
Resmi adıyla Azerbaycan Cumhuriyeti Batı Asya ile Doğu Avrupa’nın kesişim noktası olan Kafkasya’da yer alıyor. Azerbaycan yaklaşık 87000 km2‘lik bir yüzölçüme ve 10 milyon civarında nüfusa sahip. Para birimi AZN harfleri ile gösterilen Manat (bu yazı yazıldığında bir Manat, 16 TL’ye ve 0,6 USD’ye eşitti). Ülkenin okuma yazma oranı müthiş;%99,8. Daha da güzeli hem kadın ve hem de erkek okuma yazma oranı %98’lerin üstünde.

Azerbaycan adının kaynağı Farsça. Farsçada “azer-azar” ateş, “payegan-baycan” muhafız/koruyucu, “azerpayegan” “ateşin koruyucusu” anlamına geliyor. Ülkenin taşından toprağından petrol ve doğal gaz fışkırırsa adında bir yere “ateş” sözcüğünü sokmak doğal olsa gerek. Bir dönem bu toprakların inancı Zerdüştlük olmuş. Ateşin koruyucuları unvanı o zamanlardan gelse gerek.

Kafkasya genel olarak Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki bölge ve Kafkas Sıradağları bölgeyi Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya (Transkafkasya) olarak ikiye bölüyor. Kuzey Kafkasya tümüyle Rusya Federasyonunun hakimiyetinde iken Güney Kafkasya’da üç ülke yer alıyor; Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan. Tarihsel olarak Azeri halkı Kafkasya ve İran platosu arasındaki geniş arazide yaşayan bir Türk halkı olarak kabul ediliyor. Ruslarla İranlılar arasında yapılan savaşlarda İran tarafı savaşları kaybedince Rusların İran’dan toprak talepleri olmuş. 1813’te Gülistan Antlaşması ve 1828’de Türkmençay Antlaşması ile Aras Nehri‘nin kuzeyindeki Azeri toprakları Rus İmparatorluğunun egemenliği altına girmiş, güneyi ise İran’da kalmış. Bu da Azeri halkı ikiye bölmüş. İran’ın Azerbaycan ile ilgili gelişmelerden huzursuzluğunun nedeni bu tarihsel ayrılık. Sonuçta coğrafya toplumların kaderi lafı azıcık doğru kabul edilebilir. Belki bir de eklemem olabilir; Coğrafya toplumların kederlerinin, savaşların da kaynağı olabilir.

Azerbaycan’ın beş ülke ile sınırı var. En uzun sınırı can düşmanı Ermenistan’la. Azerbaycan’la Türkiye’nin de sınırı var. Bu sınır Azerbaycan’a bağlı özerk bir cumhuriyet olan Nahçıvan ile sağlanıyor. Nahçıvan-Türkiye sınırı sadece 17 km. Ancak bu 17 km’lik küçücük sınır vasıtasıyla Bakü’ye kadar yeni demiryolu ve karayolu yapılması projeleri var. Türkiye ile Türk Dünyasının diğer ülkelerini birleştirecek olan Zengezur Koridoru hattı umarım bir gün gerçekleşir.

Dağlık Karabağ bölgesi ise uluslararası hukuka göre Azerbaycan’a bağlı. Bölge Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin yönetiminde iken iki halk arasında sorun çıkmasına izin verilmemiş. Ancak “Glasnost” sonrası bölge ve çevresinde 1988 yılında ilk çatışmalar başlamış. Sonradan ayrılıkçı Ermenilerce çatışmaların boyutu arttırılmış ve sadece Dağlık Karabağ değil ama civarı da işgale uğramış. Uluslararası hukuka göre Azerbaycan sınırları içinde kabul edilen toprakların %16’yı bulan kısmı Ermeni ayrılıkçıların eline geçmiş. 1991 yılında ayrılıkçı Ermeni yönetim Azerbaycan’dan ayrıldığını ilan etmiş. 1994’de yürürlüğe giren ateşkes anlaşması çatışmaları durdursa da, tartışmaları tabii ki durduramamış. Yakın zamana kadar bölge, hukuken Azerbaycan’a ait olsa da, fiilen Ermeni ayrılıkçılarca yönetilmiş. 2020’de Azerbaycan ordusu ikinci Dağlık Karabağ Savaşı ile bölgenin çoğunu geri almayı başardı ve Ermeni ayrılıkçılar ve Ermenistan yenilgiyi ve işgal ettikleri bölgeleri geri vermeyi kabul etti. Ama bölge halen barut fıçısı durumunda. Bölge için, İran dahil, bazı ülkeler sorun çıkartmaya hazırlar. Geçmişinde, karşılıklı olarak masum insanların acı çektiği bu coğrafya artık huzur bulsun isterim. Haritaya bakınca bazı şeyler o kadar zorlama ile yapılmış ve yapılıyor ki, inanılır gibi değil. Bölgede bulunan her ülke karşılıklı beraberce ve kardeşlik içinde yaşama isteği ile kazanacaktır. Umarım her şey barış içinde devam eder.

Transkafkasya Bölgesinin her zaman sorunlu olmasının dahili ve harici nedenleri var. Dahili nedenler dediğimizde ağırlıklı olarak bölgenin çok parçalı ve iç içe geçmiş demografik yapısından kaynaklanan üç devlet arasındaki toprak sorunlarını anlamalısınız. Harici nedenler olarak ise bölgenin her alanda sahip olduğu potansiyel önem ile küresel ve bölgesel güçler için cazibe merkezi olması, buna karşılık Rusya’nın hayati çıkarları bakımından bölgeyi kontrol etme zorunluluğunu duymasını anlayabilirsiniz. 1917’lerde Lenin‘in “Bakü petrolü olmazsa, Rusya yaşayamaz” lafı daha o zamanlardan belirlenen Rus doktrinini ortaya koyuyor. Yani açık ya da kapalı olarak tepede çarpışan küresel güçler nedeni ile bölgede bulunan ülkeler acı çekiyorlar. Evrensel sebeplerle, evrensel aktörler işin içindeler.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus İmparatorluğunun 1917 Ekim Devrimi sonucu yıkılması ardından Transkafkas yöneticiler ne yapacaklarını bilememişler. Yeni Rus yönetimine de bağlı kalmak istememişler. Bunun yerine 1 ay gibi kısa süreliğine de olsa, bugünkü Azerbaycan Cumhuriyeti, Ermenistan ve Gürcistan’dan oluşan Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyetini kurmuşlar. Ama bu kısacık birliktelikte bile bölge yönetimleri arasında yaşanan toprak sorunları ve tartışmaları, yeni Bolşevik yönetimin bölgeyi, özellikle de Bakü’yü, elden çıkartmak istememesi ve yerel Bolşeviklerle birlikte hareket ederek masum Azerilere yönelik katliamlar (Mart Soykırımı) bu birlikteliğin devam edemeyeceğinin göstergesi olmuş. Almanlar Gürcüleri kollamış, İngilizler Ermenileri, Osmanlı da doğal olarak Azerileri. Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti’nden ilk ayrılan Gürcistan olmuş.


Mayıs 1918 yılında ise Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olarak sahneye çıkmış. Azerbaycan gezinizde şehirlerin sokak ve cadde tabelalarında çokça ismine rastlayacağınız Mehmed Emin Resulzade bağımsız Azerbaycan Meclisinin ilk başkanı olmuş. Bu meclis tarihteki ilk Müslüman parlamenter cumhuriyet olma özelliğini taşıyor. 23 ay gibi kısa bağımsız yaşamlarında bu meclis kadınlara erkeklerle eşit siyasal haklar veren ilk Müslüman ülke meclisi de olmuş. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, 28 Nisan 1920’de Rus Komünist (Bolşevik) askeri müdahalesi ve işgali ile bağımsızlığını kaybetmiş, Azerbaycan’da Komünist (Bolşevik) hükumeti kurulmuş. Hükumetin başına da Neriman Nerimanov geçirilmiş.

Azerbaycan’da Neriman Nerimanov adını gezdiğim Azerbaycan şehirlerinde, parklarda daha sık olarak gördüm. Neriman Nerimanov’a göre; “Azerbaycan özgür olmalı, komünist ideolojisiyle yönetilmeli, Türkiye ve Rusya’yla sıkı ilişkilerde bulunmalıdır.” Neriman Nerimanov’un önemli katkılarından birisi Azerbaycan’ın Anadolu Kurtuluş savaşına maddi destek sağlanmasındaki rolü, bir diğeri ise Rusya’nın Milli Mücadele döneminde Türkiye’ye desteğini sağlaması ve Moskova Anlaşmasının imzalanmasına yardımcı olmasıdır.
Genelde gezi yazılarımın ülke tarihi kısmı kısa olur. Ama bu bölge ve Azerbaycan tarihi o kadar ilginç ve karmaşık ilişkilere sahne olmuş ki sağlıklı bir özet yapabilmek, neden-sonuç ilişkisini kurabilmek gerçekten çok zor. Bir örnek vermek gerekirse 1918-1920 yılları arasında Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti ve Türkiye arasındaki ilişkileri verebiliriz. Bu dönemde yıkılmış Rus Çarlık monarşisi ve yönetim boşluğu karşısında Kafkasya’da varlığını yeniden sağlamaya çalışan Osmanlı devleti var. Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa ordusuyla Bakü’ye gitmiş ve zor durumdaki Azeri halkı kurtarmış. Sonra Mondros Mütarekesi yapılmak zorunda kalınmış ve Osmanlı ordusundan Bakü ve Azerbaycan’ı terk etmesi istenmiş. Bu arada ortaya çıkan boşluğu İngilizler doldurmuşlar. Azerbaycan yönetimi Osmanlı ile geleneksel ilişkiler içindeler. Bir yandan da Anadolu’da emperyalist güçlere ve Osmanlı’ya karşı savaş veren Mustafa Kemal ve arkadaşları, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti meclisi ile ilişki kurmaya çalışıyor ve yardım istiyor. Azerbaycan Meclisinde o dönem en fazla üyeye Müsavat Partisi sahip. İktidarda olan bu parti, Azerbaycan’ın ulusal çıkarlarını, kurtuluş savaşını vermekte olan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının çıkarları ile uyumlu görmüyor. Yardım isteklerine ise kayıtsızlar ya da en azından beklenen dozda yardım olmuyor. Kendilerini bolşeviklerden koruyacağını düşündükleri İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri ile işbirliği içindeler. Gürcistan’la bir Konfederasyon kurmak ve Bolşevikleşmeyi önleme hayalleri var.

Türkiye’ye her bakımdan destek olan ve Milli Mücadeleyi kuvvetle savunan parti Bakü’deki Sol Sosyalistler yani Bolşevikler. Genç Azerbaycan yönetiminin emperyalist güçlerin elinde oyuncak olmuş Osmanlı Padişahı ile mi yoksa Kurtuluş savaşını veren Mustafa Kemal ve arkadaşları ile mi ilişki kurmaları gerekiyordu? Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetini alaşağı edip ileri de Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adını alacak devleti kuracak olan Bolşevik yönetimin, Anadolu kurtuluş savaşı sırasında Mustafa Kemal ve arkadaşlarına ciddi maddi yardımda bulunması ilginç. O zaman ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Kızıl Ordunun Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti topraklarına girmesini desteklemesi de işin bir başka boyutu. Geçmiş tarihi bugünden eleştirmek hakkımız da değil, haddimiz de.

O dönem Azeri Bolşevik Yönetim arabuluculuğu sayesinde Rusya ve Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında kurulan iyi ilişkiler sonucu 1921 Moskova Anlaşması imzalanabilmiştir. Bu ve devamı niteliğindeki anlaşmalarla 100 yılı geçmiş şekilde Türkiye, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ile sınırlar hala aynıdır. Nahçıvan’ın iç işlerinde özerk, ancak Azerbaycan toprakları içinde kabul edilmesi de o dönemin Rusya’sı ile Türkiye’nin iyi ilişkilerinin bir sonucudur. Tabii bu arada Rusya’da var olan ve emperyalizme karşı savaş veren Türkiye Büyük Millet Meclisinin savaş sonrası Sovyet Birliğine katılabilme olasılığına dair beklentisini de unutmayalım.

Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı sonlandırıldıktan sonra Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan bu sefer zorla ve ikinci kez aynı çatı altında bir araya getirilmişler. Bu birlikteliğin adı Transkafkasya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti olarak konmuş ve onlar da Rusya ile birlikte Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adı altında toplanmışlar. Bu üç anlaşamaz devletin zoraki birlikteliği 1936’ya kadar devam edebilmiş. Sonra üç Transkafkasya ülkesi ayrı ayrı Sovyetler Birliği’ne katılmışlar.

Doğu Avrupa (Rusya, Beyaz Rusya, Ukrayna, Moldova), Baltık (Estonya, Letonya, Litvanya,), Kafkasya (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) ve Orta Asya ülkelerinden (Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan) 15 tanesi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğini oluşturarak 1991 yılına kadar bir arada kalabildiler Azerbaycan, bağımsızlığını 30 Ağustos 1991’de ilan etti. Bundan sonrası, özellikle tek adam yönetimine giden süreç ayrıca incelenmeli diyerek modern Azerbaycan tarihinin kalanını sonraya bırakalım. Bu faslı bir ilginç gözlemimle kapatayım; Azerbaycan’da caddelerde ve parklarda çok devlet adamı ismi ve heykeli gördüm. Ama Azerbaycan ikinci Cumhurbaşkanı Ebülfez Elçibey adını ve heykelini hiç göremedim. Bu bana çok ilginç geldi. İsme denk gelemedim herhalde.

Bakü’de sınır geçişleri kolay oluyor. Havaalanı ile şehir merkezi arası bayağı mesafe var. Biz Türkiye’den araç ayarlayıp, otelimize kadar transfer olmuştuk. Bu iş için 20 Manat verdik. Kiraladığımız aracı ertesi gün otelden teslim aldık. Altı gün kiraladığımız Kia Rio için sigortası, vergisi, otele bırakması ve otelden alması dahil 383 Manat ödeme yaptık
Azerbaycan konaklama için alternatifi çok olan bir ülke. Bakü’de her keseye ve her amaca uygun konaklama yeri bulabilirsiniz. Biz Bakü’de tarihi İçerişehir’de Sunday Hotel’de konakladık. Burada oteller mecburen biraz eski olmak zorunda. Ancak gece ve sabah erken saatlerde İçerişehir gezisi yapma avantajınız oluyor. Burada en önemli sorun aracınızla İçerişehir’de park etmeniz. İçerişehir’e araçla giriş ücretli ve giriş saatinize göre sabah ödediğiniz park ücreti fazla olabiliyor. Biz aracımızı Anayasa Mahkemesi dışındaki ücretli park yerine bırakıp İçerişehir’deki otelimize yürüyerek gittik. Gece boyu park ücreti olarak sabit 5 Manat ödedik. Bakü dışında İsmayıllı-Şeki yolu üzerinde Castle Resort Spa Hotel ve Şeki’de Macara Sheki City Hotel’de konaklama yaptık. Bu iki otelde çok iyi tercihlerdi ve kahvaltıları çok güzeldi. Yemek içmek kısmını yol boyunca ve şehirlerde gezerken anlatacağım.

Biz Mayıs ayında Azerbaycan’daydık. Yeşilin güzel zamanıydı ama kırsalda yükseklerde soğuk vardı. Gezilen yerlerin bazılarında fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Özellikle kırsal alanlarda sokaklarda yürümek çok zevkli. Şii inancına sahipler. Camilerinin içlerine de dışlarına da bayıldım. Bir diğer dikkatimi çeken konu ise özellikle Bakü sokaklarında neredeyse hiç göçmen görmemem oldu. Azeri halk içinde Türkiye’ye gelmiş olanlar çok. Çalışma veya okumak için Türkiye’ye gelmiş Azerilerle kendinizi daha çok “tek millet” olarak hissediyorsunuz.
Şimdilik bu kadarla bitirelim. Yeri geldikçe eksikleri tamamlarız. Bakü gezi notları ile devam edeceğiz.
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
23.08.223

