
Nikaragua yazımı okuyan arkadaşlarımdan “Nikaragua güvenli mi?” şeklinde sorular aldım. Granada yazıma başlamadan bu konuya bir açıklık getirmek isterim. Nikaragua işsizlik oranının ve yoksulluğun yüksek olduğu bir ülke. Bu nedenle, ülkemiz dahil bu tip ülkelerde hep yapmamız gerektiği gibi, kendinizi kasıtlı olarak hedef haline getirmemek en iyisi. Biz turla gittik ve gruptuk. Program dışında ve akşamları serbest zamanda genellikle küçük gruplar halinde gezdik. Sorun da yaşamadık. Bununla birlikte sokaklarda sarhoş dolaşmamak ya da hava karardıktan sonra loş sokaklarda tek başına dolaşmamak gibi genel önlemler tavsiye olarak yazılıyor. Açık olarak göstereceğiniz pasaport, pahalı eşya ve çok parayı yanınızda taşımamak da sizi hedef olmaktan çıkartacaktır.
Şimdi dönelim Granada’yı anlatmaya. Bu gün çok renkli ve eminim seveceksiniz.

Nikaragua tarihinde iki şehir çok önemli olmuştur; Bunlardan bir tanesi İspanyol Konkistador Francisco Hernández de Córdoba tarafından 1523 de kurulan ve her zaman muhafazakarların kenti olmuş olan Granada, diğeri ise liberallerin kenti Leon. Aynı İspanyol Fatih tarafından kurulan eski Leon Şehri deprem ve volkan patlaması ile yıkılmış ve şehir değişik bir yere taşınmış. Ancak Granada başından beri ilk kurulduğu yerde ve kolonyal tarzını hala korur bir halde duruyor. Gerçi şehrin orijinal hali William Walker tarafından yakılmış.

İki şehir birbirlerinin siyasi ve ticari rakipleri olmuşlar. Bu rekabet öyle bir boyuta ulaşmış ki 1854 yılında iki şehir arasında iç savaş çıkmış. Leon Şehri ileri gelenleri kendilerine yardım etsinler diye haydut William Walker‘ı ve silahlı çetesini ülkeye çağırmışlar. Ama yağmurdan kaçarlarken doluya tutulmuşlar. William Walker iki taraf arasındaki bu savaşta fırsattan istifade Nikaragua yönetimini ele geçirmiş. Orta Amerika Devletlerinin bu hayduta karşı birleşip Nikaragua Ulusal Kurtuluş Savaşını başlatmaları ile ülke kurtarılmış. Walker kendine üs olarak seçtiği Granada’dan 1856 yılında çekilirken şehri yakıp yıkmış. Bugünkü Granada, eski kolonyal mimari zemininde yenden kurulmuş. Managua bu iki şehir arasındaki rekabet nedeni ile uzlaşma sonucu başkent olmuş.

Sabah kahvaltı öncesi otelimizin hemen önünde bulunan Parque Central‘den geçip Katedral ve Calle La Calzada Caddesi boyunca yürüyüş yaptık. Otelimizin sol yanında bulunan sarı bina Nikaragua’nın ilk milyarderi olan Carlos Pellas Chamorro‘ya ait olan Casa Pellas. Kaldığımız Plaza Colon Hotel ise yan yana 3 evin satın alınması ile otele dönüştürülen eski bir yapı. Otelin önünde park bulunuyor. Sabahın bu saatinde boş olan parkın önünde gün boyunca dizili halde faytonlar oluyor.




Park bir zamanlar kolonyal dönemde iken askeri geçit alanı, sonra ise hayvan pazarı olarak işlev görmüş. Park halinde projelendirilmesi ise 1892 yılına gidiyor. Park içinde müzik performanslarının yapıldığı bir köşk, ortada bir havuz, bir anneye adanmış heykel var. Parkın içinde gün boyu satıcılar bulunuyor. Bence parkın güzelliğini bozuyor. Parkın bir köşesinde ise bağımsızlık kahramanlarına adanmış bir dikilitaş var. Parkın içinde az sayıda ağaç, çok sayıda kuşa ev sahipliği yapıyor.
Calle La Calzada Caddesi sizi parktan başlayıp Nikaragua Gölü sahiline kadar götürüyor. Biz sabah bu caddenin Guadeloupe Kilisesine kadar olan kısmını yürüdük. Kiliseye kadar olan kısımda eski kolonyal evler bar, kafe ya da butik otellere dönüştürülmüşler. Sabahın güzel ışığında bu cadde boşken çok güzel fotoğraflar alabilirsiniz. Yerlerdeki tematik seramikleri dikkatle imcelemenizi tavsiye ederim.





Özgürlük Meydanı Ruben Dario Özgürlük Anıtından başlıyor. Bu alanda Casa de los Tres Mundos (Üç Dünya Evi ya da kapıdaki iki aslan kabartması nedeniyle Aslanlı Kapı) ve Piskopos Sarayı mevcut. Burada güzel bir kahve içip ve dondurma yiyebileceğiniz kafeler var.




La Calzada Caddesinin hemen üzerinde, göl ve kasaba arasında bulunan Guadeloupe Kilisesi (Iglesia Guadeloup) Keşiş Benito Baltodano tarafından 1626 yılında inşa edilmiş. Ülkenin belalısı William Walker 1856 yılında Nikaragua Ulusal Savaşı sırasında bu kiliseyi, kilise filan olduğuna bakmadan, bir kale olarak kullanmış. Tahrip olan kilisenin yeniden inşası 1965 yılında tamamlanmış.


Eski San Francisco Kilisesi‘nin yanında San Francisco Manastırı Kültür Merkezi bulunuyor. Granada Şehrini gezerken ihmal edilemeyecek yerlerden bir tanesi de bu müze. Biz bu müzeyi öğleden sonra gezdik ama bütünlük olsun diye bu kısımda anlatacağım.
Müzenin çok güzel bir iç avlusu var. Burada duvarlara Nikaragua’nın tarihi resmedilmiş. Kolomb gelmeden önceki yaşamlarından başlayarak günümüze kadar Nikaragua tarihi çarpıcı resimlerle anlatılmış.





Bu müzede olmasını beklemeyeceğiniz kadar kıymetli taş heykeller de sergileniyor. Nikaragua Gölünde bulunan Zapatera Adası yerlileri tarafından taşlara oyulmuş ve Kolomb Öncesi 800-1200 yıllarına ait 28 adet çeşitli boyutlarda heykel de bu şirin müzede kalıcı olarak sergileniyor.



Müzede seramik objeler, Solentiname Takımadaları sanatçılarına ait ve bu yörelere özgü bir teknikle yapılan resimler, eskiye ait mobilyalar da sergileniyor.

Iglesia La Merced öğle sonrası şehir turumuzun kapsamında gerçekleştirdiğimiz bir ziyaret yeriydi. Bu kilisenin en önemli yeri kilise çanını taşıyan kulesi. Bu kuleye mutlaka çıkıp, Granada Şehrinin, Nikaragua Gölünün, göldeki adacıkların ve Mombacho Volkanın görüntülerini fotoğraflamalısınız. Akşam üstü fotoğraflamak daha güzel olacaktır. Kuleye çıkış için 1 USD ödemelisiniz.
La Merced Kilisesi’nin 1534 yılındaki ilk hali basit ve kaba ahşap bir yapı şeklindeymiş. Şimdiki halinin inşasına 1740 yılında başlanmış, kule ise daha sonra eklenmiş. Savaştan ağır darbelerle çıkan bir başka yapı da burası olmuş.




Granada Şehrini, Leon ve Managua Şehirlerinden daha çok sevdim. Bu şirin ve mütevazi şehrin her köşesinde sizi çeken bir yön bulabiliyorsunuz. Şehirde otantik bir ortamda yemek yiyebileceğiniz çok şık yerler de var.



Granada yakın çevresinde ise Masaya Volkanı Ulusal Parkı, San Juan de Oriente Kasabası, Catarina Kasabası ziyaretlerimiz oldu.

Masaya Volkanı Ulusal Parkı’na Granada’dan yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk sonrası varabiliyorsunuz. Ulusal Park ülkedeki 7 aktif volkandan bir tanesi olan Masaya Volkanının ortada olduğu 54 km2‘lik bir alanı kaplıyor. Burası Nikaragua’nın ilk ve en büyük ulusal parkı. UNESCO Dünya Mirası geçici listesinde yer alıyor.

Orada iken Masaya Volkanı ve kraterlerin durumunu tam olarak anlamamıştım ama bu yazıyı hazırlarken Google haritalardan bakınca olay netleşti. Volkanın çeşitli zamanlarda ortaya çıkmış 5 tane krateri mevcut. Biz orada iken duman çıkan yerde, yani yukarıdaki Google haritasında ortadaki Santiago Krateri yazan kraterde Nindiri Krateri tabelası vardı. Aslında bulunduğumuz ve duman çıkan krater ağzı Santiago Kraterine ait. Zaten ziyarete açık olan tek kraterde orası. Bu kraterde sürekli olarak büyük miktarlarda gaz çıkışı oluyor. İlk defa bir kratere bu kadar yakınlaşmış oldum. Kraterin deliği, duman çıkmasının azaldığı zamanlarda çok güzel ama bir o kadar da ürkütücü olarak gözüküyor. Bu kraterde kalıcı bir lav gölü de varmış. Gündüz hiç belli olmuyor. Bu nedenle gece turu yaparsanız akkor halde lav gölünü de görebiliyorsunuz. Bu kısmı yapmadık ama yapmak isterdim doğrusu.

Masaya Volkanı hakkında 1529 yılından, Gonzalo Fernandez de Oviedo adlı bir İspanyol tarafından yazılmış yazılar var. İspanyollardan önce de yerel halk bu volkanda tanrıların yaşadıklarına inanır ve o zamanlar aktif olan Nindiri adlı kratere, lavların içine, çocuk ve bakire genç kadınları atarak onlara kurbanlar verirlermiş. İspanyollar da bu krater ağzını o zamanlar “Cehennemin Ağzı” olarak adlandırmışlar. Hatta korku o kadar büyümüş ki Francisco de Bobadilla adlı bir keşiş bu kraterin tam karşısına, tepeye bir haç dikmiş. 1529 yılında dikilen bu haç hala duruyor. Merdivenlerle bu haça kadar çıkmanıza pek gerek yok. Çünkü en güzel krater fotoğraflarını yukarıda haçın olduğu yerden alamıyorsunuz.

Bu yazılardan anlaşılan o ki İspanyollar oralara geldikleri zamanlarda Masaya ve Nindiri adlı kraterler faaliyettelermiş. 1853-1859 yıllarındaki patlamalarda diğer kraterler açığa çıkmış. Masaya Volkanı hakkında yazılmış yazıları okurken edindiğim en garip bilgi volkanın lav gölünün, erimiş altın ve gümüş içerdiğine olan inanış nedeni ile 4 kez kratere inilmek için çaba gösterildiği oldu.




Blas del Castillo adlı bir keşiş 1538 yılında bir elinde haç, bir elinde çekiç “altın ve gümüş çıkartacağım” hırsıyla kraterin dibine inmeye çalışmış. İlkinde başaramamış tabii ki. Ondan sonra da 3 defa daha denemiş. Sonunda makaralar sistemi ile numune diye bir şeyler almış ve tabii ki hayal kırıklığı yaşamış.


Granada çevresinde ziyaret edeceğiniz diğer bir yer ise Masaya Marketi. Burası el sanatlarının sergilenip satışının yapıldığı renkli bir pazar. Burada hediyeliklerinizi alabilirsiniz. Hamaklar, resimler bizim tarafımızdan epey rağbet gördü.






Diğer ziyaret yerimiz olan San Juan de Oriente Kasabası, tarihi çok eskilere dayanan bir kasaba. Esas olarak eski usulde seramik yapım işi ile biliniyor. Bu kasabada bir seramik atölyesine götürüldük ve seramik ile ilgili olarak hem bilgi ve hem de uygulamalı anlatım yapıldı. Bizim ülkede de bu şekilde seramik atölyeleri olduğundan bizlere pek ilginç gelmedi doğrusu.
Ancak biz yapılan seramikleri çok beğendik ve birkaç adet satın aldık. Sonra kasaba içinde kısa bir yürüyüş yaptık ve kasabayı gezdik.



Catarina Kasabası da Granada çevresinde gezilebilecek yerler arasında. Bu kasaba ise çiçek yetiştiriciliği ile meşhur. Ama bizim buraya gitmemizin nedeni çiçek almak değil tabii ki. Kasabanın en yüksek tepesi olan Mirador de Catarina‘ya çıkıp buradan krater gölü olan Laguna de Apoyo ve Mambacho Volkanını seyretmek istiyoruz.

Laguna de Apoyo, tahmini derinliği 200 metre olan sönmüş bir yanardağın kraterinde oluşmuş. 1991 yılında Doğal Rezerv ilan edilmiş olan bu lagün, Nikaragua’daki lagünlerin en büyüğü. Sularının tadı acı olduğu için “Apoyo” adı uygun görülmüş.





Göl çevresinde atla geziler, yürüyüşler yapabilirsiniz. Etrafta canlı müzik yapan trio ve marimbaların sunduğu canlı müziğe de rasgelebilirsiniz. Alışveriş yapabileceğiniz dükkanlarda mevcut.

Bu gezi günümüzde çok güzel bir mekanda öğle yemeği yemeye götürüldük. Ancak benim için yemekten daha da güzel olan restoranın arka bahçesinde Nikaragua’nın Ulusal Kuşu olan Guardabarranco‘ya rastlamam ve onu fotoğraflamam oldu. Nefis bir kuş…
Yarına Leon Şehrine yolculuk var..
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
17.04.2023
