• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.071 ziyaretçi
  • Aralık 2025
    P S Ç P C C P
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    293031  

Serhat Şehri Edirne-Kaleiçi Bölgesi / 2

Edirne güzel bir şehir ve küçük bir alanda çok sayıda eseri yan yana görebiliyorsunuz. Tabii ki görmeye hem istekli ve hem de önceden kendinizi hazırlamışsanız. Geçen yazımda sizlerle paylaştığım Selimiye Külliyesi ve Camisi’nin kuzeydoğusundan başlayıp, kuzeybatısına ulaşan rota taş çatlasa 1 km tutacak ve durmaksızın yürüseniz 15 dakikanızı alacaktır. Ama “Gezekalın” felsefesine göre hareket ederseniz yani sadece hedefe varmayı değil yollarda olmayı, bakmak değil görmeyi ve anlayıp hissederek gezmeyi hedeflerseniz 15 dakikalık süre, saatlere dönüşebilecektir.

Bu bölümde sizlerle Edirne Meydan ve Kaleiçi Bölgesi’nin Selimiye Külliyesi’nden sonrasını gezmeye devam edelim. Tabii ki bu gezi maalesef yarım güne sığdırabildiğimiz kadarı ile sınırlı.

I. Murad’ın Edirne’yi aldığını ama özellikle II. Murad’ın şehri imar ettiğini daha önceki yazıda sizlerle paylaşmıştım. Gerçi ondan sonra da her gelen padişah ve ileri gelen devlet büyükleri Edirne’ye bir şeyler eklemişler. XVI-XVII. yüzyıllara gelindiğinde Edirne içinde bulunan saraylar, hanlar, hamamlar ve camiler, İstanbul’dakilerle karşılaştırılabilir hale gelmiş. Edirne’de 1675 tarihli bir belgede yazdığına göre o dönemde 24 medrese, 300 civarında cami, 32 hamam, 53 kervansaray, 53 han, 8 taş köprü ve bugün tamamına yakınının izi bile bulunmayan 2 tane büyük saray ile sekiz tane de küçük saray bulunuyormuş.

Selimiye Külliyesi sonrasındaki yürüyüşümüzde ilk durağımız Babademirtaş Mahallesi’ndeki Tarihi Belediye Binası. Osmanlı 18. yüzyılda gerileme dönemi yaşamaya başlayınca yeniden eski güçlü günlere dönüşün yolları aranmaya, idari ve yapısal her alanda reform hareketleri yapılmaya başlanmış. Bu istekle bağlantılı olarak XIX. yüzyıla gelindiğinde Edirne’de hükümet konağı, belediye binası, askeri daireler, okullar, askeri depolar, kışlalar, hastaneler gibi batı mimarisi üslubunda binalar inşa edilmeye başlanmış. Tarihi Belediye Binası ve sonra konu edeceğim Edirne Müşir İdaresi bu binalar arasında bulunuyor. Edirne’de modern belediyecilik, 1867-1868 yılında Vali Hurşit Paşa döneminde “Daire-i Belediye” adıyla başlamış. Edirne Osmanlı’nın önemli şehirlerinden biri olduğu için erken dönemden itibaren kadı yönetimi, ihtisap teşkilatı (bir tür hesap denetimi yapan kurum), çarşı–pazar düzeni, temizlik ve asayiş işlerini yürüten yapılar zaten varmış. Bu bakımdan Edirne’de şehir yönetimi gelişmiş ve hatta bazı uygulamalar İstanbul için örnek bile olmuş.

Edirne, Osmanlı şehir yönetimi açısından zamanındaki şehirlerle kıyaslanınca çok ileri bir yerde olsa da modern teşkilatlanma anlamında belediye olma özelliklerini taşımıyordu. Abdülmecit zamanında 1855’de kurulan İstanbul’daki Şehremaneti, Osmanlı’daki ilk modern belediye teşkilatlanması olarak kabul edilir ve ilk şehremini de (belediye başkanı) Salih Paşa‘dır. Edirne’de modern anlamda ilk belediye teşkilatlanması 1864 yılında olmuş. Kuruluşundan bugünkü binasına taşınana kadar geçen sürede belediye teşkilatı çeşitli binalarda hizmet vermiş. Osmanlı veziri Cezzar Ahmed Paşa’nın torunu olan Cezzarzade Dilaver Bey‘in Belediye Başkanlığı dönemindeki girişimlerle 1898-1899 yılında yukarıda fotoğrafını paylaştığım belediye binasının temelleri atılmış. Sanatsever kişiliği ile Dilaver bey o zamanlardan tablolar toplamış ve belediye binasında sergilemiş. Bu tablolar hala belediye binasında bulunuyor ama maalesef biz içeri giremedik ki tabloları görelim!

Bulgar işgali sırasında Bulgar Kralı Ferdinand, Yunan işgali sırasında da Kral I. Aleksandros bu binada konaklamışlar. Mustafa Kemal Atatürk birisi 1913 Balkan Savaşları sonrası, diğeri de 1928 Harf Devrimi sürecinde olmak üzere daha önce 2 kez Edirne’yi ziyaret etmiş. Edirne’ye 3. ve son ziyaretini 1930 yılı aralık ayında yapmış ve bu binada konaklamış. Atatürk’ün kaldığı oda müze halinde korunuyor. Hafta sonu Tarihi Belediye Binası ziyarete kapalıydı. Atatürk odasını ve Dilaver beyin topladığı resim koleksiyonunu görebilmeyi arzu ederdim.

Daha sonra Çamaşırcılar Sokağı‘nı takip ederek Saatli Medrese ve Peykler Medresesi‘ne doğru yürüdük. Ara sokaklar tarihi evlerle dolu. Sokağın başındaki Tunca Cafe, oturup bir çay kahve molası verebileceğiniz bir yer. Kafenin arka ve sokağın sol yan tarafında Edirne tarihinin önemli idari ve askerî yapılarından birisi olan Edirne Müşir Dairesi bulunuyor. Günümüzde Tugay Binası olarak adlandırılan yer çok az kişi tarafından biliniyor ve bırakın ziyaret etmeyi fotoğraf çekme niyetiniz olduğu zaman bile askerler sizi uyarıyor. Ancak burası Osmanlı döneminde, şehir yönetimi açısından, belediye binası kadar kritik bir yapıydı. Edirne, 19. yüzyılda Rumeli’nin en büyük askeri merkezlerinden biri olduğundan şehirde önemli bir müşirlik makamı da bulunuyordu. Müşir, Osmanlıca’da mareşallik rütbesini gösteriyor. Dolayısıyla Müşir Dairesi, Edirne’deki ordu kumandanının karargahıydı. Bu bina Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz döneminde 1867 yılında yapılmış ve günümüze orijinal hali pek ulaşamamış. Şimdiki bina II. Abdülhamid döneminde 1899-1900 yıllarında inşa edilmiş. Binayı gördük ve önünden geçtik ama nöbetçileri kızdırmayalım diye ne dikkatlice bakabildim ne de fotoğrafını çekebildim. Aşağıda binanın zamanındaki halini bulup sizlerle paylaştım.

Edirne’nin simgelerinden biri olan Saatli Medrese, Üç Şerefeli Cami karşısında bulunuyor. Medrese 1437-1447 yılları arasında II. Murad’ın isteği üzerine inşa edilmiş. Mimarı kesin bilinmeyen eserlerden ama bir kaynak Mimar Muslihuddin’e ait bir eser diye yazıyor. Saatli Medrese’nin hemen karşısında Üç Şerefeli Cami ve yanında da Peykler Medresesi bulunmakta.

Peykler Medresesi adını Osmanlı saray teşkilatında görev yapan “peyk”lerden alıyor. Peykler, padişahın ve devletin resmi ulakları yani haber taşıyıcıları. O zamanlar tabii ki sms, telefon filan yok. Peykler hızlı koşmaları ile tanınıyorlarmış ve uzun mesafeleri de koşarak sarayın haberlerini iletirlermiş. Peykler Medresesi de saray hizmetinde bulunan peyklerin barınması ve eğitimi için kullanılmış. Zamanla yapı halk arasında bu işleve atfen “Peykler Medresesi” adıyla anılmaya başlanmış.

Saatli Medrese

Biz medreselerden sadece Saatli Medreseyi gezdik. Peykler Medresesi de Saatli Medrese ile benzer bir mimari yapıya sahip. Yani bizim gibi kısıtlı zamanınız varsa sadece Saatli Medrese’yi gezmeyi tercih etmeniz mantıklı bir seçim olacaktır.

Üç Şerefeli Cami Kapısından Saatli Medrese Görünümü

Saatli Medrese, revaklı avlu etrafında 17 hücreden ve biri açık, biri kapalı iki dershaneden oluşuyor. Saatli Medrese’nin önemli bir özelliği Fatih Sultan Mehmed’in Edirne’de iken eğitim aldığı yer olduğuna inanılmasıdır. Kaynaklar Fatih Sultan Mehmed’in Hoca Akşemseddin, Molla Gürani, Molla Hüsrev, İnce Bedreddin, Hoca Ataullah gibi âlimlerden eğitim aldığını yazıyor.

Saatli Medrese Avlusu

Buraya giriş müze kartla oluyor. Eğitimin kapalı alanda verildiği yerde Fatih Sultan Mehmed ve hocalarının balmumundan heykelleri bulunuyor. Hem Saatli Medrese ve hem de Fatih Sultan Mehmed’in yaptırdığı Peykler Medresesi, Üç Şerefeli Caminin doğusunda yer alıyor.

Saatli Medrese-Eğitimin Açık Alanda Verildiği Bölüm

Üç Şerefeli Cami Osmanlının yeni yeni güçlenmeye başladığı, topraklarını büyüttüğü ve zenginleştiği dönemlerin bir eseri. Bu dönemde Osmanlı yeni başkentini kendine uygun ve gösterişli bir hale getirmeye çalışıyor. II Murad’ın yeni başkenti imar ettiği dönemlerdeyiz.

Osmanlı’da camiler şehirleşmenin tam da merkezinde olmuş. Edirne’nin kuruluşunda da bu yerleşim düzeni değişmemiş. Şimdi sizinle gezeceğimiz Üç Şerefeli Cami Osmanlının erken dönem şehirleşme yöntemini anlamak için güzel bir örnek teşkil ediyor. Bu cami örneğinde olduğu gibi zaman içerisinde cami çevresinde eğitim için medreseler (Saatli ve Peykler Medresesi), hamam (Sokullu Hamamı) ve yolcular için kervansaraylar (Taşhan ve Rüstem Paşa Kervansarayları) yapılmış.

15. yüzyıl Osmanlı mimarisinde bir geçiş dönemi yaşanmış. Üç Şerefeli Cami Osmanlı mimarisinin deney atölyesi gibidir. Caminin her köşesinde bilinçli semboller ve yenilikler uygulanmış. Örneğin Caminin dört minaresinin hiçbiri, birbirinin aynısı değildir. Bu yöntem Osmanlı mimarisinde ilk ve tek örnek sayılıyor. Mimar sanki bu camiyi yaparken “Nasıl bir cami ve minare tipi oluşturmalıyız?” sorusuna değişik örnekleri bir mimari yapıda bir araya getirerek yanıt aramış. Büyük tek kubbeye geçiş, şadırvanlı ve revaklı geniş avlu, dikdörtgen plan ilk olarak bu camide denenmiş. Selimiye Camisinin gölgesinde kalmış bu camiyi gezerken lütfen bunların bilincinde olarak gezinizi gerçekleştirin.

Üç Şerefeli Cami Gül Bahçesi-Haziran 2025

Üç Şerefeli Cami’nin güllerle dolu geniş bahçesi, revaklı ve şadırvanlı geniş avlusu Osmanlı cami mimarisindeki ilk denemelerden. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu caminin bahçesindeki çeşit çeşit güllerden ve onların mest eden kokularından bahsetmiş. Üç Şerefeli Cami fotoğraflarından bazılarını bu senenin haziran ayında çekmiştim. Mevsim nedeniyle bahçede güllerin açtığı döneme denk gelmiştik. Onları da sizlerle bu gezimi yazıya dökerken paylaşıyorum.

Üç Şerefeli Cami Gece Işıklandırılmış Hali-Haziran 2025

II. Murad tarafından inşa ettirilen Üç Şerefeli Cami’yi 1437-1447 yılları arasında Mimar Muslihuddin (Muslihüddin) ve Şehabeddin Usta’nın yaptığı kabul ediliyor. Cami civarında Saatli Medrese, mektep, sebil, çeşme ve hazireden meydana gelen yapılar topluluğu da bulunuyormuş. XV. yüzyılın ikinci yarısında Peykler Medresesi de külliyeye eklenmiş. 1762 depreminde hasar gören cami 1763-64 tarihlerinde III. Mustafa tarafından onartılmış.

Ben Üç Şerefeli Cami ve Ulu Cami’yi en az Selimiye Camisi kadar seviyorum. Üç Şerefeli Cami’nin kendine özgü bir yapısı var. Caminin ortasında şadırvanı olan geniş bir avlusu var. Cami avlusundaki revaklı alan devşirme sütunlarla desteklenmiş. Her biri birbirinden farklı renk ve şekilde sütunlar Roma–Bizans yapılarından alınmış. Bu, hem ekonomik hem de “önceki medeniyetlerin mirası artık İslama hizmet ediyor” mesajı taşıyor.

Üç Şerefeli Camide çini süsleme sınırlıdır. Çünkü cami mimari olarak yapı oran, hacim ve mekan denemesi üzerine kurulmuştur. Süsleme ikinci planda bırakılmış.

Cami içine mukarnas taş işçiliği uygulanmış bir kapıdan giriliyor. Cami içine girdiğinizde somut dünyadan uzaklaşıp soyut bir dünyaya geçtiğiniz hissine kapılıyorsunuz. Bence iddiası olan bir dini yapının sizde yaratması gereken duygu da bu olmalı. Bu havayı hem Üç Şerefeli ve hem de Ulu Cami gezilerinizde yaşayacaksınız.

Gerek yanlarda ve gerekse de tavanlardaki pencereler sayesinde caminin iç aydınlanması çok güzel sağlanmış. Üç Şerefeli Cami, inşa edildiği dönemde Osmanlı mimarisinin en geniş çaplı kubbesine sahipti ve bu özelliğiyle daha sonra yapılan Fatih ve Selimiye camilerine giden yolun en önemli yapısal denemelerinden biri kabul edilir.

Tek büyük merkezi kubbe fikrinin olgunlaşmasında kilit bir aşamadır. Kubbenin yerden yüksekliği 43 metre ve çapı 24 metredir. Bol süslemeli ve renkli mihrabın iki yan tarafında renkli denge sütunları mevcut. Bunlardan bir tanesi hala dönüyor.

Minber kısmı sade bir yapıda olmasına karşın, mihrab kısmı çok güzel gözüküyor.

Revaklı avlunun dört köşesine 4 minare yerleştirilmiş. Bu minarelerden baklava dilimli ve 3 şerefeli olan camiye ismini veriyor. Bu minare 6 metre çapında, 67,75 metre boyunda olup külahla beraber yüksekliği 76 metredir.

Mimar Muslihüddin bu minare içine tek kapıdan girip 3 şerefeye çıkılacak şekilde bir sistem kurmuş. Birinci merdivenle birinci ve ikinci şerefeye, ikinci merdivenle ikinci ve üçüncü şerefeye, üçüncü merdivenle yalnız üçüncü şerefeye çıkılabiliyor. Mimar Sinan daha sonra bu tekniği Selimiye Camisinin 2 minaresinde de kullanacaktır. Üç şerefeli minare, zamanında en yüksek minare olması bakımından ayrıca çok önemlidir.

Caminin üç şerefeli minarenin bulunduğu yüzünün diğer tarafında ise burmalı bezemelerle başka bir çeşit minare bulunuyor. Bu minare nedeni ile bu camiye Burmalı Cami de deniyor. Ben aslında burmalı minareyi daha çok sevdim.

Batı, kuzey ve güneyde üç kapısı bulunan avlunun batı kapısı gösterişli. Bu kapı merdivenlerle çarşıya açılıyor. Karşı tarafta harap haldeki Sokullu Mehmet Paşa Hamamı ve restorasyondaki Makedon Kulesi gözüküyor. Bu kapıda merdivenlerin iki tarafına dağılmış halde ve yine devşirme 3 adet sütun bulunuyor.

Bu güzel camiden çıktıktan sonra Taşhan önünden geçerek Ulu Cami tarafına doğru yürüdük. Yolda atlamamanız gereken bir başka eser de Atatürk Anıtı. Heykel Saraçlar Caddesi girişi Atatürk Bulvarı üzerinde yer alıyor. 1931 yılında Avusturyalı heykeltraş Heinrich Krippel tarafından yapılmış. Kendisi Ankara Ulus Zafer Anıtı’nı da yapan sanatçı. Krippel, Türkiye’deki ilk kuşak Atatürk heykellerinin en önemli sanatçılarından. Bu heykel genç Türkiye Cumhuriyeti’nde yapılan ilk 10 Atatürk heykeli arasında bulunuyor.


Heykeltraş Atatürk’ü yüzü batıya dönük ve ayakta, pelerinli bir askeri üniforması içinde olarak tasvir etmiş.

Artık günün sonu iyice geldi ve hava karardı. Bizim daha Ulu Cami’yi de bugüne gezmemiz gerekiyor. Ancak grupta yorulma işaretleri belirmeye başladı. Zevki eziyet haline dönüştürmemek için yorulanları araçla otele yolladık ve biz kalanlarla Ulu Cami ve Saraçlar Caddesini gezmeye devam ettik. Ulu Cami çok önemli bir yer olunca ertesi gün grubun tümü ile bir daha gezdik.

Edirne Ulu Cami-Haziran 2025 Gezimizden

Edirne’de Selimiye Camisi, Üç Şerefeli Cami, Ulu Cami ve aralarındaki bölge Altın Üçgen olarak adlandırılıyor. Bu üç caminin özellikleri de tek cümle içinde özetleniyor; “Üç Şerefli Cami’nin kapısı, Ulu Cami’nin yazısı ve Selimiye Camisi’nin yapısı”.

Yıldırım Bayezid 1402 yılında Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilince Osmanlı bir döem bocalamış. Yıldırım Bayezid ‘in dört oğlu arasında taht savaşları başlamış. 1403 yılından başlayıp 1414 yılına yani Çelebi Mehmed’in diğer taht varislerini alt ettiği zamana kadar geçen döneme “Fetret Devri” diyoruz. Edirne’de bir süre Çelebi Mehmed’in ağabeyi I. Süleyman hüküm sürmüş. Ulu Cami ya da Eski Cami yapımına da 1403 yılında onun zamanında başlanmış. Ancak caminin tamamlanması onu yenen ve Osmanlıyı yeniden bir araya getirmeyi başaran Çelebi Mehmed’e nasip olmuş. Yani Ulu Cami Osmanlının toparlanma döneminin mimari bir ifadesidir.

Caminin mimarı Konyalı Hacı Alaeddin olarak bilinir. Çok kubbeli (9 kubbe) dörtgen planlı ve kubbelerin 4 fil ayağına oturduğu bir plana sahip. Erken Osmanlı’nın “çok kubbeli ulu cami” anlayışını temsil eden bir camidir. II Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerinde eklendiği veya yenilendiği yazılan 2 adet minaresi var.

Bu caminin en önemli özelliği devasa boyutlardaki hat yazılarıdır. Yazılar gerçekten çok etkileyiciler. Kûfî ve sülüs hatla siyah boya ile yazılmış “Allah”, Muhammed”, dört halifenin isimleri, ayetler ve hadisler cami duvarlarını hem içten ve hem de dıştan süslüyorlar. Bu yazılar Ulu Cami’yi Osmanlı camilerinde benzeri olmayan bir ölçekte bir hat müzesine dönüştürmüşler.

Benim bu yazımda kullandığım en üstteki kapak fotoğrafını 1956 yılında Ara Güler de fotoğraflamış.

Ulu Cami’yi gezerken dikkat etmeniz gereken bir başka özellik de camide uygulanan Edirnekari boyamalar. Özellikle Hünkar ve müezzin mahfili ahşap kısımlarında Edirnekari sanatının en güzel örneklerini ve Edirne kırmızısı tonu boyamaları göreceksiniz.

Osmanlı’da padişahların, şehzadelerin ve serdarların sefere çıkmadan önce kılıç kuşandıkları törensel uygulama yapılırmış. Buna “kılıç kuşanma” denirmiş. Bu tören egemenlik ve sorumluluk sembolü olarak da yapılıyormuş. Edirne’deki Ulu Cami’nin bir başka özelliği devlet erkanının sefere çıkmadan önce dualar ettiği ve kılıç kuşandığı cami olmasıymış. Kılıç kuşanan padişahlar “Cennet Yolu” denen ve minberle mihrab arasında bırakılan küçük yolda yürürlermiş.

Bu tören önce Bursa’daki Ulu Cami’de uygulanırken sonradan Edirne’deki Ulu Cami’de uygulanmaya başlamış. Selimiye Camisi’nde bu törenin yapılmıyor olması, Ulu Cami’nin önemini gösteriyor.

Minber ile mihrap arasındaki yan duvarcıkta, halk arasında “Kabe taşı” diye bilinen bir taş bulunur. Bazı yerlerde rastlayabileceğiniz gibi Hacer’ül Esved’den bir taş parçası kesinlikle değildir.

II. Murad zamanında buraya yerleştirildiğine inanılan bu taş, Kabe’yi tavaf edenlerce son selam taşı olarak bilinen “Rükn-i Yemani” taşından bir parçadır. Edirne Ulu Cami’de Kabe’nin üzerini örten siyah örtünün (Kisve-i Şerif) eski bir parçası da kutsal emanet olarak bulunuyor.

Son olarak da camide iki tane vaaz kürsüsünün bulunduğunu söyleyelim. II. Murad Han döneminde İslam büyüklerinden Hacı Bayram-ı Veli Edirne’ye davet edilmiş ve bu camide bir dönem vaaz vermiş. Onun kürsüsü olduğuna inanılan bir kürsüde camide bir köşede bulunuyor.

Cumartesi günü programımızda olan tüm ziyaret yerlerini bitirmiş olmanın huzuru ama aynı zamanda yorgunluğu içinde Saraçlar Caddesinden yürüyerek ve artık otel olarak hizmet veren Rüstem Paşa Kervansarayı’nı da gezerek otelimize döndük Akşama o yorgunluk üzerine güzel bir yemek ve Edirne’nin iki sanatçısından yorumladıkları güzel müzikleri dinledik. Bundan daha güzel gün bitişi olabilir mi?

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

14.12.2025

Serhat Şehri Edirne-Gezi Programı ve Genel İzlenimler

Gezmekten zevk alan bir kısım arkadaşla 6/7 Aralık 2025 tarihlerinde bir gece Edirne konaklamalı bir gezi gerçekleştirdik. Edirne’ye bu kaçıncı ziyaretimdir? Bilmiyorum! Ama bu kentten her ziyaretim sonrasında ” Bizim bir defa daha Edirne’ye gelmemiz gerekir!” diyerek ayrılıyorum.

Bu sefer daha yoğun bir gezi programını Tamer Yüceer gibi profesyonel bir rehber eşliğinde gerçekleştirdik. Rehber arkadaşıma gezi bitiminde sorduğum soru şu oldu; “Edirne gezi programımıza daha nereleri ekleyebilirdik? Yılların rehberinin yanıtı “Bu kadarcık bir zaman dilimi içinde zaten çok fazlasını gördünüz” şeklinde oldu.

İstanbul’a dönüş yolunda “Tunca Köprüsü’nü iyi fotoğraflayamadım, eksik kaldı! Beylerbeyi Cami ziyaretini neden programıma almamışım? IV. Mehmet Av Köşkü’ne yürüyemedik, yazık oldu!” gibi deli sorular ve düşünceler aklımda dolaşıp durdu. Ama bir öğle sonrası ve ertesi gün öğleye kadar olan zaman dilimi içindeki Edirne gezisine daha ne kadar ziyaret yeri sığdırılabilirdi ki? Edirne’yi ya birkaç defa ve bölüm bölüm gezmek ya da Edirne’de daha uzun konaklamak lazım. Doyumsuz bir gezgin olduğumu kabul ediyorum. Bu gerçekten hareketle bahar aylarında, en azından en iyi gezi arkadaşım Naime ile bana, bir defa daha Edirne yolları gözüküyor.

Edirne’ye her gidişimde yeni bir yeri gezmenin, keşfetmenin keyfini yaşıyorum. Tartışmalı ve eleştirilen bazı restorasyon konuları olsa da ve kimin haklı kimin haksız olduğunu bilemesem de, Edirne için turizm alanında büyük yatırımların yapıldığını gözlemleyebiliyorum. Hıdırlık Tabyası Balkan Tarihi Müzesi son 3 yıldır ziyarete açık. 60 dönümlük bir müze alanında Türklerin Balkanlardaki yaklaşık 600 yıllık tarihi sergileniyor. Bu müzede rahat rahat yarım gününüzü harcayabilirsiniz. Müze alanı düzenlemeleri, balmumu heykeller gerçekten takdir edilmeyi hak ediyor.

Edirne’ye çok kez gittiğim halde, Arkeoloji Müzesi‘ni ilk defa gezmenin utancını yaşadığımı itiraf etmeliyim. Gezgin olarak Trak dolmenlerinden örnekleri Bulgaristan gezimizde aradım durdum. Meğerse bunun güzel bir örneği yurdumuzda, Edirne Arkeoloji Müzesi bahçesinde sergileniyormuş.

Yağmura yakalanınca sığındığımız ve programımızda olmayan Edirne İslam Eserleri Müzesi‘ni tesadüfen keşfetmiş oldum. Hızlıca gezmek zorunda kaldığımız bu müzeyi de ziyaret listesine almamız gerekiyormuş.

Edirne ve civarında 13 bilinen esere imza atmış Mimar Sinan’ın şaheser eseri Selimiye Camisi hala restorasyonda ve çoğu bölümü ziyarete kapalı.

Edirne belki bütünü ile değil ama önemli oranda kentsel sit alanı ilan edilmiş olan kadim bir şehir. Bu kentin sokakları yukarı fotoğrafta olduğu gibi kimi yıkılmış halde, kimisi ise aşağı fotoğrafta olduğu gibi hala ayakta olan eski evlerle dolu. Bu evleri fotoğraflamak ve sokaklarını keşfetmek için de zaman ayırmak gerekiyor.

Tarihsel süreçte Edirne’de çok sayıda kilise, sinagog ve farklı cemaatlerin var olduğu biliniyor. Ancak yangınlar, göçler ve demografik değişim gibi nedenlerle Edirne’nin çok kültürlü geçmişinin tanığı olan bu yapıların birçoğu ya yok olmuş ya da işlevini yitirmiş. Örneğin kaynaklarda, Edirne’deki 1746’da gerçekleşen büyük yangın öncesinde sinagog sayısının 13 olduğu belirtiliyor. Bugün ise sadece bir sinagog var ve onun da cemaati kalmamış. En son 1975 yılı ocak ayında Yahudi cemaatinden Rıfat Mitrani ve eşi Sera’nın düğünleri olmuş. Sonra da sinagog sessizliğe bürünmüş. Şükürler olsun ki Büyük Sinagog restore edilmiş. Gezmenizi tavsiye ederim.

Yazılı belgelerde 19 yüzyılda Edirne’de kayıtlı kilise sayısı 58 olarak yazılsa da bugün sadece 2 tane kilise ayakta ve ziyarete açık.

Bu kentin camilerine hayran olmamak mümkün değil. 1414 yılında saray mimarı Konyalı Hacı Alâeddin ‘in tamamladığı Ulu Cami ve 1447 yılında Hacı Muslihiddin Ağa‘nın tamamladığı Üç Şerefeli Cami, en az Mimar Sinan’ın Selimiye Camisi kadar değerli eserler kabul ediliyorlar.

Giriş bölümü fazla uzun olmamalı” diyerek gerçekleştirdiğimiz Edirne gezi programımızı sizlerle paylaşayım. Rehber, gezi programı, konakladığımız otel ve yemek yediğimiz yerler bizzat tarafımızdan deneyimlenmiştir. Siz gezginler için programı bütünü ile uygulanabilir olarak tavsiye edebilirim.

İstanbul’da geziye katılan tüm katılımcılarla Ataköy Marmaray İstasyonu önünde buluşmak ve aracımıza yerleşmek iyi bir fikirdi. Böylece gidişte trafikte dolaşmakla vakit kaybetmedik. Saat 08:45’de Edirne’ye hareket edip saat 11:45’de öğle yemeği için ciğercide olduk. Grup olduğunuz zaman şehir içindeki ciğercilerde yer bulma sıkıntısı yaşanabildiği ve sıra beklemek gerektiği konusunda uyarıldık. Biz de bu uyarıya uyduk ve Edirne girişinde Olin Kavşağı’ndaki Niyazi Usta‘ya gitmeye karar verdik. Hizmet hızlı ve yemekler de lezzetliydi. Ayrıca rehberimiz Tamer Yüceer‘le de burada buluştuk. Kendisinin hem mesleki deneyiminden faydalandık ve hem de Edirne hakkında çok güzel bilgiler edindik. Rehber ile gezmenin önemi tartışılamaz. Ben gezdiğimiz yerlerle ilgili ayrıntıları sonraki bölümlerde sizlerle paylaşacağım.

Yemek sonrası aracımızla Karaağaç tarafına giderek gezimize başladık. Büyük araçlarla Tunca ve Meriç Köprüleri üzerinden geçişe izin verilmediğinden değişik bir yolu ve köprüyü takip ederek eski Edirne Gümrük Karakolu‘na ulaştık. Karaağaç’a mevsiminde gitmişseniz ve ayva satıcılarına denk gelirseniz mutlaka ayva satın alın derim. Karaağaç Tren İstasyonu ve Lozan Anıtı gezisi sonrasında Büyük Sinagog gezimizi yaptık.

Sonra aracımız bizi, zamanında İttihat ve Terakki Cemiyeti Binası olan ama şimdi Halk Eğitim Merkezi olarak hizmet veren binanın önünde bıraktı. burayı gezip Edirne Arkeoloji Müzesi‘ne doğru yürüdük.

Müze gezisi sonrasında, Selimiye Cami gezimiz oldu. Türkiye’de görebileceğiniz tek yeniçeri mezar taşları sergisini gezmeyi ihmal etmeyin. Mezar taşları sergisi Müze ile Selimiye Camisi arasındaki alanda bulunuyor.

Fatih Sultan Mehmed’in doğduğu Eski saray Taş Odaları ve Saray Hamamı önünden yürüyerek Edirne Tarihi Belediye Binası önünden geçtik.

Fatih Sultan Mehmed’in eğitim gördüğü Saatli Medrese‘yi ziyaret ettik. Arkeoloji ve İslam Eserleri Müzeleri ziyaretleri için müze kartınızın olması sizin için ekonomik olacaktır. 65 yaş üstündeyseniz müze kartı da gerekmeden müzelere girebiliyorsunuz.

Saatli Medrese gezisi sonrasında Üç Şerefeli Cami gezildi. Sokullu Mehmet Paşa Hamamı ve Makedon Kulesi gezilerimizi ise dışarıdan yaptık. Edirne’de cumhuriyetin erken dönemlerinde yapılan 10 Atatürk heykelinden bir tanesi bulunuyor. Atamızı görmeden Edirne gezisi olmaz!

Arasta ve Ali Paşa Çarşıları gezisi ile Ulu Cami gezilerimiz zaman darlığından kısacık oldu. Ama Çelebi Mehmet dönemi yapılarından Ulu Cami kısa gezilebilecek bir yer değil. Bu nedenle ertesi gün Ulu Camiyi yeniden gezdik. Bedesten ve Rüstem Paşa Kervansarayı gezilerimizi ise akşamın geç saatlerinde az sayıda gezginle yapabildik. Günün gezileri tamamlanınca merkeze yakın olan otelimize yürüyerek döndük.

Edirne’de artık kendimize yuva edindiğimiz yer olan Hotel Edirne Osmanlı Evleri’nde konakladık. Burada ikinci kez konaklıyoruz. Bu otel 130 yıllık iki ayrı konağın otele dönüştürülmesi ile oluşmuş. Edirne’ye yakışan otantik Osmanlı konağı ortamı, otel sahibi Güner Yılmaz‘ın hoş sohbeti ve müthiş sabah kahvaltısı bu oteli tercih nedenlerimiz oluyor. Grup kalabalık olup butik otelin odaları yetmeyince bir kısım gezgin arkadaşlarımız yakındaki Leopard Otel‘de konakladılar. Kahvaltı ve akşam yemeği ise Hotel Edirne Osmanlı Evleri’nde oldu.

Oteldeki akşam yemeğimizi Edirne Musiki Cemiyeti üyelerinden kanun ve ritim ustası iki sanatçı icra ettikleri müziklerle renklendirdiler. Onları gezi öncesi bu gece için ayarlamıştık. Güzel ve çok tatmin edici bir gezi günü sonrasında sazlı, sözlü ve danslı muhteşem bir gece oldu.

Ertesi gün güzel bir kahvaltı sonrasında yola düştük ve bu sefer ilk hedefimiz Hıdırlık Tabyası Balkan Tarihi Müzesi oldu. Burası çok önemli ve her Edirne gezi programınızda mutlaka yer alması gereken bir yer. Müze kartı geçerli.

Pazar gününün sonraki gezi yeri İkinci Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi-Aşevi ve Camisi oldu. Burada müze kart geçerli değil. Mimar Sinan eseri Yalıngöz Köprüsü de programımızdaydı. Ancak denk getirip göremedik.

Mimar Sinan eseri olan Kanuni Köprüsü’nü (Saray Köprüsü) gördük. Bu alanda bulunan Saray-ı Cedid-i Amire (Yeni Edirne Sarayı) ve Kırkpınar Sarayiçi Er Meydanı gezileri programımızdaydı ve yaptık.

Saray-ı Cedid-i Amire’nin çok dramatik bir öyküsü var. Sizlere yeri gelince anlatacağım. Sadece yerleşkeleri kast ettiğimizde 1200 dönüm, bahçeleri ve avlaklarını da işin içine katarsak yaklaşık 3000 dönüm arazi üzerinde kurulu olan saray bölümlerinden günümüze o kadar az yapı kalmış ki insan gerçekten üzülüyor.

Ayakta olan Mimar Sinan eseri Adalet Kasrı‘nı, Fatih Köprüsü‘nü ve restorasyon halindeki Cihannüma Kasrı’nı görebildik. Ancak halen devam eden restorasyon nedeni ile bunları demir parmaklıklar arkasından görebiliyorsunuz. Restorasyon tamamlanınca Topkapı Sarayı’ndan daha büyük bir yer olacağı kesin ama aynı tadı verecek mi? Zamanı gelince göreceğiz.

Muradiye Camisi programımızdaydı ama gidemedik. Şükrü Paşa Anıtı ise şu anda ziyarete kapalı. Necmi İğe Evi Etnografya Müzesi‘de programımızdaydı ama bu yazıları yazarken atladığımızı fark ettim. Bir daha ki sefere diyelim artık.

İstanbul’a dönüşte ise Havsa‘ya uğradık ve Tarihi Osmanlı Köftecisi’nde nefis köftelerden yedik. Kabak tatlılarını da mutlaka denemenizi tavsiye ederim. Bu arada Havsa’da da bir Mimar Sinan eseri olduğunu sonradan öğrendim. Havsa’nın Osmanlı Köyü’nde köfte yemeden önce, Sokullu Mehmet Paşa Külliyesinden kalanları da ziyaret edin derim. Biz bir dahaki Edirne gezimizde mutlaka bu gecikmiş ziyareti yaparız.

Bundan sonraki bölümlerde Edirne gezimizin ayrıntılarını sizlerle paylaşırım.

Toplaşın bakalım gezgin arkadaşlar… Bu sefer bizim topraklardan, Osmanlının ikinci başkentinden hikayelerimiz var..

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

10.12.2025

Sivas’ta Bir Gün

IMG_2148.JPG

Bir yere gittiniz. Bir güzel gezdiniz ve kısacık zamana bir çok güzellik sığdırıp, geziyi tamamladınız. O şehri gezerken, yeni tadilata alındığını öğrendiğiniz bir eseri ancak dışarıdan ve örtüler ardından görmekle yetindiniz. Gezi dönüşü kendinize sormaz mısınız ve boşu boşuna hayıflanmaz mısınız?

“Ah! Ben neden buraları daha önceden gezmedim? Neden bu güzellikleri daha önceden yaşamadım ve tatmadım? Keşke vakit yaratıp Sivas’ı daha önce ziyaret etseydim de , Divriği Cami Kapısı kadar güzel sayılabilecek kapısıyla, Gökmedrese’nin içini de görebilseydim !”

IMG_0724

Sivas gezimin sonunda “keşkeleri” oldukça fazla söyledim. Bir gezgin için “keşkeler” her zaman var olur gider ama ben size bu yazımda keşkelere daha fazla yer vermeden 28 Nisan-01 Mayıs 2018 tarihleri arasında gerçekleştirdiğimiz Sivas-Divriği-Kemaliye gezimizi aktaracağım. Biz bu gezinin sadece Sivas ve Divriği kısmını tamamlayabildik. Sonrasında bir sağlık sorunu yüzünden, gezinin en can alıcı yeri olan Kemaliye kısmına başlayamadan, apar topar İstanbul’a döndük. Bugün siz Sanal Gezginlerle Sivas gezimiz ile ilgili izlenimlerimi paylaşacağım.

Kızılırmak, Yeşilırmak ve Fırat Nehri’nin oluşturduğu havzalar arasında kurulu, ülkemizin yüz ölçümü olarak Konya’dan sonraki en büyük kenti Sivas, sıcak insanları, içinde barındırdığı değerleri ile güzel bir kentimiz. 

IMG_1991.JPG

Sivas Havalimanına sabahın erken saatlerinde indik. Bizi karşılayan sevgili rehberimiz Reyhan bu civarların hakimi. 

ilk durağımız kahvaltı yapacağımız Yeşil Konak. Hüdai Konağı da denilen Yeşil Konak, 1850 Geç Osmanlı mimarisi özelliklerini taşıyor.  Konağın ilk sahipleri Anadolu Ermenilerinden bir aile.  Konak daha sonraları çok el değiştirmiş ve bir süre sonra da harabe ve atıl duruma düşmüş. 2005 yılında konak, Hüdai Ailesinin eline geçmiş. Mimar Ahmet Haşim Hüdai babasından kalan konağı 2006 yılından itibaren restore etmiş ve bugünkü haline kavuşturmuş. 2008 yılından beri de konak, Yeşil Konak adı ile turistik bir mekan, kafe ve restoran şeklinde hizmete açılmış. Konağa girip, avluyu geçtikten sonra havuz başına kurulmuş kahvaltı sofrasını görünce gözlerim fal taşı gibi açıldı. Sofrada yok yok! Çok güzel bir ortamda,  müthiş bir kahvaltı ettik. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kahvaltı sonrasında yaşamının ve servetinin önemli bir bölümünü her türden antika eser toplamaya adamış Ahmet Haşim Hüdai rehberliğinde konağı gezdik. Karşımıza çıkan eserler bizi çok şaşırttı desek yeridir. Osman Hamdi Bey, Sami Yetik, Zonaro gibi önemli ressamların tabloları, Osmanlı Sarayından koltuk takımı ve başkaca eşyalar, avizeler ve dünyanın çeşitli ülkelerinden toplanmış çok sayıda antika eşya ve objeler konağın odalarına yerleştirilmiş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Antika eşya ve objelerin toplanması, uygun şekilde saklanması ve sergilenmesi çok masraflı bir şey, kabul ediyorum. Bu kadar değerli antikanın, böyle güzel ve aslına uygun bir konakta sergilenmesi çok doğru ama yine de serginin sunumu ve korunmasında bence eksiklikler var.   Ahmet Beyin bilgisi ise çok etkileyiciydi.  Sivas geziniz için Yeşil Konak (Hüdai Konağı) bence çok doğru bir başlangıç noktası olacaktır.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yeşil Konak’da kahvaltı sonrasında Sivas turumuza başladık. Sivas, Anadolu Selçuklularına ait çok sayıda tarihi eser barındırıyor. Biz gezimize Buruciye Medresesi ile başladık. 

P4280014.JPG

Medrese kelimesi, Arapça “de-ra-se” kökünden geliyor. Kelime anlamı olarak “Ders verilen yer” demek.  Medreselerin İslam medeniyetinde eğitimin verildiği, orta ve yüksek öğretimin yapıldığı birimler olarak yaygınlaşmasında Büyük Selçuklu Devleti’nin payı büyük. Anadolu Selçukluları ise bu geleneği daha da yaygınlaştırmışlar. Medreselerde önceleri sadece din eğitimi verilirken Anadolu Selçuklu döneminde yapılan medreselerde bu sistem farklılaşmış, dini eğitimin yanı sıra mantık, felsefe, fıkıh, kozmoloji, astronomi, matematik, geometri, cebir ve kimya eğitimi  de verilmeye başlanmış.

Eski eserlerde ve özellikle de dini yapılarda en dikkat ettiğim şey o yapının bende yarattığı ilk etkidir. Beni etkilemesi için o eserin illa çok büyük olması da gerekmez. Ancak estetikle, mistisizmi, simgesel mesajları taşa, tahtaya işleyen mimarların ve sanatçıların eserleri beni, benden alıp götürüyor. Eseri yaratanın inceden inceye yaptığı mimarı hesaplamalar, taşa yapılan oymalar ya da kabartmalar, figürler, geometrik şekiller ve onların simetrisi beni çok etkiliyor. Selçuklu yapılarında bu özellikleri bir arada çokça bulduğumdan, onlara olan hayranlığım fazlaca.  

P4280029.JPG

Buruciye Medresesi, sağlam kalmış muhteşem taç kapısıyla, Sivas’ın ve Anadolu’nun en ünlü yapıları arasında yer alıyor. 1271 yılında Selçuklu Sultanı III. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde yapılmış. Medresenin yapımını isteyen, İran’ın Burucerd şehrinden gelme Muzaffer Burucerdî. 

IMG_2097.JPG

Bir zamanlar Sivas’ın zenginlerinden olan Muzaffer Burucerdî, bu güzel eseri, bugün adı bilinmeyen bir mimara yaptırmış. Bu medresede fizik, kimya, astronomi öğretimi ve eğitimi verilmiş.  Anadolu’da simetrisi en düzgün medrese olarak kabul ediliyor. Açık avlulu, dört eyvanlı olan Buruciye Medresesinin en çarpıcı yeri dışa taşkın taç kapısı. Size tavsiyem medrese içine girmeden önce, medresenin karşına geçip ona şöyle bir bakın; Ana kapının ve yanlarındaki iki pencerenin taşlarına işlenmiş geometrik şekiller, köşelerdeki yivli kuleler sizi mutlaka çarpacaktır. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Taç kapıdan içeri girdiğinizde açık bir avluya çıkıyorsunuz. kapının  hemen sol tarafında bir türbe var. Türbenin üçgen kubbe duvarlarında göz alıcı çinilerin bir kısmı dökülmüş, kalanların ise bakımsızlığı göze çarpıyor. Ama bu haliyle bile çiniler o kadar güzel duruyorlar ki! Türbede bulunan mezarlar Muzaffer Burucerdî ve ailesine ait. 

IMG_0705.JPG

Buruciye Medresesinin karşısında Osmanlı Dönemi eserlerinden olan, 1580 tarihli Kale Cami var. Ben hala Buruciye Medresesinin güzelliğinin etkisi altında onu fotoğraflamaya çalıştığımdan gruptan koptum ve bu camiyi sadece dışarıdan fotoğrafladım. Benim bakış açımdan Kale Cami, Buruciye Medresesi yanında sönük kalıyor. Ama bu yazıyı yazarken  cami avlusunda bulunan iki adet “Sadaka Taşını” atladığımı fark ettim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

https://www.haberler.com/sadaka-taslari-artik-alan-el-ile-veren-eli-5124923-haberi/Osmanlı yardımlaşma kültürünün bir örneği olan sadaka taşlarından günümüze çok az örnek gelebilmiş. Osmanlı döneminde sadaka taşının üzerindeki deliklere hayır sahipleri para bırakır, sonra ihtiyacı olanlar bunları alırlarmış. Bu taşlar, bir zamanlar ülkenin her yerinde varmış. Bunlar genellikle silindir şeklinde, ortasında bir elin sığacağı kadar delik olan taşlarmış. Genellikle geceleri buraya elini sokan insanların fakirler için bırakılan parayı  alan mı ya da fakirler için sadaka bırakan mı oldukları anlaşılamazmış.  Yani fakirin muhtaçlığı, zenginin bağışı gizli olurmuş. Günümüzde insanların fakirliğini yüzüne vura vura yapılan görgüsüzlükten ne kadar farklı bir anlayış değil mi?

P4280046.JPG

Sivas’ta İnönü Bulvarı üzerinde çok sayıda eski eser mevcut. Kale Camisini arkanıza alır ve yol boyunca yürürseniz sağda Çifte Minareli Medrese, hemen onun karşısında ise, solda, Şifaiye Medresesi’ne geleceksiniz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

cengizhanTarihte yaptığı katliamlar yanında, büyük bir askeri deha olarak da anılan Cengizhan, Moğol ordularını Anadolu topraklarını ele geçirmek için  yollamış. Selçuklular savaşı kaybetmişler. Sonradan bu ordular bu bölgede kalıcı olmuşlar ve İlhanlılar adını alacak olan bir devlet ortaya çıkmış. Anadolu Selçuklu Devleti bir süre İlhanlılara vergi veren beyler ve vezirler tarafından yönetilmiş. Çifte Minareli Medrese, medresenin taç kapısı üzerinde yer alan kitabesine göre, 1271 yılında İlhanlılar Veziri Şemseddin Cüveyni tarafından yaptırılmış. Medresenin çok güzel süslemeli bir taç kapısı ve tuğla-çini örgülü ikiminaresi var. Medresenin doğu cephesinde bulunan anıtsal kapısı dışında, tamamı yıkılmış. Kapı o kadar muhteşem ki açık avlulu, dört eyvanlı, iki katlı olan asıl medresenin yıkılmamış halinin güzelliği dillere destan olsa gerek. Medrese, sanki daha sonradan gezimizin devamında ancak dışarıdan görme şansına erişebileceğimiz Gökmedrese’yi yapan mimar,  Kölük bin Abdullah‘ın elinden çıkmış gibi ama kitabesi yok olduğundan Çifte Minareli Medresenin mimarı bilinmiyor. Tarihte yıkıma çok maruz kalmış bu medresenin 1882’de tamamen yıkılıp, yerine hastane yapılmasına karar verilmiş. Osmanlı tarihinde bazı insanlara ayrı bir saygı duyuyorum. Bunlardan bir tanesi Osman Hamdi Bey. Osman Hamdi Bey ressamlığının yanında,  imparatorlukta eski eserlerin toplanması, sahip çıkılarak yok olmasının engellenmesi ve modern müzeciliğin temellerinin atılmasında çok önemli bir role sahip. Bu yazıyı hazırlarken bir önemli kişiyi daha öğrendim: Halil Edhem Bey. Halil Edhem Bey, yıkılarak hastane yapılmasına karar verilen medresenin tamamen yok olmasını engellemeye çalışmış ve bugün görünen muhteşem ön kapısını ve ön cephesini kurtarmış. Bu kısma arkadan destek verilerek tamamen yıkılması önlenmiş. Bir dönem okul olarak da hizmet vermiş.  

Çifte Minareli MedreseSivas Gök Medrese ve Erzurum Çifte Minareli Medrese ile benzerlik gösteriyor.  

IMG_2179.JPG

Çifte Minareli Medresenin karşısında bulunan Şifaiye Medresesi (Sivas Darüşşifası)  dışarıdan daha az görkeme sahip. Ana kapıdan içeri girip avluya girdiğinizde sağlı sollu hediyelik eşya satan dükkanları görüyorsunuz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bugünkü görüntüsü alışveriş merkezi havasında olsa da, aslında zamanında Selçuklu Devrinde, hastaların tedavi edildiği ve aynı zamanda tıp tahsilinin de yapıldığı önemli bir medreseymiş. Anadolu’nun en büyük şifahanesi olan medrese 1217/18 yıllarında İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılmış. İçeride ana eyvanın sağında, hilal içinde saçları iki yanda örgülü bir kadın başı kabartması, soldakinde çok tahrip olmuş figürün çevresinden güneş ışınları çıkan sakallı bir erkek başı kabartması var. Selçuklu eserlerinde kadın ve erkek başı figürlerine rastlayabiliyorsunuz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

1. İzzettin Keykâvus genç  yaşta tüberkülozdan ölmüş. Vasiyeti üzerine burada kendisine bir türbe yapılmış. Kendisi aynı zamanda şairmiş. Kendisine ait aşağıdaki dizeler yaşamın ne kadar fani olduğu üstüne ne kadar anlamlı değil mi?

Biz ki dünyayı terk edip göçtük,
Gönül derdi ektik, matemler biçtik,
Şimdiden sonra da nöbet sizdedir,
Biz sıramızı savdık ve geçtik.”

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Türbe kapısının hemen üzerinde bulunan kitabede;
“Yazıklar olsun ki biz geniş görkemli saraylardan dar kabirlere girdik. Zenginliğimizin ve servetimizin çokluğunun bize faydası olmadı. Saltanatımız yok olup zevalin eşiğinde fani dünyadan baki dünyaya ölüm yolculuğu gerçekleşti. Bu yolculuk 617 yılının 4 Şevval´inde gerçekleşti (4 Kasım 1220)” yazıyor. Gezi sonrası Şifaiye Medresesinde oturup çayımızı içtik. 

P4280041.JPG

Çay molamız sonrasında Sivas’ı Sivas yapan başka bir tarihi mekan için yollara düştük. Hedefimiz Sivas Kongre Binası (Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi).

IMG_2102.JPG

Osmanlının son zamanlarında, özellikle de Tanzimat Devrinde, Batılılaşma hareketleri dolu dizgin giderken, ülkedeki her merkezi yerleşim yerinde olduğu gibi, Sivas’da da abidevi kamu binaları yapılmaya başlanmış. Sivas’daki Göğüs Hastanesi (şimdiki Sivas Çevre Kültür ve Sanat Evi), Sivas Hükümet Konağı, Sivas İdadisi (Sivas Atatürk-Kongre ve Etnografya Müzesi), Sivas Sanayi Mektebi (şimdiki Sivas Açık Cezaevi), Sivas Ziya Bey Kütüphanesi, Sivas Sanayi Mektebi Demircilik Atölyesi (şimdiki Sivas Endüstri Meslek Lisesi), Sivas Erkek Öğretmen Okulu (şimdiki Selçuk Anadolu Lisesi), Sivas Erkek Öğretmen Okulu (Selçuk Anadolu Lisesi) o dönemin Sivas’da bulunan Geç Osmanlı Dönemi mimari eserlerinden. 

IMG_2187

Sivas Kongre Binası, 1892 tarihinde Mülki İdadi (Lise) Binası olarak yaptırılmış. Uzun yıllar lise olarak hizmet vermiş. Ama binanın önemi sadece yapının güzelliğinden kaynaklanmıyor. Bu binayı gezerken lütfen ama lütfen herhangi bir tarihi eseri gezermiş gibi gezmeyin. Hata ve hatta Atatürk’ün kendi eseri olan Nutuk‘daki Sivas Kongresinden bahsettiği ilgili bölümü açın ve tekrar okuyun. Bu bina Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ilkelerinin ve Kurtuluş Savaşının temellerinin atıldığı bir bina.

IMG_2091.JPG

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Erzurum Kongresi sonrasında, Sivas’da bir kongre yapılması kararı alınır. Sivas’ta kongre kararı alınmasından hemen sonra, Sivas içinde bu kongre için uygun olan bina aranır. O zamanın çocuklarına modern eğitim verilmesi için yapılan Sivas Mülki İdadi binası bu iş için tam biçilmiş kaftandır. Kongre yapılır ve biter ama bu tarihi binanın işlevi bitmez. Bu tarihi bina Sivas Kongresine ev sahipliği yapması yanında, 108 gün Sivas’ta kalan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kullandığı bir karargah olarak da hizmet verir.

Atatürk-Sivas-Kongresi-001.jpg

2 Eylül 1919’da Mustafa Kemal Atatürk Sivas’a gelir. Sivas halkı yollarda, coşkulu bir şekilde Çanakkale Savaşı kahramanı Kemal Paşa’sını bağrına basar.  Kongre 4 Eylül 1919 Perşembe günü öğleden sonra saat 14:00 de açılır.  Anadolu’daki Milli Mücadele hareketinin teşkilatlandırılarak millet iradesinin her türlü baskının, kişi ve zümre idaresinin üstünde olduğu kararı bu binanın odalarında alınır. Birkaç satıra sığdırdığım bu olay kurtuluş savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin başlangıcının bir özetidir aslında. Bu okulda gerçekleşen kongre ve takip eden günlerin her anı dolu dolu yaşanmış ve ayrı bir öneme sahip olmalıdır. Yani bu heyecanı her ziyaretçinin hatırlaması, öğrenmesi ve anlamasını beklersiniz, bunun olması gerekir. Dahası bunun müze düzenleyicilerince, siz-biz ziyaretçilere yansıtılması gerekir.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Binada en sıcak bulduğum köşe, yukarıda fotosunu gördüğünüz Atatürk’ün odası oldu. Sivas’lı genç kızların Atatürk’ün odası için çeyiz sandıklarından çıkardıkları oyalı, işlemeli çarşaflar, yastık kılıfları dışında sıcak, yaşanmışlık göstergesi olan bir şey yok burada. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu yazıyı yazarken Atatürk’ün Nutuk adlı kitabının Sivas Kongresi ile ilgili bölümünü okudum. Atatürk’ün Sivas’a maceralı ulaşması, Sivas halkının onu bir kurtarıcı edası ile karşılaması, Sivas’a ulaşabilen delegelerin, çağrılı delegelere göre az olmasına rağmen kongre için duyulan heyecan,  Fransızların kongre yapılmasını engellemeye yönelik baskıları ayrıntılı olarak Atatürk’ün ağzından ve belgeleri ile anlatılıyor. Bu büyük heyecan ve yaşanmışlık binayı gezen bizim gibi gezginleri, daha binaya girerken kucaklamalıydı. Bu kongrede hem Atatürk’ün bazı yakın arkadaşları ve hem de dönemin bazı ileri gelen düşünür, yazar ve siyasetçilerince Amerikan mandası altına girilmesi yönündeki tavsiyelerini bildiren ve Atatürk’ün bunlara karşı verdiği yanıtlarla yaşanan telgraf savaşını, telgraf odasında hissedebilmeliydik.

IMG_2190

Kongre sürerken ve sonrasında duyuruları basan matbaa makinesi sergilenmiş ama o baskı makinesinin yayımladığı gazete ve bildirileri sergilemek müzecilik adına hiç mi akla gelmedi?

Hele o kongre toplantı odası! O odada bir tarihin başlangıcı yaşandı. Kongrenin ilk üç gününde, ülkenin Amerikan mandası altında yaşamasını isteyenlerle, kurtuluşu tam bağımsızlıkta görenler arasında hararetli tartışmalar geçti. Kavgalar oldu. Yukarıdaki eski fotoğrafta Atatürk dahil, toplantıya katılanların yüz ifadesine dikkat edilirse, yüzlerdeki gerginlik hissedilebiliyor. Bu salonda o kavgaların izi, mücadele havası asla hissedilmiyor. Burada tam bağımsız bir Türkiye için hem İstanbul hükümetine ve hem de yedi düvele kurtuluş savaşı vermeye karar alan Anadolu ve Trakya delegelerinin heyecan duygusu da alınmıyor. Sonuçta bu ziyaretten beklentim çoktu ama bana biraz hayal kırıklığı yaşattı doğrusu. Umarım müze daha canlı bir hale getirilir.

IMG_2231-001.JPG

Kongre Binası gezisi sonrasında Cumhuriyet Meydanından yürüyüşümüze devam ettik. Bu meydandaki 1908 yapım tarihli, L planlı Jandarma Binası Sivas’ta en sevdiğim yapılardan oldu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Meydanın merkezinde bulunan Hükümet Konağı ise aslen 1884 yapım tarihli. 1978’de yangın geçiren yapının son hali, 1982 yılında yapılan restorasyon sonrasından günümüze gelen hali. 

IMG_2232.JPG

Bir sonraki ziyaret yerimiz ise şu ana kadar hayatım boyunca en üzüldüğüm ve insanlığımdan utandığım olaylardan birinin yaşandığı Madımak Oteli oldu. Uzaktan bakınca masum, alelade bir bina gibi gözüken Madımak Otelinde 33 tane aydın ve sanatçı ile 2 tane otel çalışanı yakılarak katledildi. Bu kara lekeyi kimse diline almak istemiyor ama unutulacak gibi bir olay da değil. Artık bu bina otel değil, Bilim ve Kültür Merkezi adı altında hizmet veriyor. Bina o gün kapalıydı içeriyi gezemedik. Doğrusu bu ya gezmeyi de hiç arzu etmedim. Sanki binadan hala o güzel insanların çığlıkları duyuluyor.

IMG_2234.JPG

Yürümeye devamla Taşhan’a geldik. 19. yüzyılın ikinci yarısında kesme taştan yapılmış, açık avlulu ve iki katlı bir ticaret merkezi burası. Avlunun ortasında elips şeklinde bir havuz ve havuzun ortasında zıt yönlerde ağzından su akan iki adet çift başlı aslan var. Aslında bence burası çok sevimli bir yer. Ancak burada bulunması gereken dükkanlar herhalde bavul satan dükkanlar olmamalıydı.  

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ziya Bey Kütüphanesi‘ni dışarıdan gördük ama özelliği olan bir yer burası. Mütevellioğlu  Yusuf  Ziya Başara tarafından 1908 yılında  özel kütüphane olarak kullanılmak üzere yaptırılmış. Bir insan düşünün; 1900’lü yıllarda özel servetini harcasın ve kütüphane yaptırsın. Bu amaç bile benim için kutsaldır. Sivas’a giderseniz bu binayı dışarıdan da olsa mutlaka görün derim.  

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Çerkezin Kahvesi, Sivas’a geldiğinizde kaçırmamanız gereken bir yer. Buradaki gibi bir kahveyi başka hiçbir yerde içmedim. Zaten kahveleri tescilli. Kahveyi geniş ağızlı bir fincanda getiriyorlar. Kahvenin köpüğü, telvesine kadar devam ediyor. Bu mekanda kağıt, okey filan oynamak da yasak. Sivas’da çok sayıda eski eserlerin yer aldığı, adeta küçük müze gibi çok sayıda kafe var. Çerkezin Kahvesi’nin içi de adeta küçük bir müze. Burada bir kahve içmeyi sakın kaçırmayın.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

1525 yılından kalma Vakıf Subaşı Hanı, içinde bolca aktar dükkanının bulunduğu bir başka Sivas tarihi mekanı. 

Çorapçı Hanı (İhramcızade Kültür ve Sanat Merkezi) aslında eskiden bir konakmış. Sonradan restore edilmiş ama bugünkü hali ile konak demeye bin şahit ister. Gerçekten konaksa kötü bir restorasyon örneği. Burada sevdiğimiz tek şey tahta oyma yapan bir sanatçıyı izlemek oldu. 

P4280089.JPG

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sivas’da sizlere tanıtmak istediğim yerlerden bir tanesi ise Müze Cafe ve sahibi Muhabbet Olgaç. Yukarıda da bahsettiğim gibi Sivas’ta küçük müze tarzı mekanlar fazlaca var. Adından da tahmin edeceğiniz gibi Müze Cafe içinde bol miktarda eski eşya mevcut. Burayı bizim için özel yapan 45’lik plaklar ve sahibi Muhabbet bey. Zeki Müren’i, Aşık Veysel’i plaktan dinlerken, Muhabbet bey ile güzel sohbet ve çay, yorgunluk üstüne müthiş güzel geldi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sivas gezimizde sona yaklaşırken bir başka şaheseri ziyaret ettik; Asıl adı Sahibiye Medresesi olan Gökmedrese.

Medresenin adı, Anadolu Selçuklularının güçlü vezirlerinden olan Sahip Ata Fahreddin Ali‘den geliyor. Bu yazıyı hazırlarken araştırdığım Fahreddin Ali, Anadolu Selçuklu vezirlerinin en zengini olarak kabul ediliyor. Bende, sanki her devirde işini bilen devlet adamlarından birisi olduğu izlenimi bıraktı. Moğolların Anadolu topraklarını işgal ettiği ve idarenin merkezi Selçuklu Sultanı yerin haraca bağlanmış beyler ve emirler elinde olduğu yıllarda, Fahreddin Ali bir dönem tek söz sahibi ve en güçlü kişi olmuş. Zaman zaman servetinin bir kısmını  Moğolların akıl almaz derecedeki haraç isteklerini karşılamak için kullanmış ve yerini bu sayede korumuş. Bu dönemlerde Konya, Akşehir, Sivas başta olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerinde hanlar, kervansaraylar, camiler, hamam ve çeşmeler yaptırmış. Mal ve mülkü, iktidar oyunları ile elinden bir anda gitmesin diye de onları “vakıf” adı altında toplamış. Haksızlık etmeyelim ki Sahip Ata’nın hayır amaçlı işleri de olmuş. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Her büyük padişahın, sultanın, vezirin mutlaka bir ya da birkaç favori mimarı vardır ya, işte Sahip Ata Fahreddin Ali’nin de iki tane değer verdiği mimarı varmış; Bunlardan birisi Mimar Kölük (Kelük olarak da geçebiliyor) bin Abdullah, diğeri ise Mimar Konya’lı Kaluyan (Kaluyan el-Konevi). İşte Sivas’ta gezdiğimiz 1271 yapım tarihli Gökmedrese, adı geçen sonuncu mimarın, yani Kaluyan’ın eseri. Konya gezisinde ziyaret ettiğim Mimar Kölük’ün Konya’daki İnce Minareli Medrese adlı yapıtı tam bir sanat şaheseri. Zaten bu mimar, Selçukluların Mimar Sinan’ı olarak kabul ediliyor. Doğrusu bu ya, Mimar Kölük’ün eserleri bana daha ince ve sanatsal geldi. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Gökmedrese’nin taç kapısı ve kapının üzerindeki süslemeler çok görkemli ve etkileyiciler. Süslemelerde 12 tür hayvan başı, yıldız ve hayat ağacı motifleri kullanılmış. Bunlar taşa adeta dantel gibi işlenmiş. Duvarları yontma kalker taşından yapılan medresenin minareleri 25 metre uzunluğunda. Sırlı tuğla ve mavi çini işçilikli, tuğla örgülü minareler taç kapıya daha da güzellik kazandırıyor. Minare kaidelerinden aşağı doğru inen mermer yüzeyde büyük boyutlarda geometrik, yazı ve bitkisel motifler simetrik yapılmış. Mimarın taç kapıda kullandığı mermer malzeme nedeniyle yarattığı ışık gölge sistemi, medresenin genel görünümünü ışığın durumuna göre etkiliyor. Mimar adeta bir plastik sanat yaratmış. Gökmedrese biz Sivas’ta iken tadilattaydı. Yani içini gezemedik. Çok üzüldüğümü ve daha önce gelmediğime çok pişman olduğumu itiraf etmeliyim.

IMG_2283

Sivas Ulu Cami, Sivas’da gezdiğimiz son tarihi mekandı. Ulu Cami, Anadolu’nun en eski camilerinden bir tanesi olma özelliği yanında, Pisa Kulesi gibi eğik ve sonradan eklenmiş minaresi ile de önemli bir yer.

P4280109.JPG

Ana girişten sonra geniş bir avlu var. Bana esas ilginç gelen yer ise caminin içi oldu. Cami içinde cemaatin namaz kıldığı alandan (hıram), mihraba kadar 50 kadar çatıyı taşıyan ayak, birbirlerine kemerlerle bağlanmış. İçerisi sanki bir cami değil,  kervansaray. Bazı ayakların dibine bağdaş kurmuş ve oturmuş insanların bir kısmı kuran okuyor, bir kısmı ise tespih çekip dua ediyorlar. Bu görüntü ortama çok mistik bir hava katıyor.

IMG_2276

Dikdörtgen planlı ve zamanında ahşap damlı cami 1196/1197 yılları arasında Kul Ahi adlı bir mimar tarafından yapılmış. Minaresi ise sonradan, 1213 yılında eklenmiş. Ben İslamiyetin erken dönem camilerinin sadeliğini de çok beğeniyorum. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sivas’a geldiğimizden beri durmadan geziyoruz. Acıktığımız kesin ama yemeği Sivas’ın dar zamanda gezebileceğimiz son yeri olan Ulu Cami gezisi sonrasına saklamıştık. Hedefimiz ise Köfteci Kirli Ahmet Usta

Adı başlangıçta sizi ürkütse de aslında Kirli Ahmet’in Köftesi Sivas’ta tam bir marka. Ahmet Usta işi babasından devralmış, baba da kendi babasından. Yani köftecilik dededen gelme. Kirli lakabı ise seyyar arabada sanayide köftecilik yapan Ahmet ustanın ocak başında kirlenen önlüğünden gelmekte.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burada köfte sinirsiz kıymadan yapılıyor ve içinde sadece tuz var, başka malzeme koyulmuyor. Amaç sadece ve sadece güzel etin tadına varılmasının istenmesi. Tadı mı nasıldı? Tek kelime ile mükemmel! Bir de mekanda akşam yapılacak olan sıla gecesi için hazırlık  yapan sanatçılara denk geldik mi! Değmeyin keyfimize..

Sivas’tan Kirli Ahmet’te köfte yemeden ayrılmak çok ama çok yanlış olur…

Evet sevgili Sanal Gezginler, Sivas gezimizin bu kısmından sizlere aktaracaklarım bunlardır. Sivas’ta bir gece konaklayıp ertesi günde geride kalan konakları gezmek ve tavsiye edilen diğer yerlerde yemek içmek gerekirmiş ama olmadı.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Aslında Sivas gezimizi çok değerli bir halk ozanı olan Şentürk İyidoğan’ın atölyesini gezerek bitirdik. Ancak Şentürk İyidoğan ve Sivas’ın ozanları ayrı bir tanıtımı hak ediyor. Onu bir sonraki yazıya sakladım.

Sivas yazısını 2 Temmuz Madımak Oteli katliamını anma gününe denk getirmeyi planlamıştım. Ama sizlere doğru ve öz bilgi vermek adına bu yazı için parça parça da olsa çok okumak gerekti ve ancak bugüne denk geldi.

Olsun…

Geç olsun ama doğru ve güzel olsun, masa başında bu yazıyı okuyan siz gezginlerde “Benim Sivas’ı gezme zamanım gelmiş” hissi doğuran bir yazı olsun..

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

06.07.2018 Saat 00:51

Kaynaklar:

http://www.xn--sahipatamzesi-4ob.gov.tr/?
http://www.filozof.net/Turkce/tarihi-sahsiyetler-kisilikler/14027-kaluyan-konyali-kimdir-hayati-eserleri-hakkinda-bilgi.html
http://www.beyaztarih.com/ansiklopedi/gok-medrese-sivas
http://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/ilhanlilar-devleti-buyuk-kaganli-1429
http://www.bik.gov.tr/tarih-ve-kultur-kenti-sivas-burujiye-medresesi/
http://www.sivasirade.com/haber/sifaiye-medresesi-14438.html
https://www.sivaskulturenvanteri.com/kongre-binasi/