
Orta Amerika gezimizde Kosta Rika sonrası gezdiğimiz ülke Nikaragua oldu. Kosta Rika’nın Penas Blancas sınır karakolundan geçiş yaptığımız Nikaragua, Kosta Rika ile aynı coğrafyayı paylaşsa da iki ülkenin karakteristiği, insanları birbirinden çok farklı. Doğrusu başlangıçta “Kosta Rika’yı mutlaka daha fazla gezmemiz gerekirdi, Nikaragua da nereden çıktı?” diye düşündüysem de geziyi “Keşke Nikaragua’yı daha fazla gezebilseydim” diye düşünerek tamamladım.

Önce sınır geçişi ile ilgili bazı şeyleri söylemem gerekir. Karayolu ile Kosta Rika’dan Nikaragua’ya geçiş epey bir zahmetli. Arenal’daki otelimizden sabah erkenden yollara düşmesek “günü yollarda yedik” diyebilirdim. Kosta Rika’da kaldığımız otelden sınıra kadar 200 km’ye yakın yol yaptık. Sınırda sizden 9 USD kadar bir çıkış parası alıyorlar. Bu parayı pasaport işlemleri yapılan yerde de tahsil etmiyorlar. Civarda bu parayı havale edebileceğiniz aracı firmalar kurulmuş. 2 USD fark ile sizin adınız ve pasaportunuz üzerinden bankaya parayı yolluyorlar. Ancak ondan sonra sınırdan geçiş yapabiliyorsunuz.
Sınır bazen çok kalabalık oluyormuş, Allah’tan kalabalık zamana denk gelmedik. Bu halde bile sadece Kosta Rika sınırını geçmemiz yaklaşık 1,5 saati buldu.
Ellerimizde valizlerle kısa bir mesafeyi yürüyerek Kosta Rika-Nikaragua arası ara bölgeyi geçtik. Sınırın Nikaragua tarafı ise bir başka eziyetti. Burada da sarı humma ve COVİD 19 aşı karnenizi görmek istiyorlar. Bunların varlığını görmedikten sonra Nikaragua tarafına girişe izin verilmiyor. Yani yanınızda belgeleriniz yoksa Nikaragua’ya giremeyebilirsiniz. Nikaragua sınırında da giriş harcını yatırıyorsunuz. Ama parayı burada pasaport işlemi yapılan yerde alıyorlar. Sonunda Nikaragua’ya ayak bastık ve sınırdan ülke içlerine doğru yollara düştük.

Nikaragua Orta Amerika kıstağının en büyük ülkesi. Yüzölçümü 130000 km2 ve 6.800.000 gibi bir nüfusa sahip. Başkenti Managua. Para birimi Cordoba. Para değerleri bizimkinden düşük; 1 Cordoba=0,5 TL. Kahve, puro almayı buraya saklayın diyeceğim ama onların da satışları Amerikan Doları üstünden. Yine de Kosta Rika’ya göre kesinlikle daha ucuz. Özellikle puro ve kahve severler bolca alışveriş yaptılar. Kosta Rika’ya göre doğaya karşı kesinlikle daha hoyrat davranıyorlar. Tarihine ise ayrıca girilmeli. Bir dahaki bölüme konu ederim. Özellikle Kolomb Dönemi sonrası çok ilginç ve bağımsız devlet olmaları sonrası neredeyse hep otokratik bir düzen içinde yönetilmişler.

Sınırdaki eziyet sonrasında hem stresimiz ve hem de açlığımız tavan yaptı. Programımızda olduğu üzere önce San Juan Del Sur şehrine gittik. Burada sahil kenarındaki bir tesiste yemeğimizi yerken isteyenlerin Pasifik Okyanusu’nda denize girme denemeleri oldu. Deneme diyorum çünkü bizimkiler denize girmeye teşebbüs ettikçe kuvvetli dalgalar onları sahile geri getirdi. Bir süre sonra da bu olay bizimkiler için bir oyuna dönüştü. Bu sahiller zaten sörfçüler tarafından iyi bilinen yerler. Burada geçirdiğimiz zaman bize yeniden enerji verdi.




San Juan Del Sur bir dönemin önemli yerleşkelerinden birisi olmuş. Hikaye şu; Kaliforniya’da altın bulunma haberleri üzerine Amerika Birleşik Devletlerinin doğu kıyılarından Kaliforniya’ya “Altına hücum!” seferleri başlamış. İnsanlar bir şekilde Kaliforniya’ya ulaşmaya çalışmışlar. Newyork’tan kalkan buharlı gemiler Panama üzerinden Kaliforniya’ya yolcu taşımışlar. Bu iş için o dönemde buharlı gemiler kullanılmış.
Amerika tarihinin en zenginlerinden sayılan ve 17. yüzyılda aile büyüklerinin Hollanda’dan Newyork’a göç ettiği Cornelius van Derbilt Kaliforniya’ya daha kısa bir yol aramaya başlamış. Bu alternatif yol arama çabalarında Panama’da yolcu taşıma haklarının kendisinden önce birileri tarafından kapılmasının da payı olmuş. “Amiral” (The Commadore) lakaplı Cornelius Nikaragua’yı bu iş için gözüne kestirmiş. Nikaragua, Amerika’ya daha yakın ve orada buharlı gemi ile taşımacılık işini yapan da o dönemde henüz yokmuş. Cornelius 1850 yılında zamanın Nikaragua yönetiminden buharlı gemi ve demiryolu ile taşımacılık imtiyazlarını alarak Accessory Transit Company (ATC) adlı bir şirket kurmuş. Bu zeki girişimci adamın kurduğu şirket, yolcuları New York’tan vapurla Karayipler’deki Nikaragua’nın San Juan del Norte veya Kosta Rika’nın Limon Sahili’ndeki limanlara götürmüş. Yolcular bu limanlardan, San Juan Nehrini (Rio San Juan’ı) buharlı gemi ile geçirtilerek Nikaragua Gölü‘ne ulaştırılmış. Bundan sonra da göl geçilmiş. Daha sonra posta arabaları ile dar kıstak geçilerek bizim bugün yemek yediğimiz San Juan del Sur‘a ulaşılırmış. Bu limandan kalkan başka bir vapur, son durak olan San Francisco’ya yol alırmış. Yani sizin anlayacağınız şimdilerde sessiz, sakin gözüken San Juan del Sur Kasabası, Cornelius van Derbilt‘in alternatif altına hücum rotasının merkez üssü konumundaymış.




Amerikalı William Walker maceracı, haydut ve paralı bir asker. 19. yüzyılda birçok Latin Amerika ülkesinde darbe yaparak yönetimi ele geçirmeye çalışmış. 1856 – 1857 yılları arasında Nikaragua Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığını da ele geçirmiş Nikaragua’da Cornelius’un gemi ve demiryollarının da üstüne oturmuş (gerçi bu onun sonu olmuş). San Juan del Sur’la ilgili yazıları okurken çok ilginç bir tarihi bilgiye rastladım, hemen paylaşayım;
1856’nın sonlarında San Juan del Sur körfezi açıklarında “destansı” bir deniz savaşı olmuş. William Walker’ın, Kosta Rika ile olan deniz savaşından bahsediyorum. William Walker’e ait Amerikan guleti ile Kosta Rika güçlerine ait bir gemi San Juan del Sur körfezinde savaşa tutuşmuş. Dört saat süren top ateşi ve manevralardan sonra, Kosta Rika gemisi batırılmış ve Amerikan korsanı bir savaş kazanmış. Bugün silahlı birliği olmayan Kosta Rika’nın tarihinde yaptığı tek deniz savaşı da burada olmuş.

Bu sahiller bizim “Survivor” tarzı oyunlar için de mekan olmuş. Bu yarışma için bu sahillerde setler kurulmuş. Yemeğim bitince kasabanın içine girip sahil tarafından tekrar tesise gelen bir yolu yürüdüm. Sahilin başında olan bölümde daha çok Nikaragua’lı yerli turistler vardı.

Sonra bir kısım arkadaşla birlikte körfeze en tepeden bakan yere dikilmiş olan “Bağışlayıcı İsa” (Cristo de la Misericordia) heykeline götürüldük. Buraya kadar yürüyüş yapılıyormuş ama dar zamanda bu yürüyüşü asla tavsiye etmem. Yol kısa değil ve yokuş yukarı. Heykele çıkan merdivenler bile çok dikler. Ancak tüm bu yazdıklarımdan “bu alana gitmeyelim” mesajı sakın çıkartılması. Yukarıda manzara müthiş. At nalı görünümümde, içinde 2 gemicikle deniz savaşının yapıldığı körfez ayaklarınızın altında duruyor.

Bu güzellik nedeni ile bu kasabaya Amerika ve Kanada’dan çok sayıda yerleşimci gelmiş ve yaşamlarını buraya taşımışlar.
25 metre uzunluğunda olan heykel en uzun İsa heykellerinden bir tanesi. Körfeze en yukarıdan bakan ve bu kasabayı koruyan da Bağışlayıcı İsa Heykeli.

Daha sonra konaklama yapacağımız Granada Şehri‘ne doğru yola çıktık. Ancak yolumuz üstünde Nikaragua Gölü kenarında kısa bir fotoğraf molamız oldu.

Nikaragua Gölü, Orta Amerika’nın en büyüğü olan (8.264 km²) bir tatlı su gölü. Bölgeye ilk gelen İspanyol fatihler bu adaya “Tatlı Deniz-La Mar Dulce” adını takmışlar. Göl içerisinde 400’den fazla adacık, üç ada ve iki yanardağ bulunuyor. Bu göl tatlı su köpekbalıklarına (boğa köpekbalıkları) ev sahipliği yapan tek göl.

Meksika taraflarından göç eden Nauhtl dilini konuşan yerli kabileler bu göl çevresine yerleşmişler. İspanyollar bölgeye geldiği zaman Nikarao adlı şefin yönettiği bir kabile ile karşılaşmışlar. İspanyollar Şef Nikarao’nın adını, gölden esinlenerek İspanyolca su anlamındaki “aqua” ile birleştirerek bu topraklara Nikaragua adını vermişler.

Göl kenarında uzakta görülen Ometepe Adası‘nda, dar bir kıstakla birbirine bağlanmış Concepción ve Maderas adlı iki volkan bulunuyor. Orada iken bu adanın önemini pek anlamamıştım ama bu yazıyı hazırlarken “keşkelerimden bir tanesi de oraya gidememek oldu. Nikaragua’ya gidilmişken bu kısmın da geziye eklenmesi ne güzel olurdu.

Ometepe Adası gölün en büyük adası. Nauhatl dilinde “ome” iki anlamında, “tepe” ise tepe demek. Yani Ometepe, “İki Tepe” anlamında kullanılmış. Bu adın verilmesinin nedeni ise üzerinde bulunan ve yukarıda adlarından bahsettiğim iki volkanik dağ. Volkanik dağlardan Concepción hala aktif ama Maderas sönmüş bir volkan kabul ediliyor. Bu adada milattan önce 1500 yıllarına kadar giden yerleşimin izleri var.

Göl kenarı gezimiz sonrasında konaklama yapacağımız Granada Şehrine doğru yola çıktık. Akşam saatlerinde şehre vardık. Granada tarihsel, ekonomik ve politik olarak Nikaragua’nın en önemli şehirlerinden bir tanesi. Bu şehirdeki otelimiz Hotel Plaza Colon tam merkezde, kolonyal tarzda güzel bir otel. Otele yerleşip akşam karanlığında otel civarını keşfe çıktık. Otelin karşısında merkez parkı yer alıyor. Otelin hemen yanında ise kültür merkezi var. Müziğin geldiği bu bina içinde gençler dans eğitimi alıyorlardı. Akşam yemeğini yedikten sonra katedralin yanındaki caddeden (C. La Calzada) aşağıya doğru yürüdük. Burada hepsi kolonyal tarzda olan binalar barlara, kafelere dönüştürülmüş.





Diğer bölümde Granada’dan Nikaragua gezimize devam ederiz.
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
15.04.2023