
IŞIK OYUNLARI ALTINDA CAPE SPARTEL GEZİSİ
Rabat gezisi sonrasında 3 saat yol yaparak Tangier’e (Tanca) vardık. Tanca, Atlas Okyanusu ile Akdeniz‘in birbirlerine kavuşma noktasında, Cebelitarık Boğazı‘nın güney tarafında olan bir Fas kenti. Bizim programa göre Herkül Mağaraları ve Spartel Burnu (Cape Spartel) gezileri sonrası Tanca’da otel konaklamamız olacak. Ertesi gün de Chefchaouen‘e (Şafşavan) doğru yollara düşeceğiz.

Rabat’dan ayrılmamız gecikince, Tanca’ya varışımızın gecikeceği de belli oldu. Dahası günün son önemli olayı Spartel Burnu’dan güneşi batırmak olunca, bir tercih yapılmak zorunda kalınıldı ve programda olan Herkül Mağaraları programdan çıkartıldı. Tura çıkmadan bu destinasyonu incelemiş, sadece “Ters ışık altında çekebileceğim fotoğraf (Mağara ağızından denize doğru bakınca Afrika kıtası haritasını andırır bir görüntü veriyor) güzel olabilir” diye düşünmüştüm. Ama zaman darlığı ve gün batımında Cape Spartel’de olma gerekliliği olunca, Herkül Mağaralarını atlamayı o zaman da dert etmemiştim. Yazıyı hazırlarken aşağıdaki videoyu bulup izleyince bu önemsiz kısmın programdan çıkartılmasına üzülmedim.
Bunun yerine Tanca’da tarihi Amerikan Büyükelçiliği, Tanca Kasbah‘ı ziyaretlerini tercih edebilirsiniz. Çokça vakti olanlar ve doğa severler Cape Spartel’in 8,5 km kadar doğusunda olan, Ion Perdicaris‘in villasının da bulunduğu Perdicaris Parkını gezebilirler.

BİR ZAMANLARIN CASUSLAR KENTİ TANCA
Tanca’ya bilinen ilk yerleşimler Fenikeliler döneminin koloni yerleşimleri sırasında olmuş. Sonrasında Romalılar, Vizigotlar, Bizans, Araplar ve diğerleri bu stratejik bölgede hüküm sürmüşler. Erken dönem yerleşimleri, Berberi kabilelerinin kendi arasındaki ve krallıklar arası etkileşimlerin hikayeleri ilginç. Bu bölümü sonra anlatmam gerekti.
Tanca için Avrupalılar da birbirleri ile didişip durmuşlar. 17 yüzyılda Alevi Hanedanlığı İngilizlerin elinden Tanca’yı geri almış. Amerika Birleşik Devletleri’ni dünyada ilk tanıyan Fas Kralı olmuş. Amerika’nın ilk büyükelçiliği de 1821’de Tanca’da açılmış. Tanca, o kadar paylaşılamayan bir bölge olmuş ki, 1921 yılında Uluslararası Serbest Bölge ilan edilmiş. Bu dönemde Tanca, Fransa, İspanya, İngiltere, İtalya, Belçika, Hollanda, Portekiz ve daha sonra ABD gibi birçok ülkenin ortak denetimine girmiş. Fas’ın bağımsızlığı sonrasında ise nihayet ait olduğu yere, Fas Krallığına teslim edilmiş.

Deniz trafiği, Avrupa-Afrika geçişleri açısından çok önemli Jeopolitik konumu ve Uluslararası Serbest Bölge Statüsü gibi faktörler, Tanca’yı 1923–1956 yılları arasındaki II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemlerinde her devletten casusların cirit attığı bir kent haline getirmiş.

Tanca’nın bir başka önemi Mağrip bilgini, kaşifi ve seyyah İbn i Battuta‘nın doğum yeri olması. Battuta 22 yaşında çıktığı seyahatlerini 29 yılda tamamlamış ve toplamda 120000 km yol yapmış. Bu anlamda Battuta, dünya tarihinin bilinen diğer önemli gezginleri olan Marco Polo ve Zheng He’ye kilometre bazında ciddi fark atmış.

Tanca’ya girince doğrudan Cape Spartel‘e doğru yöneldik. Öğle sonrası saatlerinde hava bize bir kıyak çekti. Otobüsle yol alırken yağmur kesildi ve bulutlar dağıldı. Herkül Mağaraları’na gidemedik ama gün batımında Spartel Burnu’ndan güzel manzara fotoğrafları çekeceğimizi umuyoruz. Afrika kıtasının kuzeydeki en uç noktalarından bir tanesi (en uç noktası Tunus’da) olan ve deniz seviyesinden 300 metre yükseklerdeki Cape Spartel’e, tepeye kadar tırmanan, geliş-gidiş tek şerit bir yolla çıkılıyor. Herkül Mağaraları da, Spartel Burnu’nun deniz seviyesinde bulunuyor.

“Tepede gün batımına kadar epey bir vaktimiz var” diye düşünsekse de, tepeye kadar olan yoğun trafik nedeni ile az daha akşam karanlığına yakalanacaktık. Pazar günü olması nedeni ile sadece biz turistler değil ama Tanca’lı yerel halkta adeta tepeye akın etmiş. Güneş batımının neredeyse son zamanlarını yakaladık diyebilirim.


Spartel Burnu’nun 360 metre yüksekliğindeki tepesinin adı Jebel Quebir. Fas Sultanı IV. Muhammed tarafından bu tepeye 1864 yılında bir deniz feneri inşa ettirilmiş. Gün batımında renk değişimleri ile fenerin çok güzel fotoğraflarını alabildik.

Konaklamamız Tanca’da oldu. Sabah erken kalkıp Tanca Kornişindeki otelin önünde kısa bir yürüyüş yaptık. Tanca, Kazablanka gibi yüksek ve modern binalarla dolu.



MAVİ ŞEHİRE DOĞRU
Rif Sıradağları’nı takip ederek 110 km ötede, bir sonraki gezi durağımız olan ve “Mavi Şehir” olarak da bilinen, Chefchaouen vardık. Bu şehrin ismini yazmak ve okumaK biraz karışık gelecektir. Bana geldi doğrusu. Şehir isminin söylenmesi Şafşavan, Şeşaven, Şefşaun ve yerlilerin dediği gibi kısaca Şaven şeklinde olabiliyor. Ben Şafşavan’ı sevdim ve onu kullanacağım.

Bu arada Şafşavan’a gidiş yolunun güzelliğinden bahsetmesem olmayacak. Yol boyu Rif Dağları manzarasının güzelliği, dağların yeşil örtü ile kaplı olması hepimizi çok şaşırtıyor. Böyle bir yeşil ortamından, çöl ortamına geçecek olmak ilginç geliyor. Yağmur bugün de peşimizi bırakmadı. Ama o bile zaman zaman, bu güzel ortama gökkuşakları ile katkıda bulunuyor.

PORTEKİZ SALDIRILARI İLE ORTAYA ÇIKAN ŞEHİR
Başlangıçta Şafşavan, 15. yüzyılda Fas’ın Kuzeybatı Bölgelerine saldırılar düzenleyen Portekiz askerlerinden korunmak amacıyla dağlar arasına küçük bir kasbah olarak inşa edilmiş.


Şehir 1471’de kurulmuş ve o zamanlar şimdiki Şafşavan Kasbahı’nın yerinde küçük bir kaleden ibaretmiş. Kale, bölgeyi Portekizli istilacıların olası saldırılarından korumak için inşa edilmiş. Portekiz o dönemlerde Fas’ın kuzey şehirlerine ve kasabalarına saldırılar düzenliyormuş. Şafşavan, İber Yarımadasından kaçan Müslümanlar, Yahudiler ve bölgede yaşayan kabileler için sığınma ihtiyacından kurulmuş. Zamanla Şafşavan büyümüş ve gelişmiş.

ENDÜLÜS’ÜN SONU, BİR ŞEHRİN DOĞUŞU
İspanyolcada “Yeniden fetih” anlamına gelen “Reconquista” İber Yarımadasındaki Hristiyanların, yarımadadaki Müslümanların varlıklarını, yani Endülüsü, ortadan kaldırma amaçları ve çabalarına verilen isimdir. 1492’de en son Gırnata (Granada) Sultanlığı’nın yenilmesi ile İber Yarımadasında müslüman göçü başlamış. Önce Müslümanlar (Müdeccenler) ve Yahudilerin sonra da Moriskoların Kuzey Afrika’ya göçü, 1492 yılından 1614 yılına kadar sürmüş. Bu yıllar içinde gelenlerden bir kısım göçmen Şafşavan’a yerleşdikçe şehir de büyümüş.

Şafşavan benim Fas gezisinde en çok etkilendiğim yer oldu. Otobüsümüzü park ettiğimiz yerden Şafşavan Medinasına girdiğimiz kapıya ulaşana kadar bile 47000 kişilik bu küçük şehirden ve insanlarından etkilendim. Medina içi mavi evler ve her yerin temizliği ise beni büyüledi.

Şafşavan sokaklarında gezerken, bir zamanların Endülüsü’nü geziyoruz hissine kapılıyorsunuz. Sanki bu şehirde eski dönemlerden bir oyun oynanıyor, şehrin kendisi bir dekor. Bu dekor üstünde oynan oyunda her insanın, her canlının, bolca gördüğümüz kedilerin bile kendilerine verilmiş birer rolleri var. Sizi kimse umursamıyor, onlar kendi rollerine odaklanmışlar.



Şehrin 1471’deki kurucusu olan Moulay Ali Bin Raşid (Yukarıda fotoğrafı olan ve medinaya doğru yürürken önünden geçtiğimiz türbede yatıyor) bu şehri müdeccenlere ve moriskolara açmakla ne iyi etmiş. Yerlerinden göç edenlerde, göç ettikleri yerlerden bir parçalarını getirmişler.

Chefchaouen evlerinin mavi renge boyalı duvarları meşhur. Duvarların neden maviye boyandığına dair popüler bir teori, mavinin akrep ve sivrisinekleri uzak tuttuğudur. Mavinin gökyüzünü ve cenneti sembolize ettiği ve manevi bir hayat sürmeyi hatırlattığı da söylenir.


ZAMAN TÜNELİNE, CHEFCHAOUEN MEDİNASINA GİRİŞ
Şafşavan Medinasına girdiğimiz ana kapının ismi Bab el Ain. Bab El Ain ismi “Göz kapısı” anlamına geliyormuş. Bunun sebebi kapının, muhafızların Medine’yi gözetlemesine imkan veren iki katlı bir yapı olmasıymış. 15. yüzyıldan kalma bej kumtaşından bir kapı. Mullay Bin Rashid döneminde inşa edilmiş.


Dar sokakların iki tarafına dizilmiş mavi evlerin arasından geçerek ilk durağınız olarak Hauta Meydanına (Plaza el Hauta) geliyorsunuz. “Küçük Meydan” olarak da bilinen bu meydanda ortada dört tarafı kör kemerli ve süslü bir çeşme bulunuyor.





ŞAFŞAVAN MEDİNASI’NDA ÖTEKİLERİN MAHALLESİ; MELLAH EL JEDİD
Medina’da gideceğiniz bir diğer yer Yahudi Mahallesi (Mellah el-Jedid) olmalı. Mellah terimi, Fas şehir ve kasabalarında Yahudiler için belirlenmiş ayrı fiziksel alanları temsil ediyor. Başlangıçta kelime, Yahudilerin 15. yüzyılda zorla yaşamaya zorlandığı Fez şehrindeki bir bölgeyi tanımlamak için kullanılıyordu. Ancak daha sonra ve daha da geniş anlamda Yahudilerin yaşadığı, onları Müslümanlardan ayıran mekansal bir sınırla çevrili resmi ve resmi olmayan alanlar için kullanılmaya başlandı. Yüzyıllar boyunca “mellah” kelimesinin anlamı daha da genişledi ve yalnızca alanları değil, sakinlerini ve topluluklarını da tanımlamak için kullanılır oldu.



Fas’ın genelinden biraz farklı olarak Şafşavan’da yerel Yahudilerin çoğu, 18. yüzyılda sultanın emrine kadar medinanın sınırları dışında ikamet ediyordu. Yahudilerin şehir surları içindeki mellaha geç taşınması nedeniyle bu alan Mellah el-Jedid veya “yeni mellah” olarak biliniyor. 1631’de başlayan Alevi yönetimi altında Yahudiler, Fas’ta 250’den fazla farklı yerleşim yerinde yaşıyordu. İslam dünyasındaki herhangi bir ülkedeki en büyük Yahudi yoğunluğunu Fas’ta oluşturuyorlardı. Geçtiğimiz yüzyılda Fas’taki Yahudilerin çoğu Avrupa ve İsrail’e göç etmiş olsa da, bazıları hala orada kalıyor.




Chefchauen’in tam ortasında Place Outa el Hammam yani Ana Meydan yer alıyor. Chefchauen Medinası’nın dar sokaklarına kıyasla nispeten geniş ve meydanda bir sürü açık hava restorantı var.



Bu meydanda aynı zamanda Kasbah ve Ulu Cami‘yi de göreceksiniz. Ulu Cami, Chefchaouen’in en eski camisi. Cami minaresinin sekizgen gövdesi ve Ali ibn Abdullah Errifi (Sultan Moulay İsmail döneminde Tanca valisi ) tarafından inşa edilen minarelerin tarzına genel benzerliği nedenleri ile caminin17. yüzyılın sonlarına ait olduğuna inanılmakta.

Meydanda bulunan Chefchaouen Kasbah’ı, yüzyıllar boyunca birkaç kez restore edilmiş Fas’taki önemli bir tarihi anıt. Tarihi boyunca valilerin ikametgahı, askeri cephanelik ve hapishane olarak kullanılmış. Günümüzde Kasbah, etnoloji müzesine, bir iç bahçeye, çeşmelere ve avlulara ev sahipliği yapıyor. Kasbah’ın tepesinden görülen manzaranın da muhteşem olduğu ve Chefchaouen Şehrinin ve çevredeki dağların panoramik bir görüntüsünü sunduğu söyleniyor. Ama biz içeride vakit kaybetmektense, mavi renkli şehrin sokaklarını gezmeyi tercih ettik.



Bu meydanda şehiri gezmek, yemek yemek ve alışveriş için serbest zamanımız oldu. Biz de ara sokaklara dağılıp bol bol fotoğraf aldık.
“BOYNUZA BAK”: CHEFCHAOUEN
Bu güzel mavi şehirde aklımız kaldı. Şehir Rif Sıradağlarının iki tepesi yamacına kurulduğundan ve uzaktan bakınca bu tepelerin boynuzu andırması nedeni ile, anlamı “Boynuza bak” olan Chefchaouen kelimesi şehire isim olarak uygun görülmüş. Şehire karşı tepeden bakan bir yerden çektiğim fotoğraf, bu ismin şehir için doğru bir seçim olduğunun kanıtı değil mi?

Fas’ta gezdiğimiz bugün, aslında Volubilis Antik Kenti gezimiz de oldu. Volubilis’i yazarken çok zorlandım. Konu dallandıkça dallandı ve uzadı. Volubilis özelinde Fas tarihinin önemli bir kısmını, Fas topraklarındaki Berberi Kabileleri, Kartaca ve Roma İmparatorlukları etkileşimlerini, bu topraklar ve insanları üzerine olan yansımalarını irdelemeden Volubilis’i anlatmak eksik kalacak. Bu nedenle Volubilis Antik Kentini ayrı bir bölümde anlatmaya karar verdim.
Yani o zamana kadar Gezekalın…
Dr Ümit Kuru
03.05.2025







