
Girişiydi, genel bilgileriydi derken Kore gezimizin gün ve gün anlatımına başlama zamanı geldi. Buyrun bakalım İstanbul Havaalanında grubun buluşmasından, Seul’e varış ve ilk gün gezilerimizin hikayesine!

Geziye 14 kişi ile başladık ve şükürler olsun ki 14 kişi sağsalim bitirebildik. Mutlu gittik ve çok mutlu döndük. Gezi organizasyonu, gezinin rehberliği ve yönetimi gayet güzeldi. Bu nedenle tur programımızı istediğimiz şekliyle organize eden tur firması sahibi Özgür Gülün‘e ve programı eksiksiz gerçekleştirip, bilgilerini bizlerle paylaşarak rehberliğimizi yapan Seden Edgü‘ye teşekkür etmemiz gerekiyor.

On saatlik uçuşumuza biraz gecikmeli olarak başladık. Asian Air koltuk araları biraz dar ama ikram kısmı fena değildi. Uçak içi eğlencelik bölüm ise, bence, Asian Air’de tam bir felaket. Seul Incheon Havaalanı’na varışımız da beklenenden 1 saat kadar geç oldu. Bu gecikme ince ince hesaplanmış ama biraz sıkışık olan programımızı, daha da sıkıştırdı. Bugün yol yorgunluğumuzda,işin bonusu olacak.
Yerel rehber Adela, bizi elinde Hoşgeldiniz “Ümit Kuru ve Dostları” tabelası ile karşıladı ve Kore içindeki seyahatimiz de böylece resmen başlamış oldu. Havaalanından, Seul’e kadar yaklaşık 1,5 saatlik bir yolumuz oldu ve ayağımızın tozu ile ilk gezi yerimiz olan Seul’deki Kore Ulusal Müzesini ziyarete gittik.


Yongsan semtindeki Ulusal Müze, Güney Kore’deki, Kore tarihi ve sanatının amiral gemisi müzesi ve sadece Kore’nin değil ama aynı zamanda Asya Kıtasının da en büyük müzelerinden bir tanesi. Müze çok büyük ve müzenin kurulu olduğu tepeden, karşıdaki N Seul Tower gözüküyor. Müze, pazartesileri hariç, her gün 10:00-18:00 arası açık. Kore gezisine buradan başlamak, gezilecek ülke hakkında bir fikir sahibi olmak için çok doğru bir tercihti. Aslında Kore’nin İmparatorluk Hanedanlığı, ilk müzeyi 1909 yılında saray içinde kurmuş. 1945 yılında kurulan ulusal müzenin çekirdeğini, bu ilk müzedeki eserler oluşturmuş. 2005 yılında da müze bugünkü yerine taşınmış.

Müzeyi yaklaşık 1 saat kadar gezebildik. Çünkü esas olarak Changdeokgung Sarayı ve Saklı Bahçesini ziyaret etmemiz ve oradan da Nanta Show’un saat 17:00 deki gösterisine yetişmemiz gerekiyor. Bu güzel müzeyi koştura koştura gezmek zorunda kaldık.

Kore Ulusal Müzesinde altı kalıcı sergi bölümünde 12.000’den fazla eser sürekli olarak sergileniyormuş. Müzede Düşünen Bodhisattva, Goryeo Seladon Ajurlu Brülör, Gyeongcheonsa Tapınak Alanı’ndan On Katlı Pagoda ve Silla’dan Altın Taç gibi Kore’nin önemli tarihi ve ulusal hazineleri bulunuyor.



Ben özellikle Üç Krallık Dönemi arkeolojik eserlerinin yer aldığı bölüme, 1. kata vakit ayırdım. Gyeongju’daki Silla Krallığı’ndan kalma göz alıcı altın taç da bu müze sergileniyordu ama ziyaretimizde müzedeki yerinde olmadığından onu göremedik.





2. kattaki hat ve resim salonlarının bazıları da geçici olarak kapalıydı. 3. kat ise Buda Heykellerinin bulunduğu kat ve bu kata ait tek kare bile fotoğraf çekmeye vaktim olmadı. Düşünceli Budha Heykelini bile koşturmaktan atlamışım. Kore Ulusal Müzesi’nin birinci katında yer alan ve yanda fotoğrafını gördüğünüz 10 katlı Gyeongcheonsa Pagodası’nı fotoğraflayarak müze gezisini tamamladık. Müzenin resmi web adresi www.museum.go.kr/MUSEUM/main/index.do. Buradan müzenin durumunu önceden takip edebilir ve son durum hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Ben bu kısmı önceden neden yapmadım, anlamadım.
Müzenin hızlıca gezilmesi sonrasında Changdeokgung Sarayı‘na doğru yola çıktık. Seul’de hem tarihi hem de kültürel açıdan önemli olan 5 tane kraliyet sarayı bulunuyor. Bu saraylar, Joseon Hanedanı döneminden kalma ve ziyarete açık. Seul’deki kraliyet saraylarının isimleri sırası ile şunlar; Gyeongbokgung, Changdeokgung, Changgyeonggung, Deoksugung, Gyeonghuigung. Biz bu saraylardan Changdeokgung’u ilk gün gezeceğiz. Gyeongbokgung‘da 2. gün nöbet değişimini izleyeceğiz. Otelimize gelip giderken ise Deoksugung‘un kapısının önünden geçip, duracağız. Tarih boyunca en az dört farklı dönemde (Baekje Krallığı, Joseon Hanedanı, Kore İmparatorluğu ve modern Güney Kore) başkentlik yapmış olan Seul’e saraylar şehri demek yakışır.
Korece “Gung”, Türkçe’de “Saray” anlamına geliyor. Gyeongbokgung, Joseon Hanedanlığının en eski, en büyük ve ana sarayıdır. Türkçe “Fazileti Parlayan Saray” anlamına gelen Changdeokgung, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde olan bir eser ve burayı gezerek, aslında Kore’deki ilk UNESCO Listesi eserini de ziyaret etmiş olacağız. Kore ziyaretimiz boyunca 12 tane UNESCO Listesi eserini gezeceğiz. Kore’de toplamda 17 tane UNESCO Kültür ve Doğa Mirası Listesi eseri bulunuyor.
Changdeokgung, Seul’deki en büyük saray olmasa da, hem yerlileri hem de yabancıları büyüleyen sade güzelliğiyle ve “Gizli Bahçesi (Secret Garden)” ile ünlü. Saray pazartesileri hariç her gün 09:00-18:30 saatleri arasında gezilebiliyor. Eğer ulusal kıyafetler (Hanbok) içinde sarayı gezerseniz, giriş ücreti ödemezsiniz. Aşağıda bu sarayın gezilecek yerlerinin bir listesi mevcut.

- Donhwamun Kapısı …………………….9. Nakseonjae Salonu…………..17. Gwallamjeong Köşkü
- Geumcheongyo Köprü……………..10. Yeonghwadang Köşkü……..18. Ongnyucheon Deresi
- Injeongmun Kapısı…………………….11. Buyongjeong Köşkü……….. 19. Yeni Seonwonjeon Tapınağı
- Injeongjeon Salonu ………………….12. Buyongji Göleti………………………..
- Seonjeongjeon Salonu ……………13. Juhamnu Köşkü……………………….
- Huijeongdang Salonu………………14. Aeryeonji Göleti………………………
- Daejojeon Salonu……………………..15. Yeongyeongdang Salonu………
- Seongjeonggak Salonu…………..16. Seonhyangjae Salonu…………….

İlk olarak Joseon Kralı Taejong, 1412 yılında burayı ikinci saray olarak inşa ettirmiş. Saray 1592’de Hideyoshi istilası sırasında Japon birlikleri tarafından yakılıp, yıkılmış. 19 yıl sonra, Joseon Hanedanlığı’nın 15. Kralı, sarayı yeniden inşa ettirmiş ve burası daha sonra kraliyet ikametgahı ve hükümet merkezi olarak hizmet vermiş.

1907’den itibaren Kore’nin son İmparatoru, soldaki fotoğraftaki Kral Sunjong, 1910’daki istifasından sonra bile, 1926’daki ölümüne kadar Changdeokgung’da ikamet etmiş. Nitekim kraliyet ailesinin son üyeleri 1989’a kadar burada yaşamışlar.
Sarayda mimari olarak Joseon dönemine özgü, doğayla uyumlu mimari tarzı benimsenmiş. Binalar, topografyaya göre asimetrik şekilde inşa edilmiş. Saray bu özelliğiyle Gyeongbokgung’dan ayrılıyor. Orada saray yerleşimi Çin etkisindeki Konfüçyüsçü düzen anlayışına uygun olarak simetrik bir eksen üzerine kurulmuş. Ana eksen üzerinde kralın resmi görevlerini yürüttüğü yapılar sıralanıyor. Gyeongbokgung’da mimari yapılar ana kapı Gwanghwamun’dan başlayarak kuzeye doğru sıralanan bir eksen üzerine, güney-kuzey doğrultusunda yerleştirilmiş (Bu düzen, doğu felsefesinde “doğal düzen”i simgeliyor).

Kore geleneksel saray mimarisinde yapılar taş temeller üzerine inşa edilmiş ahşap strüktürlerden oluşuyor. Eğimli, zarif çatı hatları ve renkli süslemelerle dikkat çekiyor. Zamanında tek bir çivi bile çakmadan, ahşabı anahtar ve kilit sistemi ile geçmeli şekilde inşa etmişler. Binaların ısıtılması “Ondol” denen bir sistemle alttan ısıtma şeklinde oluyor. Yani yerden ısıtma sistemi tarihte ilk olarak Korelilerin icadı ve arkeolojik bulgular, ondol benzeri ısıtma sistemlerinin Kore Yarımadası’nın kuzey bölgelerinde —özellikle günümüz Kuzey Kore’sindeki yerleşimlerde— MÖ 1000 civarında kullanıldığını gösteriyormuş. Mutfak ocağından çıkan duman, taş kanalların altından geçerek taş zemini ısıtıyor. Isı, mutfaktaki ocaktan (agungi) çıkan dumanla üretiliyor ve yer altındaki kanallardan geçerek dışarı atılıyor. Bu arada zemin ısınıyor. Atasözlerini seven bir arkadaşımın sözleri ile Ondol için Koreliler şöyle derlermiş; “Sıcak Taş Sıcak Kalptir”.
Zeminin ısıtılması,kültürel olarak yere oturma ve yer yatağında yatma geleneğini doğurmuş. Yukarıda size hem geleneksel olarak Kore ondol sistemi ve hem de geçme ahşap yapı kuran bir ustanın videosunu paylaşıyorum. Bu usta küçük bir evin, sadece küçük bir odasını geleneksel yöntemlerle yapıyor. Bunu bir de sarayın dev ahşap kapı ve yapıları için düşünürseniz, geçmişte nasıl bir ustalık ve iş gücü uygulandığını anlayabilir ve zamanın ustalarını takdir edebilirsiniz.

Sarayın en ilgi çekici ana bölümleri; Sarayın ana giriş kapısı ve 1412’de inşa edilmiş olan Donhwamun Kapısı. Bu kapı, Kore’deki en eski ahşap saray kapılarından birisi. Kapıdan girince 1411 yılında inşa edilmiş Geumcheongyo Köprüsü üzerinden geçiyorsunuz. Bu, Seul’de günümüze ulaşan en eski taş köprülerden biridir.

Changdeokgung üç alandan oluşur: İdari bölüm, yaşam alanları ve gizli bahçe. Injeongmun Kapısı’dan, resmi törenlerin ve taç giyme merasimlerinin yapıldığı ana bina olan Injeongjeon (Taht Salonu)’a giriliyor. Bu kapı ilk olarak 1418 yılında inşa edilmiş. Mevcut kapının ise Injeongjeon’un yeniden inşa edildiği 1745 yılında inşa edildiği varsayılmakta.


Pyeonjeon, Joseon Hanedanı döneminde kralın günlük işleriyle ilgilendiği, resmi olmayan toplantılarını yaptığı küçük salon veya ofis anlamına geliyor. Kralın günlük işlerini yürüttüğü çalışma binası ise Seonjeongjeon diye adlandırılıyor. ‘Seonjeong’, ‘siyaseti ve eğitimi yaygınlaştırmak’ anlamına gelir ve Seonjeongjeon, kralın resmi ofisidir (Pyeonjeon).

Kral ve tebaası Seonjeongjeon’da devlet işlerini tartışırken, kralın solunda ve sağında oturan tarihçiler, Sacho adı verilen toplantının içeriğini kaydederlermiş.

Sarayın merkezinde “Huijeongdang” adlı kral konutu ve hemen arkasında, “Daejojeon” adlı bir kraliçe konutu bulunuyor. Genellikle saraydaki her binanın çatısında bir çıkıntı bulunur, ancak Daejojeon’da bu çıkıntı yoktur. Bu, Daejojeon’un nerede olduğunu gösteriyor. Bu Korece isimleri akılda tutmak mümkün olmayacaktır ama en azından yazımın bir bölümünde kayıtlı şekide kalsın istedim. Sonuçta bu yapıları gezdik mi? Evet, gezdik ve fotoğrafladık!




Daha sonra sarayın “Gizli Bahçe” denen bölümünü gezdik. Bu bölüm saraydan ayrı olarak ve ayrı bir ücretlendirme ile geziliyor. Gruplar için randevu ile gezme yapılıyor. Gezecek grubun başına mutlaka bir saray rehberi veriliyor ve gezi o şekilde tamamlanıyor.

Bahçe gerçekten çok güzeldi. Nanta Show saatine yetişmenin verdiği sıkıntı ile bu kısmı da daha hızlı gezmek zorunda kaldık. Aslında reberli gezi yaklaşık 1 saat sürüyor, biz yarım saate sığdırmaya çalıştık. Yine de hızlıca tüm bölümleri gezebildik.

Gizli bahçede belirli dönemlerde yapılmış göletler, pavyonlar mevcut. Ortam gerçekten çok güzel ve bu güzel saraya kadar gelmişken, gizli bahçeyi gezmeyi de asla ihmal etmeyin derim.


Saray ve gizli bahçe gezilerimizden sonra Myeong-Dong Caddesi‘nde bulunan Nanta Tiyatrosu‘na gitmek için yola koyulduk. Myeong-Dong, “Parlak mağara” anlamına geliyor. Burası, Seul’un ana alışveriş, geçit töreni ve turizm bölgelerinden biri olup çoğunlukla ticari bir alan olarak kullanılıyor. 2011, 2012 ve 2013 yıllarında bu cadde dünyanın en pahalı dokuzuncu alışveriş caddesi olarak listelenmiş. Bölge katedrali, Nanta Tiyatrosu ve bir de sokak lezzetleri ile ünlüdür.

Yorgunluktan artık iyice düşmemize rağmen, Myeong-Dong Caddesinde kısa bir yürüyüş sonrası Nanta Tiyatrosundaki şova yetişebildik. Nanta Show, Song Seung-Whan tarafından yaratılan ve geleneksel “samul nori” ritmini içeren sözsüz bir komedi gösterisi. Adından da anlaşılacağı gibi samul nori, dört geleneksel Kore müzik aletiyle icra edilir: Küçük bir gong (kkwaenggwari), daha büyük bir gong (jing) , kum saati şeklinde bir davul (janggu) ve buk adı verilen bir fıçı davul ile icra ediliyor.

Seul’deyseniz, Nanta Shovu mutlaka seyretmelisiniz. Tam adıyla Cookin’ NANTA, Seul’de uzun yıllardır sahnelenen, müzik, dans ve mizahı birleştiren dünyaca ünlü bir sahne gösterisi. Söz olmamasına rağmen, sanatçıların mimikleri, akrobatik hareketleri, performansları muhteşemdi.

Gösteri, bir restoran mutfağında çalışan dört şefin hikâyesini anlatıyor. Gösteri, patronun mutfağa gelip şeflere “Bu akşam saat altıya kadar büyük bir düğün yemeği hazırlayacaksınız!”demesi ile başlıyor. Ama hazırlık için çok az zaman kalmıştır ve mutfak tam bir kaos içindedir. Gösteri boyunca şefler sebze doğrarken, tencerelere vururken, tabakları dizerken ritim tutar, mutfaktaki her eşyayı (bıçak, kepçe, tava, şişe, tahta kaşık) birer müzik aleti gibi kullanırlar. Komik aksilikler yaşanır ve aralarında küçük yarışmalar yaparlar. Zamanla mutfakta çalışmak onlar için kaostan, eğlenceye dönüşür.

Yaklaşık 1,5 saat süren bir performans izliyorsunuz. Pazartesi Cuma: 17:00 ve 20:00 saatleri arasında günde iki kez, cumartesi günleri saat 14:00, 17:00 ve 20:00 olmak üzere 3 kez ve pazar günleri 14:00 ve 17:00 arasında olmak üzere günde iki kez gösteri var. Bu şovun bir diğer benzeri de Jeju Adası’nda sergileniyor. Seul’de gidemezseniz ve belki yolunuz düşerse orada da seyredebilirsiniz.
Gösteri sonrasında, Myeong-Dong Caddesinde sokak aralarında tezgahlarını açmış sokak lezzetcileri arasından geçtik. Artık sınırlarımızın sonlarındayız. Daha önce randevusu alınan ve aynı cadde üzerindeki tipik bir barbekü restoranına grupça girdik. Kore barbeküsü, soju-bira ikilisi ve Kore mezeleri ile ilk buluşmamızı burada gerçekleştirdik. Herşey tek kelime ile nefisti.


Sonrasında otelimize yerleştik. Grubun diğer üyelerini bilmem ama biz neredeyse bavul açmadan yatağa düşmüşüz. Bir süre sonra ve gecenin ters bir vakti, maalesef Türkiye saatine kurulu biyoritmimizle, Seul’de kargalar bile uyanmadan, dikildik ayağa. Yeniden uyumalar ve uyanmalarla sabahı zor ettik. Tabii ki sonunda uyuya kalmışız. Gezi hayatımızda ilk defa yeni günün gezisinin başlamasına 15 dakika kala uyandık. Kahvaltı edemeden, yeni bir gezi gününe merhaba dedik..

Gezekalın..
5.11.2025
Dr Ümit Kuru








