• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.118 ziyaretçi
  • Aralık 2025
    P S Ç P C C P
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    293031  

Bir Ülke, İki Zaman: Güney Kore / Busan-9.Gün

Busan’da son günümüze uyandık. Yarına Jeju Adası’na uçuşumuz var. Adada 2 gece kalıp, üçüncü gün Seul’e geri dönüş planlandı. Sonra da Güney Kore maceramız, gezekalın sayfalarına yazılacak güzel anılar ve fotoğraflarla sonlanacak.

ilk ziyaret noktamız rengarenk evleri, duvar resimleri, mağaza ve kafelerle dolu bir köy olan Gamcheon Kültür Köyü olacak. Bu köy Busan’ın Saha-gu Bölgesi’nde dağ yamaçlarına kurulmuş. Bu köyü sanal alemde araştırmaya kalkarsanız bir sürü benzetme ile karşılaşacaksınız. Dar sokakları, teraslı evleri ve tepelere oturmuş görünümüyle Gamcheon Kültür Köyü için “Kore’nin Machu Picchu’su”, “Doğunun Santorini’si” veya “Lego Köyü” gibi benzetmelere rastlayacaksınız. Bunlar benim açımdan pek de doğru değil. “Neden?” diye sorarsanız, bir kere işin felsefesi farklı. Bence bu köye takılabilecek doğru ve özgün isim Güney Kore’nin Daldongnae’si, Gamcheon Mural Köyü ya da daha geniş kapsamı ile Gamcheon Kültür Köyü.

Daha önce Kore günlüğümün 4. gününü anlatırken bahsetmiştim. Andong Sungjingol Mural Köyü gibi bazı köyelere “Daldongnae” veya Türkçesi ile “Ay Köyleri” deniyor. Zaman içinde bu evlerin duvarları gönüllü sanatçılar tarafından bir proje kapsamında rengarenk resimlerle donatılmış ve “Duvar Resimli Köyler-Mural Köyler ortaya çıkmış. Korece tabiri ile “Byeokhwa Maeul.

Gamcheon ise bunları aşmış farklı bir yer. 1950’lerde Kore Savaşı sırasında mülteciler buraya yerleşmişler. Basit ve sıkışık evler inşa etmişler. Burası uzun zaman önce şehrin en fakir insanlarının yaşadığı yer olarak biliniyormuş. Yani şehrin bu kısmının başlangıcı için tam anlamıyla bir “Daldongnae” diyebiliriz. 2009–2010 yılları arasında başlatılan dönüşüm projeleriyle Busan Belediyesi ve yerel sanatçılar, köyü turistik ve sanatsal bir projeye dönüştürdüler. Günümüzde bu dönüşüm o kadar ileriye taşınmış ki, güncel kimliği ile Gamcheon turistik ve kültürel bir sanat köyü haline gelmiş. Buraya güzellik ve kaosun birleşimi demek pek de yanlış olmayacak. Her biri birbirinden farklı renkteki Lego benzeri evlerin birbirine karışarak oluşturduğu cümbüş, dik yamaçlı daracık köy sokakları, duvarlardaki sanat eseri sayılacak resimler sizi başka bir dünyaya götürüyor.

Ben tam olarak bu köyün lego evleri halini yansıtacak kareyi verecek noktasını bulamadığımı düşünüyorum. Bunda biraz da gün ışığının uygun olmayan saatinin katkısı olabilir. Ama internetten bulduğum yukarıdaki fotoda olduğu gibi dronla çekimlerde veya karşı yüksek noktalardan bakınca Gamcheon’un pastel renkli evleri bir boya paleti gibi görünüyor.

Köye giriş yeri olan sokağın başında otobüsümüzden indik. Hanıma bir sözüm vardı; Seul’de geleneksel Kore kıyafeti olan hanbokları giyerek sokakları gezme isteğini yerine getirememiştim. İlerleyen günlerde bu kıyafetlerle Kore sokaklarında dolaşacağımıza söz vermiştim. Program o zaman müsade etmedi ve yapamadık. Ama rehberimiz Seden hanımdan ileri de bir gün hanbok giyeceğimiz bir ortam olursa hatırlatmasını rica etmiştim. Seden hanım bana “O gün, bu gündür! Hanbok kiralayabilirsiniz bu köyde” deyince biz ve gruptan sevgili arkadaşlarımız Resmiye-Nihat çifti hemen hanbok kiralama dükkanına giriverdik. Kiralama ücreti elbise başına saatlik 25000 Won. Dükkan sahibi herkese “elbiselerinizi seçin” derken, bana doğrudan “Sana kral kıyafeti” deyiverdi. Eskinin klasik kral giysisini üstüme, şapkasını kafama geçiriverdi. Biraz gururum okşanmadı değil ama doğrusu Nihat’ın giydiği hanboku daha çok gözüme kestirmiştim. Bir kere şapkasına bitmiştim. Havalı, zincirli, boncuklu filan. Al şapkayı, ülkeye getir! Bağdat Caddesinde giyip dolaş. Alayı sana döner bakar!

Kralı koruyan, yüksek rütbeli asker kıyafeti olması nedeni ile içimden “Saraydaki pozisyonu benimki ile karşılaştırılamaz. Nihat olsa olsa benim korumam olur” diye kendimi teselli ediyorum. Ama adamın da şapkasına bittim be kardeşim! Benimki güya kral şapkası ama terzi sanki kumaştan artırmış, şapkanın tereği yok, yarısı yok! Dükkan sahibi Nihat’ın kıyafete bir de oyuncak kılıç vermeye kalktı. Yani o da işin bonusu. Allahtan Nihat kılıcı almadı, yoksa iyice çatlardım. Eşlerimiz hanbokları içinde bizden güzeller.

“Yapacak bir şey yok, Joseon kral kıyafeti budur! Artık durumu role girerek kurtaracağız!” diyerek elimi arkaya bağladım. Gamcheon sokaklarını aşağı yukarı arşınlamaya başladık. Baktım turistler boyna benim fotoğrafı çekiyor, Nihat’ın kıyafete pek yüz veren yok! Kral kıyafeti ile gezmek hoşuma gitmeye başladı. Allah için kıyafetin hakkını da verdim.! Sanırsın son Joseon Kralı, Gamcheon Kültür Köyünü teftişte!!

İşin şakası bir tarafa ama bu hanbok kıyafetleri giyme işini mutlaka deneyin. Bana “Kore gezinizden aklında neler aklında kaldı?” diye sorsanız, sayacağım maddelerden bir tanesi de “Joseon Kral kıyafeti ile kraliçem kolumda Gamcheon Sokaklarını gezmem ” derim.

Köy hakkında izlenimlerime gelince; Bir kere çok kalabalık ve aşırı turistik. Köyün en popüler fotoğraf noktalarından olan “Küçük Prens ve Tilki” heykellerinin bulunduğu noktayı fotoğraflamak için kuyruğa giriyorsunuz ve bir adam o kuyruğu yönetiyor. Etraf dükkan dolu. Yerliden çok turist var. Bu anlamda benim için Andong’daki Sungjingol Mural Köyü daha özgündü.

Batı Busan’ın simgesi haline gelen Gamcheon Kültür Köyü, turistler tarafından deneyim odaklı bir destinasyon olarak tercih ediliyor. Evlerin rengarenk ve bitişik nizam halinin korunması ise gerçekten güzel ve köye hak ettiği ilgi çekiciliği sağlıyor. Duvarlardaki muraller sanat eseri gibi. Yani demem o ki bazı olumsuzlukları olsa da burası Busan’a gelmişken gezi programınızda olması gereken bir yer.

Kültür Köyü gezisi sonrasında Songdo Deniz Teleferiği‘ne (Songdo Sea Cable Car-diğer adıyla Busan Air Cruise) doğru hareket ettik. Teleferik hattı Songdo Plajı’nın doğusundaki Songnim Park‘tan, batısındaki Amnam Park arasında 86 metre denizin üzerinden ve yaklaşık 1,62 km boyunca uzanıyor. Yüksekte denizin ortasında olmanın heyecanı yanı sıra Songdo Plajı, Busan Yeongdo ve Namhang Köprüleri, Songdo Sahil Dulle Yolu ve yüzeye çıkan kayalıkları görecek ve manzaranın keyfini çıkaracağız. Amnam Parkta kısa bir yürüyüşle Yonggung Bulut Köprüsü’ne kadar gideceğiz. Burayı gezip teleferiğe geri döneceğiz. Bir yöne gidiş 15-20 dakika sürüyor.



Her gün ve 09:00-21:00 saatleri arasında çalışıyor (hafta içi 20:00’ye kadar). Teleferik kabinleri iki türlü ve fiyat da ona göre değişiyor; Ya Air Cruise (kabin altı kapalı) ya da Crystal Cruise (kabin altı şeffaf-böylece altınızdaki manzarayı izleyebiliyorsunuz) kabinleri seçebiliyorsunuz. Kabinler maksimum sekiz kişilik.

Sognim Park Teleferik İstasyonunda biletlerimiz alındı ve sıraya geçtik. Sıramız gelince de kabinlerden bize denk gelen bir tanesine bindik. Teleferikle seyahat ederken okyanusun ve şehrin manzarasını yukarıdan gözlemek harika bir his. Hattın karşı tarafına, Songdo Sky Park‘a varınca kabinden iniyorsunuz. Park meydanında çeşitli aktiviteler yapabilir veya kahvenizi yudumlarken manzaranın keyfini çıkaracağınız bir yere oturabilirsiniz. Bizim amacımız Songdo Yonggung Asma Köprüsü‘nü geçip kayalıkların üstündeki platforma ulaşmak.

Asma köprü Amnam Parkı’nı denizin karşısındaki Dongseom Adası‘na bağlıyor. Köprünün uzunluğu 127 metre.

Songdo Yonggung Asma Köprüsü, 1965 yılında inşa edilen ve Songnim Parkı ile Songdo Plajı’ndaki Kaplumbağa Adası’nı birbirine bağlayan eski köprünün, 1987 yılında Selma Tayfunu’nda ciddi şekilde hasar görmesi ve 2002 yılında yıkılmasından 18 yıl sonra restorasyon projesinin bir parçası olarak inşa edildi. Köprü Dongseom Adası’ndaki mevcut yeni yerinde 2020 yılında açıldı.

Songdo Yonggung Asma Köprüsü, Dongseom Adası’nın üst kısmını çevreliyor. Buradan kayalık uçurumların, ilginç kaya oluşumlarının, Songdo Plajı, Deniz Teleferiği ve okyanusun 360 derecelik muhteşem manzaralarını gözlüyorsunuz.

Asma köprüyü geçerek yaptığımız gezi ve çevreyi gözleme sonrasında teleferik park alanına geri döndük. Burada dikkatimizi güzel bir eser çekti. Aşağıda fotoğraflarını gördüğünüz esere Kova Ejderhası Terazisi adı verilmiş. Bu tasarım ödüllü sanat eserine ücreti karşılığında dileklerinizi yazıp asabiliyorsunuz.

Teleferik hattının Amnam tarafında son fotoğraf karelerimizi alarak bu sefer ters tarafa yani Sognim tarafına doğru teleferiğe bindik ve dönüşe geçtik.

Bu alanda aktiviteler aslında çok fazla. Örneğin aşağıda fotoğrafını gördüğünüz Songdo Sahil Bolle-gil Yolu yürüyüşü yapabilirsiniz. Songdo sahilinden başlar ve Songdo Yonggung Asma Köprüsüne kadar yürüyerek gidebilirsiniz.

Burada yapabileceğiniz bir başka aktivite ise 2015 yılında açılan ve 365 metre uzunluğundaki gökyüzü yürüyüş yolu, (Songdo Skywalk) üzerinde yürümektir.

Öğle öncesi bu aktivitelerimiz sonrası yemek yemek için Chaesundang adlı bir restoran zincirinin Busan’daki bir şubesine gittik. Bu restoran özellikle Shabu Shabu adlı yemekte uzmanlaşmış bir yer.

Shabu Shabu aslında Japon kökenli bir yemek ama Kore’de de çok yaygınlaşmış. Aslında masada kendi tencerenle pişirdiğin sıcak bir yemek türü. Bizim için hem hafif hem sağlıklı ve hem de eğlenceli bir yemek deneyimi oldu. Masaya et suyuyla dolu bir tencere getiriyorlar. Bunu masadaki ocağın üstünde kaynatmaya başlıyorsunuz. Bunun yanında masaya çok ince dilimlenmiş sığır etlerini, çeşitli sebzeleri, noodle, mantar ve tofuyu ayrı olarak getiriyorlar. Sen de bunları istediğin karışımla kaynar suya atarak hızlıca pişiriyorsun. İçeriklerin çoğu 10–20 saniyede pişiyor. Bizim ilk yaptığımız gibi incecik etleri suda çok tutarsan onları mundar ediyorsun. Güzel bir yemekti. Denemenizi tavsiye ederim.

Yemek sonrasında Kore gezimizin en anlamlı bölümünü gerçekleştirmek için yola çıktık. Hedefimiz ülkemiz dışında, bir başka ülkenin mezarlığında yatan şehitlerimizi ziyarete etmek. Birleşmiş Milletler Kore Anıt Mezarlığı’na gidecek ve şehitlerimize rahmet dileyeceğiz.

Birleşmiş Milletler (BM) üyesi ülkelerden dünya barışı ve özgürlüğü için canlarını feda etmiş kahraman askerler için Busan’da BM Kore Anıtsal Mezarlığı yapılmış ve şehitler buraya defnedilmişler. Toplam 14 ülkeden 2300’den fazla şehit asker, bu anıt mezarlıkta yatıyor.

Çin ve Sovyetler Birliği Kuzey Kore’ye, ABD önderliğindeki Birleşmiş Milletler (BM) de Güney Kore’ye savaş boyunca destek verirken, Türk Tugayı da BM gücü olarak savaşta Güney Kore’nin yanında savaştı. BM Güvenlik Konseyinin, BM güçlerini, Kuzey Kore işgalini sonlandırmak için Kore’ye göndermeye onay vermesi üzerine Türkiye de BM tarafında savaşa katılma kararı aldı. Tuğgeneral Tahsin Yazıcı emrindeki 1. Türk Tugayı, Eylül 1950’de Hatay’ın İskenderun Limanı’ndan yola çıktı ve 12 Ekim 1950’de tam 24 gün süren deniz yolculuğu sonrası Pusan (Busan) Limanı’na vardı. ABD, 1 milyon 789 bin askerle Kore Savaşı’na en çok asker gönderen ülke oldu. İngiltere 56 bin askerle ikinci, Kanada 26 bin 791 askerle üçüncü sırayı aldı. Güney Kore Savunma Bakanlığı kaynaklarına göre, savaşa 21 bin 212 asker ve toplamda 4 tugayla katılan Türkiye, Kore Savaşı’na iştirak eden 16 ülke arasında personel sayısı bakımından 4’üncü sırada yer aldı.

Savaşta Güney Kore tarafında savaşanlardan 40 bin 670’i BM askeri, 137 bin 899’u Kore askeri olmak üzere toplam 178 bin 569, Kuzey Kore tarafından ise 508 bin 797 asker hayatını kaybetti. Kore Savaşı’nda 36 bin 940 askerini yitiren ABD, “en çok kayıp veren ülke” oldu. ABD’yi 1078 kayıpla İngiltere izlerken Kore Gazi Bakanlığının kayıtlarına göre cephede hayatını kaybeden, yaralanıp cepheden ayrıldıktan sonra vefat eden ve kaybolanlar da dahil olmak üzere Türkiye Kore Savaşı’nda 900’ü aşkın şehit verdi. Bu şehitlerden 700 kadarı cephede şehit düştü. Böylece Türkiye şehit sayısı bakımından 3’üncü sırada yer aldı.

Kore Savaşı, 27 Temmuz 1953’te yapılan ateşkes anlaşması ile sonlandı. Ancak barış antlaşması imzalanmadığı için teknik olarak savaş devam ediyor.

Anıt mezar içine girince önce tören salonuna gidip burada yaklaşık 15 dakikalık bir video gösterisi izledik. Kore Savaşı ve Anıt Mezar hakkında bilgi aldık. Sonrasında Anma Duvarına yöneldik. Bu duvarda Kore Savaşında hayatını kaybetmiş 40000 BM askerinin adları kazınmış.

Gruptan bir arkadaşımızın da savaşta şehit olan bir akrabasının ismi bu duvarda yer alıyordu. O ve duvarda ismi olan tüm şehitlerimiz için rahmet dileyerek bu alanı terk ettik. Meçhul Asker Yolu’nu, BM Kuvvetleri Anıtını ziyaret edip Gazi Mezarları alanına geldik.

Bu mezarları görmek insanı çok hüzünlendiriyor. Burada yatan yirmili yaşlarda gençlerimiz günler süren gemi yolculuğu sonrasında hiç bilmedikleri bir ülkeye gelip, belki neden çıktığını ve neden burada olduklarını anlamadıkları bir savaşın içinde yer alıp kör bir kurşun veya şarapnelle hayata veda etmişler. Şehit olmuşlar. Mekanları cennet olsun diyelim.

En son olarak BM askerlerinin gün sonu bayrak indirme törenlerini izleyip Anıt Mezardan ayrıldık.

Günün en son gezisini yaklaşık 1,4 km uzunluğundaki Gwangalli Plajı‘na yapacağız. Plaj ince, açık renkli kumları, ünlü Gwangan Köprüsü’nün (Diamond Bridge) muhteşem ışıklı görüntüsünün izlendiği yer olması ile meşhur. Gün batımına yakın harika fotoğraflar çektik.

Günü sonlandırdık. Busan güzel bir şehir. Kore gezimizde sona doğru geliyoruz.

Gezekalın…

Dr Ümit Kuru

16.11.2025

Bir Ülke, İki Zaman: Güney Kore / Busan-8.Gün

Busan, Güney Kore’nin ikinci en büyük şehri ve en önemli liman kenti olarak biliniyor. Güney Kore’nin güneydoğusunda, Kore Yarımadası’nın ucunda yer alıyor. Hem modern şehir hayatını, hem de doğal güzellikleri bir arada sunan güzel bir şehir. Nüfusu yaklaşık 3,4 milyon. Güney Kore’nin en işlek limanı olan Busan Limanı bu şehirde bulunuyor. Liman ticareti, gemi inşası, balıkçılık ve turizm şehrin başlıca gelir kaynakları. Bugün ve yarın sizlerle Busan şehrini gezeceğiz.

1376 yılında Goryeo Hanedanlığı döneminde inşa edilmiş Haedong Yonggungsa ilk ziyaret edeceğimiz yer olacak. Bu tapınak Busan’ın en ikonik ve manzaralı dini yapılarından birisi. Ben gezi öncesi Kore programı yaparken fotoğraflarını görüp bayılmıştım. Tapınak Busan’ın kuzeydoğu kıyısında bulunuyor. Güney Kore’deki nadir deniz kenarı Budist tapınaklarından birisi. “Haedong” “Deniz kenarı“, “Yonggungsa” ise “Ejderha Sarayı Tapınağı” anlamına gelir.

Tapınağın orijinal adı Bomun Tapınağı. Şimdiki tapınak içinde büyük bir heykeli bulunan ve aşağıda fotoğrafını gördüğünüz Şefkat Tanrıçası Gwanseum-bosal’a adanmış.

Bomun Tapınağı, 1592-1598 yılları arasında Japonların Kore’yi işgali sırasında ortaya çıkan bir yangında yıkılmış ve ardından terk edilmiş. Bugün görülebilenlerin bir kısmı, tapınağın Tongdosa’lı rahipler (Kore Budizmi’nin Jogye Tarikatı’nın ana tapınağı) tarafından yeniden inşa edilmiş. Yani hikayesi çok eskilere dayansa da binalar 1930’lardan kalmış ve büyük bir kısmı da son 20 yılda eklenmiş. 1974’te tapınağın Bomunsa olan adı Haedong Yonggungsa olarak değiştirilmiş.

Haedong Yonggungsa’nın ejderha efsanesi hem mistik hem de biraz destansı. Goryeo Hanedanlığı döneminde Kore, uzun süren bir kuraklıkla boğuşuyormuş. Halk susuzluktan ve kıtlıktan perişan hale gelmiş. Ülkenin önde gelen Budist rahiplerinden Naong Hyegeun, bu felaketi durdurmak için derin meditasyonlara ve dualara başlamış. Bir gece Doğu Denizi’nin Ejderha Kralı rüyasına girmiş. Ejderha Kral, Naong’a şunları söylemiş: “Dağların bittiği ve denizin başladığı yerde, dalgaların üzerine kurulu bir tapınak inşa et. Orada dua edersen, gökyüzü yağmur verecek ve ülkenin bereketi geri gelecek.” Naong rüyadaki tarif edilen yeri aramış ve bugünkü Busan’ın kuzeydoğusunda, kayalıkların denize uzandığı noktayı bulmuş. Burada Haedong Yonggungsa Tapınağı’nı inşa etmiş. Efsaneye göre, inşaat tamamlandıktan sonra gerçekten de yağmurlar yağmış, kuraklık sona ermiş. Halk bu tapınağı deniz ejderhasının kutsamasıyla özdeşleştirmiş. Tapınağın adı da buradan geliyor.

Tapınağa girmeden önce küçük kafeler, hediyelik eşya dükkanları ile dolu bir caddeden geçiyorsunuz. Dükkanlar sonrasında karşınıza yerel satıcılar çıkıyor.

Bunları geçtikten sonra tapınağa giriş yolunda, sol tarafta 12 adet taş heykel göreceksiniz. Bunlar Zodyak (horoskop) hayvanlarını temsil ediyor. Doğum yılınıza bağlı olarak bulacağınız Zodyak hayvanına göre kendi heykelinizin yanına para koymak yaygın bir gelenek.

Yedi katlı pagodanın yanından başlayan bir patika var. Bu patikaya giden taş merdivenler sizi küçük bir bambu ormanı içinden “Haedong Zen Merkezi” denen bir yere çıkartıyormuş ama biz gitmedik. Gezi sonrası “keşke yapsaydım” dediğim ve yapmadığım aktivitelerden bir tanesi de budur. Alt tarafı 10-15 dakika yürüyecektik.

Tapınak giriş kapısı ön tarafında 7 katlı bir pagoda bulunuyor. Orada iken dikkat etmemiştim ama yazıyı yazarken öğrendim. Bu pagoda önünde bir tekerlek heykeli var. İnsanlar araba kazalarından korunmak için burada dua ederlermiş. Civarda ise çeşitli heykeller mevcut. Heykeller “kötü ruhları” engellemek için konmuş manevi bekçiler (koruyucular) olarak yorumlanıyor.

Tapınakta bazı sembolik yapılar da mevcut. Örneğin “108” kutsal sayısı burada da karşımıza çıkıyor. Tapınağa ulaşmak için inilen 108 taş basamak var. Bu basamakları kullanmak, zihinsel arınma veya aydınlanmaya doğru sembolik bir yol olarak görülüyor.

Basamakları bir taraftan inerken, lütfen her inişte değişen manzarayı da gözden kaçırmayın. Basamakları indikten sonra tapınağın güzelliğine hayran kalıyorsunuz.

Tapınağın ana binası, bu tür yapılarda geleneksel olarak kullanılan renklere özen gösterilerek 1970 yılında yeniden inşa edilmiş. Ana binanın hemen yanında gülen, sevimli bir Buda heykeli var. Gelecek Buda (Mireuk-bul) selfie ve fotoğraf çekimlerin revaçta olan köşesi.

Sağ tarafta bir mağaranın içinde, benzersiz şekilde tasarlanmış bir Budist tapınağı bulunurken, ana salonun hemen önünde bir pagoda bulunuyor. Pagodanın yan tarafına doğru ise bir lotus içinde “Bebek Buda” heykeli var.

Bebek Buda heykelindeki Buda’nın göğe doğru bir parmak kaldırmış duruşu, doğduktan hemen sonra söylediğine inanılan ve doğumun kutsallığını ve aydınlanmaya giden yolu temsil eden sözlerini simgeliyor; “Gökte ve yerde yalnız ben yüceyim.” Bu heykelin yanında bulunan bir kepçe ile Buda’ya su dökme ritüeline bizler de katıldık. Bu ritüel Buda’nın doğduğu gün gökten hem sıcak hem soğuk su yağdığına dair efsaneden kaynaklanıyormuş. Kişinin öfke, kıskançlık, bencillik gibi negatif duygulardan arınmasını simgeliyor. Aynı zamanda bu su dökme işi Buda’nın doğumuna hürmet ve onun öğretilerine bağlılık anlamına geldiği için de yapılıyormuş. Haedong Yonggungsa’da özellikle Buda’nın Doğum Günü Festivallerinde Buda heykeline su dökme ritüeli daha çok yapılıyormuş.

Ana salonun önünde kaidesinde dört aslan heykeli bulunan üç katlı bir pagoda var. Aslanlar “sevinç, öfke, hüzün ve mutluluk” gibi temel insan duygularını sembolize ediyor.

Tapınakta ayrıca bir taştan köprü ve küçük bir “dilek havuzu” da var. Ziyaretçiler havuza yukarıdan para atarak dilek diliyorlar.

Tapınağı karşıdan gören ve kayalıkların üstündeki gözlem noktalarına mutlaka gidin. Burada daha çok gün doğumu izleniyormuş. Hem dalgaların sakinleştirici sesini dinleyin ve hem de bu güzel tapınağı fotoğraflayarak arşivinizi zenginleştirin.

Tapınak gezimizden sonra bir bambu ormanı ziyaretimiz olacak. Yaklaşık 45 dakika sürecek olan yolculukla Ahopsan Dağı’nın eteklerinde bulunan Ahopsan Bambu Ormanı’na gidip, orman içi yürüyüş yapacağız. “Ahopsan” “Dokuz”, “San” ise “tepe” anlamına geliyor.

Burası oldukça etkileyici ve nadir bir doğa alanı. Alanın toplam yüzölçümü yaklaşık 520.000 m². Nampyeong Moon ailesi tarafından tam 400 yıl boyunca özenle korunmuş çok özel bir orman. Aile, Japon işgali, Kore Savaşı, sanayileşme dönemi dahil ormanı hiç ziyarete açmamış ve doğal haliyle korumuş. 2016 yılında ormanı yöneten sahipleri burayı halka açmaya karar vermiş.

Orman, uzun süre yeşil kuşak ve su kaynakları koruma alanı olarak belirlenip, sağlıklı doğal çevre ve ekosistem korunmuş. Orman içerisinde dünyadaki en kalın gövdeli bambu türlerinden olup, çok hızlı ve çok uzun büyüyen Maengjongjuk Bambu Ağaçları yanında, kızılçam, hinoki selvi, meşe ağaçları gibi çeşitli ağaç türleri de bulunuyor.

Ormana giriş, doğayı koruma amacıyla sınırlı ziyaretçi sayısıyla ve rezervasyon ile mümkün hale geliyor. Ormandaki yürüyüş parkuru toplamda 1–2 saat sürüyor. Yürüyüş rotaları iyi işaretlenmiş ve haritalar yardımıyla içeride kolayca dolaşılabiliyor.

Burası K-Drama ve film çekim mekanı olarak çok popüler. Ayrıca 2020 yapımı Kore dizisi The King: Eternal Monarch‘ta paralel bir dünyaya geçiş sahnesi de bu ormanda çekilmiş. Zaten dizide kullanılan boyutlar arası kapının seti de burada bırakılmış ve fotoğraf alanı haline getirilmiş. Biz de grup olarak burada fotoğraf çektirdik

Bambu ormanlarını ben çok seviyorum. Ahopsan Bambu ormanlarını bizim ülkenin tur firmalarından gezi programlarına koyan var mı? Hiç bilmiyorum. Ama en iddialı olanlar da bile gördüğümü söylemem.

Bu orman içinde yaklaşık 1,5 saat kadar yürüdük. Rahat, çok keyifli ve fotoğrafçılar için adeta cennet gibi bir yürüyüş rotası. Bu yazıya koymak için çektiğim fotoğraflar arasından uygun olanları seçeyim dedim ama herbirini sayfaya koymamak için kendimi zor tuttum.

Uzun yıllar boyunca insanların dokunmadığı uzun ağaçların arasından geçerek girişe ulaştığınızda, ormanı yöneten ailenin baş evi (Gwanmiheon) ile karşılaşacaksınız. 

Bugünümüzün bir diğer ziyaret durağı Beomeosa Tapınağı oldu. Tapınak Geumjeong Dağı’nda yer alan ve Silla Krallığı döneminde 7. yüzyılda kurulmuş olan çok önemli bir tapınak. Tapınağın adı, “Nirvana Balığı Tapınağı” anlamına geliyormuş. Bu ad bir efsaneye dayalı ve buna göre altın bir balık gökten dağın tepesindeki kuyuya düşüyor ve kuyu hiç kurumuyor. Tapınak, 1592–1598 yıllarında Japon istilası sırasında büyük ölçüde tahrip edilmiş, 1613 yılında restorasyon çalışmaları başlatılmış. Mevcut yapıların çoğu bu döneme dayanıyor.

Sansa Tapınakları, Kore Budizmi içinde özel bir manastır geleneğini temsil ediyor. Bunlar şehirden uzak, dağların derinliklerinde kurulmuş, Seon (Zen) Budizmi geleneğine dayanan, klasik Sansa yapı düzeni gösteren, sürekli aktif keşiş yaşamının devam ettiği manastırlar. Çok görkemli değillerdir ve bu tapınaklarda ahşap yapıya, doğayla uyuma önem veriliyor. Kore’de 100’den fazla Sansa tipi tapınak varmış ve günümüzde bunların içinden yaklaşık 25–30 tanesi gerçek “geleneksel Sansa düzenini tamamen koruyan” tapınaklar olarak kabul ediliyormuş. Beomeosa Tapınağı da aslında sansa tapınaklarından bir tanesi sayılıyor. UNESCO bu tapınaklar arasından 7 tanesi sansa tapınaklarını en iyi temsil edenler olarak Dünya Kültür Miras Listesine aldı. Bunlar, içlerinde Beomeosa’nın da olduğu geniş sansa tapınaklar grubunu “en iyi temsil eden örnekleri” olarak kabul ediliyor. Beomeosa çok eski, önemli ve yapısal olarak sansa tapınakları özelliklerini göstermesine rağmen çok büyük, genişletilmiş, tarih içinde defalarca yeniden inşa edilmiş, şehirleşmeye daha yakın bir konumda olması gibi nedenlerle UNESCO listesi içinde değil. Busan’a yakın Tongdosa Tapınağı UNESCO listesi içinde. Eğer buralara kadar gelmişseniz ve daha tipik bir sansa tapınağı ziyaret etmek isterseniz programınıza Tongdosa Tapınağı’nı dahil edebilirsiniz.

Beomeosa Tapınağına doğru yürürken dikkatimizi ilk çeken kaplumbağa biçimli kaidelerin üzerinde dikili taş steller (anıt taşlar) oldu. Altta “kaplumbağa kaidesi ” ve üstünde “bulut veya ejderha motifli taş kapak birlikte geleneksel Kore anıt mimarisini temsil ediyormuş. Kore’de bu tür yapılar genellikle önemli keşişleri, kraliyet destekçilerini veya tapınağa büyük katkı sağlayan kişileri anmak için yapılıyor. Stellerde genellikle tanınmış keşişlerin hayat hikâyeleri, başarıları ve öğretileri yer alıyor.

Sansa tapınaklarında yapısal ortak bir özellik tapınakta karşımıza çıkan ilk kapı “tek sütunlu kapı” oluyor ve buna Korece Iljumun veya Jogyemun deniyor. Beomeosa Tapınağında da ilk olarak bu kapı karşımıza çıktı. Taş sütunların ahşap sütunlarla uyum içinde olduğu Jogyemun Kapısı, Joseon Hanedanlığı’nın orta dönem mimari tarzını yansıtır. Yandan bakıldığında dört sütun (veya bazen iki sütun) yatay bir çizgide durduğundan, tek bir sütun tarafından destekleniyormuş gibi görünüyor. Bu nedenle bu kapılara tek sütunlu kapı deniyor. Yapı, aydınlanmaya giden tek yolu simgeliyor. Bu kapının 1614 yılında inşa edildiğine inanılıyor ve Ulusal Hazine listesindedir.

Tapınak içinde yürümeye devam ettikçe ikinci bir kapıya geliniyor. Bu kapı da Kore sansa tapınaklarının ortak yapısal özelliklerinden ve bu kapıya Cheonwangmun Kapısı deniyor. Bu kapıda kapının iki tarafında da ikişer tane olmak toplam 4 adet ahşap göksel tanrı heykeli bulunuyor. Bunlar dört yönü yönetiyorlar ve görevileri kötü ruhları kovmak.

Bu kapı ilk olarak 1699 yılında inşa edilmiş. Ancak ne yazık ki Aralık 2010’da kundaklama sonucu kapı yıkılmış. Mevcut kapı 2012 yılında yeniden inşa edilmiş.

Sonraki tapınak bölümü ise tapınağın ana salonu (Daeungjeon) ve avlu kısmı. Ana salonun önündeki merdiven, hem Silla Hanedanlığı hem de Joseon Hanedanlığı’nın karakteristik özelliklerinin benzersiz bir birleşimini sunuyor.

Mevcut Daeungjeon, 1592’deki Japon İstilası sırasında tamamen yanmış. 1614 yılında yeniden inşa edilmiş.

Ana salonun önünde üç katlı taş pagoda geç Birleşik Silla dönemine ait özellikler taşımaktadır. Daeungjeon Salonu girişindeki taş fenerler, Birleşik Silla döneminin tipik tarzını yansıttıkları için tarihi değere sahip. Üst ve alt ayak taşlarına simetrik olarak lotus çiçekleri oyulmuş.

Avluda kenarlarda bir zamanlar bayrak direklerini desteklemek için kullanılan taş direkler hala duruyorlar.

Beomeosa Tapınağı çıkışı bir dini etkinlik olduğunu gördük. Meydanda geleneksel Kore kıyafetleri içinde sandalyelere oturmuş insanlar sahnede konuşma yapan bir rahibe kulak vermişlerdi.

Kore’de tapınaklarda bu tür özel bir etkinlik varsa mutlaka yiyecek içecek bir şeyler sevabına dağıtılıyor. Bizim ekip gezi boyu bu tür beleş dağıtımlara denk geldiyse asla kaçırmadı ve mutlaka nasiplendi.

Bugünün Busan’daki son gezisi ise Jagalchi Balık Pazarı. Bu pazar Kore’nin en büyük deniz ürünleri pazarı ve Busan’ın simgelerinden birisidir. Her daim hareketli ve canlı ama özellikle sabahları 07:00-11:00 saatleri arasında daha da canlı. Hafta sonları ise kalabalık oluyor.

Çeşitli balıklar, kabuklular, ahtapot, yengeç, deniz salyangozu, deniz kestanesi artık aklınıza ne gelirse ve denizden ne çıkarsa ,açık ve kapalı pazar bölümlerinde hem toptan ve hem de perakende satış yapılıyor. Bu yaşıma kadar hiç görmediğim kadar fazla çeşitte deniz canlısı yüzlerce tezgahta ya da su dolu akvaryumlarda görücüye çıkartılmışlar.

Burası sadece deniz ürünü satılan bir yer değil ama aynı zamanda pazarda bir balık veya deniz ürününü seçtiğinizde hemen orada pişirtip yiyebileceğiniz de bir yer. Busan’a özgü çok popüler bir yemek yeme şekli.

Pazarın simgesi rengarenk önlükleriyle ünlü balıkçı teyzeler (Jagalchi Ajummaları). Zaten pazardaki en büyük enerjiyi de onlar oluşturuyor.

Jagalchi’nin kökeni Joseon Hanedanlığının son dönemine (1800’lerin sonu) dayanıyormuş. O dönem balıkçılar küçük kayıklarıyla kıyıya yanaşıp taze avladıkları balıkları hemen orada satarlarmış. Jagalchi, Japon işgali döneminde daha organize bir balık pazarı görünümü kazanmış. Japonların etkisiyle deniz ürünlerinin işlenmesi ve pazarlanması gelişmiş.

Kuzey-Güney Kore savaşı sırasında Busan Güney Kore’nin geçici başkenti olmuş ve milyonlarca mülteci bu kente akın etmiş. Savaştan kaçan birçok kadın, hayatta kalmak için burada balık satmaya başlamış. Bugünkü “Jagalchi Ajumma” (balıkçı teyzeler) kültürü de işte bu dönemde doğmuş. 1960’larda Jagalchi çevresi iyice büyümüş ve Busan yönetimi bölgeyi resmi balık pazarı olarak düzenlemiş. Geleneksel pazar eskiyince 2006 yılında yerine yeni, büyük, çok katlı modern bir kompleks inşa edilmiş. Ünlü balık pazarı, dünden bugüne değil ama onlarca yıl içerisinde gelişerek bugünkü haline gelmiş.

Renkli balık pazarında epey bir dolaştıktan sonra yakında bulunan Lotte AVM’ye girdik. Ben fotoğraf makinası fiyatlarına bakayım dedim. Burada sadece bir yerde aradığımı buldum ama esas alışverişi kule karşısındaki caddede yerleşik fotoğraf makinacılardan yaptım. Zoom İn diye bir mağazadan, Türkiye piyasasından ve Lotte Tower’dan daha düşük bir fiyata yeni bir Canon fotoğraf makinam oldu. Bir de üstüne 104 USD vergi iadesi aldım. Vergi iadelerini bazı dükkanlar hemen yapıyor ama bazıları da fatura ve belge dolduruyor, havalimanında paranızı alıyorsunuz. Satın aldığınız paketli elektronik eşyaları, vergi iadenizi alana kadar orijinal paketinden asla çıkartmayın. Vergi iadesini alırken sorun yaşayabilirsiniz.

Daha sonra otelin bulunduğu bölgeye geri döndük. Akşam yemeği kısmını civarda bulunan Hint restoranda yemek yiyerek halledelim dedik. Ama Kore gezimizin en kötü yemeği ve en berbat servisi ile karşılaştık. Sonunda yine sokak lezzetlerine yöneldik.

Busan güzel bir şehir. Doğası, tarihi ve yakın çevresi ile bir gezgine sunacağı çok şey var. Yarın Busan’a devam ederiz.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

15.11.2025

Bir Ülke, İki Zaman: Güney Kore / Ulsan-Busan/ 7. Gün

Konaklama yaptığımız Golgulsa Tapınağı’nda ertesi sabah aktiviteler devam etti. Gezi grubumuzun genelinin ruhu çocuk, gönlü genç ama bedeni nasıl desem? Biraz yaşlandı. Haydi herkesi katmayayım ve kendim adına konuşayım! En azından benim için öyle oldu. Gonglar çalmış, bizleri sabah aktivitelerine çağırmışlar ama ya duymadık ya da duymaza yattık ve kalkmadık. Bir gencimiz gongla kalkmış, giyinmiş ve ayine de yetişmiş. Aşağıda yazılanlar, onun anlattıkları temelinde tarafımdan oluşturuldu. Yani pratiği başka gezginden ama teorisi benden oldu

Katılan arkadaşımın ifadeleri ile “gong” sesi ile yapılan çağrıya gidenlerle önce rahibler eşliğinde saygı ritüeli yerine getirilmiş. Sutralardan okumalar yapmışlar ve arkasından topluca secdeye kapanma hareketleri (Korece “bae”) yapılmış.

Secdeye varma hareketi, Buda’ya, Budist öğretiye (Dharma) ve Budist rahip topluluğuna (Sangha) saygı ve tevazu göstergesi olarak yapılan yere kapanma eylemi. Aynı zamanda içsel arınma pratiği olarak kabul ediliyor. Önce eller göğüs hizasında birleştiriliyor (avuç içleri birbirine dönük, başparmaklar hafifçe yukarıda). Ellerle yapılan bu hareket Buda ve öğretiye olan bağlılığı simgeliyor.

Sonra dizler yere değdiriliyor. Ardından vücut öne doğru eğilerek eller, dirsekler ve alın temas edecek şekilde yere kapanılıyor. Bu duruş, “benliğin yere inmesi” yani egonun teslimiyeti anlamına geliyor. Kalkarken eller tekrar göğüs hizasında birleştiriliyor. Nefes kontrolüyle yavaşça ayağa kalkılıyor. Her hareket bilinçli nefesle yapılıyor (nefes alırken kalkmak, verirken eğilmek gibi). Secdeye gelinerek ruhsal arınma, egonun teslimi, zihni ve bedeni birleştirme amaçlanıyor. Saygı ve minnettarlık ifade ediliyor.

Secdeye gelmek genellikle 3, 33 veya 108 defa tekrarlanıyor. Budizme göre insanların deneyimlediği dünyevi arzuları, aynı zamanda kusurları vardır. Bu kusurlar kibir, takıntı, şiddet vb. olarak sıralanıyor ve tam 108 tane kusur listeleniyor. Hatalar yapan insanlar acılarından kurtulmak ve aydınlanmak için bu 108 dünyevi unsurdan arınmalıdır. 108 defa secde hareketi, insanın 108 dünyevi kusurunu arındırdığına inanıldığı için yapılıyor.

Bizim namazdaki secdeye varma hareketine çok benziyor değil mi?

Sabah bu dua ve secde hareketleri sonrasında 10 dakikalık “sessiz meditasyon” yapılmış. Geleneksel olarak meditasyon sırasında Lotus (bacakları çapraz ve ayakları karşı uylukların üzerine yerleştirilmiş şekilde) veya yarım lotus pozisyonunda oturuluyor. Sırt dik, omuzlar gevşek, eller dizlerin önünde kucakta birleştiriliyor (sol el sağ elin üstünde, başparmaklar birbirine hafif değecek şekilde oval formda). Dikkat nefese yönleniyor ve “alıyorum” ya da “veriyorum” diye düşünmeden, sadece farkında olmaya çalışıyoruz.

Bu sessizlik meditasyonu sonrasında tapınağın avlusunda yapılan 20 dakikalık “yürüyüş meditasyonu” ile Golgulsa Tapınağı’ndaki sabah aktiviteleri bitmiş oldu. Sabahın bu erken tapınak aktivitesine nöbetçi gezginimizi temsilci olarak yolladığımızı söylemiştim. Sabah tapınak kahvaltısında ise grup olarak tam kadro kahvaltıdaydık.

Öğleye kadar tapınakta zamanımız var ama yapacak şeyimiz yok denecek kadar az. Kahvaltı sonrasında kayaya oyulmuş Oturan Buda heykeline kadar hep birlikte tekrar yürüdük. Bu sefer hava güneşli. Ortam dün olmayan ama bugün olan güneş ışınları ile çok güzel gözüküyor.

Sonra odalarımıza geçtik ve yatakları topladık. Çarşaf, yastık kılıfları ve verilen giysileri alıp resepsiyona teslim ettik. Otobüsümüz vaktinden erken gelince çok da oyalanmadan Ulsan şehrine doğru yola çıktık. Yaklaşık 2 saatlik bir yolumuz var.

1,1 milyon nüfuslu Ulsan, güneyde Busan’a ve kuzeyde Gyeongju’ya komşudur. Suwon şehri Samsung şirketi ile anılırken Ulsan şehri Hyundai ile anılıyor. Ulsan, Hyundai Motor Company tarafından işletilen dünyanın en büyük otomobil montaj fabrikasına ve yine Hyundai Heavy Industries tarafından işletilen dünyanın en büyük tersanesine ev sahipliği yapıyor. Yani bu şehir Güney Kore’nin önemli bir endüstri şehri.

Biz Suwon’a nasıl Samsung merkezini görmeye gitmediysek, Ulsan’a da Hyundai şirketlerini görmeye gitmedik. Amacımız Daewangam Parkı‘nda yürüyüş yapmak. “Daewangam” Korece’de kelime anlamıyla “Büyük Kral Kayası” demek (Daewang: “Büyük Kral, Am: Kaya veya kayalık). Bu isim, genellikle Goryeo veya Silla krallarıyla ilgili efsanelerle bağlantılı. Bir zamanlar bu park, Ulgi Parkı olarak adlandırılıyormuş. Ancak 2004 yılında parkın ismi Kral Munmu ve kraliçesinin bölgeyle ilgili efsaneleri onuruna değiştirilmiş.

Rivayete göre Silla Kraliçesi (kimi yerde Kral yazılıyor) Munmu, ölümünden sonra ülkesini korumak için bir deniz ejderhasına dönüşmek istemiş. Ejderha’ya dönüşen Munmu’nun ölümden sonra bile krallığının güvenliğini sağladığı söylenir. Efsaneye göre, kıyıda kaya oluşumlarının etrafındaki deniz yosunlarının yokluğu ejderhanın eseridir ve suları sonsuza dek berrak tutar. Ejderha kafasına benzetilen Daewangam Kayası’nın onun ruhunu simgelediğine inanılıyor. Biz parkın girişinden, o kayaya kadar yürümeye niyetliyiz. Bu mesafe yaklaşık 2 km kadar tutuyor. Bugünün en önemli ve tek aktivitesi de bu olduğundan zaman problemimiz yok.

Daewangam, Kore’nin doğu kıyısında yer alan bir sahil parkı. Parkta çam, sakura ağaçları, manolya, kamelya, ve forsythia ağaçlarından oluşan bir orman ve bu orman içinden geçen güzel bir yürüyüş parkuru var. Bu parkı Güney Kore programını yaparken, Ahopsan Bambu Ormanı ile birlikte fark etmiş ve gezi programına almıştım. Doğu Denizi’ne bakan bu park içinde bir deniz feneri (Ulgi Feneri) bulunuyor. Bu yöndeki yüyüşümüzün son noktası olan Daewangam Kayası anakaraya demir bir köprü ile bağlanıyor. Biz ekip olarak işte bu güzel yolu yürüyeceğiz. Bu noktadan sonra da Ulsan’da liman bölgesinde bizi bekleyen otobüsümüze doğru bir yürüyüş daha yapacağız.

Yürüyüşünüze başlamadan önce parkın girişindeki ofisten mutlaka bir park haritası edinin. Girişten sonra kısa bir yürüyüşle asma köprüye geleceksiniz. Daewangam Parkı Asma Köprüsü, Ulsan’daki ilk asma köprüdür. 303 metre uzunluğunda inşa edilen köprü, Daewangam Park’taki Hatgaebi ve Surubang kıyı yollarını birbirine bağlıyor. Köprü, ara destekler olmadan tek seferde kıyıdan kıyıya bağlanmakta ve şu anda ülkedeki asma köprüler arasında en uzun açıklıklı olanıdır. Bu köprü Hyundai Şirketinin şehre bir hediyesi. Finansmanı o şirketten olmuş. Deniz üzerinde bir köprü olduğu için Daewangam çevresindeki kıyı manzarasının tadını çıkarmayı unutmayın.

Asma Köprüyü geçtikten sonraki yürüyüşümüz bizi deniz fenerinin bulunduğu yere ulaştırdı. Parkur buraya kadar çok rahat yürünebiliyor.

Yolun sonunda, denize uzanan Daewangam Kayası’na bağlanan bir yaya köprüsü var. Bu köprüden geçip kayalıklara ulaşmak parkın en etkileyici noktası. Günün bu saatinde ortamda çok gezgin var.

Rota boyunca deniz manzaralı seyir terasları, dinlenme alanları ve fotoğraf noktaları bulunuyor.

Sonunda ejderhaya benzetilen ve tarih boyunca kendisine efsanevi görevler yüklenmiş kayalara ulaştık.

Kayadan ters tarafa, kıyıya doğru manzaranın keyfini çıkartıp, birkaç fotoğraf karesi de bu yönden aldık ve geri dönüşe geçtik.

Kıyıyı takip ederek Ulsan’da limana ulaştık. Yürüyüşü kolay ve çok keyifli bir yoldu. Bence bu parkta yürümek için Busan’a olan rotamızı değiştirmeye değdi doğrusu.

Ulsan’da rehberlerle buluşma sonrası otobüse yerleşip, Busan’a doğru yola çıktık. Yaklaşık 1 saat kadar yolumuz var. Busan’a varınca doğrudan otelimize gidip yerleştik. Tapınak konaklamasında duş alma şansımız olmamıştı. Biraz da alışık olduğumuz konfor dışı ortamda uyuyamamanın verdiği yorgunlukla yemek öncesi biraz dinlenmek iyi geldi. Sonra hep beraber yemek için dışarıya gittik. Rehberlerimizin yer ayırttığı bir restorana gidip kimimiz deniz ürünü ve kimimiz de et yemeği menülerimizi yedik. Menüler değişiyor ama yemekte soju ve bira ikilisi pek değişmiyor.

Yemek sonrası çevreyi tanımak amacı ile yürüyüşe çıktık. Önce Sahile yürüdük ve sonra da Busan sokak lezzetçilerinin bulunduğu sokağı keşfettik.

Bugünümüzün de sonuna geldik. Yarına Busan gezilerimizi anlatmaya başlarız.

Bir güne iki yazı sığdı. Aferin bana!

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

13.11.2025

Bir Ülke, İki Zaman: Güney Kore / Golgulsa Tapınağı Konaklama-6. Gün

Bugün grupça çok farklı bir deneyim yaşayacağız. Gezi hayatımız boyunca, dünya üzerinde çokça Budist tapınağı gezmişizdir. Tapınağın özelliğine göre tapınak ziyaretimizi yapar, rahipleri de göz ucumuzla süzeriz. En büyük derdimiz ise, onları en ikonik halleri ile, fotoğraf karelerimize hapsetmeye çalışmak olur.

Güney Kore ziyareti planlamasını yaparken, tapınakların çoğunda konaklama hizmetinin de verildiğini öğrenmiş ve bu konuda çok blog yazısı okumuştum. Bir Budist tapınağında rahipler “gece ne yaparlar ve nasıl yaşarlar?” sorusuna yanıt arama ve bu olaya bir gece de olsa şahitlik etme fikri bana cazip geldi. Biz de bir Budist tapınağı konaklaması yapmak ve bu deneyimi yaşamak istedik. Bunun için de Kore’ye gitmeden Andong şehrinde, Bongjeongsa Tapınağı’nı gözüme kestirmiştim.

Bu tapınak daha önce anlattığım gibi bir “Sansa-Budist Dağ Tapınağı” idi. UNESCO Listesinde ve doğa içinde, konaklama deneyimimiz için çok uygun bir tapınaktı. Sorun şu ki bu tapınağın sadece 16 kişinin aynı anda konaklayabileceği kadar odası vardı. Revaçta olan bu tapınak konaklamasına kayıtlar için temmuz ayına kadar beklememiz gerektiği söylendi. Ağustos ayında, lokal acentadan hala haber gelmeyince, tapınak konaklamasını başka bir tapınağa alma fikri ön plana çıktı. Böylece hiç olmazsa burada kalabilme şansını kaçırmamış olacaktık. Gyeongju’da Golgulsa Tapınağı konaklamamız için teyit alındı. Bu konaklama deneyimi ilginçti. Onu bugün sizlerle paylaşacağım.

Golgulsa Tapınağına gitmeden önce bugün iki yere ziyaretimiz olacak; Seokguram Kaya Tapınağı ve Bulguksa Tapınağı. Hava yine yağmurlu. Kore gezimizde 2 gün yağmura yakalandık, bir tanesi de bugüne denk geldi.

Seokguram Mağarası, bir inziva yeri ve Bulguksa Tapınak Kompleksinin bir parçası. Burası, 8. yüzyılda, Silla Kralı Gyeongdeok‘un hükümdarlığı döneminde inşası bitirilen, bin yıllık bir tapınak. Yapay bir mağara. Bulguksa Tapınağı, Kral’ın şu anki hayatındaki ebeveynleri için inşa edilmişken, Seokguram Kaya Tapınağı (Seokguram Grotto), önceki hayatındaki ebeveynlerine adanmış.


Hem kendisi hem de Bulguksa Tapınağı, Tohamsan Dağı‘ndadır. Ancak ikisi arasında yaklaşık 3 kilometre mesafe var. Mağara, Doğu Denizi’ne bakar ve deniz seviyesinden 750 metre yüksektedir. 1995’te Seokguram, Bulguksa Tapınağı ile birlikte UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne eklenmiştir. Dünyadaki en iyi Budist heykellerinden bazıları buradadır. Biz bugün Kore’deki 8. UNESCO Listesi alan ziyaretimizi bu tapınaklara yaparak tamamlayacağız.

Oraya ulaşmak için yaklaşık 10-15 dakika yürümeniz gerekiyor. Yağmurlu havada bu yol biraz eziyet gibi gözükse de bizler ortamdan memnunuz. Tabii ki güneşli bir ortamda burada yürümenin keyfi bir başka güzel olurdu.

Düz bir yol yürüyüşü sonrasında renkli fenerlerin bulunduğu bir alana ve tapınağa ulaştık. Buradan merdivenlerle yukarıdaki Seokguram Mağara Tapınağına çıkılıyor.

Hem zamanın yıpratıcı etkisinden ve hem de Konfüçyüsçü devlet anlayışının Budist Tapınakları yok sayan yaklaşımları nedenleriyle, bu mağara tapınak bir dönem çok harap hale düşmüş. Japonlar Kore’yi işgalleri sırasında mağara tapınağına restorasyon adı altında, istemeden de olsa, zarar vermişler. Bu restorasyon sırasında uygulanan hatalı teknik işlemler mağara ve heykellerin nemden zarar görmesine sebep olmuş. Neyseki artık günümüzde mağaranın nemden zarar görmesi engellenmiş ve doğru bir restorasyon uygulanarak mağara kurtarılmış.

Burası dışarıdan bakıldığında pek bir şeye benzemiyor olabilir. Ancak dışarıdan küçük ve tipik bir kore yapısı ve içeriden camekanlar ardındaki karanlık bir odada, Budist sanatının ve mimarisinin en büyük şaheserlerinden biri saklı. Derinlerde, dairesel bir odada oturan ve öğrencileriyle çevrili bir Bodhisattva (Aydınlanmış-gerçeğe ermiş Buda) figürü bulunuyor.

O dönemde yaygın bir korku olan, sinir bozucu Japon işgalcilerden Kore’yi koruması için heykel doğuya bakacak şekilde konumlanmış. Buda ve çevresindeki havari heykelleri camekanın arkasıda korunuyor.

Bu tapınakta fotoğraf çekmek yasaktı. Aşağıdaki fotoğraf internet paylaşımlarından alınmıştır.

Aynı güzel yoldan bu sefer geri dönerek Seokguram Tapınağı gezimizi tamamladık ve sonraki hedefimiz olan Bulguksa Tapınağı‘na doğru yola çıktık.

Bulguksa Budist Tapınağı, Kore Budizmi’nin Jogye Tarikatı’nın baş tapınağıdır. Dabotap ve Seokgatap adı verilen taş pagodaları, Cheongun-gyo (Mavi Bulut Köprüsü) ve iki yaldızlı bronz Buda heykeli gibi Ulusal Hazineler bu tapınakta bulunmaktadır.

Tapınak, Silla Krallığında Budist sanatının altın çağının bir şaheseri olarak kabul edilir. Tapınağın kayıtlarında, 528 yılında bu alana küçük bir tapınağın inşa edildiği yazılıyormuş. Mevcut tapınak inşasına 751 yılında başlanmış ve 774 yılında tamamlanabilmiş. Tapınağa “Buda Ülkesi Tapınağı” anlamına gelen Bulguksa Tapınağı adı verilmiş.

Tapınak Goryeo ve erken Joseon Hanedanlığı döneminde yenilenmiş. Imjin savaşları sırasında ahşap binalar Japonlarca yerle bir edilmiş. 1604’ten sonra Bulguksa’nın yeniden inşası ve genişletilmesi başlamış ve bunu 1805’e kadar yaklaşık 40 yenileme işleme izlemiş. Son olarak kapsamlı bir arkeolojik araştırmanın ardından, 1969 ile 1973 yılları arasında büyük bir restorasyon gerçekleştirilmiş ve Bulguksa Tapınağı bugünkü haline getirilmiş.

Tapınak daha girişten itibaren insanı etkiliyor. Heybetli bir kapıdan geçerek tapınağa giriş yapıyorsunuz. Daha sonra karşınıza büyükçe bir gölet çıkıyor.

Tapınağın ünlü taş yapıları, Silla Krallığı dönemindeki yapımından beri aynı şekilde korunmakta. Tapınağın girişi, (buraya Sokgyemun deniyor), tapınak kompleksinin içine giden çift bölümlü bir merdiven ve köprüye sahip. Merdiven 33 basamaklı. Cheongungyo (Mavi Bulut Köprüsü) adı verilen alt kısım, 6,3 metre uzunluğunda ve 17 basamağa sahip. Baegungyo (Beyaz Bulut Köprüsü) denen üst kısım ise 5,4 metre uzunluğunda ve 16 basamağa sahip. Bu merdivenler Leylak Sis Kapısı‘na (“Jahamun’a” ) çıkıyorlar.


Normalde tapınak alanında iki pagoda birden bulunması çok nadirken, bu tapınakta var. İki metre yüksekliğindeki üç katlı Seokgatap (Sakyamuni Pagodası), sade çizgilere ve minimal detaylara sahip, geleneksel Kore tarzı bir taş pagodadır. Seokgatap 13 asırdan daha eski. Dabotap (Çok Hazineli Pagoda) ise 10,4 metre yüksekliğindedir.

Ana salonun adı Büyük Aydınlanma Salonu‘dur (Daeungjeon). Bu salonun önünde ise biraz önce bahsettiğim iki pagoda bulunuyor. Salon, Sakyamuni Buda’yı barındırır ve ilk olarak 681 yılında inşa edilmiştir.

Biz bu güzel tapınağın kalabalık zamanına denk geldik. Sanki duyan gelmiş! Gelinmeyecek gibi de değil. Çok güzel bir tapınak burası. Etrafta keyifle gezmeye devam ettik.

Tapınağın arka ve yan taraflarını da mutlaka gezmelisiniz. Bu tapınağın çatı uçları, Silla Krallığı dönemindeki gibi yukarıya doğru belirgin derecede kalkık. Bahçede peyzaj düzenlemesi olağanüstü güzel. Bir de arka taraftaki dev çanı gözden kaçırmayın derim.

Tapınakların çoğunda gördüğümüz Lotus çiçeği şeklinde kağıttan renkli fenerler, arınmayı ve aydınlanmayı temsil ediyorlar. Üzerlerine, dilek ve dua yazılmış kağıtlar asılıyor.

Tapınak girişindeki havuzun farklı yönlerden birkaç fotoğrafını daha çekerek, bu güzel tapınağın gezisini sonlandırdık.

Konaklama yapacağımız tapınakta hem akşam yemeği ve hem de kahvaltı yapılacak. Tapınak yemekleri sadelikleri ile meşhur. Konaklama öncesinde yemeklerin tadının da, tuzunun da pek olacağını sanmıyordum. Tapınakta aldığımız yemekler sonrasında bu düşüncemin doğruluğu tescillendi. Bu nedenle tapınağa girmeden önce yiyeceğiniz güzel yemek, sizi ertesi güne kadar idare etmeli. Öğlenleyin güzel bir et galbi yedik. Galbi-jjim Kore usulü haşlanmış dana kaburga yemeği. Galbi, Korece kaburga anlamına geliyor. Domuzdan da galbi yemeği oluyor tabii ki.

Golgulsa Tapınağı, yaklaşık 1.500 yıl önce Hindistan’dan Kore’ye gelen bir keşiş tarafından, yakınlarda bulunan Girimsa Tapınağı ile birlikte kurulmuş.

Golgulsa, Kore’deki en eski mağara tapınağıdır. Aslında eskiye ait çizimlerde kaya tapınağın önünde ahşap bir binanın olduğu görülüyormuş. Ancak Joseon döneminin ortalarında ve sonlarında yandıktan sonra bu ahşap tapınak harabeye dönmüş.

Golgulsa’nın kayaya oyulmuş Oturan Buda heykeli, 9. yüzyılda Birleşik Silla Hanedanlığı döneminde kireçtaşı kayalığa oyulmuş. Golgulsa’nın baş Buda’sı olan ve kayaya oyulmuş Oturan Buda, Kral Munmu’nun su altındaki mezarına bakacak şekilde konumlanmış. Kral Munmu, Silla Hanedanlığında önemli bir kral. Genellikle Birleşik Silla döneminin ilk hükümdarı olarak kabul ediliyor.

Yaklaşık 70 yıl önce tapınağın yeniden inşasına başlanmış. Görüldüğü gibi aslında Golgulsa Tapınağı’nın, kayaya oyulmuş olan Buda kısmı ve çevresi hariç, kalan kısmı yeni sayılır. 1992’lerde faaliyete geçmiş ama 30 yıldır tapınak konaklama (templestay) hizmeti veren tapınak, bu alanda en eski olanı sayılabilir.

Golgulsa’da öğretilen, dünyevi acıları dindirmek ve aydınlanmaya ulaşmak için tasarlanmış, farklılık yaratan bir eğitim yöntemi de Sunmudo (veya Seonmudo) dövüş sanatıdır. Bu eğitimin amacı, zihin ve bedenin nefesle uyum içinde olmasıdır.

Kore’de, Ocak 2024 itibarıyla 17.141 kayıtlı Budist tapınağı bulunduğuna dair bir yazı buldum. Bu 17.141 tapınağın yalnızca 982’si Geleneksel Budist tapınağıdır. Kore’de geleneksel bir Budist tapınağı olmanın kriteri, tapınağın 100 yıldan eski olması ve Budist tapınağının gerçekten 100 yıldan eski olduğunu kanıtlayan belgelerin bulunmasıdır. Bu da Kore’deki kayıtlı tüm tapınakların yalnızca %5,7’sinin geleneksel tapınak olduğu anlamına geliyormuş Kore’de konaklama yapılabilen tapınak sayısı ise 150’nin üzerine ve ülkenin her yerinde konaklama yapılabilecek tapınak bulmak mümkün.

Tapınak konaklama (Templestay) programı ilk olarak 2002 yılında, Dünya Kupası’nın Kore’de yapıldığı zamanla başlamış. Program, insanlara Kore’nin geçmişinin ve bugününün ayrılmaz bir parçası olan Kore Budist kültürünü deneyimleme fırsatı sunmak amacıyla başlatılmış. Başlangıçta programa 32 tapınak katılıyormuş. 2025 yılına gelindiğinde bu sayı 150’yi geçmiş. Başlangıçta program pek yabancılara yönelik değilmiş. 2025 yılı itibarıyla yabancı uyruklular için 30 tane Templestay Programı uygulayan tapınak bulunmakta. Buna ait güncel bilgiye bu linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Grup olarak saat 14:00 gibi tapınağa giriş yaptık. Önce tapınağın resepsiyon binasına gidip kayıt olduk. Bize burada harita, uymamız gereken kurallar, program saat ve yerlerini gösterilen belgeler verildi. Sonra da giymemiz gereken kıyafetler dağıtıldı. Kıyafet olarak bir pantolon (kız-erkek herkese) ve yelek dağıtıldı.

Sonra da kalacağımız yerlere yönlendirildik. Kızlar ayrı, erkekler ayrı konaklayacağımız odalara dağıldık. Biz 4 erkek bir yerde, kızlar ise ikiye bölünmüş halde odalara yerleştik. Kızlar ranzadalar, biz erkekler ise yerlere yer yataklarımızı serdik. Çarşaf ve yorganları paylaştık. Odalarda ortak duş-tuvalet mevcut.

Bu bölümde sizlere tapınak kuralları hakkında bilgi vermem gerekir. Malum, daha önce bir Kore Budist tapınağına veya Tapınakta Kalma programına gitmediğimizden, tapınakta bizden ne beklendiğini bilmiyor olmamız gayet normal. Amacımız tabii ki Budist olmak değil! Bu inanışa sahip olanların günlük yaşamlarına, bir günlükte olsa dahil olup, onları izlemek istiyoruz. Bunun için de ortama biraz uymak, onlara saygı duymak ve kurallarını temelden de olsa bilmek gerekiyor. Bu yüzden, bir Kore Budist tapınağında görgü kuralları açısından bizlerden beklenen bazı şeyleri sizinle paylaşmak isterim.

Bir tapınakta ne giymeniz gerektiği, ilk bilmeniz gereken bilgidir. Bir Kore Budist tapınağı, Budistlerin ibadet ettiği kutsal bir yer olduğundan, ziyaretçiler uygun şekilde giyinmelidir. Bu da kıyafetlerinizin temiz, düzenli ve muhafazakâr olması gerektiği anlamına geliyor. Kolsuz üst giysiler, mini etekler veya kısa-uzun şortlar giyilmemelidir. Ayrıca, ağır makyajdan, güçlü parfümlerden veya abartılı aksesuarlardan da kaçınılmalıdır. Tapınak salonuna çıplak ayakla girmek yasak. Temiz bir çorapla salonda olmamız gerekiyor.

Ziyaretçilerin davranışlarına gelince, hem sessiz hem de başkalarına karşı dikkatli olunmalıdır. Bu nedenle, yüksek sesle konuşmanın, koşmanın, bağırmanın, şarkı söylemenin veya müzik çalmanın yasak olduğunu söylemeye gerek yok. Ayrıca, tapınak arazisindeyken alkol almaktan, et yemekten veya tütün içmekten kaçınılmalıdır. Son olarak, özellikle de tapınakta kaldıkları süre boyunca, erkekler ve kadınlar yakınlaşmaktan kaçınmalıdır. Bizler de hanımlar ayrı, erkekler ayrı kaldık.

İzin almadığınız sürece yapmamanız gereken bir şey, tapınak salonlarının içinde fotoğraf çekmektir. Gerçi bu kısım için kendimi epey bir zaman zorladım. Sonra çaktırmadan fotoğraf çekmeye çalıştım. Fark ettim ki tapınak ustaları ve öğrenciler birbirlerinin fotoğraf ve videolarını çekiyorlar, o andan sonra ben de çekmeye başladım. Size tavsiyem salonda en önde ve yanda bir yer seçmenizdir. Ayrıca, bir salona girmeden önce ayakkabılarınızı çıkarmanız gerekecektir. Salona girdiğinizde ve bunu yaparken kendinizi rahat hissediyorsanız, avuçlarınızı birleştirerek Buda’ya eğilmelisiniz. Salondan çıkarken de aynısını tekrarlamalısınız.

Salonun ortasındaki ibadet yeri yalnızca rahipler içindir. Bu yüzden genellikle merkezin sağında ve solunda insan grupları görürsünüz. Ayrıca, salonda uzanmamalı, sırtınızı ana sunağa vermemeli veya kapı girişinde oturmamalısınız. Son olarak, dua edenlerin önünden geçmemelisiniz.

Bir tapınak konaklaması ruhsal olarak canlandırıcı bir deneyim olabilirken, özellikle rahatlatıcı olmasını beklemeyin! Birçok tapınak konaklaması, katılımcıların günün aktivitelerine başlamak için sabah üçte uyanmasını gerektirir. Bunların hepsine de katılmanızı beklemiyorlar tabii ki. Grubumuz ilk tanışma ve oryantasyon kısmı ile Sunmudo gösterisine firesiz katılırken 108 secde, akşam ayini kısımlarında epey bir fire verdi. Sabah duasına ise gruptan sadece bir temsilci göndermekle yetindik. Bizim gezi grubunun da bazı sınırları var yani!

Tapınaktaki herhangi bir iç mekana girmeden önce ayakkabılar her zaman çıkarılır ve ayrılmadan önce odanızı temizlemeniz beklenir. Tüketeceğiniz kadar yemek almalısınız. Yemekleri tabağınızda bırakmanız ve çöpe atmanız hoş karşılanmıyor. Amaç aç kalmak değil, sadece israf etmemek. Bazı yiyeceklere artık aşına olduk ama özellikle tapınakta sebze veya diğer yiyeceklerden karşınıza bilmediğiniz bir tadın çıkma olasılığı var. İşte o zaman az da alsanız yemek arttırıyorsunuz. Yemek sonrası tabak çanaklarınızı sizlerin yıkamasını bekliyorlar.

Tapınakta ilk kez kalacaklar için ipuçları; Rahat çoraplar ve kolay çıkartılır ayakkabılar getirin. Her odaya girip çıktığınızda ayakkabı bağcıklarınızı yeniden bağlamak yorucu oluyor. Ortak duşları kullanırken terlik veya duş terliği kullanışlı olacaktır. Böcek kovucu özellikle yaz aylarında işe yarayabilir.

Her tapınak, kendine özgü konumu ve belirli ruhsal odak noktasına göre kendi programını ve aktivitelerini tasarlıyor. Ancak hemen hemen her tapınak konaklamasının içerdiği birkaç ortak aktivite var.

Bunlardan birisi meditasyondur. Tapınakta kalmanın gerçek keyiflerinden biri, zihninizi temizleme ve sadece var olmaya zaman ayırma şansıdır. Meditasyon aktiviteleri genellikle oturarak yapılır. Bazen tapınak arazisinde veya dışarıda güzel bir doğal noktada da meditasyon yapılabilir. Bu tapınakta olduğu gibi yürüyüş de bir meditasyon olabiliyor. Etkinliğe katılmış gruptan bir arkadaşımın ifadeleri ile sabahın erken saatinde gong sesi ile katılımcıların davet edildiği yürüyüş meditasyonunda adeta yürüyüş yeniden öğretiliyor, adım ve nefes ilişkisine dikkat çekiliyor. Bir rahip, zihninizi temizlemek için doğru duruşu size öğretiyor. Amaç zihni sakinleştirmek, bedeni eğitmek. Bu tapınakta Seonmudo’da bir tür meditasyon olarak uygulanıyor.

Her tapınak konaklaması secde etme veya eğilme eylemini içerir. Herhangi bir dua törenine katılmadan önce eğilmenin kesin görgü kurallarını ve hareketlerini öğretiyorlar. 108 secde, kişinin 108 acı kaynağından kurtularak bedenini ve zihnini arındırması için yapılıyor. Bu uygulamanın bütün amacı, iç gözlemi ve öz eleştiriyi teşvik eden fiziksel ve ruhsal bir egzersiz oluşturmak. Daha katı tapınaklar katılımcıların günde 108 secde etmesini beklerlerken, rahat tapınaklar bu konuda esnek olabilirler. Bizim gruptan sadece bir arkadaşımız 108 kez secde etmeyi başarabilmiş. Çoğu arkadaş yarı yolda secde etmeyi bırakmışlar. Utanarak söylemeliyim ki, secde kısmına gelindiğinde hanımla ben, yağmurun dinmesini fırsat bilip kaya Buda Heykeline doğru yürüyüşe çıktık. Olsun! Ayıplamayın lütfen. Bu da bir başka meditasyon şekli değil mi?

Birçok tapınak konaklama programında, bir rahibin size çay yapmanın ritüellerini öğrettiği geleneksel bir çay seremonisi bulunuyormuş. Çoğu zaman, çay seremonisi rahiple bir diyaloğu da içeriyor. Bizim program içinde bu kısım yoktu.

Diğer aktiviteler arasında açık havada yürüyüşler veya rehberli meditasyonlar, yiyecek toplama ve yemek pişirme dersleri ve tapınak fenerleri veya boncuk dizileri yapmayı öğrenmek de yer alabilir.

Tapınak Konaklama programına katılmak ilginç bir deneyimdi. Bir daha dener miyim? Yok! Bana şahsen bu kadarı yetti. Yeni heyecanlara ve deneyimlere bakalım!

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

13.11.2025

Bir Ülke, İki Zaman: Güney Kore / Gyeongju-5. Gün

Bugün ilk gezi yerimiz, dünden kalan Hahoe Folk Village olacak. Türkçe karşılığını, Hahoe Geleneksel Köyü veya Hahoe Halk Köyü olarak bulabilirsiniz. Hahoe, “ha hway” olarak telaffuz ediliyor. Nakdong Nehri, köyün etrafında doğal bir kıvrım yaparak akıyor ve köyü adeta bir yarım ada haline getiriyor. Bu nehirden esinlenerek köye “Hahoe” yani Türkçesi ile ‘Geri Dönen Nehir‘ adı konmuş.

Bu köy Joseon dönemi mimarisini, halk geleneklerini, değerli yazmalarını ve klan temelli köylerin eski geleneklerini koruduğu için Kore kültürünün önemli bir parçası kabul ediliyor. 2010 yılında Yangdong Halk Köyü ile birlikte Hahoe Halk Köyü, UNESCO Dünya Kültür Mirası alanı olarak listeye alınmış. Yani Kore gezimizin 5. gününde, 7. UNESCO alanı gezeceğiz. Joseon döneminden kalma Kore kırsal köy yaşamının yumuşak ritmini deneyimleyeceğiz. Köy denen çoğu yer, çok turistik ve yapay görünebilir ancak Hahoe’de, mekana canlılık hissi veren 230 köy sakini yaşıyor ve Joseon döneminin doğal ortamı özenle korunuyor.

Köyün tarihi 14.-15. yüzyıllara kadar gidiyor. Güney Kore’de yakın akraba aileler bir araya gelerek, Hahoe ve Yangdong adları ile kendi klanlarının köylerini kurmuşlar. Bu köylerin o dönemlerdeki önem ve saygınlıkları günümüze kadar ulaşmış durumda.

Hahoe Halk Köyü’nü Ryu Klanı kurmuş. Köydeki birçok yapının orijinalliği korunmuş ve köyün ortak ruhlarını onurlandırmak için düzenlenen bir şaman ayini olan Hahoe Maske Dansı Draması gibi halk sanatları devam ettiriliyor.

İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in 1999’da ve ABD Başkanı George H. Bush’un 2005’te köyü ziyaret etmesiyle, köy daha da ünlenmiş. Yukarıdaki fotoğrafta, Kraliçe Elizabeth’in ziyareti onuruna dikilen ağacı görüyorsunuz.

Köy ziyaretimiz hakkında izlenimlerimi ise şu şekilde aktarabilirim; Sabah köye ziyarete gelen ilk grup biz olmuşuz gibi gözüküyor. Bu çok iyi bir şey. Çünkü köy ziyaretçi akını nedeniyle çok kalabalık olabiliyor. Bizim bu erken saatte, sakin ve sesiz bir ortamda köyü gezme şansımız olacak. Ayrıca fotoğrafik açıdan da köyün ya sabah ya da gün ışıklarının son saatlerine doğru ziyareti tavsiye ediliyor.

Köyün araçlara müsade edilen girişinde otobüsten indik ve burada giriş biletlerimiz alındı. Köy ziyareti 09:00-18:00 saatleri arasında olabiliyor.

Bu arada köye giden servis otobüsüne binmeden önce veya köy gezisi sonrasında, Kore ve dünyanın diğer ülkelerinden gelen maskelerden oluşan koleksiyonuyla Hahoe Maske Müzesi‘ni keşfetmeye zaman ayırın. Otoparkın yakınında maskeli dans gösterileri de (Byeolsingut Talnori) düzenleniyor. Bu gösteriye biz zaman olarak denk gelemedik. Sizlerin hem bu performans saatleri hakkında bilgi almak ve hem de köyün haritasını edinmek için turist ofisine danışmanızı tavsiye ederim.

Bizi köye götürecek olan ve çok sık ring sefer yapan köyün otobüsüne bindik. Köyü yürüyerek gezeceğimiz başlangıç yerinde de otobüsden indik. Girişte köy hakkındaki bilgilendirmeleri dinledik. Köye giderken ve köyü gezerken ilk dikkatimi çeken çeltik tarlaları oldu. Bazı tarlalarda hasat yapılmış, bazılarında ise hasat zamanı için bekleniyordu. Çeltik tarlalarının manzarasını hep sevmişimdir. Işığın bu güzel zamanında, çeltik tarlaları güzel fotoğraf veriyor. Bir de çeltik tarlasında hasat zamanı çalışanlara denk gelebilseydik iyiydi.

Köyde kiremit çatılı evleri aristokratlar, sazdan çatılı evleri ise sıradan köylüler kullanıyorlarmış. Bu ev stili Joseon Hanedanlığı’nın mimari stilleri olarak hala korunuyor. Adlarını aklınızda tutmanız belki imkansız olacak ama Wonjijeongsa Köşkü, Yeomhaendong Evi, Chunghyodang Evi, Yanglingdang Evi gibi zengin evleri ile köy kilisesi ve 600 yıllık zelkova ağacı köyde görmeniz gereken önemli yapılar.

Bilgilendirme ofisinden alacağınız bir harita ile köyü rahatça gezebilirsiniz. Yukarıda adlarını yazdığım evler bu haritada, yürüyüş rotası üzerinde numaralandırılmış şekilde belirtilmiş. Buna göre kendi rotanızı belirleyebilirsiniz. Nehir kenarına kadar yürüyebilir veya daha da çok vaktiniz varsa Hahoe Halk Köyünü yukarıdan en güzel görebileceğiniz yer olan Buyongdae Uçurumu‘na çıkıp, köyü yukarıdan fotoğraflayabilirsiniz. Aşağıda internette bulduğum ve bu noktadan çekilen bir fotoğrafı paylaşıyorum. Benim bu fotoğrafı çekmem için vakit zengini olmam lazım ki ben de ve grubumda olmayan tek şey de maalesef vakit. Bu tepeye ulaşmak için köy girişinden veya ziyaretçi merkezinden küçük bir tekneyle nehri geçmeniz, sonra da yaklaşık 10–15 dakikalık bir tırmanışla tepeye çıkmanız gerekiyor.

Biz önce köy kilisesinin bulunduğu yöne doğru yürümeye karar verdik. Yol üzerinde saman çatılı sıradan köy sakini evlerinden bolca görüyoruz. Kiremit çatıları ile aristokrat evleri daha nadir de olsa karşımıza çıkıyor. Bu yöndeki ilk soylu evimiz, 200 yıllık olan ve günümüzde de konaklama hizmeti veren Jisan Gotaek Evi oldu. Köyde bazı evler butik otel olarak konaklama hizmeti veriyorlar. Tabii ki geceliği en pahalı olanlar, aristokrat evleri.

Yürüyüş sonrası hedefimiz olan kiliseye ulaştık. Bu kilisenin tarihi hakkında net bir bilgi yok. Ancak mimari olarak çok aykırı bir kilise. İçinde özel bir şey yok ama dışı ilginç. Bu kilisenin çan kulesi ana yapıdan ayrı, yani çan kulesi bina dışında duruyor.

Kilise sonrasında, elimizde harita ve rehberlerimiz eşliğinde dar sokaklar arasında yürümeye devam ettik. KÖyü gezdikçe bana saman çatılı evler daha sevimli geldiler.

Hahoe Folk Village içindeki önemli tarihi bir konut da Chunghyodang Evi. Burası köyün en önemli ve gösterişli evi ve tahmin edeceğiniz gibi köyün de en saygın aristokrat ailesine ait. Yani “Yangban” sınıfından insanlara ait bir ev. Bu terim, Joseon Hanedanlığı döneminde toplumun asil, yönetici ve entelektüel sınıfını ifade ediyor.

Köyün en ünlü ağacı, 600 yıldan daha eski olan ve içinde “Samshin” Tanrıçasının yaşadığına inanılan zelkova ağacı. Samshin (Samshin Halmeoni) Kore mitolojisinde doğumun, doğurganlığın ve çocukların koruyucusu olan tanrıça olarak bilinir. “Samshin”, “üç tanrısal güç” anlamını taşıyor ve bu üç güç genellikle doğum, yaşam ve büyüme olarak yorumlanıyor. Bu ağaçın doğurganlığa yardımcı olduğuna inanılıyor. Geleneğe göre, dileğinizin tanrıça tarafından kabul edilmesi için bu kutsal ağacın etrafında üç tur atıp, ardından tanrıçaya olan dileğinizi küçük bir kağıda yazmanız ve bunu ağacın etrafındaki iplere bağlamanız gerekiyor. Samshin kültü, Kore’nin eski şamanist inançlarının bir parçası. Budizm’in yayılmasından sonra bile halk geleneklerinde güçlü bir şekilde yaşamaya devam etmiş.

Daha sonra köyün diğer evlerini ve kalan kısmını bir daire çizerek gezmeye devam ettik. Benim başka bir sevdiğim yer ise salıncakların bulunduğu bölüm oldu. Bizim grubun, yüreği çocuk gezginleri sıra ile salıncakların tadını çıkarttılar. Bu yazıları yazarken ve yazı fotoğraflarıma baktığımda, zaman zaman ” Ben niye yapmadım ki?” diye kendi kendime sorduğum anlar olmuştur. Bu fotoğrafta bana “Niye ben de sallanmadım ki?” dedirten fotoğraf oldu.

En son olarak Kore ve Japon kültürlerinde sonbaharın son güzelliği olarak anılan Tatar Yıldız Çiçeği (mor yıldız çiçeği) tarlaları arasından geçerek başladığımız yere dönmüş olduk. Otobüse binerek kendi aracımızın olduğu yere ulaştık. Bu köy, Güney Kore gezilerinizin olmazsa olmazı olmalı. Köyde yaklaşık 1,5 saat kaldık ama yetti mi? Hayır! Biz en baştan gezi planımızı yaparken bir tercih yaptık; “Little, little..Into the middle!

Daha sonra kendi aracımıza atlayıp Gyeongju Şehrine doğru yola çıktık. Yaklaşık 150 kilometre kadar yolumuz var ve yolculuk 2.5-3 saat sürecek. Araçta yakalandığımız yağmur, Gyeongju şehri gezimiz boyunca devam etti.

Güney Kore’nin tarih ve kültür açısından en zengin şehirlerinden birisi Gyeongju‘dur ve Kore’nin “açık hava müzesi” olarak bilinir. Bu şehrin bulunduğu bölge, M.Ö. 57–M.S. 935 yılları arasında hüküm süren, Silla Krallığı’nın başkentiydi. Silla, 7. yüzyıl sonlarında Kore yarımadasını ilk kez ve neredeyse tamamen birleştiren krallıktı. Yaklaşık bin yıl boyunca Kore Yarımadası’nın politik, kültürel ve sanatsal merkezliğini bu şehir yaptı. Gyeongju’nun bu uzun dönem boyunca geliştirdiği zengin miras, onun UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girmesine neden olmuş. Yani biz bu şehrin kendisini gezerek, Kore’deki 8. UNESCO alanımızı da ziyaret etmiş olacağız. Gyeongju, hâlâ eski Silla döneminin havasını koruyor. Sokaklarda geleneksel çatı biçimleri, taş duvarlar ve tarihi kalıntılar yan yana görülüyor. Yazılana göre bahar aylarında (özellikle nisan ayında) Gyeongju kiraz çiçekleriyle çok etkileyiciymiş.

Bu şehirde ilk gezeceğimiz yer Tumuli Park-Daereungwon (te-rüng-won okunur) olacak. Tumuli Park-Daereungwon, Silla döneminden kalma höyük mezarlarından oluşan bir kompleks. Silla döneminin insanları, ölülerine höyükler inşa ederek saygı gösteriyordu. Bunların en büyükleri, elbette kraliyet ailesine ait olanlar. Gösterişli ve büyükler kraliyet ailesine ait olsa da, bu durum sıradan insanların da ölülerini gömerken, aynı gelenekleri izlemelerini engellemiyordu.

Çoğu mezarın tahta tabutu yer seviyesinin altındadır. Mezarların sağlam yapısı, yağmacıların erişimini zorlaştırmış ve bu sayede kalıntılarının birçoğu günümüze kadar iyi korunmuştur.

Tümülüs Park Kompleksinde Silla döneminden kalma 23 kral, kraliçe ve soyluya ait mezar bulunmakta. Bu höyüklerin çoğu kapalı ve yalnızca birkaç tanesi ziyaretçilere açık. Açık olanları da sadece dışarıdan görebiliyoruz. Bu mezarlardan çok azının kime ait olduğu ve tarihi belirlenebilmiş.

Daereungwon’daki tek ziyaret edilebilir mezar odası, 1973’te kazılan ve 5.-6. yüzyıllarda yaşamış bir Silla kralı ve eşine ait çift mezar.

Gyeongju’nun Tümülüs Parkı’ndaki en ünlü mezar da budur. Cheonmachong veya Türkçesi ile “Uçan At-Göksel At” Mezarı diye adlandırılır. Biz bu mezarı gezdik. Alan çok güzel düzenlenmiş. Mezar odası, tabut ve içinden çıkanların imitasyonları, bulundukları konumda sergileniyor.

Mezardan çıkarılan çok sayıda altın hazine Gyeongju Müzesi’nde sergilenmekte. Mezarda bulunan at zırhına çizilmiş uçan at resmi ise şu anda Seul’delki müzede sergileniyor. O resimde atın ayakları kanatlıdır. Bu ünlü resim, erken dönem Kore devletinde şamanizm ve at kurban etme fikirleriyle ilişkilendirilir. Bu höyük kazısında ahşap tabut odası, altın taç, at eyerleri, silahlar ve süs eşyaları bulunmuş.

Daha sonra alandaki diğer höyükleri dışarıdan gezdik.

Sadece Asya’da değil ama muhtemelen tüm dünyada hayatta kalan en eski gözlemevi unvanını elinde tutan Cheomseongdae (Çom-song-de diye okunur) Gözlem Kulesi‘ni yağmurun şiddetlendiği zamanda ziyaret ettik. Bu sade görünümlü ve zamanının bilimsel yapısının 632-646 yılları arasında inşa edildiği düşünülüyor. Taş bloklardan yapılmış ve yaklaşık 9 metre yüksekliğindeki yapının silindirik gövdesi yukarıya doğru gittikçe daralıyor.

Güney cephesinde kare şeklinde küçük bir pencere bulunuyor. Pencerenin alt kısmındaki bölüm toprak yapı ile dolu ancak üst kısmın içi boş. Bir düşünceye göre bu pencereden içeriye girilip gözlem yapılırmış. Yapının her taşında ve katmanında bilimsel bir gerçeklik olduğu iddia ediliyor. Şöyleki kulede bulunan 29 taş katmanı, bir ay (lunar sistem) ayındaki 29,5 güne karşılık gelir. Yuvarlak gövdenin 27 katmanı, ayın 27,3 günlük yörünge döngüsünü temsil eder. Pencerenin üstündeki ve altındaki 12 taş katmanı, yılın 12 ayını ve 24 mevsimsel bölümü sembolize eder. Gövdenin en alttaki altı katmanı sırasıyla 16, 15, 15, 16, 16 ve 15 taş levhadan oluşur. Bunlar, kış gündönümü, ilkbaharın başlangıcı ve ilkbahar ekinoksu dahil olmak üzere Kore mevsim takvimindeki çeşitli önemli olaylar arasındaki gün sayısını temsil eder. Son olarak yapıdaki 365 adet taş tuğla (çıkıntılı altı taş hariç ve iç kısımdaki bir taş dahil) yılın 365 gününü temsil etmektedir. Adının anlamı kelimenin tam anlamıyla ” Yıldızları Gözlemleme Platformu ” olarak tercüme edilen yapı, ilk olarak yaklaşan hava şartlarını tahmin etmek için kullanılmış. Daha sonra, kozmolojinin en eski biçimlerinden bazıları olan ekinoksları ve mevsimsel gün dönümlerini belirlemede rol oynamış.

Gerçekten ilginç bir yapıydı. Yine etrafta yağmur, çamur demeden getirilen çocuk dolu. Sanırım Kore’de sınıflarda ders yapılması kadar, sahada da bolca uygulamalı dersler oluyor. Tarihi ve doğayı yerinde öğreniyorlar.

Öğle yemeği için serbest zaman verdiğimiz saatlerde alanda bulunan diğer höyükleri, Gyerim Ormanlık alanını ve Banwolseong (Yarım Ay Kalesi) gibi alanları gezdik.

Gyerim, küçük bir ormanlık alandır. Adı tam anlamıyla “Horoz Ormanı” anlamına gelir. Tarihî ve efsanevi bir ormandır ve Kore kültüründe önemli bir yere sahiptir. Özellikle Silla Krallığı döneminin doğuşuyla ilişkilendirilir.

Koru, Gyeongju’nun merkezindeki eski Silla krallık sarayının (Banwolseong) yakınında yer alır. Yakınlardaki önemli yerler arasında Banwolseong Kalesi, Cheomseongdae , Gyeongju Ulusal Müzesi ve Kraliyet Mezarları Kompleksi bulunmaktadır. Tepeden baktığımızda alanın ne kadar geniş ve tarihi eserler bakımından ne kadar zengin olduğu kolayca anlaşılıyor.

Gyerim Ormanının hemen yanında eski Silla Krallığı saray kalıntıları yer alıyor. Burası, Silla döneminde kralların yaşadığı asıl saray alanıydı.

Gyeongju Ulusal Müzesi, Silla Krallığı’nın tarihini, kültürünü ve sanatını en kapsamlı şekilde sergileyen çok önemli bir müze. İlk olarak 1945’te Gyeongju İmparatorluk Müzesi adıyla kurulmuş. 1975 yılında da bugünkü adıyla ama yeniden düzenlenerek halka açılmış. Müze, UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Gyeongju Tarihi Alanları ile birlikte şehrin kültürel merkezlerinden biri. Gyeongju’ya gelmişseniz mutlaka gezmeniz gereken bir yer.

Ana Sergi Salonunda Silla dönemine ait altın taçlar, mücevherler, bronz aynalar, at koşum takımları gibi arkeolojik eserler sergileniyor.

Müzenin Sokguram Salonu, Bulguksa ve Sokguram’dan getirilen Budist heykeller, taş oymaları sergiler.

Wolji (Anapji) Salonu’nda, Donggung Sarayı ve Wolji Göleti kazılarında bulunan günlük kullanım eşyaları, seramikler, ahşap objeler sergileniyor.

Açık Hava Sergi Alanında, Silla dönemine ait taş pagodalar, fenerler, dev çanlar (özellikle Kral Seongdeok’un Büyük Çanı, Kore’nin en büyük bronz çanı) sergileniyor.

Müzede yaklaşık 1 saat kadar zaman geçirip sergilenen eserleri ziyaret etmeye çalıştık. Daha sonra da Bunhwansa Tapınağı‘na doğru yola çıktık.

Bunhwangsa Tapınağı, Silla Krallığı dönemine ait en eski Budist tapınaklardan biri. 634 yılında Silla Kraliçesi Seondeok döneminde inşa edilmiş.  Başlangıçta büyük bir Budist kompleksi iken günümüze sadece bazı yapıları ve ünlü taş pagodası ulaşmıştır.

Tapınak çok tarihi bir bölgede yer alıyor. Şimdi boş olan yan taraftaki arazide bir zamanlar devasa bir tapınak/saray inşa ediliyormuş. Ancak ne yazık ki bu kompleks tamamlanmadan önce yıkılmış. Bu sefer saldırı Japonların suçu değil, Moğollar’ın!

Bunhwang” kelimesi “Kokulu Sarı” anlamına gelir; Budist cennetin güzelliklerini simgeler. Üç Katlı Taş Pagoda Silla’da bilinen en eski taş pagodadır. “Tuğla görünümlü taş” tekniğiyle yapılmış (taşlar ince tuğla şeklinde yontulmuş). Aslen 9 katlı olduğu düşünülüyor, bugün sadece 3 katı günümüze ulaşmış.

Köşelerinde bekçi hayvan heykelleri (dört yönü koruyan figürler) bulunuyor. Pagodanın iç kısmında Buda heykelleri ve kutsal yazmalar saklandığı tahmin ediliyor. Bu tapınakta, UNESCO Dünya Mirası kapsamındaki Gyeongju Tarihi Alanları’nın bir parçası.

Woljeonggyo Köprüsü, Silla Krallığı döneminde, 8. Yüzyılda inşa edilmiş ahşap kemerli ve üstü kapalı büyük bir köprü. Orijinal köprü, 760’larda inşa edilmiş. Silla başkentinin güney ve kuzey bölgelerini bağlayan önemli bir yapı.

Joseon döneminde bakım görmediği için 14-15. Yüzyıllarda tamamen yıkılmış ve sadece taş temelleri kalmış. 2013–2018 yılları arasında tarihi kaynaklar ve arkeolojik bulgulara göre yeniden inşa edilmiş. Köprü ahşap yapılı, iki katlı kapalı köprü formunda.

Bu köprünün hem gecesi hem de gündüzünü fotoğraflamak çok zevkliydi. Ama bir tercih yapacaksanız gün ışıklarının kaybolmaya yakın olduğu zaman çok daha güzeldi

Akşam karanlığının çökmeye yakın olduğu zamana kaldık. Ancak Gyeongju’da daha ziyaret etmemiz gereken yerler bitmedi. Daha Gyeongju Gyochon Köyü’nü ziyaret edeceğiz.

Bu köy geleneksel hanok evleri, dar sokaklar ve taş duvarlarla tarihi bir atmosfer sunuyor. Aslında köyün konumu, Cheomseongdae Gözlemevi ve Tumuli Gongwon gibi Gyeongju’nun önemli turistik noktalarına yürüme mesafesinde. Bu köyü, Seul’de Hanok Mahallelerini gezdik diye programda biraz ihmal etmişim ama yanılmışım. Buraya daha çok vakit ayırmamız gerekirmiş. Aslında dürüst olmak gerekirse Gyeongju’da 1 gece daha fazla kalıp, daha raahat gezmemiz gerekirmiş.

Gyeongju Gyochon Köyü, özellikle Silla Krallığı mirasını yaşatan geleneksel bir hanok (Kore evi) köyüdür. “Gyochon” adı, Joseon döneminde burada bir Konfüçyüs okul (Gukjae Seowon) bulunmasından gelir. Kore’nin kültürel miras köylerinden biridir. Hem Joseon dönemi yaşamını, hem de Silla sonrası Gyeongju’nun aristokrat kültürünü yansıtır.

Choi Ailesi’nin Evi Köyün en bilinen evidir. Biz de ağırlıklı olarak bu evi gezdik. Choi ailesi, 9 kuşak boyunca Gyeongju’nun en etkili ailelerinden biri olmuş. İçeride geleneksel hanbok kıyafetlerle evi gezen başka bir turist kafilesi de vardı.

Artık akşamın karanlığı çöktü ve biz daha Donggung Sarayı ve Woljıpond Göleti’ni gezmeye gideceğiz. Gerçi akşam ziyaretine kaldığımız için hiç üzülmüyorum çünkü burası zaten gece ışıklandırması için gezilmesi gereken bir yer. Rehberlerimiz bu saate saray ve göleti gezmeyi iyi denk getirdiler.

Donggung Sarayı, 674 yılında Silla Kralı, Kral Munmu döneminde inşa edilmiş. “Donggung” kelimesi, Doğu Sarayı anlamına gelir ve burada Veliaht Prens’in yerleşim yeri bulunurdu. Saray, resmi törenler, yabancı elçilerin ağırlanması ve önemli devlet kutlamaları için kullanıldı. Sarayın yanındaki Wolji Göleti (Ay Göleti) o dönemde “Anapji” olarak biliniyordu. “Ay göleti” ismi, ay ışığının su üzerindeki yansımasından geliyor.

Zamanında saray kompleksi, tahta köşkler, tören salonları, misafirhaneler ve hizmetkâr alanlarından oluşuyormuş. Wolji Göleti boyutları ise 200 x 180 metreymiş. 1970’lerde göletin kurutulmasıyla çamur balçık içinden 30.000’den fazla eser çıkartılmış. Altın ve gümüş süs eşyaları, Seramikler ve pişmiş toprak figürler, ahşap levhalar, yemek takımları, ejder ve lotus motifli süslemeler göletin dibinden çıkartılmış. Bu buluntular Gyeongju Ulusal Müzesi’nde sergileniyor ve biz de sabah onları görmüştük.

Silla Krallığı’nın yıkılışından (935) sonra saray terk edilmiş ve gölet bakımsız kalmış. 1975’ten itibaren yapılan kazılar ve restorasyonlarla saray ve gölet günümüzdeki turistik görünümüne kavuşturulmuş.

Bu son gezimiz sonrasın Gyeongju şehir gezimiz bitse de, gecemiz daha çok sürprizlere gebeydi. Otelimiz şehrin tarihi yerlerine 6-8 km kadar uzakta, Bomun gölü kenarında olan Sono Calm Hoteldi. Akşam yemeği için otele yakın, göl kenarında dışarıdan pek de sevimli gelmeyebilecek bir restorana gittik. Adı Goobne Restoran olan bu yerde lokal rehberimiz tavuk sipariş etti. Bir süre sonra ortaya serili gazete kağıdı üzerine çeşitli şekillerde fırınlanmış, pişirilmiş ve soslanmış tavuklar geldi. Servis şekli itici görünse de grubun yemek sonrası ortak fikri hayatımızda bu kadar lezzetli bir tavuk yemediğimiz olduğuydu.

Üç veya dört defa daha tavuk siparişi verdik. Üzerine bir de deneme amaçlı pizza söylendi. Pizza da en az tavuk kadar lezzetliydi. Görüntüsü ne olursa olsun, yerel halkın da pek rağbet ettiği bu yerden çok memnun kaldık.

Çok yemek sonrasında yorgun olmamıza karşılık, sindirmeye yardımcı olsun diye göl çevresinde yürüyüş yapmaya karar verdik. Orada da bizi sürprizler bekliyordu. Biz Güney Kore’de olduğumuz sırada 28-31 Ekim tarihleri arasında APEC (Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği) toplantısı vardı. Bu toplantının merkezi de Gyeongju’ydu. Bu nedenle hem Woljeonggyo Köprüsü ve hem de otelin bulunduğu gölde ekstra ışıklandırma çalışmaları yapılmıştı. Biz de onlara denk geldik.

Günü bu şekilde bitirmek çok güzel oldu. Aşağıda Gyeogju gezimize ait bir video da hazırladım. Gezekalın sizlere daha ne yapsın..

Okuyalım ve yayalım lütfen..Bu bilgileri toplamanın , yaşadıklarımla birlikte harmanlamanın ve fotoğraflarla bir araya getirmek için ne kadar emek harcadığımı tahmin edemezsiniz sevgili dostlar..

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

12.11.2025