• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.041 ziyaretçi
  • Kasım 2025
    P S Ç P C C P
     12
    3456789
    10111213141516
    17181920212223
    24252627282930

Bir Ülke, İki Zaman: Güney Kore / Seul-2. Gün

Bugünkü programımız Gyeongbok Sarayı’nın (Gyeongbokgung) Gwanghwamun Kapısı’ndan saraya girip, sarayın avlusundaki nöbet değişimini izlemek ile başlayacak. Seul’un trafiği gerçekten berbat. Otel ile hedef arasındaki 1,5 kilometrelik yol için bile, otobüsle neredeyse yarım saat seyahat etmek zorunda kaldık. Yürüsek 20 dakika tutuyormuş.

Törenin başlamasına daha yarım saat var ve henüz sarayın geniş avlusunda pek kalabalık yok. Bir daha gündüz gözü ile Gwanghwamun Meydanı‘nı, dolayısıyla ünlü Amiral Yi Sun-sin‘in ve Büyük Kral Sejong‘un heykellerini ziyaret etme şansını bulamayacağız korkusuyla tören başlamadan önce meydanı hızlıca gezmeyi gruba teklif ettim. Böyle de yaptık. Neredeyse koşar adım sarayın kapısından, heykellerin bulunduğu meydana doğru yöneldik.

Kral Sejong, Kore halkı tarafından sadece bir hükümdar değil, halkının eğitimini, refahını ve kimliğini düşünen aydın bir lider olarak hatırlanıyor. En çok, Kore alfabesi Hangıl’ı oluşturmasıyla tanınıyor. Kore alfabesinin oluşması Kore’yi Çin’in etkisi altından çıkartmaya ve ulusal kimliğine kavuşmasına neden olan önemli bir olay. O dönemde okuryazarlık yalnızca soylular arasında yaygın. Çünkü resmi yazı dili Çince (Hança) ve öğrenmesi de çok zor.

Sejong, halkın kolayca okuyup yazabilmesi için “herkesin bir günde öğrenebileceği kadar kolay” bir yazı sistemi geliştirilmesini emretmiş. Hangıl’ın icadı, Kore halkını kültürel olarak özgürleştirmiş ve eğitimde eşitliği sağlamış. Hanedanlığın 4. Kralı Sejong döneminde güneş saati, su saati, yağmur ölçer gibi aletler de keşfedilmiş. Yani bu kralın dönemi, Joseon Hanedanlığının altın çağı kabul ediliyor.

Amiral Yi Sun-sin’in heykeli de bu meydanda bulunuyor. Bu arada belki gereksiz bir bilgi ama Korece isimler yazılırken soyadı başa yazılıyormuş. Ben ilk gördüğümde yanlış yazılmış diye düşündüm ama meğerse Korece’de Soyadı başa yazılır ve büyük harfle başlarmış. Sonra ad yazılır ve o da büyük harfle başlarmış. Ada eklenen diğer isim ise küçük harfle başlarmış. Yani amiralin adının son kısmı olan “sin” küçük harfle yazılmalı. Kore halkı için cesaretin, sadakatin ve vatanseverliğin sembolü haline gelen bu heykel 1968 yılında dikilmiş. Japon işgallerine (1592–1598, İmjin Savaşı) karşı ülkesini kahramanca savunan Amiral Yi Sun-sin’in anısını yaşatmak için dikilmiş.

Daha sonra nöbet değişimi törenini izlemek için Gyeongbok Sarayı Gwanghuwamun Kapısına doğru yürüdük. Avluya girince bir de ne görelim? Alan tıklım tıklım ve fotoğraf çekilebilecek tüm güzel alanlar kapılmış. Buraya biraz daha erken gelmemiz lazımmış. Şimdiki aklım olsa otelden 1.5 km uzaktaki Gwanghuwamun Meydanına kadar yürüyerek gidip, meydanı gezip, 20 dakika öncesinden saray avlusunda, önlerde yerimi kapardım. Tören sonrası saraydan çıkıp, Bukchon Hanok Köyü’ne yürüyerek gitmemiz gerekiyor.

Şimdi gelelim saray avlusunda gerçekleştirilen ve Joseon döneminde olduğu gibi, günümüzde de hala sürdürülen tören hakkındaki izlenimlerime.

Saray Nöbet değişimi Seul’de bulunan 5 Joseon dönemi sarayından sadece Gyeongbok ve Deoksu Saraylarında yapılıyor. Bunlar idari saray olarak kabul edilmişler. Changdeok Sarayı daha çok kralların özel yaşam alanı ve bu nedenle burada nöbet değişim töreni gerçekleştirilmiyor.

En büyük Joseon sarayı olan Gyeongbok Sarayı’nda nöbet değişim töreni, Gwanghwamun Kapısı önünde yapılıyor. Pazartesi hariç her gün sabah 10:00 ve öğleden sonra 14:00 saatlerinde bu tören gerçekleşiyor.

Muhafızlar, geleneksel Joseon dönemi kıyafetleriyle (renkli zırhlar, şapkalar, mızraklar) yürüyüş yapıyorlar. Geleneksel müzik enstrümanları eşliğinde bayraklar taşınıyor. Kraliyet muhafız komutanının emriyle nöbet değişimi gerçekleşiyor. Tören yaklaşık 20 dakika sürüyor. Mistik tarafı da olan gösteriyi izlemek, Seul’de bir turistin yapması gereken aktivitelerden. Tören Sonrasında muhafızlarla fotoğraf çekilmesi aşaması geliyor. Aşağıda bu tören sırasında benim ve Ömer Sökmenoğlu arkadaşımın çektiği videolardan yapılmış bir kolajı paylaşıyorum.

Gezi grubumdan arkadaşlarım bu yazının çeşitli aşamalarına katkıda bulunuyorlar. Yani Ümit Kuru’nun dostları, hep beraber bu geziyi yazıyorlar…

Grubumuzdan sevgili Ayşegül Başoğlu’nun bu törende çektiği fotoğrafları da aşağıda sizlerle paylaşıyorum.

Tören sonrası, restore edilmiş geleneksel Kore evlerini görebileceğimiz Bukchon Hanok Köyü‘nü ziyaret ettik. Bukchon Hanok Köyü, Seul’ün merkezinde yer alan ve geleneksel Kore mimarisi olan “hanok” evlerinin korunduğu tarihi bir mahalledir.

İsminin kaynağı, Gyeongbok Sarayının kuzeyinde yer alması (buk = kuzey demek).  Bu köy hem yerli halk ve hem de turistler için zamanın durduğu, geleneksel Kore kültürünün yaşadığı ve hissedildiği çok özel bir yer. Bu köyü veya saraydaki töreni izlerken ziyaretçilerin yaptığı bir aktiviteden daha bahsetmem lazım.

Buralar gezilirken turistlerin bir kısmı geleneksel Kore giysileri olan Hanbokları giyiyorlar. Bu kıyafetleri kiralayan dükkanlar var. Ortalama 20-25 dolar civarında kiralama parası ödemeniz halinde bu giysilerle ortamda gezebiliyorsunuz. Günlük programımız yoğun olunca bu aktiviteye gezimizin bugünü hiç girmedik.

Bukchon Mahallesinin geçmişi, Joseon Hanedanlığı dönemine (14.–15. yüzyıl) dayanıyor. Bukchon, Gyeongbok ve Changdeok sarayları arasında yer aldığı için, geçmişte soylular, devlet yetkilileri ve kraliyet ailesine yakın kişiler buralarda yaşamışlar.

Evler, doğayla uyumlu, avlulu, ahşap, kiremit çatılı geleneksel hanok stilinde inşa edilmiş.

Modernleşmeyle birlikte birçok hanok yıkılmış olsa da, Bukchon’daki evler koruma altına alınmış ve restore edilmiş. 900’den fazla korunmuş hanok evi varmış. Mahalleyi gezmeye başlarken, önce yokuş yukarıya doğru çıkılıyor. İkonik fotoğraf çekme noktası da mahallenin en tepe noktası. Buradan aşağıya doğru çekilen fotoğraflar çok güzel oluyor ama insan kalabalığından sokağı boş yakalamanız pek mümkün değil.


Hanok evleri ahşap, taş, kağıt (hanji), toprak gibi doğal malzemelerle yapılmış. Evlerde geleneksel yerden ısıtma sistemi (Ondol) var.

Evler mahremiyet ve doğayla uyumu sağlayacak şekilde avlulu ve duvarlı yapılılar.

Mahalle sakinleri, mahallelerine turistlerin bu kadar yoğun ilgi göstermelerinden şikayetçiler. Çoğu zaman ev sahipleri fotoğraf çekilmesinden hoşlanmadıklarını belli edebiliyorlar.

Bukchon Hanok Köyü gezimiz sonrasında günün diğer gezisini Insadong Caddesine yaptık. Seul’deki Insadong Caddesi, Güney Kore’nin en ünlü kültürel ve turistik noktalarından birisi. Joseon Hanedanı döneminde (1392–1897) burası resmi sanatçılar ve kaligrafikerlerin bölgesi olarak biliniyormuş. Bugün hala bu dükkanlardan oldukça fazla bulunuyor.

Japon sömürge döneminde birçok antika ve sanat eseri burada toplanmış. Cadde 2000’li yıllarda kültürel koruma altına alınarak restore edilmiş.

Insadong Caddesi Kaligrafi dükkanları, seramik ve porselen atölyeleri, Kore maskeleri, kağıt işleri (Hanji), geleneksel kıyafetler (Hanbok), antika satan galerilerle dolu. Biz bu caddede yemek yiyecek bir mekana girdik ve öğle yemeği işini orada hallettik.

Kore gezimde, nedense, bir tek bu caddeyi gezmek bana vakit kaybı geldi. Belki de Insadong’da doğru yerde ya da doğru zamanda değildik. Bu aktivite sonrasında N Seul Tower‘a gitmek üzere yola çıktık.

Namsan Tower olarak da bilinen ve Namsan Dağı, Jung-gu bölgesinde kurulu N Seul Kulesinin yüksekliği 236 metreyi buluyor. Namsan Dağı’nın, zirvesiyle birlikte deniz seviyesinden yüksekliğini de hesaba katarsak, kule yerden 480 metre yükseklikte bulunuyor diyebiliriz. Kulenin inşasına 1969’da başlanmış. Tamamlanması 1971 ve halka açılışı ise 1980 yılında olmuş. Mülkiyeti ve işletmesi özel bir Kore firmasında. Genelde sabah 10:00 – akşam 23:00 arası açıktır.

Kule işlevi dışında, aynı zamanda turistik, kültürel ve romantik bir cazibe merkezi. Özellikle gece aydınlatmalarıyla, Seul siluetinin ikonik bir parçası. Seul’ün panoramik manzarasını izlemek için de en popüler yer. 360 derece manzara sunan gözlem katları sayesinde, Seul’ün tüm yönlerini kuşbakışı olarak görebiliyorsunuz.

Kuleye teleferikle çıkmanızı ama mutlaka yürüyerek inmenizi tavsiye ederim.İnişi yeşillikler içinde ve her bölümde farklı Seul manzarası eşliğinde oluyor. Teleferik ile tepeye, yani kuleye çıkış yaklaşık 10 dakika kadar sürüyor. Teleferik yavaş yavaş yükselirken, altınızda küçülen Seul’un değişik manzaralarına hayran olacaksınız.

Teleferikten indikten sonra karşınıza kule, zamanında şehrin güvenlik durumunu dumanla etrafa duyurma amaçlı olarak kullanılan işaret bacaları (aşağıda fotoda gözüken tuğladan bacalar) ve “Aşk Kilitleri (Locks of Love)” denen platform çıkacak.

Binlerce kilidin bulunduğu teras aynı zamanda kulenin en çok selfie çekilen bölümüymüş. Gruptan arkadaşlardan “kale kilitlerini” oraya asanlar oldu.

Aşk kilidi takılmış bir çok yer gördüm ama bu kadar çok kilidin bir arada bulunduğu yeri ilk defa görüyorum. Bu alanda son fotoğrafları aldıktan sonra grup ikiye ayrıldı. Bir grubun başında ben olduğum halde, merdivenleri kullanarak aşağıya indik. Kalan diğer grup ise yine teleferikle aşağıya indiler.

Eğer yürüme ile ilgili bir sıkıntınız yoksa mutlaka yürüyerek aşağıya inmenizi tavsiye ederim. Çok sayıda ama yormayan merdiven ile aşağıya iniş, bizim gibi fotoğraf için çok durmayla bile, 30-45 dakika sürüyor. Aşağılara indikçe manzara değişiyor. Doğru yerlere seyir terasları yapmışlar. Aslında buralar, eski Seul’un sur duvarlarının bulunduğu yerler

Bir not daha ekleyerek konuyu kapatayım; İnişinizi tamamlayıp, merdivenleri bitirince karşınıza bir arkeolojik alan çıkacak. Burası Seul’un en eski şehir surlarının bulunduğu kazı alanı. Burayı da kısacık gezmeniz de sakınca yok. Teleferiğe bindiğiniz noktaya dönmek için ise ana yola indikten sonra sağa dönüp, aşağıya doğru biraz yürümeniz gerekiyor.

Gün batımı ve gece saatleri, kule manzarasını izlemek için en ideal zamanlar diye yazılıyor. Kule ışıklandırmasında sürdürülebilir enerji ve çevre dostu aydınlatma teknolojileri kullanmışlar. Gece yanan LED sistemi, hava kirliliği uyarılarını da gösterecek şekilde programlanmış ve rengi duruma göre değişiyor.

Bir sonraki gezi durağımız olan Jogyesa Tapınağı‘nın anlatımına geçmeden önce N Seul Kule gezimizle ilgili hazırladığım kısa videoyu izlemenizi öneririm. Size planlayacağınız gezinizde yardımcı olacaktır.

Kore gezimizde çok tapınak gezdik sayılır. Gezimizin Jeju Adası bölümüne kadar neredeyse her gün bir ya da bugün olduğu gibi bazen iki tapınak gezmişizdir. Hepsinin ayrı bir özelliği ve kendilerince güzellikleri vardı. Ama gezimizin 2. günü Seul’de gezdiğimiz Jogyesa Tapınağı, gezdiğimiz tapınaklar içinde en çok sevdiklerimizden oldu.

Bir de tapınak bahçesinde piknik yapan çocukların etkinliklerine denk geldik ki bu da olaya, bizim açımızdan, ayrı bir hava kattı.

Bu tapınak, Kore Budizminin Jogye Tarikatı‘nın ana tapınağı olarak kabul ediliyor. Jogye Tarikatı, Kore’deki Zen (Seon) Budizmi geleneğinin ana temsilcisi ve hem tarihi, hem de günümüzdeki konumu açısından Kore Budizminin en önemli kolu kabul ediliyor.

Çin’den gelen bu öğreti 7-8. yüzyıllarda Kore’de yayılmaya başlamış. 9. yüzyılda Zen Budizmi Kore’de iyice yerleşmiş. Bu gelenek içinde, Kore turumuzda bazılarını gezeceğimiz, “Nine Mountain Seon Schools (Dokuz Dağ Seon Okulu)” ortaya çıkmış. Tarihte, Goryeo ve Joseon dönemlerinde, Budizm devlet tarafından zaman zaman baskı altına alınmış.

20. yüzyılda, Japon sömürgesi sırasında Kore Budizmi büyük zarar gördü. Tarikatlar bastırıldı, tapınaklar dönüştürüldü. 1945’te Japon yönetiminin sona ermesiyle birlikte Jogye Tarikatı, geleneksel Kore Seon Budizmini yeniden canlandırmak amacıyla kuruldu. Yani Jogye Tarikatının tarihi kökleri çok eski olsa da, 1930’larda Japon sömürge döneminden kurtulduktan sonra yeniden organize olmuş. Güney Kore’de Budizm inancının en görünür yüzü bu tarikattır ve yaklaşık 10 milyon takipçisi olduğu tahmin ediliyor (Güney Kore nüfusunun yaklaşık %20’si).

Tarikatın felsefik temeli, zihinsel aydınlanma için temel uygulama olan meditasyon yapılmasıdır. Tarikat içinde Mahayana Sutraları (özdeyişleri) okunur ve tapınaklarda halka açık ayinler, atalara saygı seremonileri yapılır.

Seul’de bulunan ve bizim bugün gezeceğimiz Jogyesa Tapınağı tarikatın merkez tapınağı ve sembolik kalbidir.

Tapınak, bizim gezdiğimiz gün, çocuklar için mi bu kadar şirin hale büründürülmüştü? Yoksa hep mi böyledir? Bilemiyorum! Süslenmiş şirin Buda heykelleri, çiçeklerle kaplanmış yunus ve ördek maketleri ortamın ciddiyetini biraz bozuyor. Yere yaydıkları örtülerde oturup kumanya tarzı yemeklerini bakıcıları eşliğinde yiyen anaokulu çağında onlarca çocuk da ortama başka bir şirinlik veriyor.

Ana tapınak binasının ahşap işlerine bayıldım. Pencerelerdeki ahşap oymalar tam bir sanat eseriydi.

Bugünün en önemli gezi yerlerinden birisi de Jongmyo Tapınağı olacak. Türkçe’ye tapınak diye çeviriyoruz ama aslında burası bir mabed. Tam İngilizce adı da “Jongmyo Shrine”. Burası UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki önemli yerlerden. Kore’de ikinci günümüzde, ikinci UNESCO eserini ziyaret ediyoruz.

Jongmyo, günümüze kadar korunmuş en eski ve en otantik Konfüçyüs kraliyet mabedidir. Joseon Hanedanlığı’nın (1392-1910) atalarına adanmış olan mabet, 16. yüzyıldan beri mevcut haliyle varlığını sürdürmekte ve eski kraliyet ailesinin üyelerinin öğretilerini içeren tabletlere ev sahipliği yapmaktadır.

14. yüzyıldan beri Konfüçyüsçü bir geleneğe dayanan müzik, şarkı ve dansı bir araya getiren ritüel törenler (Jerye veya Jeryeak), burada hâlâ gerçekleştiriliyor. Jongmyo Tapınağı, Joseon Hanedanı döneminde ölen kralların ve kraliçelerin ruhlarının onurlandırılması ve anılması için yapılmış.

Jongmyo Mabedi rehberle gezmek zorunlu. Mekana, Kore’de çok önem verdikleri ve saygı duyulan bir yer olduğu, bize rehberlik eden bayan rehberin her halinden belliydi. Tapınağa giden yol üç bölümlü. Ortadaki yol yalnızca ruhlar için ve buradan kimsenin yürümesine izin verilmiyor. Diğer iki yol ise kral ve katılımcılar için.

Jongmyo Tapınağı’nın mimari özelliği sade ve simetrik olması ki bu da Konfüçyüsçü sadelik ve saygı anlayışını yansıtıyor. Ortamda çok ruhani bir atmosfer var. Çok sessiz ve huzurlu bir yer.

Jeongjeon (Ana Tapınak Binası) en önemli yapı. 19 bölmeden oluşuyor ve her biri bir kral ve kraliçesine adanmış. Uzunluğunun 100 metreyi aşması ile dünyada cephesi en uzun Konfüçyüsçü tapınak binası burası diye söyleniyor.

Yeongnyeongjeon (Ruhların Dinlendiği Yer), ana binaya ek olarak yapılan ikinci mabed yapısı. Yine burada da kral ve kraliçelerin ruh tabletleri bulunuyor.

Joseon krallarına adanmış yıllık atalara saygı töreni, Jongmyo Jerye, her yıl mayıs ayının ilk pazar günü bu tapınakta düzenleniyor. 600 yıldan uzun süredir kesintisiz yapılan ritüellerden birisi. UNESCO, bu töreni Somut Olmayan Kültürel Miras olarak da tanımıştır. Yukarıdaki bağlantıda bu törenin bir internetten bulduğum bir videosu var.

Daha sonra Dongdaemun Tasarım Plazaya (DDP) gitmek üzere otobüse doluştuk. Dongdaemun bölgesinin merkezinde yer alan DDP, tasarımla ilgili gösteriler, konferanslar, sergiler ve diğer etkinlik ve toplantılar için önemli bir mekan olarak hizmet veriyor.

Eskiden bu alanda bir stadyum bulunuyormuş. 1925 tarihli bu stadyum, 1988 yılında artık terk edilmiş. Bu alana ikonik ve modern tasarımlı bir bina yapılması fikrinden hareketle 2007 yılında stadyum yıkılmış. Binanın açılışı 2014 yılında yapılmış. Ancak bu stadyuma ait iki adet projektör binanın arkasında hala duruyor

Dünyaca ünlü mimar Zaha Hadid tarafından tasarlanan DDP, dünyanın en büyük alışılmadık mimari yapılarından. DDP beş salondan oluşuyor: Sanat salonu, müze, tasarım laboratuvarı, tasarım pazarı ve Dongdaemun Tarih ve Kültür Parkı.

Akşam yemeğimizi Ashley Queens adlı bir yerde, açık büfe olarak aldık. Çok güzel suşileri vardı. Tavsiye edebileceğim bir yer. Daha sonra da Myeongdong Caddesinden yürüyüşle otelimize döndük. Yazarken bile yoruldum. Bugün amma çok gezmişiz!

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

7.11.2025

Yorum bırakın

Yorum bırakın