• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.092 ziyaretçi
  • Aralık 2025
    P S Ç P C C P
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    293031  

Gül Festivali Bahane, Bulgaristan’ı Keşif Gezisi Şahane!-Filibe’ye Doğru-2

Gezimizin Filibe’ye doğru olan ilk gününün bir kısmını geçen yazıda anlatmıştım. Buyrun bakalım kalan kısmına!

Asen Kalesi’nden Rodop Dağları Panoraması-2025 / Bulgaristan Gezisi

Aleksandrovo Trak Mezarından 90 km (1,5 saat) sonra, Rodop Dağları manzaralarını takip ederek, Asen Kalesi‘ne ulaştık. Asen Kalesi, Asenovgrad bölgesindeki en ilgi çekici ve en sık ziyaret edilen turistik cazibe merkezlerinden bir tanesi. Yani Filibe’ye doğru olan rotanızda mutlaka uğramanız gereken bir yer. Şehirden üç kilometre uzaklıkta, Asenitsa Nehri’nin sol kıyısındaki bir uçurumun tepesinde yer alıyor.

Asen Kalesi, tüm kalelerde olduğu gibi, çok stratejik bir noktaya kurulmuş. Kalenin şekli belki çok değişmiş ama kalenin varlığı çok eski tarihlere kadar gidiyor. Bu coğrafyanın hâkimi olan Trak Uygarlığı Dönemi’nde Ege Denizi kıyılarından gelen tüccarlar Rodop Dağlarını ve ardından Orta Bulgaristan Dağlarını kervanlarla aşarak mallarını Filibe’ye, oradan da Avrupa’nın diğer şehirlerine ulaştırıyorlarmış. Kayalar üzerindeki kalenin bulunduğu yer ise Filibe ile Ege kıyılarını birbirine bağlayan geçidi koruyan en stratejik nokta olarak seçilmiş. Yani kuruluş tarihi M.Ö. 5 yüzyıllara kadar gidiyor.

Asen Kalesine Gidiş-2025 / Bulgaristan Gezisi

İlk kurulduğunda küçük bir kule işlevi gören Asen Kalesi, üzerinde durduğu kayalar nedeniyle önceleri “Petriç Kalesi” olarak adlandırılıyordu. “Petriç” kelimesi, Yunanca “taş” anlamındaki “petros” kelimesinden geliyor. Roma İmparatoru Justinyen Dönemi’nde, Slav kabilelerin saldırılarına karşı imparatorluğu korumak için kale yeniden tahkim edilmiş ve bu amaçla dikilen 300 kaleden birisi olmuş. Roma ve Erken Bizans Dönemi’nde daha da canlanan bu ticaret rotası, beraberinde Asen Kalesi çevresine yerleşimi de getirmiş.

Asen Kalesi-Kale Kilisesi 2025 / Bulgaristan Gezisi

Kale, Traklar, Roma ve Bizans derken Birinci Bulgar İmparatoru Asparuh Han tarafından ele geçirilmiş ve Bulgarların elinde kısa bir süre kalmış. Bizans ilk Bulgar İmparatorluğu’nu yıkınca kaleyi de geri almış. Sonra İkinci Bulgar İmparatorluğu ve Kral Asen ortaya çıkmış. 4. Haçlı seferinde kısa bir süre kale Bulgarların elinden çıksa da sonrasında II. Asen kaleyi tekrar ele geçirmiş. Kaleye de en büyük yenilemeleri ve eklemeleri o yapınca kaleye onun ismi verilmiş.

Kaleye 3 km mesafedeki şehire ise Asenovgrad ismi 1934 yılında verilmiş. Asen ölünce de yeniden Bizans ve arkasında da Osmanlı hakimiyetine geçmiş. Yıldırım Beyazıt’ın Timur’a yenilgisi sonrasında yaşanan Fetret Devrinde oğullardan Musa Çelebi, bu kaleyi taht kavgası yaptığı diğer kardeşi Süleyman Çelebi’ye karşı mücadelesi için güçlendirmeye çalışsa da kendisi mağlup olmuş. Kaleyi ele geçiren Süleyman Çelebi kuvvetleri Musa Çelebi’yi hemen orada boğmuşlar ve kaleyi de işlevsiz hale getirmişler. Zaten bundan sonra da kale bir daha kale kimliği kazanamamış.

Kalede arkeolojik çalışmalar, 1970 yılında başlamış ve 1978 yılına kadar esas olarak kalenin akropolünü kapsayan kayanın batı kısmı, kale surları, iç kale kulesi, sarnıçlar, küçük bir kale kilisesi ve yaşam alanları ortaya çıkarılmış. Kalenin en önemli kısmı iki katlı Petrich Meryem Ana Kilisesi.

Petrich Meryem Ana Kilisesi-Asen Kalesi 2025 / Bulgaristan Gezisi

Kilisenin birinci katı muhtemelen bir kemiklik olarak ayrılmıştı, ancak hiçbir zaman bu amaca hizmet etmemiştir ve kutsal alanın kendisi ikinci kattadır ve 13. yüzyıla tarihlenen fresklere sahiptir.

Petrich Meryem Ana Kilisesi-Asen Kalesi 2025 / Bulgaristan Gezisi

Kilise, Doğu Ortodoksluğunun en eski kiliselerinden biridir ve bir zamanlar çan kulesi ve gözetleme kulesi olarak kullanılan bir kulesi vardır. Restore edildikten sonra işlevsel bir Ortodoks kilisesi olarak kutsanmıştır.

Petrich Meryem Ana Kilisesi-Asen Kalesi 2025 / Bulgaristan Gezisi

Kale yolun kenarında ve yolun diğer tarafında müze gişesinden bilet alaarak içeriye girmeniz gerekiyor. Kale içinden Rodop Dağları ve vadi manzarası müthiş.

Asen Kalesi’nden Manzara 2025 / Bulgaristan Gezisi
Asen Kalesi ‘nde Manzara 2025 / Bulgaristan Gezisi

Asen Kalesi gezisi sonrasında günün en önemli gezilerinden bir tanesini yapmak amacı ile 11 km ötede bulunan Bachkovo Manastırına doğru hareket ettik.

Bachkovo Manastırı Avlusu 2025 / Bulgaristan Gezisi

Petritsoni Manastırı veya Tanrı’nın Annesi Petritzonitissa Manastırı gibi adları olsa da bana kolay gelen adı ile Bachkovo Manastırı Avrupa’nın en eski ve en büyük Doğu Ortodoks manastırlarından biridir. Diğer en önemli manastır olan Rila Manastırı‘nı sonraki gezi de ziyaret edeceğiz ama bu da eminim en az onun kadar güzel bir manastır.

Bachkovo Manastırı Avlusu 2025 / Bulgaristan Gezisi

Manastır alanına girmeden sağlı sollu tezgahlar mevcut. Acıktıysanız atıştırmalık yer bakabilirsiniz. Biz yolda kendi erzaklarımızla idare edip, esas yemeği Filibe’ye sakladığımızdan hiç teşebbüs etmedik. Onun yerine gün ışığında Filibe’ye gitme hedefimize kitlendik. Filibe’ye bir gün ayırınca en azından Filibe oryantasyonumuzu bugüne gerçekleştirmek istiyoruz. Böylece bir tam günde Filibe’de hedeflediğimiz tüm yerleri gezebildik.

Bachkovo Manastırı Girişi 2025 / Bulgaristan Gezisi

Manastıra giriş, müze ve yemekhane kısmı hariç, ücretsiz. Manastır otoparkına kadar aracınızla gidebiliyorsunuz. Manastıra genişçe kemerli bir kapıdan giriyorsunuz. Manastırın girişi, İsa’nın doğumuna katılan meleklerin resimleriyle süslenmiş. Solda Başmelek Mikail, sağda ise Başmelek Cebrail var.

Manastır alanı ziyaretçi bakımından kalabalık. Bu ana kadar rahat rahat ve sakin gezmeye alışmıştık. Manastır avlusuna giriş yaptık. Önce manastır hakkında kısa bazı bilgiler verelim.

Meryem Ana’nın Göğe Yükselişi Kilisesi İçi-2025 / Bulgaristan Gezisi

Bachkovo Manastırı Bizans, Gürcü ve Bulgar kültürünün eşsiz bir birleşimini sunan önemli bir Hıristiyan mimari anıtı olarak kabul ediliyor. Manastırı gezdikten sonraki izlenimim bu alanın aslında UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde olması gerektiği oldu. 1984 yılından beri geçici listede ama kesin listeye henüz girememiş.

Meryem Ana’nın Göğe Yükselişi Kilisesi ve Kutsal Başmelek Kilisesi 2025 / Bulgaristan Gezisi

Bachkovo, 1083 yılında, önde gelen bir Bizans devlet adamı ve askeri komutan olan Prens Gregory Pakourianos tarafından Gürcü Ortodoks manastırı ve aynı zamanda din, matematik, tarih ve müzik öğreten bir ilahiyat okulu olarak kurulmuş. Manastır uzun süre Gürcülere ait kalmış. Manastırdan yaklaşık 400 metre uzaklıktaki iki katlı kemiklik, manastırın ilk günlerinde inşa edilmiş. Biz bu kemiklik kısmını ziyaret edemedik. Hem Patrik Euthymius’un (1330-1404) hem de Patrik Cyril‘in (1953-71) mezarları Bachkovo Manastırı içinde bulunuyor.

Patrik Euthymius –Meryem Ana’nın Göğe Yükselişi Kilisesi 2025 / Bulgaristan Gezisi
Patrik Cyril MezarıMeryem Ana’nın Göğe Yükselişi Kilisesi 2025 / Bulgaristan Gezisi

Bu alan zaman içinde çeşitli restorasyonlar ve yeniden yapılanmalardan geçmiş. Manastır ayrıca kültür, sanat ve geleneklerin ulusal bir anıtı. Manastırda konaklama yapabilmeniz ve burada düzenlenen Ortodoks ayinlerine katılmanız, o yaşama şahit olmanız da mümkün.

Kapıdan içeri girdiğinizde ana avluya çıkıyorsunuz. Avludan içeri girdiğinizde, manastırdaki üç kiliseden ikisi sağınızda yer alıyor. Bunlar aslında birbirine bağlı iki kilise- Meryem Ana’nın Göğe Yükselişi Kilisesi ve Kutsal Başmelek Kilisesi. Ancak Ana Kilise, eski versiyonunun kalıntıları üzerine 1604’te inşa edilmiştir.

Kutsal Başmelekler Kilisesi (Sveti Arhangeli) 2025 / Bulgaristan Gezisi

Bunlardan en önemli olanı Kutsal Başmelekler Kilisesi (Sveti Arhangeli). Onun yanında ise ana kilise Meryem Ana’nın Göğe Yükselişi Kilisesi (Uspenie Bogoroditsa) bulunuyor. Burada avluya dikilen ağaçlardan bazıları, manastıra farklı ülkelerden hediye edilmiş. Avluya girdiğinizde hemen sağınızda kalan ağaç Su ladini (Metasequoia glyptostroboides) ve fotoğraflamanız gereken ağaçlardan.

Bachkovo Manastırı Avlusunda Su ladini (Metasequoia glyptostroboides)-2025 / Bulgaristan Gezisi

12. yüzyılın sonu ve 13. yüzyılın başında, kış aylarında ibadet için Kutsal Başmelekler Kilisesi inşa edilmiş.

14. yüzyılın sonunda Bulgaristan’ın Osmanlılar tarafından ele geçirilmesinden sonra, Bulgaristan’ın son patriği Eftimy’nin Bachkovo Manastırı’na sürgün edildiği düşünülüyor.

Kutsal Başmelekler Kilisesi-Bachkovo Manastırı 2025 / Bulgaristan Gezisi

Kilise Türklerin işgali ve Bulgaristan’da Osmanlı yönetiminin kurulmasından kısa bir süre sonra yağmalanmış ve yıkılmış. Ancak 1601’de yeniden inşa edilmiş ve Meryem Ana’nın Göğe Yükselişi Kilisesi (Katedral olarak da adlandırılabiliyor) 1604’te tamamlanmış.

Katedralde, gümüş kabartma kapaklı, Tanrı’nın Kutsal Annesi İkonu (Panagia (Theotokos) İkonu) olarak bilinen 1311 tarihli bir ikon bulunmaktadır. Bu ikonun mucizevi güçlere sahip olduğuna inanılıyor.

Panagia (Theotokos) İkonu-Bachkovo Manastırı 2025 / Bulgaristan Gezisi

Aslında Bachkovo Manastırı’nın iki avlusu var. Yukarıda bahsedilen ve ana girişten girilince karşımıza çıkan avlu, kuzey avlusu. Güneydeki avluda 1834-1837 yılları arasında Aziz Nikola’ya adanmış üçüncü bir kilise inşa edilmiş.

Aziz Nikola Kilisesi-Bachkovo Manastırı 2025 / Bulgaristan Gezisi

Ünlü Bulgar ikon ressamı Zahariy Zograf, 1838-1840 yılları arasında kilisenin iç kısmındaki resimleri çizmiş. Daha küçük olan Aziz Nikola Kilisesi (Sveti Nikola) halka kapalı.

Bachkovo Manastırı Güney Avlusu-2025 / Bulgaristan Gezisi
Bachkovo Manastırı Güney Avlusu Hayvan Kafesleri 2025 / Bulgaristan Gezisi

Kilisenin ötesinde, avlunun en uzak kısmında keşişlerin evleri yer alıyor.

1601’de, yemekhanenin bulunduğu güney kanadı yeniden inşa edilirken geniş bir yemek alanı ve mermer bir masa konmuş. Bu alana giriş ücretli ve Bulgaristanı gezerken en fazla gezi ücretini de buraya verdik; (10 Leva) ve “yaşlısın” filan demeden bizden tam para aldılar.

Bachkovo Manastırı Yemekhanesi-2025 / Bulgaristan Gezisi

Ama içerisi kesinlikle görülmeye değer. Mermer yemek masası çok ilginç. Masanın yapım yılının, mermer üzerine oyulmuş olduğunu fark edeceksiniz.

Bachkovo Manastırı Yemekhanesi-2025 / Bulgaristan Gezisi

Eski Yemekhane Binası Dış Duvarına Çizilen Freskler-2025 / Bulgaristan Gezisi

Kutsal Başmelekler Kilisesi’nin dış cephesine freskler çizilmiş ve bu çizimler 1841’de tamamlanmış. Kiliseler karşısındaki eski yemekhane binası duvarının bir kısmı boyunca uzanan ve çok iyi şekilde korunmuş diğer freskoları da görmeye değer.

Eski Yemekhane Binası Dış Duvarına Çizilen Freskler-2025 / Bulgaristan Gezisi

Bu freskolar manastırın kendisini ve çevresini tasvir ediyorlar. Fresklerdeki hikayelerin birinde kilisenin mucize yaratan ikonunu taşıyan bir Paskalya alayı kapıdan çıkıyor. Alay grubunda bağışta bulunup manastıra destek sağlayan bazı kişiler yer alıyorlar. Herkes zengin, güzel ve süslenmiş kıyafetler giyiyor. Manastırın İki kurucu kardeşi de alayın içinde yer alıyor ve ikisi de aslında bir keşiş olmasa da manastır kıyafetleri giymiş şekilde resmedilmişler. Bu panoramanın bir ucunda Aziz George’un dairesel bir resmi, diğer ucunda ise Aziz Dimitar bulunuyormuş.

Manastır Müzesine Giden Yol-Sağda Manastır Eski Yemekhanesi-2025 / Bulgaristan Gezisi

Bachkovo Manastırı’nın müzesine giriş paralı ve biz burayı gezmedik. Bachkovo Manastırı’nı ziyaret etmek gerçekten eşsiz bir deneyimdi. Ama ben yeteri kadar hakkını verdiğimizi düşünmüyorum. Çünkü manastırdan başlayan ve “Kızıl Duvar” rezervasyonuna kadar giden bir yürüyüş yolu var. Bu doğa yürüyüşü 380 metre rakımdan başlayıp 1412 rakıma kadar yükselerek gidiyor. Yani biraz yokuş var. Yolun tamamının yürünmesi 3 saati bulabiliyormuş. Yolun içinde Kemiklik, Kluviata Şelalesi, Kutsal Su Vaftiz Şapeli ve eski mağaralar gibi ziyaret edilecek çok nokta var. Ben en azından doğanın içinde, yarım saat kadarlık kısmı yürümeyi isterdim. Bir daha ki Bulgaristan turumuzda bu kısımı da yapılacaklar arasına not ettim.

Bachkovo Manastırı’nda Ortodoks Hristiyan geleneği çerçevesinde her yıl Paskalya’dan sonraki ilk hafta sonu düzenlenen “ikon taşıma töreni” denen önemli bir dini etkinlik de var. Bu tören, özellikle manastırda bulunan mucizevi kabul edilen Panagia (Theotokos) İkonunun taşınmasını içeriyor.

Sabahın erken saatlerinde manastırda dua ve ayinlerle başlayan törenin ardından yüzlerce hatta binlerce kişinin katılımıyla, ikon manastırdan alınıp çevredeki tepelere ve özel bir noktaya (genellikle Kluviyata adı verilen bir yere) taşınıyor. Burada ikonla dualar edilip, sağlık ve bereket dilekleri sunuluyor.

Bachkovo Manastırı’nda ayrılmak çok zor oldu. Yukarıya interneten bulduğum, manastır ve civarının drone görüntülerini kapsayan bir video koydum. Manastır ve çevresinin güzelliği hakkında fikir vermesi için sizlerle paylaştım.

Filibe-Hisar Kapı 2025 / Bulgaristan Gezisi

Bachkovo Manastırı gezimiz sonrasında 35 km’lik yolu kat ederek Filibe içine girdik. Otelimiz şehrin eski bölgesinde. Eski Şehir Bölgesine ancak oradaki otellerde konaklama yapacak olanlar araçla girebiliyorlar. Hotel Evmolpia’da konaklayacağımızı söyleyerek şehir içine giriş yaptık. Aracımız 2 gece boyunca park ettiğimiz yerde kalacak ve şehri yaya olarak gezeceğiz.

Otele gittiğimiz zaman bizi bekleyen hiçbir görevli yoktu. Verilen şifre ile kapıyı açıp otele girdik. Otel sahibi Hristo üzerine isimlerimizin yazılı olduğu bir tahta, adam başına birer tane düşecek şekilde küçük şişe şarap ve içinde kaşkaval peyniri dolu tabağı bizler için bırakmış. Günün yorgunluğu üstüne bırakılan şaraplarımızı açtık. Günü, programdan fire vermeden tamamlamanın mutluluğu ile kadehlerimizi kaldırdık; Şerefe !!!

Odalarımıza eşyaları atıp şehir oryantasyonumuz için yine yollara düştük. Otel eski şehrin çok güzel bir yerinde. Her yere yakınız. İlk hedefimiz Hristonun önerdiği ve otelden 300 metre mesafedeki Rahat Tepe (Рахат тепе) adlı restorana gitmek oldu. Sabahtan beri kahvaltı ile duruyoruz. Türkiye’den getirdiğimiz ve yollarda yediğimiz atıştırmalıklar bizi bu saate kadar idare ettiler.

Restoran da yediğimiz yemekleri sevdik. Fiyat-performans ilişkisi gayet iyi. Adam başına 25 Leva’ya eti, balığı, salatası, birası ile keyifli bir yemek yemiş olduk.

Sonra da hemen yakınımızdaki Nebettepe‘ye çıktık ve Filibe’nin gün batımına şahit olduk.

Filibe, İstanbul gibi, yedi tepeli bir şehir. Nebettepe antik kentin kurulduğu Filibe’nin tepelerinden birisi. Buradaki en eski yerleşimlerin MÖ 4000’e kadar uzandığı tahmin ediliyor. Bu tepede ilk olarak Trakyalılar iskan etmişler. Daha sonra gelen Makedonya Kralı II. Filip ve Roma İmparatorluğu tarafından bu alan genişletilmiş. Tepedeki arkeolojik kompleks, Filibe’nin en popüler turistik yerlerden birisi.

Biraz da Filibe’nin Eski Şehir bölgesi hakkında kısa bilgi vereyim ve bu konuyu da kapatalım. Filibe Eski Şehri, çok eskilere dayanan zengin bir tarihe sahip. Avrupa’nın en iyi korunmuş ve pitoresk eski kentlerinden birisidir.

Filibe Antik Tiyatrosu Gece Görüntüsü 2025 / Bulgaristan Gezisi

Eski şehir, Filibe’nin yeni şehir kısmına bakan üç tepede yer alır ve hepsi dar Arnavut kaldırımlı sokaklarla birbirine bağlıdır.

Şehir Trakyalılar, Yunanlılar, Romalılar, Bizanslılar, Bulgarlar ve Osmanlılar tarafından yönetilmiş ve buraya gelen her kültür şehrin mimarisinde, sanatında ve kültüründe izleri kalmış. Bu güzel şehiri gezmekten çok zevk aldık, ben de sizlerle paylaşmaktan zevk alacağım.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

17.06.2025

http://www.toonsarah-travels.blog/the-wonders-of-bulgarias-bachkovo-monastery/

Gül Festivali Bahane, Bulgaristan’ı Keşif Gezisi Şahane!-Filibe’ye Doğru-1

Edirne’de kaldığımız otelin güzel kahvaltısına dalınca, 6 Haziran günü Bulgaristan’a doğru sabahın erken saatlerinde yola çıkma planımız biraz gecikti. Hiç dert etmedik tabii ki! Kahvelerimizi de içip saat 09:00 civarı Kapıkule Sınır Kapısı’na varmış olduk. Bugün program oldukça yoğun: Önce bir Mimar Sinan eseri olup da Bulgaristan topraklarında kalmış bir köprüye gideceğiz. Sonra Mezek Köyü ve Aleksandrovo’da olmak üzere arka arkaya iki Trak höyük mezarı ziyaretimiz olacak. Sonra Asen Kalesi gezilecek. Bulgaristan topraklarındaki en güzel manastırlardan birisi olan Bachkovo Manastırı’nı gezdikten sonra akşam saatlerinde Filibe’ye (Plovdiv) varacağız. Akşam Filibe keşfimiz olacak. Günün toplam yapılması gereken araba yolculuğu 245 km’yi bulacak.

Kapitan Andreevo Sınır Kapısı-2025 / Bulgaristan Gezisi

Sınırın her iki tarafından da hızlı geçişimiz, bizim sabah planladığımız saatten biraz daha geç yola çıkışımızla kaybettiğimiz zamanı telafi ettirdi.

Cisri Mustafa Paşa Köprüsü-Svilengrad 2025 / Bulgaristan Gezisi
Cisri Mustafa Paşa Köprüsü-Svilengrad 2025 / Bulgaristan Gezisi

Sınır geçişimiz sonrasında Bulgaristan topraklarındaki ilk hedefimiz, 19 km ötedeki Svilengrad şehri ve burada bulunan Cisri Mustafa Paşa Köprüsü. Aşağıdaki fotoğraflarından da anlayacağınız gibi Svilengrad küçük, yemyeşil ve şirin bir şehir. Kumarhanelerin fazlalığı gözünüze çarpacaktır. Kapıkule Sınır Kapısı’na yaklaşık 15 km uzaklıktaki bu ilk Bulgar şehri, içinde bulunan kumarhaneler nedeniyle Türkiye ve Yunanistan’dan gelen ziyaretçilerin ilgisini çekiyormuş. Bizim niyetimiz bu değil tabii ki!

Cisri Mustafa Paşa Köprüsü, Meriç Nehri üzerinde bulunan ve Osmanlı döneminden günümüze kadar ayakta kalabilen bir Köprü. 1528-29 yılları arasında büyük usta Mimar Sinan’ın yaptığı önemli eserlerden. Bu güzel Köprü, bir zamanlar tamamlanmış olan kervansaray, cami, çarşı ve hamam kompleksinden geriye kalan ve tamamen korunmuş tek eser.

300 metre uzunluk ve 6 metre genişliği ile Cisri Mustafa Paşa Köprüsü (ya da Svilengrad Taş Köprüsü), Kanuni Sultan Süleyman döneminde, saraya damat olmuş olan Mustafa Paşa’nın emriyle yaptırılmış.

Cisri Mustafa Paşa Köprüsü-Svilengrad 2025 / Bulgaristan Gezisi

Peki bu “Cisri (ya da Çoban) Mustafa Paşa kimdir?” diye sorarsanız, kendisi Enderun’dan yetişen, Kapıcıbaşılık ve Rumeli Beylerbeyiliği görevlerinde bulunduktan sonra üçüncü vezirliğe, 1522’de Rodos Seferi sırasında Mısır Valiliğine, sonra da ikinci vezirliğe kadar yükseltilmiş bir devlet adamı. Yavuz Sultan Selim’in kızı olan Hafize Hafsa Sultan ile de evlendirilerek (Sultanın ikinci evliliği) saraya damat olmuş. Bugün kısmen Yunanistan, kısmen de Bulgaristan toprakları içinde kalan Çirmen’de bulunan Karaağaç köyü ile Aladeresi Mezrası kendilerine Padişah tarafından ihsan edilmiş. Buraların gelirleri ile köprünün inşa ve bakım masrafları karşılanmış.

Mustafa Paşa’nın yaptırdığı köprünün yanında büyük bir cami, imaret, muallimhane ve han yapılmış. Böylece yeni bir yerleşme yerinin temelleri atılmış. Buranın Cisri Mustafa Paşa adıyla bir kasaba haline gelmesi ise muhtemelen III. Murad devrinden (1574-1595) itibaren olmuştur.

Cisri Mustafa Paşa Köprüsü-Svilengrad 2025 / Bulgaristan Gezisi

Köprü inşasında 706 adet korkuluk blok kullanılmış. Köprünün inşasını anlatan kitabe, köprünün ortasına yerleştirilmiş mermer bir kabartma şeklinde. Kitabede eserin tamamlanma tarihi olarak 1529 yılı veriliyor. Mimar Sinan’ın bu güzel köprüsü Meriç Nehri üzerinde bir kolye gibi asılı duruyor.

Cisri Mustafa Paşa Köprüsü’nün Ortasındaki Kitabe-Svilengrad 2025 / Bulgaristan Gezisi

Köprü gezimiz sonrasında %83’ü Bulgaristan’da yer alan Rodop Sıradağları‘nı takip ederek, yeşili göz yoran ağaçlar arasından, 20 km ötede bulunan Mezek Köyü‘ne doğru hareket ettik. Bu Bulgar Köyüne gelmemizin nedeni önce Mezek Trak Tümülüs Mezarı‘nı, sonra da Mezek Kalesi‘ni ziyaret etmek. Bunlardan sonra da Mezek Köyü’nden 62 km sonra Aleksandrovo Trak Mezarını gezeceğiz.

Kısa Bulgaristan gezimizde Mezek, Aleksandrovo, Kazanlık ve III. Seuthes Trak Mezarları olmak üzere toplam 4 tane höyük mezar gezimiz oldu. “Bu kadar Trak mezarı gezmene gerek var mıydı?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Ben de size “Gerek vardı, hatta Kazanlık Trak Kral Mezarları Vadisi’nde ziyarete açık olan 3 Trak mezarını da gezmeliydik” derim. Çünkü her bir kral mezarının, Trakların zaman içerisinde her alandaki evrimleşmesine paralel olarak, evrimleştiğini-değiştiğini görebiliyoruz. Bunu aşağıda ayrıntılı olarak anlatacağım ama bunu yaparken konu bütünlüğü olsun diye hem Mezek hem de Akeksandrovo Trak Mezarlarını aynı anda anlatacağım.

Mezek Trak Mezarı Ana Giriş Kapısı-2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezek Trak Tümülüs Mezar alanına vardığımızda bizden başka hiç kimsenin olmadığını gördük. Aynı şeyi Aleksandrovo Trak Sanatı Müze Merkezi ziyaretimizde de yaşadık. Mezar duvarları içinde bulunan fresklerin bozulmaması için ziyarete kapatılmış Aleksandrovo Trak Tümülüs Mezarı’nın hemen yanında, Japonların finansmanı ile inşa edilen bir müze yapılmış. Müze içine de, orijinalin birebir örneği olarak trak mezarı inşa edilmiş. Burayı gezdiğimiz zaman da bizden başka ziyaret eden kimse yoktu.

Aleksandrovo Trak Mezarı Müze Ziyareti 2025 / Bulgaristan Gezisi

Bizim açımızdan bu sevindirici bir olay. Çünkü Trak mezarları zaten dar oluyorlar. Kalabalık olduğu zaman içeriye giriş için beklemeniz gerekiyor. Bu olumsuz şartlar altında, neredeyse 2500 yıllık bu eserleri hakkıyla gezmek pek mümkün değil. Kazanlık’taki Trak Mezarının, Koreli turistlerin oluşturduğu uzun kuyruğu beklemek istemediğimizden, içine giremeden döndük. Bu nedenle Mezek Trak Tümülüs Mezarını ve Aleksandrovo Trak Sanatı Müze Merkezi’ndeki Trak mezarını mutlaka ziyaret edin. Bu iki Trak tümülüs mezarı kıyıda köşede kaldığı için ziyaret edilmiyor. Ama sakin bir ortamda, birisi (Mezek) orijinal olduğundan mutlaka görülmeli. Diğeri ise Japon aklı ve parası ile dizayn edilmiş modern bir müze içindeki imitasyon mezar ve duvarlarına çizilmiş freskleri için ziyareti hak ediyor.

Mezek’de mezara giden asfalt yola, Trak uygarlığına ait savaşçıların resimleri çizilmiş. Bu mezarı ziyaret ederken aynı zamanda, sonra ziyaret edebileceğiniz Mezek Kalesi ziyareti için de giriş bileti almış oluyorsunuz.

Mezek Trak Mezarına Gidişde Yerlere Çizilmiş Resimler 2025 / Bulgaristan Gezisi

Müze girişlerinde eğer 60 yaş üstünde iseniz mutlaka söyleyin. İndirimli bilet fiyatlaması uyguluyorlar ve bu indirimin milliyeti de yok.

Mezek Trak Mezarına Giriş 2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezek Trak Tümülüs Mezarı milattan önce 4. yüzyıla ait. Tümülüsün üzeri 15 metre yüksekliğinde ve 90 metre çapında devasa bir tümsek şekilli yığınla örtülü. Bu Trak tümülüsünü özel kılan en büyük özellikler; Aslının günümüze kadar tamamen korunarak gelmiş olması, en uzun koridora sahip olması ve en büyük höyük mezarlardan olması.

İstanbul Arkeoloji Müzesindeki Mezek Trak Tümülüsü Alanında Bulunan Yaban Domuzu Heykeli

Aslında bu höyüğün içinde 1908 yılında orijinal boyutlarda yaban domuzu heykeli bulunmuş ve bu heykel İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne getirilmiş. Höyüğün mezar kısmı ise 1931 yılında tesadüfen keşfedilmiş.

Mezek Trak Tümülüs Mezarı Koridoru (Dromos) 2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezara 20 metreden uzun bir koridordan (buna “dromos” deniyor) giriliyor. Ardından iki dikdörtgen antre ve bunların ardından arı kovanı kubbeli yuvarlak bir cenaze odası geliyor. Mezarın toplam uzunluğu yaklaşık 31 metre.

Mezek Trak Mezarı Dikdörtgen Odaları 2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezarın ayrıca bir heroon tapınağı (eski bir Yunan veya Roma kahramanına adanmış ve kahramanın anılması veya kült ibadeti için kullanılan türbe anlamına geliyor) olarak kullanıldığı da düşünülmekte. Mezar birkaç kez kullanılmış ve büyük olasılıkla bir Trak aristokratının aile mezarı olarak hizmet vermiş. Mezar içinde 6 cenazenin izleri bulunmuş. Antreye bir kadın gömülmüştür.

Aleksandrovo Trak Sanatı Müze Merkezi’nde Trak Mezarı-2025 / Bulgaristan Gezisi

Aleksandrovo Trak Mezarı ise Güneydoğu Bulgaristan’ın Haskovo ilindeki Aleksandrovo yakınlarında kazılan, MÖ 4. yüzyıla tarihlenen bir Trak mezar höyüğü ve mezarı. 17 Aralık 2000’de mezar tesadüfen ortaya çıkarılmış. 2001’de Bulgar arkeolog Georgi Kitov, mezarın kurtarma kazısına öncülük etmiş ve küçük bir ön oda ve yaklaşık 6 metre uzunluğunda bir tünel (dromos) aracılığıyla erişilebilen yaklaşık 3 metre çapında yuvarlak bir oda keşfetmiş. Anlayacağınız bu mezar, Mezek Trak Mezarı’na göre hem daha küçük ve hem de daha kısa. Ama bu mezarın da önemi hem ön oda hem de ana oda duvar ve tavanlarının, Geç Klasik ve Erken Helenistik sanat örnekleri olan ve çok iyi korunmuş fresklerle dekore edilmesi.

Aleksandrovo Trak Sanatı Müze Merkezi’nde Trak Mezarı-2025 / Bulgaristan Gezisi

Ana odadaki fresk, atlı bir avcı tarafından bir yaban domuzunun saldırıya uğradığı ve çift balta kullanan çıplak bir adamın yer aldığı bir av sahnesini tasvir ediyor. Çift baltanın kraliyet gücünü temsil ettiği, çıplak adamın ise Zalmoxis‘i yani Zeus’a karşılık gelen Trakyalı Güneş Tanrısını temsil ettiği yorumlanıyor.

Aleksandrovo Trak Mezarı Fresk Detayı 2025 / Bulgaristan Gezisi
Aleksandrovo Trak Mezarı Tavan Fresk Detayı 2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezek Trak Mezarı tavanında herhangi bir çizimin bulunmadığını ancak daha yüksek ve daha geniş bir mezar odası olduğunu görebiliyorsunuz.

Mezek Trak Mezarında Mezar Odasının Tavan Kısmının Sadeliği-2025 / Bulgaristan Gezisi

En eski Trakya mezarları küçüktü ve basit tasarımlara sahiptiler. Trak mezarlarında genellikle dış dünyayla bağlantıyı sağlayan bir koridor, cenaze eşyalarını saklamak veya daha sonraki cenazeler için bir oda olarak kullanılan bir ön oda ve dikdörtgen veya dairesel bir mezar odası bulunurdu. Krepis adı verilen güçlü taş duvarlar, höyüklerin tabanlarını çevreliyor ve onları erozyondan koruyordu. Ayrıca yaşayanların dünyası ile ölülerin dünyası arasında sembolik bir sınır görevi görüyorlardı.

Trak mezarlarında krepsis örneği-Mezek Trak Mezarı 2025 / Bulgaristan Gezisi

Trak mezar odalarında taştan yapılmış cenaze yataklar oluyordu. Bazen bunların da üzerlerine yastıklar oyulurdu veya taş ve ahşaptan yapılmış sıralar, koltuklar, sunaklarla donatılıyordu.

Mezek Trak Mezar Odası-2025 / Bulgaristan Gezisi
Aleksandrovo Trak Mezarı Cenaze Yatağı-2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezar içlerine yerel olarak yapılmış veya Yunanistan’dan ithal edilmiş pahalı seramik ve metal kaplar bırakılırdı. Mezara konan ölüler için öbür dünyada gerekli olarak görülerek silahlar, gümüş ve altından yapılmış gösterişli mücevherler bırakılırdı.

Trak mezarlarında tam iskeletler neredeyse hiç yoktur. Arkeologlar genellikle yalnızca kemik veya diş parçaları keşfetmişler. Bunlar genellikle farklı insanlara aittir. Bunun dini bir ritüel nedeni ile yapıldığı, cesetlerin ya parçalandığı ya da yakılarak küllerinin bu taştan cenaze yataklarına bırakıldığı düşünülüyor. Ritüel olarak öldürülen atlar ve köpekler sıklıkla Trakya mezarlarında bulunurdu ve ölen kişiyle birlikte gömülürdü. Mezarlarda hayvan iskeletleri genellikle anatomik sıraya göre bulunmuşlar.

Bu mezarlara böylesine ihtişam ve törenle gömülen kişiler, krallar ve aileleri de dahil olmak üzere, açıkça yüksek rütbeli erkekler ve kadınlardı. Traklar yazılı tarih bırakma adetlerine sahip olmayınca, bu mezarların kimlere ait olduğu da tam bir muamma olarak kalmış.

Aleksandrovo Trak Sanatı Müze Merkezi’nde Trak Mezarı-2025 / Bulgaristan Gezisi

Bu arada Traklar ve Trak tümülüs mezarları hakkında genel bilgiyi burada biraz daha paylaşsam iyi olacak. Günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce, bugünkü Bulgaristan toprakları, surlar ve şehirler inşa eden, ölülerini anıtsal mezarlara gömen, altın ve gümüş kadehlerden şarap içen, antik Yunanlılarla, Romalılarla, Perslerle, İskitlerle ve antik Makedonyalılarla savaşan, ticaret yapan ve siyaset yapan insanların yaşadığı bir yermiş. Bugün isimleri bir Roma ya da Persler kadar bilinmiyor. Bizlerden de “Trakya” dendiğinde kaçımızın aklına bu geçmişin uygarlığı geliyor acaba? Trakyalılar sonsuzluk için mezarlar ve türbeler inşa ettiler ama anı yaşadılar ve yaptıklarını yazmanın önemini küçümseyerek, tarihleri, inançları hakkında neredeyse hiçbir şey bırakmadılar. Böylece, günümüze kadar gelen yarattıkları büyüleyici yerler ve hazineler dışında, Trakyalıların hayatı bir gizem olarak kalmaya devam ediyor.

Trakyalıların siyasi olarak en ünlü tarafları onların bölünmüş olmaları. 22 ile 80 arasında değişen kabileler halinde yaşamışlar ve bu grupların her birinin kendi soyluları ve yöneticileri olmuş. Bu kalabalık kabileler arasından, Odrysianlar (Odrisler), Bessiler, Tribali ve Getae Kabileleri en önemli tarihi ve arkeolojik kayıtları bırakmışlar. İyi ata binmeleri, iyi mızrak kulanmaları ve şavaşçılıkları ile bilinmelerine rağmen bir araya gelip de bir imparatorluk kuramamışlar.

Büyük İskender

O dönemlerde Trakyalılar çevrelerinin de ilgi odağı dışında kalmışlar. Ancak bu ilgisizlik Antik Yunanlılar’ın yeni koloni arayışları için Ege ve Karadeniz kıyılarında keşifler yapmaya başlaması ile değişmiş. Herodot, kendi adı ile anılan tarihinde, Hintlilerden sonra Trakyalılar’ın dünyadaki en kalabalık ikinci milleti olduğunu yazmış.

MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda Odrysian Kallığı, Atina ve Makedonya Krallığı ile antlaşmalar imzalayıp savaşlar yürüten, uluslararası politikada önemli bir aktör haline gelen Trak Kabilesi olmuş. Büyümüş ve yayılmışlar. Ama MÖ 4. yüzyılın ortalarında durum değişmiş ve hem Makedonya Kralı II. Filip, hem de oğlu Büyük İskender Trakya’yı işgal etmiş. Makedonların işgalinin Trak yerel ekonomileri, şehir planlaması ve kültürleri üzerinde güçlü etkileri olmuş. Örneğin, daha önceki Trak yerleşimlerinin yerlerine bir dizi şehirler kurulmuş. Bunların en ünlüsü II. Filip’in adını taşıyan Philippopolis (bugünün modern Plovdiv’i). İskender’in ölümü sonrası ortaya çıkan karışık ortamı fırsat bilen Traklar yeniden bağımsızlık kazanmışlar. Trak kentleşmesi yükselişe geçmiş, yaşam ve ölülere yapılan mezarlar daha zenginleşmiş. Odrysianların kralı III. Seuthes, en son Helenistik kentsel modaya uygun bir başkent bile inşa etmiş. Bugün baraj suları altında kalan bu şehre, tıpkı Büyük İskender’in kurduğu şehirlere yaptığı gibi, kendi adını bile vermiş (Seuthopolis). 

Roma Birlikleri

Trakların bu ilerlemeleri, kabilelerin yeniden birbirleri ile kavgaya girişmeleri sonucu durmuş. Bu dönemde de bölgeye Roma orduları gelmiş. Sonrası beklenen son; Birçok Trakyalı, Roma döneminde Romalılaştırılmış ve yavaş yavaş kendilerine özgü kültürlerini ve dillerini kaybetmişler. 7. yüzyılın sonlarına doğru Trakya’nın önemli bir kısmı yeni, hırslı bir devlet olan Bulgaristan İmparatorluğu’nun boyunduruğu altına girmiş. Traklardan geriye kalanlar, yeni gelenler, Slavlar ve Bulgarlar karışarak modern Bulgarların temel halkını oluşturmuşlar.

Perperikon

Trakların bu kabaca ve çok özetle anlattığım tarihinden şu notları çıkartmalıyız; Traklar uzun tarihlerinde, Yunanlılar gibi ticaret ve savaşla gelişen güçlü şehir devletleri veya antik Makedonyalılar gibi istikrarlı bir krallık yaratmayı asla başaramamışlar. Trakya tarihi ve dinini deşifre etmenin önündeki engeller olarak onların yazılı tarih bırakmalarındaki isteksizlikleri ve bu halkın meşhur bölünmüşlükleri kabul ediliyor. Trakya kabileleri çoğunlukla bağımsız olmuşlar ve aralarında tutarlı bir dini sistem neredeyse hiç olmamış. Büyük olasılıkla kabilelerin her birinin kendine özgü inançları, ritüelleri ve hatta tanrılarının olduğu düşünülüyor. Kural olarak, erken dönemde tapınaklarını çıplak, sarp kayaların üzerine inşa etmişler. Bu tapınakların en önemlisi olan Perperikon’u bu gezide programa alamadım ama bir dahakine mutlaka programımda olur.

Trak Megaliti-Buzovgrad / İnternetten

Antik Trakyalılar’ın diğer bıraktıkları eserler arasında “megalitler” de ayrı bir öneme sahipler. Bulgaristan’da Traklardan kalma bolca megalit bulunuyor. Megalitlerin dini tapınmalar için yapıldığı düşünülüyor. Traklar için kaya “Büyük Tanrıça‘yı temsil ediyormuş ve içindeki mağaralar ve oyuklar sembolik olarak onun rahmi olarak görülüyormuş. Megalit terimi, Yunancada “Büyük taş” anlamına geliyor. Geleneksel olarak “menhir” denince ayakta duran tek kayaları, “Kromleh” denince daireler şeklinde dizilen taşları ve “Dolmen” denince de genellikle mezar olarak kullanılan alçak ve ağır yapıları anlamak gerekiyor. Tüm bunların hepsi için “megalit” terimi kullanılıyor.

Sakar Dağı’ndaki Hlyabovo ve Sakartsi köylerini çevreleyen tepelerdeki dolmenler

Trakyalılar megalitlerini en azından MÖ 12. yüzyıldan MÖ 6.-5. yüzyıllara kadar inşa etmişler. Yakın zamana kadar Bulgaristan’da yaklaşık 600 kadar iyi korunmuş dolmen varmış. Ancak bugün bunlardan sadece 100 tanesi nispeten iyi durumda kalmış. Diğerleri 19. ve 20. yüzyıllarda define avcıları ve bu antik anıtların arazileri sürmek için bir engel veya kaliteli yapı malzemesi için yararlı bir kaynak olduğunu düşünen yerel köylüler tarafından yok edilmiş. Bulgaristan’da megalitleri görmek için en iyi yerler, en yoğun olarak bulundukları Rodop Sıradağları’nın doğu kesimleri olan, Sakar ve Strandzha Dağlarıdır. Biz bu gezimizde bunlardan herhangi bir örneği de göremedik. Zaman çok kısıtlıydı. Aşağıdaki ulaşımı nisbeten kolay olan Sakar Dağı’ndaki Hlyabovo Köyü yakınındaki dolmeni bir daha ki Bulgaristan gezisi için gözüme kestirdim.

Sveshtari Trak Mezarı İçi

Traklardan kalma diğer önemli eserler ise Trak Tümülüs Mezarları. Şükürler olsun ki bunların bazı örneklerini bu kısa zamanda gezebildik. Milattan önce 5 ve 3. yüzyıllar arasında yapılan bu anıt Trak mezarlarından birine girmek Bulgaristan’da mutlaka yapılması gereken deneyimlerden biri. Daha da fazla olduğuna (1500 ler civarında) inanılsa da şimdiye kadar 200’den fazla anıtsal Trakya mezarı keşfedilmiş ve bunların etkileyici mezar yapılarından daha fazlası olduğu ortaya çıkmış. Bu mezarlar, onları inşa eden insanların cenaze törenleri ve dini inançları hakkında da önemli bir bilgi kaynağı durumundalar. Traklar höyük mezar yapma fikrini “Mikenler‘den almış olabilirler” diye düşünülüyor. Ama Trak mezarları onlardan küçükler. Başlangıçta basit ve sade görünümde olan bu mezarlar MÖ 4. yüzyılın ortalarından sonra, Odrysian ve Getae krallarının siyasi ve ekonomik gücünün yükselişe geçmesiyle daha büyük ve daha ayrıntılı hale gelmişler. Mezarlar içindeki oda sayıları artmış. Duvarlara çeşitli resimler çizilir olmuş. Hatta, Dünya Mirası Listesi içinde bulunan ama bu gezide gezemediğimiz Şumnu tarafındaki Sveshtari Trak Mezarı’nda olduğu gibi, mezar odasına heykeller konur hale gelmiş. Zamanla mezar odalarının kapıları mermerden olmuş. Daha sonra gezdiğimiz III Seuthes’in mezarının kapısı mermerdendi. Bundan ileride bahsederiz. Görüldüğü gibi Trak Mezarları da, megalitleri ve tapınma yerlerinde olduğu gibi, Traklar diğer medeniyetlerle temas ettikçe zaman içinde değişime uğrayabilmiş. Bu nedenle mümkün oldukça ulaşabildiğiniz tüm Trak mezarlarını ziyaret edin derim.

Mezek Kalesi- 2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezek Trak Mezarı gezimiz sonrasında Mezek Kalesi‘ne doğru yöneldik. Bu kale Doğu Rodop Dağları’ndaki en iyi korunmuş kale olması açısından önemli. Mezek Kalesi, 11. ve 12. yüzyıllarda, şimdiki Mezek köyünün batısında inşa edilmiş bir orta çağ kalesi. Bizans kroniklerinde adı Neoutzikon olarak geçiyor. Kale, Meriç ve Arda nehirleri arasındaki toprakları savunan bir sınır muhafız kalesi olarak işlev görmüş ve 14. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Türkleri tarafından fethedilinceye kadar Bizans ve Bulgar İmparatorlukları tarafından kontrol edilmiş.

Bu kalenin tarihteki önemi ise Bizans imparatoru II. İsaakios‘un, kuzeni Konstantinos Doukas‘ın isyanını 1193’te bastırdığı yer olması. Kuzen Doukas önce Philipoppolis valisi olarak atanmış. Amaç, Bizans’a karşı ayaklanan ve Bulgar İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasına yol açan Asen ve Peter’in başlattığı Bulgar Ayaklanması’nı bastırması. Kuzen bu isyanı başarıyla bastırmış. Gelgelim fazlaca havalanmış ve imparatorun tahtına göz dikmiş. 1193’te Doukas kendini imparator ilan etmiş ve ordusu ile Konstantinopolis’e yürümüş. Ancak Edirne’ye varmadan önce ihanete uğramış ve kendi adamları tarafından, Philippopolis ve Edirne piskoposlukları arasındaki sınırda bulunan Neoutzikon’da (Mezek Kalesi) yakalanmış. Bizans’a bu tür oyunlar söker mi hiç?

Kalenin surları 1900 yılına kadar sağlam kalmış. Daha sonra Osmanlılar tarafından yapının bir kısmı yıkılarak alınan taşlar Svilengrad’daki kışlanın inşasında yeniden kullanılmış.

Mezek Kalesinden Panorama-2025 / Bulgaristan Gezisi

Kalenin surlarından çok güzel panoramik görüntüler alabilirsiniz. Kale içinde bir de İkinci Dünya Savaşından kalma “bunker” mevcut.

Mezek Kalesinde Bunker-2025 / Bulgaristan Gezisi

Yazıyı uzattım yine ve bu yazıda ilk günü bitiremedik. Devamı yarına kaldı artık. Ama bundan sonra yazılanları daha kolay anlamamızı sağlayacak bilgilerdi. Bence Bulgaristan, Trak Uygarlığını iyi anlamadan gezilemez. Bir de bizim açımızdan 93 Harbi’ni iyi anlayarak Bulgaristan’ı gezemek gerekiyor.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

15.06.2025










(DURUMA GÖRE-ORTAÇAĞDAN KALAN SAĞLAM KALE-BELKİ DIŞARIDAN FOTOĞRAFLAMAK YETERLİ OLABİLİR) MEZEK KALESİ
Mezek Kalesi, 11. ve 12. yüzyıllarda Bulgaristan’ın güneydoğusundaki modern Mezek köyünün batısında inşa edilmiş bir orta çağ kalesidir. Bizans kroniklerinde adı geçen orta çağ Neoutzikon’u olarak tanımlanmıştır. Yapı, Rodop Dağları’nın en kuzeydoğu sırtının eteklerinde, Gorata veya St Marina olarak bilinen uzun bir terasta yer almaktadır. Meriç ve Arda nehirleri arasındaki toprakları savunan bir sınır muhafız kalesi olarak işlev görmüştür. Kale, 14. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Türkleri tarafından fethedilinceye kadar Bizans ve Bulgar İmparatorlukları tarafından kontrol edildi.
Mezek Kalesi, Bulgaristan Turist Birliği’nin Bulgaristan’daki 100 Turistik Yer arasında yer alıyor ve Doğu Rodop Dağları’ndaki en iyi korunmuş kale olarak kabul ediliyor. Yapının yaklaşık 600 metre doğusunda, Bulgaristan’daki en büyük Trakya kovan mezarı olan Mezek Mezarı yer alıyor.
Tarih
Neoutzikon, Bizans imparatoru II. İsaakios’un kuzeni Konstantinos Doukas’ın isyanını 1193’te bastırdığı yer olarak anılmıştır. Doukas, Philipoppolis valisi olarak atanmış ve Bulgar İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasına yol açan Asen ve Peter’in Bulgar Ayaklanması’na karşı başarıyla savaşmıştır. 1193’te Doukas kendini imparator ilan etmiş ve Konstantinopolis’e yürümüştür ancak Edirne’ye varmadan önce ihanete uğramış ve kendi adamları tarafından, Philippopolis ve Edirne piskoposlukları arasındaki sınırda bulunan Neoutzikon’da yakalanmıştır. Honiates’e göre, bu eylem, Konstantinos’un yeteneğinden korkan ve etkisiz II. İsaakios’un mümkünse sonsuza dek tahtta kalmasını tercih eden Bulgar isyancıları büyük ölçüde cesaretlendirmiştir.
Kalenin surları 1900 yılına kadar sağlam kalmış, daha sonra Osmanlılar tarafından yapının bir kısmı yıkılarak Svilengrad’daki kışlanın inşasında taşlar yeniden kullanılmıştır.