Tüm Çekincelerinizi Bir Kenara Bırakın! İRAN GEZİ YAZISI:Tahran

Son gezimizi yaptığımız Kaşan şehrinden, Tahran’a kadar ki mesafe 245 km. Yol üzerinde Kum Şehrini pas geçip akşamın ilerleyen saatlerinde otele yerleştik. Tahran’ın trafiği gerçekten çok kötü. Mesafeler kısa olmasına rağmen trafikte dakikalarca beklemek zorunda kalabiliyorsunuz.

İran’ın 18 milyonu bulan nüfusu ile en büyük kenti ve başkenti olan Tahran, Elburz Dağları’nın eteklerindeki yaylaya kurulu bir kent. Kaçar Hanedanlığının ilk üyesi olan Ağa Muhammed Şah başkenti 1788 yılında Tahran’a taşımış ve o gün bugündür de Tahran başkent kalmış. Hem Kaçar Hanedanları ve hem de Pehlevi Hanedanları şehri büyütmüşler ve modernleştirmişler.

Tahran’da ilk gezi durağımız Gülistan Sarayı oldu. Burası 2013 yılından beri UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içinde olan bir yer.

Gülistan Sarayı rahatlıkla yarım gününüzü geçirebileceğiniz, vaktinizin dar olduğu bir zamanda bile en az 3 saatinizi vermeniz gereken bir ziyaret yeri. Vakti ile burada 1500’lü yılların ortalarında Safeviler zamanından kalma, kilden sazdan yapılma, bir kale saray varmış. Sonra Zend Hanedanından Kerim Han bu kaleyi yenilemiş. Ama burayı şu anki görkemine kavuşturan Kaçar Hanedanları olmuş. İlk Kaçar Hanı olan Ağa Muhammed Han Tahran’ı başkent seçince hanedanlığına yakışır bir saray istemiş. Sonunda daha önceki Pers el sanatları ve mimarisinin, Batı etkileriyle başarılı bir şekilde bütünleşmesini bünyesinde barındıran Kaçar döneminin başyapıtı Gülistan Sarayı ortaya çıkmış. Burada şahlar taç giymişler, törenler yapmışlar.

Pehleviler Döneminde sarayın bazı bölümleri, maalesef, modernleşme uğruna gözden çıkarılmış ve yıkılmış. Sarayın şu anda var olan bölümleri; Şems-ül İmare (Güneş Konağı), Takht e Marmar (Mermer Taht Salonu), Talar e Salam (Kabul-Karşılama Salonu), Negar Khaneh (Müze Salonu), Talar-e Ayaheh (Aynalı Salon), Havuz Odası (Howz Khaneh), Kerim Han Köşesi (Khalvat e Karim Khani), Fildişi Salonu (Talar e Adj), Berelyan Salon (Talar e Brelian), Badgir Binası (Emarat e Badgir), Elmas Salonu (Talar e Almas), Abyaz Saray (Ebyez Sarayı-Antropoloji Müzesi). Sarayın her bölümü için ayrı bilet almanız gerekiyor. Gezmeyeceğiniz yerler için gereksiz yere para vermeyin. Koyu renk karakterli olanlar içini de gezdiğim yerler. Diğer bölümlerin ise dışarıdan görüntüleri ile yetindik.

Saraya girişte büyükçe havuzun yanından geçerek ulaştığınız ilk yer Mermer Taht Teras’ı olacaktır. Alanda bulunan taht 1747’den 1751’e kadar inşa edilmiş. Taht Yezd’deki bir madenden çıkarılan 65 adet mermer taş parçasından oluşturulmuş ve dönemin en ünlü sanatçıları bu işte görev almışlar. Mermerden oyulan erkekler, kadınlar, periler ve şeytanlar tahtı alttan destekliyorlar. Teras, tablolar, mermer oymalar, çini işleri, aynalar, ahşap oymalar ve kafes pencerelerle süslenmiş. Yani İran mimarisinin en güzel örneklerini bir arada görebileceğiniz bir yer burası.

Bu bina Kaçar Şahlarının taç giyme, valileri kabul etme ve Nevruz selamlaşma yeri olarak kullanılmış. Bu yerde yapılan son taç giyme töreni Aralık 1925’te Rıza Pehlevi’nin taç giyme töreni olmuş.

Mermer Taht Terası yanında Kerim Han Köşesi bulunuyor. Mermer Taht Terası’na göre daha küçük ve daha mütevazi. Kerim Han Zend’in konutunun bir bölümü olan bu teras Nasr al-Din Şah için nargilesini içtiği gözlerden uzak ve yalnızlığı yaşadığı bir mekan olarak biliniyor.

Kerim Han Köşesi ile ilgili okuduğum en ilginç bilgi Ağa Muhammed Han Kaçar’ın, babasını öldüren, kendisini esir olarak tutan ve hadım eden Kerim Han’a olan nefretinin ifadesi olarak onun Şiraz’da bulunan mezarından kemiklerini çıkarttırıp, Kerim Han Köşesinin merdivenleri altına gömdürüp, her gün üstünden geçmesi oldu. Rıza Pehlevi iktidara geldiğinde buradan kemikleri çıkarttırıp Kum Kentine gömdürmüş. Bu terasın ortasında bir havuz var. Tavandaki süslemeler müthiş.

Mermer Taht Terasından sağa doğru yürüdüğünüzde karşınıza ana bina çıkacak. Binada ilk gireceğiniz yer Negar Khaneh (Müze Salonu). Nasr ed Din (Nâsırüddin) Şah Kaçar Avrupa’ya çıkan ilk İran Şahı. Avrupa kentlerini gezerken müzelerden ve tiyatro salonlarından çok etkilenmiş. Gülistan Sarayı içinde de bu şekilde bölümler yapılmasını istemiş. Müze salonunda çeşitli tablolar ve objeler sergileniyor.

Binanın aynalı merdivenlerinden yukarı salonlara çıkılıyor. Yukarılarda Kabul (Karşılama) Salonu, Aynalı Salon, Fildişi Salon gibi salonlar var. Bir salondan diğerine geçiş yapılabiliyor.

En görkemli salon Kabul Salonu. Bu salonda zamanında Güneş Tahtı (Tavus Kuşu Tahtı) denen taht varmış. 1980’lere kadar Gülistan Sarayında bulunan bu taht, üzerinde bulunan değerli taşlar yüzünden İran Merkez Bankası kasalarına kaldırılmış. Bu taht Feth Ali Şah Kaçar için yapılmış. Sonrasında da İran kralları bu tahtta taç giymişler.

Kabul salonunda kralın huzurunda törenler ve resepsiyonlar yapılmış. Hem zamanında bu sarayı ziyaret eden Avrupalı elçiler ve ziyaretçilerin, hem de bizim gibi bugün ziyaret edenlerin bu sarayın Kabul Salonu’ndan etkilenmemeleri mümkün değil. Avrupa’nın en ünlü sarayları bu saray yanında mütevazi kalır. Enfes ayna çalışmaları var. Tavan ve duvarlar alçı sıva ile süslü, zeminler mozaik kaplı.

Duvarlarda Kaçar Hanedanlarına hediye edilen ya da onların yaptırdıkları tablolar var. Salonun bir köşesinde bal mumundan heykeli ile taht üzerinde oturan Şah var.

Aynalı Salon, Feth Ali Şah’ın emriyle inşa edilen ve rutubetten dolayı harap olan Kristal Salon yerine Nasr ed Din (Nâsırüddin) Şah döneminde yapılmış. İnşası 3 yıl ama ayna işleri 4 yıl sürmüş. Ayna ve kristal avizeleri ile ünlü bu salonun ismi de aynalardan geliyor.

Bu salonun tüm duvarları renkli ve el yapımı aynalarla süslenmiş. Salonda kullanılan tüm renkli aynalar İranlı sanatçılar tarafından tasarlanmış ve yapılmış.

İran’lı ressam Kamal-ol-Molk tarafından yapılan ve sarayın duvarına asılı “Aynalı Salon” resminde, Nasr ed Din Şah, Aynalı Salon’da ortadaki bir sandalyeye oturmuş ve pencerenin dışındaki Gülistan bahçesini seyrederken resmedilmiş.

Fildişi Salon yemek için kullanılan büyük bir oda. Kabul Salonu ve Aynalı Salon’dan önce yapılmış ve Nasr ed Din Şah dönemi yapılarından bir tanesi. Ancak daha sonra cephesi diğer iki salonla uyumlu olacak şekilde değiştirilmiş.

Salon, Avrupa hükümdarları tarafından Nasr ed Din Şah’a sunulan bazı hediyelerle süslenmiş. Pehlevi döneminde Fildişi salonu, kabul ve resmi partilerinin yeri olmuş. Bu nedenle, Pehleviler Döneminde salonun iç düzenlemesinde büyük değişiklikler yapılmış.

Bu binada Kaçar ve Pehlevi dönemlerinde kullanılan mutfak gereçlerinin sergilendiği bir salon da var; Talar-e Zoruf. Dünyanın her yerinden çok güzel porselen tabak çanak gibi mutfak eşyaları sergileniyor. Bu salonu Muhammed Rıza Şah düzenlettirmiş. Sonrasında bu binayı terk ediyorsunuz.

Kompleksin doğu tarafında Şems ül İmare (Güneşin Konağı) adlı bir başka güzel bina daha var. Burası Nasr ed Din (Nâsırüddin) Şah zamanında 1903-1905 yılları arasında yaptırılmış. Nâsırüddin Şah Avrupa mimarisini yakından takip edermiş. O zamanların Tahran’ı için gökdelen sayılabilecek yükseklikteki bina ile Tahran panoraması görülebiliyormuş. Bu binanın bir diğer özelliği ise yapımında metal kullanılan ilk bina olması.

Bina Moayer al-Mamalek olarak bilinen büyük bir mimar tarafından yapılmış. Tasarım olarak İsfahan’daki Ali Kapı Sarayına benziyor. Her biri iki katlı bir terasa sahip iki kule ve altı ince sütun var. Yapının öne çıkan özellikleri olarak ortada bir saat kulesi ve cepheyi süsleyen çok renkli çini işçiliği ilk bakışta dikkati çekiyor.

Birinci kat, yanlarda iki kanatlı pencere bulunan sütunlu bir teras ile ön plana çıkan zarif bir ayna salondan oluşuyor. Nâsırüddin Şah günlük hayatını ikinci katta geçirirmiş. Birinci kat daha çok törenlere ayrılmış.

Dış pencereler kısmında, Kaçar dönemi sembolü olan Güneş ve Aslan figürlü çiniler var. Yan odalarda da hatırı sayılır ayna işi, kafes işi ve fresk süslemeleri bulunuyor.

Bu bina ile komşu olan Badgir Kulesi (Emarat-e Badgir). Gülistan Sarayı’nın güney kanadının doğu köşesindeki son derece gösterişli bir yapı. Rüzgar Kulesi Salonu Feth Ali Şah Kaçar döneminde inşa edilmiş. Nâsırüddin Şah döneminde ise eklemeler yapılmış. Nâsırüddin Şah’ın oğlu Muzaffer al-din Şah’ın taç giyme töreni, 1896’da yaz sıcağına denk geldiği için bu yapının ana salonunda yapılmış.

Pehlevi döneminde bu bina Başbakanlık makamı olarak kullanılmış ve II. Pehlevi taç giyme töreninde tamamen yenilenmiş. Bodrum katında güzel bir antre var.

Beyaz Saray (Kakh-e Abyaz), Nâsırüddin Şah’ın saltanatının sonlarına doğru, kendisine gönderilen mobilya, halı, perde ve heykel gibi birçok değerli hediyeyi barındırmak için yapılmış. Buranın bir diğer adı Sultan Abdülhamid Salonu. Bizim Sultan Abdülhamid, nedense, Nâsırüddin Şah’a bir sarayı donatacak kadar eşya ve halı hediye etmiş. Şah da bu kadar hediye için kendisine küçük bir saray inşa etmek zorunda kalmış. Kompleksin diğer yapılarından çok daha basit bir bina.

Sarayın bazı bölümlerinin içini gezmeye vaktimiz olmadı. Son anlarımızı sarayın bahçesinde gezerek, Beyaz Saray (Kakh-e Abyaz) önünde oturarak ve sarayı ziyarete gelen okul çocukları ile poz vererek geçirdik.

Bence Tahran’da ihmal edilemeyecek en önemli gezi yeri Gülistan Sarayı’dır. Mutlaka ve mutlaka görmelisiniz.

Gülistan Sarayı sonrasında Rıza Abbasi Müzesi ziyaretimiz oldu. Rıza Abbasi, Safevi döneminin çok önemli bir ressamı ve bu müze de onun adına açılmış olan bir müze. Son İran Şahı olan Muhammed Rıza Pehlevi’nin 3. eşi olan Farah Diba’nın çabaları ile ortaya çıkarılmış bu müze içinde M.Ö 2000 yılından, Kaçarlar dönemi sonuna kadar çok sayıda eser sergileniyor.

Farah_Diba (1959)

Farah Diba, ilginç ve üzerinde konuşulmaya değer bir insan. Pehlevi Hanedanından bahsetmedim ama onları konuşmayı bence sonraya bırakalım. Benim izlenimim Pehlevi Hanedanın İran’a kazandırdığı en önemli katkı Farah Diba’nın kraliçe olarak seçilmesidir. Kaderin kraliçelikten, sürgüne yolladığı bu zarif insan, İran’da da hala çok seviliyor. İranlılar kendisine Farah Pehlevi değil de, Farah Diba demeyi tercih ediyor. Tahran’dakiler başta olmak üzere birçok müzede onun parmağı var.

Farah Diba, Muhammed Rıza Pehlevi ile evlendiği 1959 yılından, 1979 yılına kadar İran Kraliçeliği, yapmış, Şahbanu olmuş. Kendisinden önceki 2 güzel kraliçe (Fevziye ve Süreyya) Pehlevi Hanedanlığını sürdürecek erkek varis veremeyince Paris’te mimarlık eğitimi alan Farah Diba, Şah Muhammed Rıza’ya aday kraliçe olarak tanıştırılır. Hemen evlenirler ve ardında da bir erkek çocukları olur. Muhammed Rıza Pehlevi “hanedanlık kurtuldu” diye boşuna sevinir. 1978’de İran İslam Devrimi ayak seslerini duyurmaya başlar. Pehlevi çifti İran’da devrim olursa sonlarının idam olması olasılığı ile ülkeyi terk ederler. Sonrası sürgün hayatı.

Esas konu etmek istediğim kısım Farah Diba’nın sosyal faaliyetleri. Erkek çocuk doğurduktan sonra saraydaki ve Pehlevi’nin gözündeki konumu farklı bir yere oturan Farah Diba’nın politik konulara girmesine izin verilmemiş. Ancak bunun dışındaki her türlü faaliyete dahil olmasına da karışılmamış. Farah Diba eğitimden, sağlık sorunlarına, kültür ve sanat konularına kadar bir çok alanda İran için çok güzel işler başarmış. Bence en önemli işi ise tarihsel, kültürel açıdan zengin bir ülke olan İran’ın, 1960’larda gösterecek, sergileyecek çok az şeyinin olduğunu fark etmesi olmuş. 5000 yıllık tarihi boyunca üretilen büyük sanat hazinelerinin çoğu, o zamana kadar yabancı müzelerin ve özel koleksiyonerlerin eline geçmiş. Kendi tarihi eserlerinin çoğunu İran’a geri getirmek ve onları sergileyebilecek müzeler açmak İmparatoriçenin başlıca hedeflerinden biri haline gelmiş. Bu amaçla, yabancı ve yerli koleksiyonlardan çok çeşitli İran eserlerini geri satın almak için kocasının hükümetinden izin ve fon sağlamayı başarmış. İyi işlere harcanmış milyonlarca dolarlık fonlardan bahsediyorum. Farah Diba’nın bir dönem Fransa’da yaşaması onun avantajı olmuş ve Fransız devlet başkanı eşleri ile kurduğu iyi ilişkiler sayesinde de, özellikle Fransa’ya kaçırılmış eserlerden bir kısmını ülkeye geri getirtmeyi başarmış. Onun rehberliğinde oluşturulan müzeler ve kültür merkezleri arasında Negarestan Kültür Merkezi, Rıza Abbasi Müzesi, Hürremabad Müzesi, Ulusal Halı Galerisi ve İran Cam Eşya ve Seramik Müzesi bulunuyor.

OL

Tahran Rıza Abbasi Müzesi, İran sanat ve medeniyetinin tarihini izlemek isteyenler için İran’daki en iyi koleksiyonlardan birisi olarak gösteriliyor. Bu değerli müze, 1977 yılında Farah Diba’nın çabalarıyla ziyarete açılmış. Bu müze, İran’ın MÖ 2. bin yıldan, 20. yüzyılın başlarına kadar olan kültürel mirasını ortaya çıkaran paha biçilmez sanat eserlerinin sergilendiği bir müze. Müze birkaç kez kapatılıp yeniden açılmış, değişiklik, tadilat ve genişletmelerden geçmiş. Ancak 2000 yılından bu yana müze kesintisiz bir şekilde ziyarete açık. Pazartesi ve resmi tatillerde (dini yas günleri) kapalı.

Eserler kronolojik olarak düzenlenmiş. Ziyaretçiler bu zaman aralığında sanat, kültür ve teknolojinin gelişimini ve değişimlerini gözleyebiliyorlar. Beş katlı olan müzenin bir katı İslam öncesi döneme ait. Bu bölümde sergilenen eserler arasında prehistorik dönemlerden çömlek ve metal objelere kadar pişmiş kil, metal ve taş eserler var.

İslam sonrası dönem eserleri, resimler ve kaligrafik eserler diğer katlarda sergileniyor.

İran Cam ve Seramik Eserleri Müzesi gün içinde ziyaret ettiğimiz diğer müze oldu. Bu müzede de Farah Diba’nın emekleri var. Müzenin bilinen bir diğer ismi ise Abgineh Müzesi. Binanın gerçek sahibi 1921 ve 1952 yılları arasında beş kez İran Başbakanı olan İranlı bir politikacı Ahmad Qavam. Daha sonra bina el değiştirip Mısır Büyükelçiliği olarak hizmet vermiş.

1976 yılına gelindiğinde ise bina Farah Diba tarafından müzeye dönüştürülmek üzere satın alınmış. Bu müzenin mimarisi için İran, Fransız ve Avustralya’dan birçok ünlü mimar getirtilmiş. Fakat müzenin inşa aşamasında yaşanmış olan Devrim hareketleri nedeniyle inşa süreci uzamış ve ancak 1998 yılında açılışı gerçekleştirilebilmiş.

Müzede adından da anlaşılacağı gibi cam ve seramik eserleri çok güzel bir sergileme biçimi ile sergileniyor. Müzede toplamda 6 salon ve 2 adet koridor yer alıyor.

Günümüzün son aktivitesi ise Azadi Meydanı ve Kulesi ziyareti oldu. Burası Tahran’ın en geniş, İran’ın ise İsfahan’daki Nakş i Cihan’dan sonraki ikinci büyük meydanı. Muhammed Rıza Pehlevi’nin, İran İmparatorluğunun 2500. yıl kutlamaları sırasında 1971 yılında yaptırdığı bir meydan.

Meydanın ortasında 45 metre yüksekliği ile Özgürlük Kulesi yükseliyor. Kulenin ve çevresinin tasarımı, İran-İslam mimarisinin ve estetik geometrinin bir örneği. İran bahçelerinden esinlenmeler de dikkat çekici.

Günün sonunda burada bol bol fotoğraf çekip günü bitirdik.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

09.08.2022