı konaklamayı, lüks bir otel havasında yaptık. Belki daha geleneksel bir ryokan tarzı otel olabilirdi ama otelin konumu çok iyi. Geleneksel olanların bazılarında tuvalet ortak ve grup olunca konfor eksikliği rahatsız edebilirdi. Özetle biz otelden memnun kaldık. Takayama’da açık havada onsen (kaplıca) kısmı da eksik kaldı. Ryokanlar bir zamanlar yol üstü konaklama yerleriymiş. Bizim kervansaraylar gibi yani.
Kocaman bir odamız var ve içeri girerken mutlaka ayakkabılar çıkartılıyor. Tatami denen hasır döşeli odalarda eşya çok az. Masa ayakları çok kısa. Yatak sert ve yere döşeli. Yatak ve yastığın bir bölümünde pirinç oluyor. Yatakta çok rahat uyuduk. Kapılar sürme kapı. Odalarda Yukata denen bir giysi var. Bunu giyerek otelde gezerseniz ryokanda konaklama havasına iyice giriyorsunuz.

Akşam yemek ise bir başka güzeldi. Burada da masamızın üzerine kişiye özel küçük bir mangal düzeneği getirildi. Etler ve sebzeleri bundan pişirip yedik. Kendin pişir kendin ye hesabı yani. Çevresi ormanlık, yeşillik alanlarca zengin olan Takayama’nın eti de çok lezzetliydi. Kobe eti meşhur ama Takayama ve Kanazawa’nın etlerini de tatmış biri olarak Kyoto etinden daha meşhurları da var diyebilirim.
Evet! Sevgili Sanal gezginler, gezmek her halde yaşantımın en önemli olayı. Bu yazıları yazarken geziyi tekrar ve hatta daha da güzel yaşıyorum. Kaynaklarda yazanları ziyaret etmişsem seviniyor, atladıklarımı fark edince üzülüyor, hayıflanıyorum. Takayama kesinlikle Japonya gezisinin en güzel yerlerindendi. Bir gece daha kalmayı ve çevresini gezmeyi kesinlikle hak ediyor. Şu ana kadar yazdığım yerler içinde, bende Japonya’ya bir daha gitme isteğini uyandıran en önemli bölüm oldu.
Gezdiğiniz gördüğünüz kadar zenginsiniz. Bir de sağlıklı olmaya ve gezecek kadar kazanmaya devam edebilirsek ne mutlu bizlere…
Gezekalın.
Dr Ümit Kuru
29.04.2016 Saat 01:40




Aslında biz bugün Japonya’daki ikinci Dünya Miras Listesi eserimizi görmeye gidiyoruz. Fujisan 2013 yılında Dünya Kültür Miras Listesine alınmıştır ve 3776 mt ile Japonya’nın en yüksek dağı konumundadır. Bu dağ halen aktif olan bir yanardağ olsa da en son faaliyetini 1707-08 yıllarında göstermiş. Fujisan çok güzel bir görünüme sahip. Fuji Dağı, uzun eğimli koni biçiminde bir yanardağ. Tepe kısımları her daim karlar altında. Utangaç bir dağ ve çok sık olarak bulutlar arkasında kalıyor. Aslında Fujisan ve Hakone’yi içine alan çevresi Fuji-Hakone-Izu Millî Parkı olarak adlandırılıyor. 





Nehir yanı balık marketinin -Uogashi-, yani Tsukiji Balık Marketinin tarihi çok eskilere dayanıyor. Edo döneminin başlangıç yıllarına, 16. yüzyıla kadar gittiği söyleniyor. Tokugawa Ieyasu, Tsukudajima, Osaka gibi kentlerden yeni kurduğu ve o zamanın Edo’su, günümüzün Tokyo’suna balıkçıları davet etmiş. Amacı Edo Kalesinin balık ihtiyacını onlardan temin etmekmiş. Balıkçılar kalenin balık ihtiyacını karşılarken, kalan balıkları ise Nihonbashi Köprüsü kenarında halka satmaya başlamış. Zamanla talep de artınca pazar büyümüş. Civar limanlardan getirilen balık, Şogun tarafından atanmış bir yönetici nezaretinde, toptan şekilde yerel tüccarlara satılıyormuş ve onlarda balığı halka satıyorlarmış. Bu satış o zamanda, günümüzde olduğu gibi açık arttırma usulü ile olurmuş. Fiyatlar satıcı ve alıcı arasında pazarlıklarla ortaya çıkarmış. Aynı şekilde sebze satışı da toptan olurmuş. İşte buranın, Tsukiji Balık Marketinin çıkış noktası olduğu düşünülüyor.







Tapınak alanlarına “Torii” (Tanrı Kapısı-Yolu) denen kapılardan geçerek girilir. Tapınağın girişinde sağlı sollu bulunan aslan, köpek veya tilki heykelleri “Koma inu” olarak adlandırılıyor. Gerçekten sonradan gezdiğimiz tapınakların girişlerinde bu hayvan heykellerinin değiştiğini gördük. Bu hayvan heykellerinin tapınağı koruduklarına inanılıyor. Ziyaretçilerin dileklerini tahta plakalara yazarak bıraktıkları kısma “ema” deniyor. El ayak çekildikten sonra Kamilerin (Tanrılar) gelerek bu dilekleri okuduklarına inanılıyor. Omikuji, içinde yazılar bulunan kıvrılmış kağıtlara deniyor. Bu bir çeşit fal aslında. İnsanlar bu fal kağıtlarını çekip okuyor, sonra da ağaç dalına bağlıyorlar. Ağaç dalına bağlanan fal iyiyse gerçekleşeceğine, kötüyse iyiye dönebileceğine inanılıyor. Tapınağa girmeden önce arınma çeşmesindeki bir kepçe ile su alarak ellerinizi yıkamanız, avucunuza aldığınız suyla ağzınızı çalkalayarak yalağa tükürmeniz gerekir. Doğrudan kepçe ile su içilmez, ağza alınan su yutulmaz.







kyo Hava Limanına indi ve gümrük işlemleri sonrasında bizi karşılayan yerel rehberimiz Kotomisan ile buluştuk. Doğruca otelimiz olan Tobu Hotel’e gittiğimiz halde, yol 1 saat kadar sürdü. Otel şehrin Shibuya adlı bir bölgesinde ve merkezde. Ortalık ışıl ışıl, cıvıl cıvıl. Otele girdikten sonra uykusuz geçen yolculuğun yorgunluğu kendini belli edince vurdum kafayı yattım.
Otel lobisine inince etrafta rengarenk kimonoları ile dolaşan genç-yaşlı bir sürü kadın görünce neye uğradığımızı şaşırdık. Sanki geldiğimizi duyan Japon kadınları bizim otele toplanmışlar ve bizi karşılamaya gelmişler. Meğerse, cumartesi olan o gün, bir gösteri varmış ve civardan gelen katılımcılardan bir kısmı bizim otelde konaklamışlar. Gösteriye katılmak için gitmeden önce lobide toplanıyorlarmış. İstesek, para versek böyle bir fırsat yaratamazdık. Tokyo olsun, diğer gezdiğimiz şehirlerde olsun etrafta bolca kimonolu kadın görüyorsunuz. Ancak bu kadınların çoğu Japon değillermiş. Bunlar çoğunlukla Japonya’yı ziyarete gelen Çinli turistlermiş. Bunların turlarında kadınlara isterlerse opsiyonel olarak kimono kiralanır ve onlara giydirilirmiş. Çinli turistler kimono ile şehirde gezmeyi pek seviyorlarmış. Bu nedenle en güzel ve doğru kimono giyinmiş halleri ile Japon kadınlarla aynı otelde kalmış olmak ve gezinin daha ilk gününde onlara rastlamak iyi bir şanstı doğrusu . Gezi güzel başladı.


Bu parkın benim için önemi içinde 1000’den fazla Vahşi Kiraz Ağacının (bu kiraz ağaçları meyve vermiyorlar) bulunması. Buraya özellikle sakura görmek için geldik. Burada hemen girişte otelde gördüğümüzden daha da fazla kimonolar içinde Japon kadınlarını gördük. Bir güne bu kadar kimonolu kadın sığdırmak! Ne şanslı bir gündeyiz..

Şimdiki hali eski saraya benzer şekilde yeniden yapılmış ve hala İmparator oturuyor. Yeni yıl kutlamalarında (2 Ocak) ve İmparatorun doğum gününde (23 Aralık) sadece halka açılıyor, diğer günlerde ise sarayı gezmek yasak. Saraya girerken gözlük biçiminde gözüken taş köprüyü görüyorsunuz ( Nijubashi Köprüsü). 

Gezi sonrası otele döndük ve biraz dinlenme sonrası otelimize yürüme mesafesindeki restorana gitmek için Shibuya Sokaklarına çıktık. Önce Seibu Mağazası önündeki Maneki Neko (Çağıran Kedi) büstü önünde fotoğraflar çektirdik. Maneki Neko, Japon kültüründe çok önemli yeri olan ve özellikle tüccarların dükkânlarına bolluk ve bereket çağırdığına inanılan bir Japon halk sembolü kedi. Hemen her yerde bu kedi büstünü veya resmini görebiliyorsunuz.
Restoranda bu sefer ocak üzerine konmuş iki taraflı ve her bir taraf üzerinde farklı sos (bir tanesi soya sosu, diğerinde içinde yosun olan bir başka sos) bulunan bir kap vardı. Önce çeşitli sebzeler geldi. Ocak ateşlendi ve bizden isteğimize göre sebzeleri bu soslarda pişirmemiz istendi. Isıtılmış bu sebzeleri yedikten sonra ince dilimlenmiş etler getirildi ve bu etleri kaynar soslar içinde pişirdik. Bu et dilimlerini tek hamlede ağzımıza götürdük. Yumurtaları çiğ olarak bir kaba koyup, pişmiş etlere bulayarak da yiyebiliyorsunuz. Bu kısım pek içimize sinmedi. Bazı arkadaşlar yemekten hiç hoşlanmayıp sıcak soslar içinde yumurta haşladılar. Haşlanmış yumurtayı da biz onlara öğretmiş olduk. Bu stil Japon yemeğine Shabu Shabu deniyor. Japonlar Şabu şabu diye telafuz ediyorlar. “Japon Fondüsü” de denilen Shabu Shabuyu çok ince dilimlenmiş dana etlerin çok kısa bir süre, içerisinde çeşitli sebzeler bulunan ve kaynamakta olan suya batırılıp çıkarılması olarak düşünülmelisiniz.
Otelimize dönerken bu sefer Shibuya Tren İstasyonu önündeki Hachiko Heykeline gittik ve fotoğraf çektirdik. Hachiko, Akita cinsi bir köpekmiş ve çok dramatik de bir öyküsü var. Filme de konu olmuştu ve ağlayarak seyrettiğimi hatırlıyorum.