
Kazablanka’da sabah ki Hasan II Camisi gezimiz sonrasında Fas’ın siyasi başkenti Rabat‘a doğru yollara düştük. Fas’ın Atlas Okyanusu sahillerini takip edip, yaklaşık 90 km (1.5 saat) yol yaparak Rabat şehrini gezeceğiz. Kendiniz Fas gezisi yapıyorsanız Kazablanka-Rabat arasını hızlı trenle de kat etme şansınız var. O da yaklaşık 1 saat 15 dakika sürüyor. Rabat’ta bir de havalimanı var. İstanbul’dan Rabat’a belirli günlerde Air Arabia ile uçuşlar mevcut.

Fas’ın kuzeybatı kıyısında Bou Regreg Nehri‘nin denize döküldüğü yerde bulunan Rabat’ın kentsel nüfusu 550000 ve çevre belediyelerle birlikte nüfusu 1.900.000 (2022 yılı) civarında. Şehrin içinden geçen Bou Regreg Nehri şehri ikiye bölüyor; Nehrin sağ kıyısında banliyö kasabası olarak hizmet veren Salé ve sol kıyısında Rabat kısmı. İkisi birlikte bir Metropol oluşturuyorlar.

Nisan ayı Fas’ta kurak mevsim olarak kabul ediliyor. Uzun süredir, sulu-kurak mevsim demeden yağmur yağmayan Rabat’a, kardeş şehri İstanbul’dan bereketi sanki biz götürdük! Rabat’ta bulunduğumuz gün ile birlikte, takip eden 2 günde Fas’ta ciddi yağmura yakalandık. Bu da gezimizi kötü etkileyen bir başka faktördü. Havalimanında başlayan bagaj gecikmeleri, Rabat ve sonrasında yağmura yakalanmalar ve iki defa otobüs bozulması gezi grubumuz içinde, “Aramızda abdestsiz birileri var” yorumlarına yol açtı. Kimdi? ya da kimlerdi? Yakalayamadık tabii ki 🙂

Fas’ın tarihinde 4 tane imparatorluk başkenti olmuş; Fez, Marakeş, Meknes ve Rabat. Rabat’ın Salé kısmı Fenikeliler döneminden beri yerleşim almış. Sonrasında Roma, Vizigot, Bizans yerleşimleri var. Salé yerleşim yeri 5. yüzyılda terk edilmeye başlanmış ve Müslüman Araplar 7. yüzyılda bölgeye geldiklerinde çoğunlukla harabe halinde bir yerleşim yeri bulmuşlar. 10. yüzyılda Kurtuba Emevileri veya bölgedeki Berberi müttefikleri, güneyden gelecek diğer Berberi kabilelerine karşı savunma için bu bölgede bir ribat kurmuşlar. Bu ribat büyük ihtimalle şu anki Oudayas Kasbah’ın (Udayas veya Oudaias Kasbah) bulunduğu yerdeymiş. Rabat ismi de etimolojik olarak Arapça “ribat” kelimesinden geliyor. “Ribat” kelime olarak “İslami bir üs veya tahkimat” anlamındaymış.

Muvahhid Hanedanı Halifeleri (özellikle Yakup El Mansur) burada eskiden bulunan ribat üzerine şehri daha da genişletmek ve yeni bir müstahkem imparatorluk başkenti inşa etmek için büyük bir projeye girişmişler. Bu proje, kalıntıları arasında Hasan Kulesi‘nin de bulunduğu devasa bir cami inşası ve şehrin batı duvarındaki önemli bir kapı olan Bab er-Rouah ve günümüzde Bab Oudaya (veya Bab al-Kabir) olarak adlandırılan Kasbah kapısı gibi yeni görkemli yapıların inşasını da içeriyormuş.


Ancak Yakup El Mansur’un ölümünün ardından cami ve diğer eserler tamamlanamadan yarım kalmış. Kasbah’ın kendisi terk edilmiş, başkent de Marakeş olarak kalmış. Merinid Hanedanlığı döneminde Salé kasabası daha önemli hale gelmiş.

17. yüzyılda Portekiz Kralı, ülkelerinde yaşayan Moriskoları (1500’lerde Endülüs tamamen yok edildikten sonra İber Yarımadası‘nda kalmış ve Hristiyan olmaya zorlanmış Müslüman ve Yahudi topluluğuna verilen ad) sınır dışı etmiş. Moriskolar da Rabat ve Salé’yi yurt edinmişler. Burası “Berberi Korsanları” (Salé Rovers) için bir sığınak haline gelmiş. Hatta bir dönem bu korsanlar Salé Cumhuriyeti adı ile bir yönetim bile kurmuşlar. Alevi Hanedanlığı döneminde ise burası korsan yuvası olma özelliğinden kurtulmuş.


Fransızlar 1912’de Fas üzerinde bir himaye kurduğunda, Rabat idari merkez olmuş. Fas 1955’te bağımsızlığını kazandığında ise Rabat başkent kabul edilmiş. Rabat’ın tarih içindeki gelişimi ve değişimi de bu şekilde olmuş.

Rabat’a varınca ilk olarak Udayas Kasbah gezimizi gerçekleştirdik. Udayas Kasbah, Rabat’taki diğer yerlerle birlikte UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak listelenmiş. Kasbah, adını Udayas Kabilesinden alıyor. Arap kökenli Udayas kabilesi, Fez kentinden bir dönem kalıcı olarak kovulmuş. Bu kabile insanları, daha önce ıssız olan Rabat’taki kasbah’a yerleşmişler. Bu kabile yerleşiminin ardından, 19. yüzyılda kasbah bu isim ile ilişkilendirilmeye başlanmış.

Kasbah’da bulunan anıtların üst (kuzey) kısmı daha çok Muvahhid Hanedanlarından Yakup El Mansur dönemine (12. yüzyıl), alt kısmı ise Alevi Hanedanları dönemine (18. yüzyıl) aitler. Biz geziye yukarıdan, Kasbah’ın Büyük Kapısından (Bab Oudaya veya Bab al-Kabir (“Büyük Kapı”)) başladık.

Fas’da antik şehir surlarında, kasbahlarda anıtsal ve törensel kapılar bulunuyor. Rabat’ta da Bab Oudaya, Bab er-Rouah gibi törensel kapılar var. Bab Oudaya büyük ölçüde törensel nitelikte kullanılan bir kapı olarak kabul ediliyor. Rabat şehir surlarındaki süslü batı kapısı olan ve aynı zamanlarda inşa edilen Bab er-Rouah‘ın aksine, gerçek savunma kuleleriyle çevrili değil. Kapının her iki tarafında at nalı kemer giriş mevcut. At nalı kemerlere, Mağribi kemeri veya anahtar deliği kemeri de deniyor.

Kapı kemeri üstünde, Fas mimarisinde yaygın olarak görülen ve darj wa ktaf (birbirine geçmiş geometrik şekillerden oluşan kavisli bir bant desen) denen desenler ve Kuran ayetlerinden bazı alıntılar yazılmış. Palmiye ağacının yelpaze biçimindeki yapraklarını andıran çiçekler ve kabuklu tarak desenler köşelere serpiştirilmiş. Muvahhid veya Fas mimarisinde çok nadir görülen bir motif olan yılan balıklarını temsil eden motifler de kapı süslemelerinde mevcut. Bu kapı Fas mimarisinin en güzel örneklerinden birisi kabul ediliyor.

Udayas Kasbah’da irili ufaklı çok sayıda kapı var. Her biri de bir şekilde ince ince işlenmiş. Ancak bu kapı gerçekten insanda farklı duygular yaratıyor. Gezimizin yerel rehberi ve yıllardır Fas’da yaşayan birisi olarak sevgili Handan Atamer Engin‘in bu kapı hakkında daha önce yazdığı bir makaleyi çok beğendim. Bazı bölümlerini sizlerle de paylaşayım;
“İlk bakışta sadece bir kapı değil bu; bir çağın taşlara kazınmış iradesi gibi. 12. yüzyılda, kudretli Almohad Sultanı Yacoub al-Mansour tarafından inşa ettirilen bu devasa giriş, Rabat’ın tarihi Oudaya Kasbahı’nın bekçisi. Kollarını sonsuz bir zarafetle açmış gibi duran Bab Oudaya, ziyaretçilerini sadece bir sur içine değil, adeta tarihin derinliklerine davet ediyor. Kapıya yaklaşırken önce sessiz bir heybet çarpıyor insana. Krem renkli taşları zamanla yumuşamış; yılların, rüzgârın, yağmurun sabrıyla adeta dokunulmaz bir güzellik kazanmış. Üzerindeki geometrik motifler, yıldız desenleri ve zarif Kufik yazılar, gözleri her detayda bir başka hikâyeye çekerken, kapının çevresini saran büyük kemerler sanki geçmişten bugüne açılan zaman koridorları gibi. Bu kapının önünde durup başını kaldırdığında bir şeyi daha anlıyorsun: Burası yalnızca Rabat’ın değil, Fas’ın hafızasına da açılan bir eşik. Sanatın ve kudretin nasıl zarif bir uyumla bir araya gelebileceğinin sessiz bir ispatı gibi Bab Oudaïa. Ne bir kelime eksik, ne bir taş fazla. Ve anlıyorsun ki: Bazı kapılar sadece bir yerden bir yere değil, bir çağdan bir ruha açılır.”
Kapıdan geçtikten sonra kasbahın dar sokaklarında ilerliyorsunuz. Kimi zaman, daha sonra göreceğimiz Chefchaouen (Şafşaven) Medinası sokaklarındaki evler gibi mavi, kimi zaman da Fez şehrinin evleri gibi beyaz renkte boyanmış evler arasından geçiyorsunuz. Camiler yine sanki bir köşeye saklanmışlar, kapıda “Müslüman olmayanların girişi yasaktır” yazısını görmezseniz, kafayı kaldırıp kare minareyi fark etmezseniz caminin varlığından haberiniz olmayacak.

Evler ve dar sokaklar arasından geçerek bir terasa geliyorsunuz. Bu terastan bakınca, zamanında savunma toplarının mazgallarında bulunduğu surları, Bou Regreg Nehrinin Atlas Okyanusu’na kavuşmasını, karşı sahilde Salé yerleşim yerini görüyorsunuz.

UDAYAS KASBAH DA TERASTAN GÖRÜNÜM RABAT/ FAS GEZİSİ



Teras gezimiz sonrası, artık satıcıların dükkanlarına dönüşmüş evler arasından geçerek, Café des Oudayas (Café Maure) diye bilinen bir kafede mola verdik.Burada manzaraya karşı bir kahve veya nane çayı içmenizi tavsiye ederim. Nane çayını isterseniz şekerli, isterseniz şekersiz içebilirsiniz.




Buradaki son hedefimiz kasbah içindeki Endülüs Bahçesi oldu. İsmi bizi daha eski zamanlara götürse de, Udayas Kasbah’ın içinde yer alan bu bahçeler, 20. yüzyılın başlarında, 1915-1918 yılları arasında Fransız himayesi döneminde inşa edilmiş.

17. yüzyıldan kalma Endülüs Bahçesi 8.400 metre uzunluğunda. Ancak bu alandaki en eski kalıntılar 12. yüzyıla yani Muvahhidlere tarihleniyor.



Bugünkü yeşil alan, eski sultan bahçelerinin yerinde bulunuyormuş. Begonvil ve narenciye ağaçları gibi çeşitli ağaç ve bitkilere ev sahipliği yapan bir bahçe gezmek size huzur verecektir.

Bahçelerin içinde bir de Oudayas Sarayı Müzesi‘ni bulacaksınız. Ülkenin en eski halka açık müze alanlarından birisiymiş. Kalıcı koleksiyonunda ülkenin çeşitli gelenekleriyle ilgili müzik aletleri, Rabat’ta yapılmış oryantal halılar ve yüzyıllar boyunca Fas toplumunun çeşitli ritüellerini anlatan kostümler bulunuyormuş. Biz gezmedik ama varlığından bilginiz olsun. Vaktiniz varsa müze gezmek iyidir.

Kasbah gezimiz ardından, Rabat Kornişi‘ne doğru yürüyüşe geçtik. Udayas’ın çapraz paralelinde Rabat Medinası mevcut. Burasını da, daha iyi örneklerini göreceğimiz için ziyaret etmedik. Medina hevesimizi Fez ve Şafşaven (Chefchauen) şehirlerine saklıyoruz.

Rabat Kornişi, Bou Regreg Nehri kıyısında blunuyor. Nehirde kanocuları, ağ atmış balıkçıları, karşı kıyıya yolcu taşıyan tekneleri göreceksiniz. Yağmur da biraz ara verince keyfimiz yerine geldi, biz de ortamın keyfini çıkardık.



Kıyı boyundaki restoranlardan bir tanesini seçtik ve deniz ürünlerinden oluşan menümüzü sipariş ettik. Fas ekmekleri çok lezzetliler. O yuvarlak ekmeklere doyamadık. İki kişilik deniz ürünü menüsü ve salata, 3 kişiye çok bile geldi. İçecekler dahil menü için yaklaşık 20 EUR karşılığı Dirhem ödedik.


Yemek sonrasında hedefimiz Hasan Kulesi ve V. Muhammed Türbesi ziyaretlerini gerçekleştirmek.

Rabat’ın başlıca turistik mekanlarından biri olarak kabul edilen V. Muhammed Türbesi, şu anki Fas Kralı VI. Muhammed’in babası olan II. Hasan ve büyükbabası olan V. Muhammed‘in mezarlarına ev sahipliği yapıyor.

Türbe, Fas bağımsızlığının babası V. Muhammed’in anısına, oğlu II. Hasan’ın emriyle inşa edilmiş. Proje, Vietnamlı bir mimar tarafından tasarlanmış ve 400 Faslı zanaatkarın yardımıyla gerçekleştirilmiş. Yapımı tam 10 yıl sürmüş ve 1971 yılında tamamlanmış.

UNESCO Dünya Mirası Alanı ilan edilen büyük beyaz mermer türbe, desenli fayanslar ve oymalı sıva ile dekore edilmiş. Beyaz mermerden inşa edilen türbe 3,5 metrelik bir platform üzerinde duruyor. V. Muhammed Türbesi’nin dışı, bazı bölgelerde İtalyan Carrara mermeri ile döşenmiş.

Kraliyet lahitlerinin bulunduğu odanın üzerindeki bir galeriden Fas’ın iki kralının mezarlarını görebiliyorsunuz. Beyaz Pakistan oniksinden oyulmuş V. Muhammed’in lahdi, merkezi kısımda ve çok sayıda Fas bayrağıyla çevrili. Büyük sedir ağacından yapılmış türbe tavanı altın varakla süslenmiş.

Ortadaki lahitin iki tarafında halefi II. Hasan ve diğer oğlu Moulay Abdullah’ın tabutları var. Türbenin içindeki duvarlar, renkli fayanslar ve zellij döşeme mozaikler ve Kur’an hat sanatına dayanan geometrik şekillerle dekore edilmiş.

Kraliyet Muhafızları siteyi sürekli olarak koruyorlar. Bir imamın günde 24 saat Kur’an’dan ayetler okuduğunu göreceğimiz yazıyorsa da, biz orada iken bu olaya şahit olmadık. İnanıyorum ki yapılıyordur mutlaka.


V. Muhammed Türbesi aslında içinde V. Muhammed Camii ve Fas’taki mevcut hanedanlık olan Alevilerin tarihine adanmış bir müze de dahil olmak üzere bir binalar topluluğundan oluşuyor.

Hasan Kulesi (Faslılar onu Güzel Kule olarak da adlandırıyorlar) Rabat’ın en önemli simgelerinden bir tanesi. 12. yüzyılda Yakup el-Mansur, yukarıda bahsettiğim proje dahilinde yaptırılmasını emretmiş. Bugün 45 metre yüksekliğinde olan kule bitirilebilseydi 80 metreleri bulacaktı. Binanın başlangıçta Irak’taki Samarra Camisinden sonra dünyanın en büyük ikinci camisi olması planlanıyordu. Ancak Yakup el Mansur eserinin tamamlanmasını göremeden öldü. 1755’teki Lizbon depremi, yarım yapılanlar inşa edilen her şeyi yıktı. Yakup el-Mansur’un 1195’teki hayali olan eserden günümüze sadece anıtsal Hasan Kulesi ve planlanan caminin mimari sütun yapısı kaldı.

Bazı tarihçiler Yakup el Mansur’un Rabat’ı yeni imparatorluk başkenti yapmayı amaçladığının en önemli işareti olarak bu kuleyi kanıt gösteriyor. Çünkü kulenin parçası olduğu muazzam büyüklükteki caminin, o dönemdeki seyrek Rabat nüfusuyla orantısız olduğu kabul ediliyor. Tamamlanabilseydi Kordoba’daki Ulu Cami’den daha büyük olacakmış. Bazıları ise bunun Batı’daki İslam krallığının eski başkenti olan görkemli Kordoba Camisine rakip olmak amacıyla yapıldığını söylüyor.



Hasan Kulesi, Marakeş’teki Koutoubia ve Sevilla’daki Giralda ile aynı mimari stile sahip. Bunun nedeni üçünün de aynı mimarın, Ahmed İbn Baso‘nun eseri olmasıdır. Hasan Kulesi, üç kardeş kulenin üçüncüsüdür. Kule için İspanya’nın Sevilla kentindeki Sevilla Katedrali’nin çan kulesi “Giralda’nın İkiz Kardeşi” tanımlaması yapıldığını da okudum. Giralda’nın kule fotoğrafı da gerçekten mimari olarak Hasan Kulesi’ne benziyor. Giralda’nın kulesinin üçte ikisi, Berberi mimarlarca yapılmış. Yani bu tanımlama bence çok güzel uymuş. Ama Hasan Kulesi tamamlanamadığı için bence “Giralda’nın Şanssız İkiz Kardeşi” tanımlaması daha çok yakışıyor.

Hasan Kulesi, Kral V. Muhammed’in 1955’te Fas’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra ilk cuma namazını kıldığı simgesel yer olarak da tarihte yerini almış.
Rabatta ziyaret edilecek diğer yerler Dar al-Makhzen (Kralın Sarayı) ve Chellah Nekropolü olabilir. Kral Sarayı sadece dışarıdan fotoğraflansa iyi olurdu ve yeterdi. Zaten içeriye giriş de yasak. Ama Chellah Nekropolü’nü ziyareti yapmayı arzu ederdim. Tüm bunlar için de gecelemeyi Rabat’ta yapmanız ve sabah erkenden geziye çıkmanız gerekecektir.

Rabat gezimiz sonrasında Herkül Mağaraları ve Cape Spartel ziyaretleri ile geceleme yapacağımız Tanca’ya (Tangier) doğru yola çıktık.
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
29.04.2025






























































































