• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.037 ziyaretçi
  • Haziran 2025
    P S Ç P C C P
     1
    2345678
    9101112131415
    16171819202122
    23242526272829
    30  

Gül Festivali Bahane, Bulgaristan’ı Keşif Gezisi Şahane!-Filibe’ye Doğru-1

Edirne’de kaldığımız otelin güzel kahvaltısına dalınca, 6 Haziran günü Bulgaristan’a doğru sabahın erken saatlerinde yola çıkma planımız biraz gecikti. Hiç dert etmedik tabii ki! Kahvelerimizi de içip saat 09:00 civarı Kapıkule Sınır Kapısı’na varmış olduk. Bugün program oldukça yoğun: Önce bir Mimar Sinan eseri olup da Bulgaristan topraklarında kalmış bir köprüye gideceğiz. Sonra Mezek Köyü ve Aleksandrovo’da olmak üzere arka arkaya iki Trak höyük mezarı ziyaretimiz olacak. Sonra Asen Kalesi gezilecek. Bulgaristan topraklarındaki en güzel manastırlardan birisi olan Bachkovo Manastırı’nı gezdikten sonra akşam saatlerinde Filibe’ye (Plovdiv) varacağız. Akşam Filibe keşfimiz olacak. Günün toplam yapılması gereken araba yolculuğu 245 km’yi bulacak.

Kapitan Andreevo Sınır Kapısı-2025 / Bulgaristan Gezisi

Sınırın her iki tarafından da hızlı geçişimiz, bizim sabah planladığımız saatten biraz daha geç yola çıkışımızla kaybettiğimiz zamanı telafi ettirdi.

Cisri Mustafa Paşa Köprüsü-Svilengrad 2025 / Bulgaristan Gezisi
Cisri Mustafa Paşa Köprüsü-Svilengrad 2025 / Bulgaristan Gezisi

Sınır geçişimiz sonrasında Bulgaristan topraklarındaki ilk hedefimiz, 19 km ötedeki Svilengrad şehri ve burada bulunan Cisri Mustafa Paşa Köprüsü. Aşağıdaki fotoğraflarından da anlayacağınız gibi Svilengrad küçük, yemyeşil ve şirin bir şehir. Kumarhanelerin fazlalığı gözünüze çarpacaktır. Kapıkule Sınır Kapısı’na yaklaşık 15 km uzaklıktaki bu ilk Bulgar şehri, içinde bulunan kumarhaneler nedeniyle Türkiye ve Yunanistan’dan gelen ziyaretçilerin ilgisini çekiyormuş. Bizim niyetimiz bu değil tabii ki!

Cisri Mustafa Paşa Köprüsü, Meriç Nehri üzerinde bulunan ve Osmanlı döneminden günümüze kadar ayakta kalabilen bir Köprü. 1528-29 yılları arasında büyük usta Mimar Sinan’ın yaptığı önemli eserlerden. Bu güzel Köprü, bir zamanlar tamamlanmış olan kervansaray, cami, çarşı ve hamam kompleksinden geriye kalan ve tamamen korunmuş tek eser.

300 metre uzunluk ve 6 metre genişliği ile Cisri Mustafa Paşa Köprüsü (ya da Svilengrad Taş Köprüsü), Kanuni Sultan Süleyman döneminde, saraya damat olmuş olan Mustafa Paşa’nın emriyle yaptırılmış.

Cisri Mustafa Paşa Köprüsü-Svilengrad 2025 / Bulgaristan Gezisi

Peki bu “Cisri (ya da Çoban) Mustafa Paşa kimdir?” diye sorarsanız, kendisi Enderun’dan yetişen, Kapıcıbaşılık ve Rumeli Beylerbeyiliği görevlerinde bulunduktan sonra üçüncü vezirliğe, 1522’de Rodos Seferi sırasında Mısır Valiliğine, sonra da ikinci vezirliğe kadar yükseltilmiş bir devlet adamı. Yavuz Sultan Selim’in kızı olan Hafize Hafsa Sultan ile de evlendirilerek (Sultanın ikinci evliliği) saraya damat olmuş. Bugün kısmen Yunanistan, kısmen de Bulgaristan toprakları içinde kalan Çirmen’de bulunan Karaağaç köyü ile Aladeresi Mezrası kendilerine Padişah tarafından ihsan edilmiş. Buraların gelirleri ile köprünün inşa ve bakım masrafları karşılanmış.

Mustafa Paşa’nın yaptırdığı köprünün yanında büyük bir cami, imaret, muallimhane ve han yapılmış. Böylece yeni bir yerleşme yerinin temelleri atılmış. Buranın Cisri Mustafa Paşa adıyla bir kasaba haline gelmesi ise muhtemelen III. Murad devrinden (1574-1595) itibaren olmuştur.

Cisri Mustafa Paşa Köprüsü-Svilengrad 2025 / Bulgaristan Gezisi

Köprü inşasında 706 adet korkuluk blok kullanılmış. Köprünün inşasını anlatan kitabe, köprünün ortasına yerleştirilmiş mermer bir kabartma şeklinde. Kitabede eserin tamamlanma tarihi olarak 1529 yılı veriliyor. Mimar Sinan’ın bu güzel köprüsü Meriç Nehri üzerinde bir kolye gibi asılı duruyor.

Cisri Mustafa Paşa Köprüsü’nün Ortasındaki Kitabe-Svilengrad 2025 / Bulgaristan Gezisi

Köprü gezimiz sonrasında %83’ü Bulgaristan’da yer alan Rodop Sıradağları‘nı takip ederek, yeşili göz yoran ağaçlar arasından, 20 km ötede bulunan Mezek Köyü‘ne doğru hareket ettik. Bu Bulgar Köyüne gelmemizin nedeni önce Mezek Trak Tümülüs Mezarı‘nı, sonra da Mezek Kalesi‘ni ziyaret etmek. Bunlardan sonra da Mezek Köyü’nden 62 km sonra Aleksandrovo Trak Mezarını gezeceğiz.

Kısa Bulgaristan gezimizde Mezek, Aleksandrovo, Kazanlık ve III. Seuthes Trak Mezarları olmak üzere toplam 4 tane höyük mezar gezimiz oldu. “Bu kadar Trak mezarı gezmene gerek var mıydı?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Ben de size “Gerek vardı, hatta Kazanlık Trak Kral Mezarları Vadisi’nde ziyarete açık olan 3 Trak mezarını da gezmeliydik” derim. Çünkü her bir kral mezarının, Trakların zaman içerisinde her alandaki evrimleşmesine paralel olarak, evrimleştiğini-değiştiğini görebiliyoruz. Bunu aşağıda ayrıntılı olarak anlatacağım ama bunu yaparken konu bütünlüğü olsun diye hem Mezek hem de Akeksandrovo Trak Mezarlarını aynı anda anlatacağım.

Mezek Trak Mezarı Ana Giriş Kapısı-2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezek Trak Tümülüs Mezar alanına vardığımızda bizden başka hiç kimsenin olmadığını gördük. Aynı şeyi Aleksandrovo Trak Sanatı Müze Merkezi ziyaretimizde de yaşadık. Mezar duvarları içinde bulunan fresklerin bozulmaması için ziyarete kapatılmış Aleksandrovo Trak Tümülüs Mezarı’nın hemen yanında, Japonların finansmanı ile inşa edilen bir müze yapılmış. Müze içine de, orijinalin birebir örneği olarak trak mezarı inşa edilmiş. Burayı gezdiğimiz zaman da bizden başka ziyaret eden kimse yoktu.

Aleksandrovo Trak Mezarı Müze Ziyareti 2025 / Bulgaristan Gezisi

Bizim açımızdan bu sevindirici bir olay. Çünkü Trak mezarları zaten dar oluyorlar. Kalabalık olduğu zaman içeriye giriş için beklemeniz gerekiyor. Bu olumsuz şartlar altında, neredeyse 2500 yıllık bu eserleri hakkıyla gezmek pek mümkün değil. Kazanlık’taki Trak Mezarının, Koreli turistlerin oluşturduğu uzun kuyruğu beklemek istemediğimizden, içine giremeden döndük. Bu nedenle Mezek Trak Tümülüs Mezarını ve Aleksandrovo Trak Sanatı Müze Merkezi’ndeki Trak mezarını mutlaka ziyaret edin. Bu iki Trak tümülüs mezarı kıyıda köşede kaldığı için ziyaret edilmiyor. Ama sakin bir ortamda, birisi (Mezek) orijinal olduğundan mutlaka görülmeli. Diğeri ise Japon aklı ve parası ile dizayn edilmiş modern bir müze içindeki imitasyon mezar ve duvarlarına çizilmiş freskleri için ziyareti hak ediyor.

Mezek’de mezara giden asfalt yola, Trak uygarlığına ait savaşçıların resimleri çizilmiş. Bu mezarı ziyaret ederken aynı zamanda, sonra ziyaret edebileceğiniz Mezek Kalesi ziyareti için de giriş bileti almış oluyorsunuz.

Mezek Trak Mezarına Gidişde Yerlere Çizilmiş Resimler 2025 / Bulgaristan Gezisi

Müze girişlerinde eğer 60 yaş üstünde iseniz mutlaka söyleyin. İndirimli bilet fiyatlaması uyguluyorlar ve bu indirimin milliyeti de yok.

Mezek Trak Mezarına Giriş 2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezek Trak Tümülüs Mezarı milattan önce 4. yüzyıla ait. Tümülüsün üzeri 15 metre yüksekliğinde ve 90 metre çapında devasa bir tümsek şekilli yığınla örtülü. Bu Trak tümülüsünü özel kılan en büyük özellikler; Aslının günümüze kadar tamamen korunarak gelmiş olması, en uzun koridora sahip olması ve en büyük höyük mezarlardan olması.

İstanbul Arkeoloji Müzesindeki Mezek Trak Tümülüsü Alanında Bulunan Yaban Domuzu Heykeli

Aslında bu höyüğün içinde 1908 yılında orijinal boyutlarda yaban domuzu heykeli bulunmuş ve bu heykel İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne getirilmiş. Höyüğün mezar kısmı ise 1931 yılında tesadüfen keşfedilmiş.

Mezek Trak Tümülüs Mezarı Koridoru (Dromos) 2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezara 20 metreden uzun bir koridordan (buna “dromos” deniyor) giriliyor. Ardından iki dikdörtgen antre ve bunların ardından arı kovanı kubbeli yuvarlak bir cenaze odası geliyor. Mezarın toplam uzunluğu yaklaşık 31 metre.

Mezek Trak Mezarı Dikdörtgen Odaları 2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezarın ayrıca bir heroon tapınağı (eski bir Yunan veya Roma kahramanına adanmış ve kahramanın anılması veya kült ibadeti için kullanılan türbe anlamına geliyor) olarak kullanıldığı da düşünülmekte. Mezar birkaç kez kullanılmış ve büyük olasılıkla bir Trak aristokratının aile mezarı olarak hizmet vermiş. Mezar içinde 6 cenazenin izleri bulunmuş. Antreye bir kadın gömülmüştür.

Aleksandrovo Trak Sanatı Müze Merkezi’nde Trak Mezarı-2025 / Bulgaristan Gezisi

Aleksandrovo Trak Mezarı ise Güneydoğu Bulgaristan’ın Haskovo ilindeki Aleksandrovo yakınlarında kazılan, MÖ 4. yüzyıla tarihlenen bir Trak mezar höyüğü ve mezarı. 17 Aralık 2000’de mezar tesadüfen ortaya çıkarılmış. 2001’de Bulgar arkeolog Georgi Kitov, mezarın kurtarma kazısına öncülük etmiş ve küçük bir ön oda ve yaklaşık 6 metre uzunluğunda bir tünel (dromos) aracılığıyla erişilebilen yaklaşık 3 metre çapında yuvarlak bir oda keşfetmiş. Anlayacağınız bu mezar, Mezek Trak Mezarı’na göre hem daha küçük ve hem de daha kısa. Ama bu mezarın da önemi hem ön oda hem de ana oda duvar ve tavanlarının, Geç Klasik ve Erken Helenistik sanat örnekleri olan ve çok iyi korunmuş fresklerle dekore edilmesi.

Aleksandrovo Trak Sanatı Müze Merkezi’nde Trak Mezarı-2025 / Bulgaristan Gezisi

Ana odadaki fresk, atlı bir avcı tarafından bir yaban domuzunun saldırıya uğradığı ve çift balta kullanan çıplak bir adamın yer aldığı bir av sahnesini tasvir ediyor. Çift baltanın kraliyet gücünü temsil ettiği, çıplak adamın ise Zalmoxis‘i yani Zeus’a karşılık gelen Trakyalı Güneş Tanrısını temsil ettiği yorumlanıyor.

Aleksandrovo Trak Mezarı Fresk Detayı 2025 / Bulgaristan Gezisi
Aleksandrovo Trak Mezarı Tavan Fresk Detayı 2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezek Trak Mezarı tavanında herhangi bir çizimin bulunmadığını ancak daha yüksek ve daha geniş bir mezar odası olduğunu görebiliyorsunuz.

Mezek Trak Mezarında Mezar Odasının Tavan Kısmının Sadeliği-2025 / Bulgaristan Gezisi

En eski Trakya mezarları küçüktü ve basit tasarımlara sahiptiler. Trak mezarlarında genellikle dış dünyayla bağlantıyı sağlayan bir koridor, cenaze eşyalarını saklamak veya daha sonraki cenazeler için bir oda olarak kullanılan bir ön oda ve dikdörtgen veya dairesel bir mezar odası bulunurdu. Krepis adı verilen güçlü taş duvarlar, höyüklerin tabanlarını çevreliyor ve onları erozyondan koruyordu. Ayrıca yaşayanların dünyası ile ölülerin dünyası arasında sembolik bir sınır görevi görüyorlardı.

Trak mezarlarında krepsis örneği-Mezek Trak Mezarı 2025 / Bulgaristan Gezisi

Trak mezar odalarında taştan yapılmış cenaze yataklar oluyordu. Bazen bunların da üzerlerine yastıklar oyulurdu veya taş ve ahşaptan yapılmış sıralar, koltuklar, sunaklarla donatılıyordu.

Mezek Trak Mezar Odası-2025 / Bulgaristan Gezisi
Aleksandrovo Trak Mezarı Cenaze Yatağı-2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezar içlerine yerel olarak yapılmış veya Yunanistan’dan ithal edilmiş pahalı seramik ve metal kaplar bırakılırdı. Mezara konan ölüler için öbür dünyada gerekli olarak görülerek silahlar, gümüş ve altından yapılmış gösterişli mücevherler bırakılırdı.

Trak mezarlarında tam iskeletler neredeyse hiç yoktur. Arkeologlar genellikle yalnızca kemik veya diş parçaları keşfetmişler. Bunlar genellikle farklı insanlara aittir. Bunun dini bir ritüel nedeni ile yapıldığı, cesetlerin ya parçalandığı ya da yakılarak küllerinin bu taştan cenaze yataklarına bırakıldığı düşünülüyor. Ritüel olarak öldürülen atlar ve köpekler sıklıkla Trakya mezarlarında bulunurdu ve ölen kişiyle birlikte gömülürdü. Mezarlarda hayvan iskeletleri genellikle anatomik sıraya göre bulunmuşlar.

Bu mezarlara böylesine ihtişam ve törenle gömülen kişiler, krallar ve aileleri de dahil olmak üzere, açıkça yüksek rütbeli erkekler ve kadınlardı. Traklar yazılı tarih bırakma adetlerine sahip olmayınca, bu mezarların kimlere ait olduğu da tam bir muamma olarak kalmış.

Aleksandrovo Trak Sanatı Müze Merkezi’nde Trak Mezarı-2025 / Bulgaristan Gezisi

Bu arada Traklar ve Trak tümülüs mezarları hakkında genel bilgiyi burada biraz daha paylaşsam iyi olacak. Günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce, bugünkü Bulgaristan toprakları, surlar ve şehirler inşa eden, ölülerini anıtsal mezarlara gömen, altın ve gümüş kadehlerden şarap içen, antik Yunanlılarla, Romalılarla, Perslerle, İskitlerle ve antik Makedonyalılarla savaşan, ticaret yapan ve siyaset yapan insanların yaşadığı bir yermiş. Bugün isimleri bir Roma ya da Persler kadar bilinmiyor. Bizlerden de “Trakya” dendiğinde kaçımızın aklına bu geçmişin uygarlığı geliyor acaba? Trakyalılar sonsuzluk için mezarlar ve türbeler inşa ettiler ama anı yaşadılar ve yaptıklarını yazmanın önemini küçümseyerek, tarihleri, inançları hakkında neredeyse hiçbir şey bırakmadılar. Böylece, günümüze kadar gelen yarattıkları büyüleyici yerler ve hazineler dışında, Trakyalıların hayatı bir gizem olarak kalmaya devam ediyor.

Trakyalıların siyasi olarak en ünlü tarafları onların bölünmüş olmaları. 22 ile 80 arasında değişen kabileler halinde yaşamışlar ve bu grupların her birinin kendi soyluları ve yöneticileri olmuş. Bu kalabalık kabileler arasından, Odrysianlar (Odrisler), Bessiler, Tribali ve Getae Kabileleri en önemli tarihi ve arkeolojik kayıtları bırakmışlar. İyi ata binmeleri, iyi mızrak kulanmaları ve şavaşçılıkları ile bilinmelerine rağmen bir araya gelip de bir imparatorluk kuramamışlar.

Büyük İskender

O dönemlerde Trakyalılar çevrelerinin de ilgi odağı dışında kalmışlar. Ancak bu ilgisizlik Antik Yunanlılar’ın yeni koloni arayışları için Ege ve Karadeniz kıyılarında keşifler yapmaya başlaması ile değişmiş. Herodot, kendi adı ile anılan tarihinde, Hintlilerden sonra Trakyalılar’ın dünyadaki en kalabalık ikinci milleti olduğunu yazmış.

MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda Odrysian Kallığı, Atina ve Makedonya Krallığı ile antlaşmalar imzalayıp savaşlar yürüten, uluslararası politikada önemli bir aktör haline gelen Trak Kabilesi olmuş. Büyümüş ve yayılmışlar. Ama MÖ 4. yüzyılın ortalarında durum değişmiş ve hem Makedonya Kralı II. Filip, hem de oğlu Büyük İskender Trakya’yı işgal etmiş. Makedonların işgalinin Trak yerel ekonomileri, şehir planlaması ve kültürleri üzerinde güçlü etkileri olmuş. Örneğin, daha önceki Trak yerleşimlerinin yerlerine bir dizi şehirler kurulmuş. Bunların en ünlüsü II. Filip’in adını taşıyan Philippopolis (bugünün modern Plovdiv’i). İskender’in ölümü sonrası ortaya çıkan karışık ortamı fırsat bilen Traklar yeniden bağımsızlık kazanmışlar. Trak kentleşmesi yükselişe geçmiş, yaşam ve ölülere yapılan mezarlar daha zenginleşmiş. Odrysianların kralı III. Seuthes, en son Helenistik kentsel modaya uygun bir başkent bile inşa etmiş. Bugün baraj suları altında kalan bu şehre, tıpkı Büyük İskender’in kurduğu şehirlere yaptığı gibi, kendi adını bile vermiş (Seuthopolis). 

Roma Birlikleri

Trakların bu ilerlemeleri, kabilelerin yeniden birbirleri ile kavgaya girişmeleri sonucu durmuş. Bu dönemde de bölgeye Roma orduları gelmiş. Sonrası beklenen son; Birçok Trakyalı, Roma döneminde Romalılaştırılmış ve yavaş yavaş kendilerine özgü kültürlerini ve dillerini kaybetmişler. 7. yüzyılın sonlarına doğru Trakya’nın önemli bir kısmı yeni, hırslı bir devlet olan Bulgaristan İmparatorluğu’nun boyunduruğu altına girmiş. Traklardan geriye kalanlar, yeni gelenler, Slavlar ve Bulgarlar karışarak modern Bulgarların temel halkını oluşturmuşlar.

Perperikon

Trakların bu kabaca ve çok özetle anlattığım tarihinden şu notları çıkartmalıyız; Traklar uzun tarihlerinde, Yunanlılar gibi ticaret ve savaşla gelişen güçlü şehir devletleri veya antik Makedonyalılar gibi istikrarlı bir krallık yaratmayı asla başaramamışlar. Trakya tarihi ve dinini deşifre etmenin önündeki engeller olarak onların yazılı tarih bırakmalarındaki isteksizlikleri ve bu halkın meşhur bölünmüşlükleri kabul ediliyor. Trakya kabileleri çoğunlukla bağımsız olmuşlar ve aralarında tutarlı bir dini sistem neredeyse hiç olmamış. Büyük olasılıkla kabilelerin her birinin kendine özgü inançları, ritüelleri ve hatta tanrılarının olduğu düşünülüyor. Kural olarak, erken dönemde tapınaklarını çıplak, sarp kayaların üzerine inşa etmişler. Bu tapınakların en önemlisi olan Perperikon’u bu gezide programa alamadım ama bir dahakine mutlaka programımda olur.

Trak Megaliti-Buzovgrad / İnternetten

Antik Trakyalılar’ın diğer bıraktıkları eserler arasında “megalitler” de ayrı bir öneme sahipler. Bulgaristan’da Traklardan kalma bolca megalit bulunuyor. Megalitlerin dini tapınmalar için yapıldığı düşünülüyor. Traklar için kaya “Büyük Tanrıça‘yı temsil ediyormuş ve içindeki mağaralar ve oyuklar sembolik olarak onun rahmi olarak görülüyormuş. Megalit terimi, Yunancada “Büyük taş” anlamına geliyor. Geleneksel olarak “menhir” denince ayakta duran tek kayaları, “Kromleh” denince daireler şeklinde dizilen taşları ve “Dolmen” denince de genellikle mezar olarak kullanılan alçak ve ağır yapıları anlamak gerekiyor. Tüm bunların hepsi için “megalit” terimi kullanılıyor.

Sakar Dağı’ndaki Hlyabovo ve Sakartsi köylerini çevreleyen tepelerdeki dolmenler

Trakyalılar megalitlerini en azından MÖ 12. yüzyıldan MÖ 6.-5. yüzyıllara kadar inşa etmişler. Yakın zamana kadar Bulgaristan’da yaklaşık 600 kadar iyi korunmuş dolmen varmış. Ancak bugün bunlardan sadece 100 tanesi nispeten iyi durumda kalmış. Diğerleri 19. ve 20. yüzyıllarda define avcıları ve bu antik anıtların arazileri sürmek için bir engel veya kaliteli yapı malzemesi için yararlı bir kaynak olduğunu düşünen yerel köylüler tarafından yok edilmiş. Bulgaristan’da megalitleri görmek için en iyi yerler, en yoğun olarak bulundukları Rodop Sıradağları’nın doğu kesimleri olan, Sakar ve Strandzha Dağlarıdır. Biz bu gezimizde bunlardan herhangi bir örneği de göremedik. Zaman çok kısıtlıydı. Aşağıdaki ulaşımı nisbeten kolay olan Sakar Dağı’ndaki Hlyabovo Köyü yakınındaki dolmeni bir daha ki Bulgaristan gezisi için gözüme kestirdim.

Sveshtari Trak Mezarı İçi

Traklardan kalma diğer önemli eserler ise Trak Tümülüs Mezarları. Şükürler olsun ki bunların bazı örneklerini bu kısa zamanda gezebildik. Milattan önce 5 ve 3. yüzyıllar arasında yapılan bu anıt Trak mezarlarından birine girmek Bulgaristan’da mutlaka yapılması gereken deneyimlerden biri. Daha da fazla olduğuna (1500 ler civarında) inanılsa da şimdiye kadar 200’den fazla anıtsal Trakya mezarı keşfedilmiş ve bunların etkileyici mezar yapılarından daha fazlası olduğu ortaya çıkmış. Bu mezarlar, onları inşa eden insanların cenaze törenleri ve dini inançları hakkında da önemli bir bilgi kaynağı durumundalar. Traklar höyük mezar yapma fikrini “Mikenler‘den almış olabilirler” diye düşünülüyor. Ama Trak mezarları onlardan küçükler. Başlangıçta basit ve sade görünümde olan bu mezarlar MÖ 4. yüzyılın ortalarından sonra, Odrysian ve Getae krallarının siyasi ve ekonomik gücünün yükselişe geçmesiyle daha büyük ve daha ayrıntılı hale gelmişler. Mezarlar içindeki oda sayıları artmış. Duvarlara çeşitli resimler çizilir olmuş. Hatta, Dünya Mirası Listesi içinde bulunan ama bu gezide gezemediğimiz Şumnu tarafındaki Sveshtari Trak Mezarı’nda olduğu gibi, mezar odasına heykeller konur hale gelmiş. Zamanla mezar odalarının kapıları mermerden olmuş. Daha sonra gezdiğimiz III Seuthes’in mezarının kapısı mermerdendi. Bundan ileride bahsederiz. Görüldüğü gibi Trak Mezarları da, megalitleri ve tapınma yerlerinde olduğu gibi, Traklar diğer medeniyetlerle temas ettikçe zaman içinde değişime uğrayabilmiş. Bu nedenle mümkün oldukça ulaşabildiğiniz tüm Trak mezarlarını ziyaret edin derim.

Mezek Kalesi- 2025 / Bulgaristan Gezisi

Mezek Trak Mezarı gezimiz sonrasında Mezek Kalesi‘ne doğru yöneldik. Bu kale Doğu Rodop Dağları’ndaki en iyi korunmuş kale olması açısından önemli. Mezek Kalesi, 11. ve 12. yüzyıllarda, şimdiki Mezek köyünün batısında inşa edilmiş bir orta çağ kalesi. Bizans kroniklerinde adı Neoutzikon olarak geçiyor. Kale, Meriç ve Arda nehirleri arasındaki toprakları savunan bir sınır muhafız kalesi olarak işlev görmüş ve 14. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Türkleri tarafından fethedilinceye kadar Bizans ve Bulgar İmparatorlukları tarafından kontrol edilmiş.

Bu kalenin tarihteki önemi ise Bizans imparatoru II. İsaakios‘un, kuzeni Konstantinos Doukas‘ın isyanını 1193’te bastırdığı yer olması. Kuzen Doukas önce Philipoppolis valisi olarak atanmış. Amaç, Bizans’a karşı ayaklanan ve Bulgar İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasına yol açan Asen ve Peter’in başlattığı Bulgar Ayaklanması’nı bastırması. Kuzen bu isyanı başarıyla bastırmış. Gelgelim fazlaca havalanmış ve imparatorun tahtına göz dikmiş. 1193’te Doukas kendini imparator ilan etmiş ve ordusu ile Konstantinopolis’e yürümüş. Ancak Edirne’ye varmadan önce ihanete uğramış ve kendi adamları tarafından, Philippopolis ve Edirne piskoposlukları arasındaki sınırda bulunan Neoutzikon’da (Mezek Kalesi) yakalanmış. Bizans’a bu tür oyunlar söker mi hiç?

Kalenin surları 1900 yılına kadar sağlam kalmış. Daha sonra Osmanlılar tarafından yapının bir kısmı yıkılarak alınan taşlar Svilengrad’daki kışlanın inşasında yeniden kullanılmış.

Mezek Kalesinden Panorama-2025 / Bulgaristan Gezisi

Kalenin surlarından çok güzel panoramik görüntüler alabilirsiniz. Kale içinde bir de İkinci Dünya Savaşından kalma “bunker” mevcut.

Mezek Kalesinde Bunker-2025 / Bulgaristan Gezisi

Yazıyı uzattım yine ve bu yazıda ilk günü bitiremedik. Devamı yarına kaldı artık. Ama bundan sonra yazılanları daha kolay anlamamızı sağlayacak bilgilerdi. Bence Bulgaristan, Trak Uygarlığını iyi anlamadan gezilemez. Bir de bizim açımızdan 93 Harbi’ni iyi anlayarak Bulgaristan’ı gezemek gerekiyor.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

15.06.2025










(DURUMA GÖRE-ORTAÇAĞDAN KALAN SAĞLAM KALE-BELKİ DIŞARIDAN FOTOĞRAFLAMAK YETERLİ OLABİLİR) MEZEK KALESİ
Mezek Kalesi, 11. ve 12. yüzyıllarda Bulgaristan’ın güneydoğusundaki modern Mezek köyünün batısında inşa edilmiş bir orta çağ kalesidir. Bizans kroniklerinde adı geçen orta çağ Neoutzikon’u olarak tanımlanmıştır. Yapı, Rodop Dağları’nın en kuzeydoğu sırtının eteklerinde, Gorata veya St Marina olarak bilinen uzun bir terasta yer almaktadır. Meriç ve Arda nehirleri arasındaki toprakları savunan bir sınır muhafız kalesi olarak işlev görmüştür. Kale, 14. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Türkleri tarafından fethedilinceye kadar Bizans ve Bulgar İmparatorlukları tarafından kontrol edildi.
Mezek Kalesi, Bulgaristan Turist Birliği’nin Bulgaristan’daki 100 Turistik Yer arasında yer alıyor ve Doğu Rodop Dağları’ndaki en iyi korunmuş kale olarak kabul ediliyor. Yapının yaklaşık 600 metre doğusunda, Bulgaristan’daki en büyük Trakya kovan mezarı olan Mezek Mezarı yer alıyor.
Tarih
Neoutzikon, Bizans imparatoru II. İsaakios’un kuzeni Konstantinos Doukas’ın isyanını 1193’te bastırdığı yer olarak anılmıştır. Doukas, Philipoppolis valisi olarak atanmış ve Bulgar İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasına yol açan Asen ve Peter’in Bulgar Ayaklanması’na karşı başarıyla savaşmıştır. 1193’te Doukas kendini imparator ilan etmiş ve Konstantinopolis’e yürümüştür ancak Edirne’ye varmadan önce ihanete uğramış ve kendi adamları tarafından, Philippopolis ve Edirne piskoposlukları arasındaki sınırda bulunan Neoutzikon’da yakalanmıştır. Honiates’e göre, bu eylem, Konstantinos’un yeteneğinden korkan ve etkisiz II. İsaakios’un mümkünse sonsuza dek tahtta kalmasını tercih eden Bulgar isyancıları büyük ölçüde cesaretlendirmiştir.
Kalenin surları 1900 yılına kadar sağlam kalmış, daha sonra Osmanlılar tarafından yapının bir kısmı yıkılarak Svilengrad’daki kışlanın inşasında taşlar yeniden kullanılmıştır.

Yorum bırakın

Yorum bırakın