
Bu yazı ile Marakeş’teki, dolayısı ile Fas’daki, son bölümü de yazıp bitirmiş olacağız. Fas tatili “rüzgar gibi geçti” dediğimiz cinsten bir gezi oldu.

Sabah ilk gezi durağı olarak Majorelle Bahçesi‘ne gittik. Burası çok kalabalık olabilen, ziyaret etmek için çok sıra beklemeniz gereken bir yer. Grup ziyareti ve online bilet alınınca işimiz kolay oldu. Sizlere de tavsiyem burayı ziyaret etme amacınız varsa online rezervasyonla bilet almanızdır. Yoksa gününüz kuyruklarda geçer. Sabah 08:00 ve 18:00 arası ziyarete açık ama son içeri giriş saati 17:30.


Jacques Majorelle, ünlü Art Nouveau mobilya (dolap) tasarımcısı Louis Majorelle‘in oğlu olan Fransız Oryantalist sanatçı. Kendisi ilk kez 1917 yılında kalp rahatsızlığından şifa bulmak amacı ile Fas’a bir ziyaret gerçekleştiriyor. Kazablanka’da geçirdiği kısa sürenin ardından, Marakeş’i de ziyaret ediyor ve bir ressam olarak orada bulduğu canlı renklere ve ışık kalitesine hayran oluyor. Bu hayranlığı kendisini 1919 yılında Marakeş’te yaşamaya teşvik ediyor. Önce Jemaa el Fnaa civarına yerleşiyor. Sonra 1923 yılında Marakeş’te Palmiye Korusunun sonlarına doğru bir arazi satın alıyor. 1930’larda bu araziye Fransız bir mimarın tasarladığı Kübist bir villa yaptırıyor. Satın aldığı arazi içine çeşitli bitkiler ve ağaçlar ekerek bir bahçe oluşturmaya başlıyor. Daha sonra bu bahçe Jardins Majorelle (Majorelle Bahçesi) olarak anılacak şekilde büyüyor. 1937’de villayı, Majorelle’in Güney Fas’ta yaygın olan mavi çinilerden ilham alarak geliştirdiği özel bir mavi tonu renkle boyatıyor. Bu renk Majorelle’in evinde ve bahçesinde yaygın olarak kullanılıyor ve Majorelle Mavisi (koyu kobalt mavisinin özel tonu) olarak anılıyor.



Zaman içinde ek arazi satın alarak mülkünü neredeyse 10 dönüme kadar genişletiyor. Yaklaşık kırk yıl boyunca bahçede çalışmaya devam ediyor. Bu bahçe o kadar güzelleşiyor ki Fransız ressamın en iyi eseri olarak gösteriliyor. Bu arada Fas’daki ve Marakeş’teki gezilerinden resimleri için ilham alarak eserler veriyor. Eserlerinde birçok sokak sahnesi, çarşı ve kasbahın yanı sıra yerel halkın portreleri de yer alıyor.





Majorelle daha hayatta iken bahçenin işletilmesinin maliyetli olduğunu görüyor ve 1947’de bakım masraflarını karşılamak için giriş ücreti almak kaydıyla bahçeyi halkın ziyaretine açıyor. Yine de bu bahçenin finanse edilmesinde sorunlar yaşıyor ve zaman içinde arazi alarak büyüttüğü bahçeyi bu sefer parsel parsel satılığa çıkartmak zorunda kalıyor. 1950’lerde boşandıktan sonra da ömrünü verdiği Majorelle evini ve araziyi satmak zorunda kalıyor. 1962 yılında da hayata gözlerini yumuyor. Bundan sonra bahçe bir süre bakımsız hale geliyor.

Bahçe ve villanın kaderi, 1980’lerde moda tasarımcıları Yves Saint-Laurent ve Pierre Bergé çifti tarafından satın alınınca değişiyor. Bahçe restore edilerek kurtarılıyor. Yves Saint Laurent 2008’de öldükten sonra külleri çok sevdiği Majorelle Bahçesi’ne dağıltılıyor.


Mülk, 2010 yılından bu yana, kâr amacı gütmeyen bir Fransız kuruluşu olan Pierre Bergé – Yves Saint Laurent Vakfı‘na ait ve 2011 yılından bu yana da, işletmesi kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Jardin Majorelle Vakfı tarafından yönetilmekte. İşte biz bugün kendine göre bir öyküsü olan, kendisine sevgi ile bağlanan insanların meydana getirdiği ve koruduğu Majorelle Bahçelerini gezeceğiz.

İki buçuk dönümlük bir alanı kaplayan bahçe her gün halka açık ve önemli bir kaktüs ve heykel koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Girişten sonra önce bir bambu ağaçları bölümüne geliyorsunuz. Bambu ağaçları ormanlarını hep sevmişimdir. Burada da bu bölümü çok sevdim.

Bir yol boyunca devam ederek meşhur Majorelle Mavisi boyalı villaya ulaşıyorsunuz.Burada Yves Saint-Laurent adına bir müze var.



Bahçe benim gördüğüm en geniş kaktüs örneklerine sahip. Bu kadar farklı ve bol çeşitli kaktüsün varlığını bilmiyordum.



Burada bir saatten fazla zaman geçirdik. Vakit kısıtlı olmasa daha da geçirebilirdim.






Bir sonraki ziyaaret yerimiz, dün kapanma saatinden sonra gittiğimiz ve kapısından döndüğümüz Bahia Sarayı gezisi oldu. “Bahia“‘nın kelime anlamı, “Parlak, ihtişamlı” demek. Yani sarayın güzelliği, adına yansımış. Bir başka kaynağa göre sarayın adı, sadrazamın en sevdiği eşinin isminden geliyor.

Saray, tavandan tabana kadar uzanan karmaşık kakmacılık, alçı işçiliği ve zuak (boyalı ahşap) işçiliğinin göz kamaştırdığı bir yapı. Şüphesiz Marakeş’in en göz alıcı turistik mekanlarından bir tanesi



Fas’da sarayları ziyaret etmenin yasak olduğunu daha önce yazmıştım. Bahia Sarayı, 19. yüzyılın ortalarından sonlarına doğru inşa edilmiş bir saray. “Bu sarayı nasıl geziyoruz o zaman?” diye soruyorsanız, burası kralın sadrazamına ait olan ve artık kullanılmayan bir saray. Kralın Makhzen’ninden (kraliyet hükümeti) birisine, Saray Sadrazamı Si Musa’ya ait olan bir yerleşke. İlk olarak 1860’larda bu sadrazam tarafından inşa edilmeye başlanmış.

Saray, 1894 ile 1900 yılları arasında Sultan Moulay Abdülaziz’in sadrazamı olan oğlu Si Ba Ahmed bin Musa tarafından genişletilmiş. Bu sadrazamın gücü, çocuk yaştaki Alevi Sultanın naibi olarak ülkeyi yönetmesinden geliyor. Bu nedenle de zamanın Marakeş’indeki en görkemli sarayını yaptırmayı başarmış.



Burasının da ziyaretçisi çok bol ve çok uzun kuyruklar olabiliyor. Bir gün önce kapısından döndüğümüz saraya girişimiz bu sefer kolayca sağlandı.

Saraya bir ana kapıdan giriyorsunuz, sonra da karşınıza saray bahçesine giden bir avlu çıkıyor. Sarayın iç güzelliğinin, dış kısmının sadeliği ile hiç bir alakası yok. Saray bahçesinde çok sayıda meyve ağacı bulunuyor. Buradan yürüyüşle sarayın giriş kapısına varıyorsunuz. Saray zaman içerisinde ihtiyaca göre, parça parça ilavelerle genişletilmiş. Binanın sekiz hektarlık alanı ve çeşitli avlulara ve bahçelere açılan 150 odası varmış. Ziyaretin en heyecan verici kısmı Ba Ahmed’in resmi dört karısının ve 24 cariyesinin bulunduğu harem kısmı.




Sarayın bahçesi geçilince küçük avluya ve sonrasında küçük riada ulaşıyorsunuz. Avluya bakan çok sayıda oda göze çarpıyor. Tavanlardaki işlemeleri sakın kaçırmayın. Renkli çiçek desenleriyle boyanmış sedir ağacı tavanları ve ana kapıların oyulmuş ve boyanmış ahşap saçakları insanı mest ediyor. Ne büyük bir işçilik!



Tabanlarda ve alt duvarlarda ise mermer ve zellij fayanslar bulunuyor. Demek ki en iyi Faslı ve Endülüslü zanaatkarlar bu sarayda on dört yıl boyunca çalışınca ortaya böyle bir şaheser çıkıyor. Seramikler Tetouan’dan, mermerler Meknes’ten, boyalı ve aydınlatmalı tavanlarda kullanılan sedir ağacı ise Orta Atlas’tan getirilmiş.

Küçük Avludan sonra sarayın en etkileyici kısmı olan 1896-7 yıllarında yapılmış Büyük Avlu’ya geçiyorsunuz. Zemin İtalyan Carrara mermeriyle döşenmiş. Avlu, zarif ve renkli bir ahşap galeri ile çevrili. Bu avludan, Ba Ahmed’in harem cariyelerinin ikametgahı olduğuna inanılan yaklaşık 80 odaya erişim sağlanıyor.




Bu avludan sonra ise Büyük Riad denen ve hem Sadrazam Musa ve hem de oğlu Sadrazam Ba Ahmet’in mekanlarına ulaşıyorsunuz.

Ne yazık ki Bahia Sarayı’ndaki tüm odalar boş. 1900 yılında güçlü ve fiilen krallık yapan Sadrazam Si Ahmed ölünce, genç Fas Sultanı Abdülaziz (1878-1943) Fas’ta hükümdarlığa başlamış. İlk işi de Bahia Sarayı’nın yağmalanmasını emretmek olmuş. Sadrazamın eşleri ve sultan da dahil olmak üzere birçok kişi saraydaki tüm sanat eserlerini ve mobilyaları kendi saraylarını dekore etmek için almışlar.


Fas’ta Fransız himayesinin kurulmasından sonra, Fransız General Lyautey, 1912’den itibaren burayı kişisel ikamet yeri ve Fransız subaylarının ikametgahı haline getirmiş. Saraya elektrik, ısıtma ve şömineler kurdurmuş.

Ortam çok kalabalık. İstediğim gibi fotoğraf çekmek, mekanın güzelliğini karelere yansıtmak çok zor. Bazen bu kadar çok fotoğraf peşinde koşmanın, anı yaşamaktan , keyfini sürmekten alıkoyduğu duygusunu yaşıyorum. Ama gezi sonrası yazarken, tekrar tekrar fotoğraflara bakabilmenin de ayrı bir güzelliği var.


Saray gezimiz sonrasında La Place des Ferblantiers (Tenekeciler Meydanı) adlı bir meydana kadar yürüdük. Bunlar artık Marakeş’teki son zamanlarımız. Burası Marakeş’in eski Yahudi mahallesi olan Mellah’ın kenarında yer alıyor. Yıllar geçtikçe burada çekiç seslerinin duyulduğu atölyelerin sayısı biraz azalsa da, mücevher, geleneksel hançerler, tütsülükler, çay servis tepsileri, lambalar ve daha birçok ürünü satın alabileceğiniz birkaç atölye hâlâ var.



Bu meydanda çok sayıda kafe ve restoran da mevcut. Biz de bunlardan birisinde oturup son zamanlarımızı geçirdik. Place des Ferblantiers, Yahudi Mahallesi’ni ve Riad Zitoun Lakdim’i, Bahia Sarayı’nı, Badi Sarayı’nı, Saadi Mezarları’nı ve Kasbah’ı ziyaret etmek için çok iyi bir konumda. Gezi sonunda otobüse bineceğimiz buluşma noktasına doğru yola düştük.



Marakeş’te ve dolayısı ile Fas’da son gezi yerimiz, 12. yüzyılda Muvahhid hanedanı döneminde inşa edilen Kutubiye (Koutoubia) Camisi’ni uzaktan gören bir bahçe oldu.




Marakeş’te bizim bu gezide göremediğimiz ancak “mutlaka görmelisiniz” denen bazı yerlerin isimleri ise şunlar; Dar El Bacha (Paşa Evi), Ali Bin Yusuf Medresesi (Ben Youssef Madrasa), El Badi Sarayı, Murabıt Kubbesi.

Evet sevgili Sanal Gezgin arkadaşlarım. Böylece Fas gezi yazım tamamlanmış oldu. Geziniz dostlar! Gezmek ve gezinizi birileri ile paylaşmak güzeldir. Allah sağlık ve para versin. Biz nasılsa onları gezmek yolunda harcarız…
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
21.05.2025







































