• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.071 ziyaretçi
  • Aralık 2025
    P S Ç P C C P
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    293031  

Serhat Şehri Edirne-Kaleiçi Bölgesi / 2

Edirne güzel bir şehir ve küçük bir alanda çok sayıda eseri yan yana görebiliyorsunuz. Tabii ki görmeye hem istekli ve hem de önceden kendinizi hazırlamışsanız. Geçen yazımda sizlerle paylaştığım Selimiye Külliyesi ve Camisi’nin kuzeydoğusundan başlayıp, kuzeybatısına ulaşan rota taş çatlasa 1 km tutacak ve durmaksızın yürüseniz 15 dakikanızı alacaktır. Ama “Gezekalın” felsefesine göre hareket ederseniz yani sadece hedefe varmayı değil yollarda olmayı, bakmak değil görmeyi ve anlayıp hissederek gezmeyi hedeflerseniz 15 dakikalık süre, saatlere dönüşebilecektir.

Bu bölümde sizlerle Edirne Meydan ve Kaleiçi Bölgesi’nin Selimiye Külliyesi’nden sonrasını gezmeye devam edelim. Tabii ki bu gezi maalesef yarım güne sığdırabildiğimiz kadarı ile sınırlı.

I. Murad’ın Edirne’yi aldığını ama özellikle II. Murad’ın şehri imar ettiğini daha önceki yazıda sizlerle paylaşmıştım. Gerçi ondan sonra da her gelen padişah ve ileri gelen devlet büyükleri Edirne’ye bir şeyler eklemişler. XVI-XVII. yüzyıllara gelindiğinde Edirne içinde bulunan saraylar, hanlar, hamamlar ve camiler, İstanbul’dakilerle karşılaştırılabilir hale gelmiş. Edirne’de 1675 tarihli bir belgede yazdığına göre o dönemde 24 medrese, 300 civarında cami, 32 hamam, 53 kervansaray, 53 han, 8 taş köprü ve bugün tamamına yakınının izi bile bulunmayan 2 tane büyük saray ile sekiz tane de küçük saray bulunuyormuş.

Selimiye Külliyesi sonrasındaki yürüyüşümüzde ilk durağımız Babademirtaş Mahallesi’ndeki Tarihi Belediye Binası. Osmanlı 18. yüzyılda gerileme dönemi yaşamaya başlayınca yeniden eski güçlü günlere dönüşün yolları aranmaya, idari ve yapısal her alanda reform hareketleri yapılmaya başlanmış. Bu istekle bağlantılı olarak XIX. yüzyıla gelindiğinde Edirne’de hükümet konağı, belediye binası, askeri daireler, okullar, askeri depolar, kışlalar, hastaneler gibi batı mimarisi üslubunda binalar inşa edilmeye başlanmış. Tarihi Belediye Binası ve sonra konu edeceğim Edirne Müşir İdaresi bu binalar arasında bulunuyor. Edirne’de modern belediyecilik, 1867-1868 yılında Vali Hurşit Paşa döneminde “Daire-i Belediye” adıyla başlamış. Edirne Osmanlı’nın önemli şehirlerinden biri olduğu için erken dönemden itibaren kadı yönetimi, ihtisap teşkilatı (bir tür hesap denetimi yapan kurum), çarşı–pazar düzeni, temizlik ve asayiş işlerini yürüten yapılar zaten varmış. Bu bakımdan Edirne’de şehir yönetimi gelişmiş ve hatta bazı uygulamalar İstanbul için örnek bile olmuş.

Edirne, Osmanlı şehir yönetimi açısından zamanındaki şehirlerle kıyaslanınca çok ileri bir yerde olsa da modern teşkilatlanma anlamında belediye olma özelliklerini taşımıyordu. Abdülmecit zamanında 1855’de kurulan İstanbul’daki Şehremaneti, Osmanlı’daki ilk modern belediye teşkilatlanması olarak kabul edilir ve ilk şehremini de (belediye başkanı) Salih Paşa‘dır. Edirne’de modern anlamda ilk belediye teşkilatlanması 1864 yılında olmuş. Kuruluşundan bugünkü binasına taşınana kadar geçen sürede belediye teşkilatı çeşitli binalarda hizmet vermiş. Osmanlı veziri Cezzar Ahmed Paşa’nın torunu olan Cezzarzade Dilaver Bey‘in Belediye Başkanlığı dönemindeki girişimlerle 1898-1899 yılında yukarıda fotoğrafını paylaştığım belediye binasının temelleri atılmış. Sanatsever kişiliği ile Dilaver bey o zamanlardan tablolar toplamış ve belediye binasında sergilemiş. Bu tablolar hala belediye binasında bulunuyor ama maalesef biz içeri giremedik ki tabloları görelim!

Bulgar işgali sırasında Bulgar Kralı Ferdinand, Yunan işgali sırasında da Kral I. Aleksandros bu binada konaklamışlar. Mustafa Kemal Atatürk birisi 1913 Balkan Savaşları sonrası, diğeri de 1928 Harf Devrimi sürecinde olmak üzere daha önce 2 kez Edirne’yi ziyaret etmiş. Edirne’ye 3. ve son ziyaretini 1930 yılı aralık ayında yapmış ve bu binada konaklamış. Atatürk’ün kaldığı oda müze halinde korunuyor. Hafta sonu Tarihi Belediye Binası ziyarete kapalıydı. Atatürk odasını ve Dilaver beyin topladığı resim koleksiyonunu görebilmeyi arzu ederdim.

Daha sonra Çamaşırcılar Sokağı‘nı takip ederek Saatli Medrese ve Peykler Medresesi‘ne doğru yürüdük. Ara sokaklar tarihi evlerle dolu. Sokağın başındaki Tunca Cafe, oturup bir çay kahve molası verebileceğiniz bir yer. Kafenin arka ve sokağın sol yan tarafında Edirne tarihinin önemli idari ve askerî yapılarından birisi olan Edirne Müşir Dairesi bulunuyor. Günümüzde Tugay Binası olarak adlandırılan yer çok az kişi tarafından biliniyor ve bırakın ziyaret etmeyi fotoğraf çekme niyetiniz olduğu zaman bile askerler sizi uyarıyor. Ancak burası Osmanlı döneminde, şehir yönetimi açısından, belediye binası kadar kritik bir yapıydı. Edirne, 19. yüzyılda Rumeli’nin en büyük askeri merkezlerinden biri olduğundan şehirde önemli bir müşirlik makamı da bulunuyordu. Müşir, Osmanlıca’da mareşallik rütbesini gösteriyor. Dolayısıyla Müşir Dairesi, Edirne’deki ordu kumandanının karargahıydı. Bu bina Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz döneminde 1867 yılında yapılmış ve günümüze orijinal hali pek ulaşamamış. Şimdiki bina II. Abdülhamid döneminde 1899-1900 yıllarında inşa edilmiş. Binayı gördük ve önünden geçtik ama nöbetçileri kızdırmayalım diye ne dikkatlice bakabildim ne de fotoğrafını çekebildim. Aşağıda binanın zamanındaki halini bulup sizlerle paylaştım.

Edirne’nin simgelerinden biri olan Saatli Medrese, Üç Şerefeli Cami karşısında bulunuyor. Medrese 1437-1447 yılları arasında II. Murad’ın isteği üzerine inşa edilmiş. Mimarı kesin bilinmeyen eserlerden ama bir kaynak Mimar Muslihuddin’e ait bir eser diye yazıyor. Saatli Medrese’nin hemen karşısında Üç Şerefeli Cami ve yanında da Peykler Medresesi bulunmakta.

Peykler Medresesi adını Osmanlı saray teşkilatında görev yapan “peyk”lerden alıyor. Peykler, padişahın ve devletin resmi ulakları yani haber taşıyıcıları. O zamanlar tabii ki sms, telefon filan yok. Peykler hızlı koşmaları ile tanınıyorlarmış ve uzun mesafeleri de koşarak sarayın haberlerini iletirlermiş. Peykler Medresesi de saray hizmetinde bulunan peyklerin barınması ve eğitimi için kullanılmış. Zamanla yapı halk arasında bu işleve atfen “Peykler Medresesi” adıyla anılmaya başlanmış.

Saatli Medrese

Biz medreselerden sadece Saatli Medreseyi gezdik. Peykler Medresesi de Saatli Medrese ile benzer bir mimari yapıya sahip. Yani bizim gibi kısıtlı zamanınız varsa sadece Saatli Medrese’yi gezmeyi tercih etmeniz mantıklı bir seçim olacaktır.

Üç Şerefeli Cami Kapısından Saatli Medrese Görünümü

Saatli Medrese, revaklı avlu etrafında 17 hücreden ve biri açık, biri kapalı iki dershaneden oluşuyor. Saatli Medrese’nin önemli bir özelliği Fatih Sultan Mehmed’in Edirne’de iken eğitim aldığı yer olduğuna inanılmasıdır. Kaynaklar Fatih Sultan Mehmed’in Hoca Akşemseddin, Molla Gürani, Molla Hüsrev, İnce Bedreddin, Hoca Ataullah gibi âlimlerden eğitim aldığını yazıyor.

Saatli Medrese Avlusu

Buraya giriş müze kartla oluyor. Eğitimin kapalı alanda verildiği yerde Fatih Sultan Mehmed ve hocalarının balmumundan heykelleri bulunuyor. Hem Saatli Medrese ve hem de Fatih Sultan Mehmed’in yaptırdığı Peykler Medresesi, Üç Şerefeli Caminin doğusunda yer alıyor.

Saatli Medrese-Eğitimin Açık Alanda Verildiği Bölüm

Üç Şerefeli Cami Osmanlının yeni yeni güçlenmeye başladığı, topraklarını büyüttüğü ve zenginleştiği dönemlerin bir eseri. Bu dönemde Osmanlı yeni başkentini kendine uygun ve gösterişli bir hale getirmeye çalışıyor. II Murad’ın yeni başkenti imar ettiği dönemlerdeyiz.

Osmanlı’da camiler şehirleşmenin tam da merkezinde olmuş. Edirne’nin kuruluşunda da bu yerleşim düzeni değişmemiş. Şimdi sizinle gezeceğimiz Üç Şerefeli Cami Osmanlının erken dönem şehirleşme yöntemini anlamak için güzel bir örnek teşkil ediyor. Bu cami örneğinde olduğu gibi zaman içerisinde cami çevresinde eğitim için medreseler (Saatli ve Peykler Medresesi), hamam (Sokullu Hamamı) ve yolcular için kervansaraylar (Taşhan ve Rüstem Paşa Kervansarayları) yapılmış.

15. yüzyıl Osmanlı mimarisinde bir geçiş dönemi yaşanmış. Üç Şerefeli Cami Osmanlı mimarisinin deney atölyesi gibidir. Caminin her köşesinde bilinçli semboller ve yenilikler uygulanmış. Örneğin Caminin dört minaresinin hiçbiri, birbirinin aynısı değildir. Bu yöntem Osmanlı mimarisinde ilk ve tek örnek sayılıyor. Mimar sanki bu camiyi yaparken “Nasıl bir cami ve minare tipi oluşturmalıyız?” sorusuna değişik örnekleri bir mimari yapıda bir araya getirerek yanıt aramış. Büyük tek kubbeye geçiş, şadırvanlı ve revaklı geniş avlu, dikdörtgen plan ilk olarak bu camide denenmiş. Selimiye Camisinin gölgesinde kalmış bu camiyi gezerken lütfen bunların bilincinde olarak gezinizi gerçekleştirin.

Üç Şerefeli Cami Gül Bahçesi-Haziran 2025

Üç Şerefeli Cami’nin güllerle dolu geniş bahçesi, revaklı ve şadırvanlı geniş avlusu Osmanlı cami mimarisindeki ilk denemelerden. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu caminin bahçesindeki çeşit çeşit güllerden ve onların mest eden kokularından bahsetmiş. Üç Şerefeli Cami fotoğraflarından bazılarını bu senenin haziran ayında çekmiştim. Mevsim nedeniyle bahçede güllerin açtığı döneme denk gelmiştik. Onları da sizlerle bu gezimi yazıya dökerken paylaşıyorum.

Üç Şerefeli Cami Gece Işıklandırılmış Hali-Haziran 2025

II. Murad tarafından inşa ettirilen Üç Şerefeli Cami’yi 1437-1447 yılları arasında Mimar Muslihuddin (Muslihüddin) ve Şehabeddin Usta’nın yaptığı kabul ediliyor. Cami civarında Saatli Medrese, mektep, sebil, çeşme ve hazireden meydana gelen yapılar topluluğu da bulunuyormuş. XV. yüzyılın ikinci yarısında Peykler Medresesi de külliyeye eklenmiş. 1762 depreminde hasar gören cami 1763-64 tarihlerinde III. Mustafa tarafından onartılmış.

Ben Üç Şerefeli Cami ve Ulu Cami’yi en az Selimiye Camisi kadar seviyorum. Üç Şerefeli Cami’nin kendine özgü bir yapısı var. Caminin ortasında şadırvanı olan geniş bir avlusu var. Cami avlusundaki revaklı alan devşirme sütunlarla desteklenmiş. Her biri birbirinden farklı renk ve şekilde sütunlar Roma–Bizans yapılarından alınmış. Bu, hem ekonomik hem de “önceki medeniyetlerin mirası artık İslama hizmet ediyor” mesajı taşıyor.

Üç Şerefeli Camide çini süsleme sınırlıdır. Çünkü cami mimari olarak yapı oran, hacim ve mekan denemesi üzerine kurulmuştur. Süsleme ikinci planda bırakılmış.

Cami içine mukarnas taş işçiliği uygulanmış bir kapıdan giriliyor. Cami içine girdiğinizde somut dünyadan uzaklaşıp soyut bir dünyaya geçtiğiniz hissine kapılıyorsunuz. Bence iddiası olan bir dini yapının sizde yaratması gereken duygu da bu olmalı. Bu havayı hem Üç Şerefeli ve hem de Ulu Cami gezilerinizde yaşayacaksınız.

Gerek yanlarda ve gerekse de tavanlardaki pencereler sayesinde caminin iç aydınlanması çok güzel sağlanmış. Üç Şerefeli Cami, inşa edildiği dönemde Osmanlı mimarisinin en geniş çaplı kubbesine sahipti ve bu özelliğiyle daha sonra yapılan Fatih ve Selimiye camilerine giden yolun en önemli yapısal denemelerinden biri kabul edilir.

Tek büyük merkezi kubbe fikrinin olgunlaşmasında kilit bir aşamadır. Kubbenin yerden yüksekliği 43 metre ve çapı 24 metredir. Bol süslemeli ve renkli mihrabın iki yan tarafında renkli denge sütunları mevcut. Bunlardan bir tanesi hala dönüyor.

Minber kısmı sade bir yapıda olmasına karşın, mihrab kısmı çok güzel gözüküyor.

Revaklı avlunun dört köşesine 4 minare yerleştirilmiş. Bu minarelerden baklava dilimli ve 3 şerefeli olan camiye ismini veriyor. Bu minare 6 metre çapında, 67,75 metre boyunda olup külahla beraber yüksekliği 76 metredir.

Mimar Muslihüddin bu minare içine tek kapıdan girip 3 şerefeye çıkılacak şekilde bir sistem kurmuş. Birinci merdivenle birinci ve ikinci şerefeye, ikinci merdivenle ikinci ve üçüncü şerefeye, üçüncü merdivenle yalnız üçüncü şerefeye çıkılabiliyor. Mimar Sinan daha sonra bu tekniği Selimiye Camisinin 2 minaresinde de kullanacaktır. Üç şerefeli minare, zamanında en yüksek minare olması bakımından ayrıca çok önemlidir.

Caminin üç şerefeli minarenin bulunduğu yüzünün diğer tarafında ise burmalı bezemelerle başka bir çeşit minare bulunuyor. Bu minare nedeni ile bu camiye Burmalı Cami de deniyor. Ben aslında burmalı minareyi daha çok sevdim.

Batı, kuzey ve güneyde üç kapısı bulunan avlunun batı kapısı gösterişli. Bu kapı merdivenlerle çarşıya açılıyor. Karşı tarafta harap haldeki Sokullu Mehmet Paşa Hamamı ve restorasyondaki Makedon Kulesi gözüküyor. Bu kapıda merdivenlerin iki tarafına dağılmış halde ve yine devşirme 3 adet sütun bulunuyor.

Bu güzel camiden çıktıktan sonra Taşhan önünden geçerek Ulu Cami tarafına doğru yürüdük. Yolda atlamamanız gereken bir başka eser de Atatürk Anıtı. Heykel Saraçlar Caddesi girişi Atatürk Bulvarı üzerinde yer alıyor. 1931 yılında Avusturyalı heykeltraş Heinrich Krippel tarafından yapılmış. Kendisi Ankara Ulus Zafer Anıtı’nı da yapan sanatçı. Krippel, Türkiye’deki ilk kuşak Atatürk heykellerinin en önemli sanatçılarından. Bu heykel genç Türkiye Cumhuriyeti’nde yapılan ilk 10 Atatürk heykeli arasında bulunuyor.


Heykeltraş Atatürk’ü yüzü batıya dönük ve ayakta, pelerinli bir askeri üniforması içinde olarak tasvir etmiş.

Artık günün sonu iyice geldi ve hava karardı. Bizim daha Ulu Cami’yi de bugüne gezmemiz gerekiyor. Ancak grupta yorulma işaretleri belirmeye başladı. Zevki eziyet haline dönüştürmemek için yorulanları araçla otele yolladık ve biz kalanlarla Ulu Cami ve Saraçlar Caddesini gezmeye devam ettik. Ulu Cami çok önemli bir yer olunca ertesi gün grubun tümü ile bir daha gezdik.

Edirne Ulu Cami-Haziran 2025 Gezimizden

Edirne’de Selimiye Camisi, Üç Şerefeli Cami, Ulu Cami ve aralarındaki bölge Altın Üçgen olarak adlandırılıyor. Bu üç caminin özellikleri de tek cümle içinde özetleniyor; “Üç Şerefli Cami’nin kapısı, Ulu Cami’nin yazısı ve Selimiye Camisi’nin yapısı”.

Yıldırım Bayezid 1402 yılında Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilince Osmanlı bir döem bocalamış. Yıldırım Bayezid ‘in dört oğlu arasında taht savaşları başlamış. 1403 yılından başlayıp 1414 yılına yani Çelebi Mehmed’in diğer taht varislerini alt ettiği zamana kadar geçen döneme “Fetret Devri” diyoruz. Edirne’de bir süre Çelebi Mehmed’in ağabeyi I. Süleyman hüküm sürmüş. Ulu Cami ya da Eski Cami yapımına da 1403 yılında onun zamanında başlanmış. Ancak caminin tamamlanması onu yenen ve Osmanlıyı yeniden bir araya getirmeyi başaran Çelebi Mehmed’e nasip olmuş. Yani Ulu Cami Osmanlının toparlanma döneminin mimari bir ifadesidir.

Caminin mimarı Konyalı Hacı Alaeddin olarak bilinir. Çok kubbeli (9 kubbe) dörtgen planlı ve kubbelerin 4 fil ayağına oturduğu bir plana sahip. Erken Osmanlı’nın “çok kubbeli ulu cami” anlayışını temsil eden bir camidir. II Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerinde eklendiği veya yenilendiği yazılan 2 adet minaresi var.

Bu caminin en önemli özelliği devasa boyutlardaki hat yazılarıdır. Yazılar gerçekten çok etkileyiciler. Kûfî ve sülüs hatla siyah boya ile yazılmış “Allah”, Muhammed”, dört halifenin isimleri, ayetler ve hadisler cami duvarlarını hem içten ve hem de dıştan süslüyorlar. Bu yazılar Ulu Cami’yi Osmanlı camilerinde benzeri olmayan bir ölçekte bir hat müzesine dönüştürmüşler.

Benim bu yazımda kullandığım en üstteki kapak fotoğrafını 1956 yılında Ara Güler de fotoğraflamış.

Ulu Cami’yi gezerken dikkat etmeniz gereken bir başka özellik de camide uygulanan Edirnekari boyamalar. Özellikle Hünkar ve müezzin mahfili ahşap kısımlarında Edirnekari sanatının en güzel örneklerini ve Edirne kırmızısı tonu boyamaları göreceksiniz.

Osmanlı’da padişahların, şehzadelerin ve serdarların sefere çıkmadan önce kılıç kuşandıkları törensel uygulama yapılırmış. Buna “kılıç kuşanma” denirmiş. Bu tören egemenlik ve sorumluluk sembolü olarak da yapılıyormuş. Edirne’deki Ulu Cami’nin bir başka özelliği devlet erkanının sefere çıkmadan önce dualar ettiği ve kılıç kuşandığı cami olmasıymış. Kılıç kuşanan padişahlar “Cennet Yolu” denen ve minberle mihrab arasında bırakılan küçük yolda yürürlermiş.

Bu tören önce Bursa’daki Ulu Cami’de uygulanırken sonradan Edirne’deki Ulu Cami’de uygulanmaya başlamış. Selimiye Camisi’nde bu törenin yapılmıyor olması, Ulu Cami’nin önemini gösteriyor.

Minber ile mihrap arasındaki yan duvarcıkta, halk arasında “Kabe taşı” diye bilinen bir taş bulunur. Bazı yerlerde rastlayabileceğiniz gibi Hacer’ül Esved’den bir taş parçası kesinlikle değildir.

II. Murad zamanında buraya yerleştirildiğine inanılan bu taş, Kabe’yi tavaf edenlerce son selam taşı olarak bilinen “Rükn-i Yemani” taşından bir parçadır. Edirne Ulu Cami’de Kabe’nin üzerini örten siyah örtünün (Kisve-i Şerif) eski bir parçası da kutsal emanet olarak bulunuyor.

Son olarak da camide iki tane vaaz kürsüsünün bulunduğunu söyleyelim. II. Murad Han döneminde İslam büyüklerinden Hacı Bayram-ı Veli Edirne’ye davet edilmiş ve bu camide bir dönem vaaz vermiş. Onun kürsüsü olduğuna inanılan bir kürsüde camide bir köşede bulunuyor.

Cumartesi günü programımızda olan tüm ziyaret yerlerini bitirmiş olmanın huzuru ama aynı zamanda yorgunluğu içinde Saraçlar Caddesinden yürüyerek ve artık otel olarak hizmet veren Rüstem Paşa Kervansarayı’nı da gezerek otelimize döndük Akşama o yorgunluk üzerine güzel bir yemek ve Edirne’nin iki sanatçısından yorumladıkları güzel müzikleri dinledik. Bundan daha güzel gün bitişi olabilir mi?

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

14.12.2025