
Filibe günlük turumuzun Eski Şehir kısmını bir önceki yazımda anlatmıştım. Bizleri Filibe’de, Rimski Stadion Square’de, Antik Philippopolis Stadyumu ve Cuma Camisi’ne bakan Arena Kafe’de kahvelerimizi içerken bırakmıştınız. 30 dereceleri bulan o sıcak günde biraz soluklanmak gerekiyordu. Filibe gezimize bu noktadan, kaldığımız yerden devam edelim.





Cuma Cami ya da diğer adı ile Hüdevandigar Cami, Osmanlı ordusunun Filibe’yi fethetmesinden sonra 1363-1364 yıllarında yapılmış. Daha önce bu alanda var olan kilisenin yerine inşa edilmiş ilk cami, 15. yüzyılda Sultan I. Murad döneminde yıkılmış ve yerine bugün gördüğümüz cami yapılmış. Balkanların en eski eserlerinden olan bu caminin diğer özellikleri onun dikdörtgen planlı, tek minareli ve dokuz kubbeli bir cami olması.

Caminin içine girmek istediğimizde, önce oturduğumuz kafeye bakan cami kapısının kilitli olduğunu fark ettik. Cami çevresini gezerken girişi örten çok sayıda yemek masasının arasında, fark edilmesi pek de kolay olmayan ve merdivenle çıkılan başka bir giriş kapısını fark edip cami içine girdik. Cami içi duvarlar süsleme kalem işleri, zengin bitki motifleri, geometrik desenler ve kurandan alınan ayetlerle dolu. Bunların XVII. yüzyılın sonu ve XIX. yüzyıl başına tarihlendiği yazılıyor. İmamın ezan okuma saatine denk geldik. İmam, ezanı cami içinde ve kendi sesinden okuyordu. Bizdeki gibi bangır bangır, hoparlörlerden çok yüksek seslerde ezan okumalar sanırım Bulgaristan’da yok.





Philippopolis Stadyumu, MS 2. yüzyılın başlarında İmparator Hadrian döneminde inşa edilmiş. Surlarla çevrili şehrin kuzey kesiminde, Taksim Tepe ile Saat (Danov) Tepe arasındaki doğal arazide yer alıyor.
Yaklaşık 240 metre uzunluğunda ve 50 metre genişliğindeki stadyum, 30 bin seyirci kapasiteliymiş. Balkan yarımadasında Roma İmparatorluğu döneminden kalma en büyük ve en iyi korunmuş yapılardan birisi Plovdiv’in merkezinde, ana yaya caddesinin altında yer alıyor.

Yapının kuzey ucu Cuma Camisinin dibinde görülebiliyor. Daha büyük kısmı ise hala ana cadde boyunca ve binaların altında yer alıyor. Stadyum görünür kısımdan güneye doğru uzanıyor.

Filibe gezimize artık şehrin yeni kısımları ile devam ediyoruz. İlk hedefimiz ise Kapana Caddesi. Kapana ismi İngilizce’de “Tuzak” anlamına geliyor. Bölgenin bu ismi almasının sebebi Kapana Caddesinin dar ve dolambaçlı sokaklarında insanların kaybolmasının kolay olması. Beş yüzyıl önce burası zanaatkarların merkezi olarak ortaya çıkmış. Bu yüzden Kozhuharska (Deri), Zhelezarska (Demir) ve Zlatarska (Altın) gibi sokak isimlerini görebiliyoruz.


Günümüzde burada geleneksel zanaatkarların yerini, çağdaş yaratıcı girişimciler almış. Plovdiv Belediyesi ve “Plovdiv 2019” Vakfı, yakın zamana kadar ihmal edilmiş şehrin bu bölümünü gerçek bir sanat merkezine dönüştürmek için 3 yıl boyunca büyük bir çaba harcamış. Şehrin bu bölgesinin %80’e yakın kısmı, sadece yayalara açık hale getirilmiş.



Kapana, Filibe’nin sokak sanatları (mural), sanat galerileri ve özel mağazalarla dolu büyüleyici bir sanat ve kültür mahallesi. Burayı gezerken duvarlardaki muralleri sakın gözden kaçırmayın.


Kapana Bölgesinden sonra Knyaz Alexander I Bulvarı’na doğru yöneldik. Filibe Şehri’nin modern yüzünü temsil eden Knyaz Alexander I Bulvar’ı, 1,7 kilometre uzunluğuyla, Avrupa’nın en uzun yaya bulvarları arasında sayılıyor.

Bu alan, yerel halkın ve ziyaretçilerin kaynaştığı mağazalar, restoranlar ve barlarla dolud. Bölge canlı müzik ve canlı bir atmosferle gece daha da hareketleniyor.

Philippopolis Stadyumundan başlayarak, Filibe Belediye Binası ve Stefan Stambolov Meydanı‘na doğru yürüyüşe geçtik. Ortam Eski Şehir bölümlerinden çok farklı. Etraftaki sağlı-sollu, bazıları bilindik marka mağazalara bakarak bu bulvarda yürüdük. Döviz ihtiyacınız varsa burada bulunan döviz büroları sizin için iyi bir fırsat olacaktır. Trevne gibi daha ufak şehirlerde döviz bozdurmak için yer bulamayabilirsiniz.

Halk arasında, Filibe Şehri için tepeler dışında bir başka sembol daha var. Bu bulvar üzerinde yürürken o sembolün heykelini sakın kaçırmayın! Yaşadığı zamanlarda, hemen her zaman bu bulvar üzerinde görülen, zihinsel olarak hasarlı olduğu söylenen ama zararsız ve sevimli Milyo‘nun heykeli bu. 1920’li yıllarda doğduğu, 1970’li yıllarda da öldüğü tahmin edilen Milyo esprileri, flörtöz tavırları ile bu bulvarın sembolü olmuş. Heykeltraş Danko Danev, dedikoduyu da çok seven Milyo’nun karakterini çok iyi yansıtan bir hali ile (bir eli kulağında, bir eli cinsel organını tutar şekilde) onu bu bulvar üzerinde ölümsüzleştirmiş. Heykel caddenin merkezi bir noktasında, set üstünde oturur halde yer alıyor.


Heykelin hemen yanında kaçırmamanız gereken bir diğer yer ise Kamenitsa Su Merdivenleri. “Together Plovdiv 2019” tabelasının arkasında bulunuyor. Buradaki binalar ise Filibe Drama Tiyatrosuna aitler. Esas güzel muralleri bu binanın arkasındaki duvarlarda gördük e fotoğrafladık.




Buraya gelmişken Saat Kulesi‘nin bulunduğu Danov (Saat)Tepesi‘ne de çıkmak isteyebilirsiniz. Böylece Nebet Tepe’den bu yöne aldığınız Filibe panorama fotoğraflarını, bu sefer tersen alabilirsiniz. Biz şahsen öyle yaptık. Biraz yokuş yukarı yürümeyi de göz alın artık!

Kulenin en eski kaydı 1623′ yılına kadar gidiyor. Evliya Çelebi, yazılarında bu saatten bahsetmiş. Saat Kulesi mevcut görünümüne 1812 yılında kavuşmuş. 1883’te Viyana’da yapılmış yeni büyük bir saat kuleye takılmış. Saat Kulesi 17,5 mt yüksekliğinde bir kule. Buradan karşıda Nebet tepe gayet net olarak görülüyor.





Knyaz Alexander I Bulvarı üzerinde yürüyüşümüze devam edince Stefan Stambolov Meydanı‘na geleceksiniz. Stefan Stambolov Meydanı, Plovdiv Belediyesi’nin güzel binasına da ev sahipliği yapıyor. Burada büyükçe bir havuz da mevcut.

Antik çağda meydanın bulunduğu bölgede Roma hamamları varmış ve bunların kalıntıları 1930’larda keşfedilmiş. Osmanlı döneminde ise bu alana Alaca Cami inşa edilmiş. Buradaki düzensiz yerleşim yerleri yıkılmış ve mevcut meydan onun yerine inşa edilmiş. Festival performanslarının düzenlendiği açık bir alan mevcut.


1997 yılında meydana Modern Bulgaristan’ın kurucularından biri olarak kabul edilen siyasetçi, devrimci ve şair olarak geçen Stefan Stambolov’un adı verilmiş.

Meydanda bir de “Tanık “adlı heykel var. Bu heykel komünist dönemin teröründen mağdur olmuş kurbanlar anısına dikilmiş.


En son nokta olarak Filibe Büyük Postane ve Roma Forumu’nun bulunduğu yere ulaştık. Buradan da Tsar Simeon Bahçesi‘ne rotayı çevirdik.

Plovdiv’deki Tsar Simeon Bahçesi, 1892’de İsviçreli peyzaj mimarı Lucien Chevalas tarafından yaratılmış. Çok güzel ve geniş bir bahçe. Filibe’nin yerlisi-yabancısı çok sayıda doğa severin ziyaret ettiği bir yer.


Bahçede kadim ağaçlar, çiçekler, heykeller ve çeşmeler bulunuyor.


Ana bahçenin tam ortasındaki yapay bir gölün üzerine yayılan “Şarkı Söyleyen Çeşme” için milyon dolarlar harcanmış. Seçilmiş bestelerle senkronize bir şekilde zıplayan ve sallanan çok sayıda özelleştirilmiş su jeti ile ses ve ışık gösterileri yapılıyor. Bazen suyun 12 metrelere kadar yükseldiği oluyor.
Gösteri cuma ve cumartesi akşamları saat 21:30 da başlıyor ve ücretsiz. Yukarıdaki videoyu bizim gezide kaydetmiştim.
Bahçenin şüphesiz ki en fazla eğlenenleri ne zaman ve nereden geleceği belli olmayan küçük su jetleri ile oynayan çocuklar. Dakikalarca onları izledim.

Filibe’deki son akşamımızda Happy Bar & Grill adlı restoranlar zincirinin Filibe’deki şubesinde yemek yedik. Böylece Filibe-Plovdiv gezimiz de bitmiş oldu.
Yarına Kazanlık Gül Festivaline katılmak üzere yollardayız.
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
19.06.2025
