• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.144 ziyaretçi
  • Ağustos 2023
    P S Ç P C C P
     123456
    78910111213
    14151617181920
    21222324252627
    28293031  

Odlar Diyarı Azerbaycan: Quba-Qusar Gezileri

Azerbaycan tarihi ile ilgili yazıları okurken karşınıza Albanya (Albania) diye eski bir krallık ismi çıkacaktır. Albanya “dağlık toprak” anlamına geliyor. Bizim bildiğimiz Arnavutluk ile hiç alakası olmayan ve MÖ 3. ve 4. yüzyıllarda kurulmuş olan bu krallık, bugünkü Azerbaycan ile Dağıstan’ın güneyini kapsayan topraklarda hüküm sürmüş. Albanya 705 yılında Araplar tarafından yıkılmış. İşte biz bugün eski Albanya kaynaklarında bile bahsi geçen ve Bakü’den 170 km kuzeyde bulunan Quba (Kuba) şehrine gezi yapacağız. Quba’yı gezip Qeçreş ve Qusar gezileri yaparak tekrar Bakü’ye geri döneceğiz. Bu bölge bizim Karadeniz coğrafyasını çok andırıyor dediler. Bakalım! Göreceğiz.

Quba’ya kadar giden otoyol boyunca manzarayı doğrusu hiç de sevimli bulmadım. Hazar Denizi kıyılarında bolca bulunan petrol kuyuları ve çorak topraklar dışında pek bir şey yoktu. Yol üzerinde Bakü’den yaklaşık 100 km ötede Beşparmak Kayasını görmek dışında ilginç bir şeye rastlamadık. Öğle öncesi Quba’ya vardık.

Quba’da ilk ziyaret yerimiz Cuma Camisi oldu. Ulu Cami olarak da bilinen Cuma Cami biz oradayken tadilat geçiriyordu. Cami 19. yüzyılda inşa edilmiş ve yapımında kırmızı tuğla kullanılmış. 1933 yılında caminin minaresi ve ekleri ortadan kaldırılmış. Caminin yıkılmasından korkan Quba halkı camiyi bir dönem değirmene çevirmiş. Depo olarak kullanmış.

Azerbaycan kırsalındaki camilerin kendine özgün bir mimarisi mevcut. Bu cami diğerlerine göre daha büyük ve sekizgen bir formu var. Caminin içini de gezdim. Heybetli bir kubbesi var. Kalem işleri yenilenmiş. Minare yakın tarihte eklenmiş.

Quba içindeki diğer gezebileceğiniz yerlerden birisi de Sakine Hanım Camisi. Sakina Hanım Camisi, Azerbaycanlı şair, yazar, bilim adamı, düşünür ve çevirmen Abbasgulu Ağa Bakıhanov’un anısını yaşatmak amacıyla eşi Sakina Hanım Bakıhanov tarafından yaptırılmış. Bakıhanov, Azerbaycan’ın ilk tarihçisi kabul ediliyor.

Sovyet işgali ve özellikle 1928 sonrasında bu cami de hasar görmüş Bakü’den uzaklaştıkça Azerbaycan camilerinin mimarisi çok değişiyor. Çünkü medrese ve caminin çevresindeki diğer yardımcı yapılar o dönemde yıkılmış. Azerbaycan’da 1917’de 3.000’e yakın cami varken, bu rakam 1927’de 1700’e, 1933’te ise 17’ye düşmüş.

Cami binası ilk yıllarda depo, daha sonraları ise dikişhane olarak kullanılmış. 1990’dan sonra ise yeniden özgün işlevine dönüşü sağlanmış. Doğrusu biz gezimizde Azerbaycan’da camilerin dolu, avluya taşan cemaat haline de rastladık diyemeyiz..

Quba’da ziyaret ettiğimiz bir diğer cami de Hacı Cafer Cami oldu. 1905 yılında Quba şehrinin merkezinde inşa edilen cami şehrin en büyük camisiymiş. İnşa ettiren kişi olarak Hacı Cafer’in adı verilmiş.

Caminin en önemli yerlerinden birisi çivi kullanılmadan yapılan ve günümüze kadar korunmuş olan antik oymalı ahşap kapısı.

Caminin minaresi kubbenin üstünde yer alıyor. Minareye çıkmak için sağ tarafta merdivenleri kullanıyorlar.

Quba’da tarihi bir hamam var. Çukur Hamam (Gümbetli Hamam-Kubbeli Hamam) 18-19. yüzyıllardan kalma bir hamam. Biz ancak dışarıdan görebildik. 1985 yılına kadar da hamam olarak kullanılmış. Hatta Fransız yazar Alexandre Dumas Kafkasya gezisi sırasında bu hamamda yıkanmış.

Halen işlevini yitirmiş ve kullanılmıyor. Bence Azerbaycan’da tarihi eserlerle ilgili daha alınması gereken çok yol var. Özellikle Bakü dışında çok daha fazla tarihi eser görmeyi ve ziyaret etmeyi bekliyordum.

Quba, Azerbaycan’da küçük bir şehir. Toplam nüfusu 38000 civarında. Bu şehrin bir diğer önemli özelliği halı dokumacılığı ile meşhur olması. Gerçi biz Quba’dayken gezmemiz tavsiye edilen halı dokuma merkezinde bile in cin top oynuyordu. Belki yerini tam bulamadık diyeceğim ama kocaman da tabelası vardı. Quba halılarının asıl karakteristik özelliklerinden birisi bordürlerinin geniş olmasıymış. Öyle ki Bordürler bazen halının büyük bölümünü kaplıyabiliyorlarmış.

Quba merkezinde gezimizi tamamladıktan sonra merkezdeki parka oturduk ve kendimize çay söyledik. Çaylar semaver ile geliyor. Parkta biraz yorgunluk attıktan sonra Quba sokaklarını yürüyerek gezdik. Quba’da çok güzel evler var. Tuğla evlerin mimarı tarzı bize çok değişik ve estetik geldi.

Quba’da bir yeri daha mutlaka ziyaret etmelisiniz. 3.600 kişilik bir nüfusa sahip olan Kızıl Kasaba (ya da Krasnaya Sloboda) İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri dışında dünyanın tek Yahudi kasabası olarak biliniyor.

Azerbaycan, yüzlerce yıl önce İran’dan Kafkas Dağlarına göç eden birçok farklı etnik gruba ev sahipliği yapıyor. Dağ Yahudileri denen Kafkasya Yahudileri de bu etnik gruplar arasında yer alıyor. “Burada Yahudi halkı ne arıyor?” diye soruyorsanız, Yahudilerin Azerbaycan´daki tarihi Babil Sürgününden itibaren başlıyor. Sürgünden sonra Yahudiler önce Güney Azerbaycan’a oradan da Azerbaycan bölgesine yerleşmişler. Azerbaycan, tarih boyunca Yahudilerin rahatça yaşadığı ender ülkelerden birisi olmuş. Hatta Hazar Türklerinin din olarak Musevi dinini seçmelerinde bile bölge Yahudilerinin etkisi olmuş. 1920 yılında Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin Sovyetler tarafından işgali ile birlikte Azeriler gibi Yahudiler de baskılara hedef olmuş. Bütün sinagog ve merkezler kapatılmış.

Dağ Yahudileri ismi Ruslar’dan geliyor. Ruslar Kafkasya’yı işgal ettikleri zaman at üstünde ve belinde kılıç kuşanan Yahudileri gördüklerinde çok şaşırmışlar ve onlara Dağ Yahudileri adını vermişler. Dağ Yahudileri günümüzde Azerbaycan Yahudi Cemaatinin özünü teşkil etmekteler. Azerbaycan’da on bine yakın Dağ Yahudi’si yaşıyor. Dağ Yahudileri Bakü’de, Quba Kırmızı Kasaba’da ve Oğuz’da yaşamaktalar.

Hilaki (Giləki ) Sinagogu

Kasabada halen faal halde iki adet sinagog bulunuyor. Bunlardan bir tanesi Hilaki (Giləki ) Sinagogu ve diğeri ise Altı Kubbeli (Büyük) Sinagog.

Altı Kubbeli” (Büyük-) Sinagog

Biz kasabaya girip önce gezeceğimiz rotayı doğru yapalım diye turizm merkezine gittik. Ama bir türlü beklediğimiz heyecan ve samimiyeti görevlilerden göremedik. Bu önemli yere daha doğru dürüst temsilciler koymaları gerekir. Sokaklar bomboştu. Sakin sakin gezebildik. Burada bir adet Dağ Yahudileri Müzesi de var.

Kızıl Kasaba’da Qudalçay üzerinde bulunan Kemerli Köprü’ye (Tağlı Köprü) kadar yürüdük. 19. yüzyılda Quba ilçesinde 7 köprü bulunuyormuş. Ancak günümüze kadar yalnızca Kemerli Köprü kalabilmiş.

Kızıl Kasaba’da son fotoğraflarımızı çekip Qeçreş‘e doğru tekrar yollara düştük. Quba’da bir tek Nizami Parkı gezemediğim için üzüldüm.

Kızıl Kasaba’dan sonraki hedefimiz Qeçreş oldu. Aradaki mesafe 15 km kadar. Burası meşe ormanları ile meşhur ve Quba’nın ne büyük köylerinden bir tanesi. Yolun iki yanındaki ağaçların arasından aracınızla yol almanız çok güzel bir duygu. Gerçekten ormanlar içinde çok güzel bir yer.

Bu yol boyunca çok sayıda yemek yiyeceğiniz yer mevcut. Ben İstanbul’da gezi planı yaparken Park Orman diye bir mekanı gözüme kestirmiş ve yemek için burasını seçmiştim. Ama nedense mekan kapalıydı.

Biz de yolda bir yukarı bir aşağıya gidip gelerek kendimizce bir yer seçmeye çalıştık. Doğrusu belki yemek olarak en doğru yeri seçemedik ama en kazık yeri seçtiğimiz kesindi. Yemeklerin hiç bir özelliği olmasa da en fazla ödemeyi burada yaptık. Azerbaycan’da gelen hesabı mutlaka kontrol edin. Beklenmedik bir fatura karşınıza çıkabiliyor.

Burada açık havada mangalı kendiniz de pişirebiliyorsunuz ya da sizin için pişiriyorlar. Köy pilici diye bir sipariş verdim. Ben pek memnun kalmadım ya da iyi bir örneği değildi. Hanım et yedi. Eti daha güzel geldi.

Qeçreş’den devam ederek bölgenin en yüksek yerleşim yerlerinden olan Kınalık Köyüne varıyorsunuz. Keçreş’ten Kınalık yönüne yaklaşık 40 km var ama yol nedeni ile varış 1 saatten fazla sürüyor. Biz Kınalık’a gidişi gelişi ve sonra da Bakü’ye dönüşü düşününce bu rotayı yapmadık. Bunun yerine Qeçreş’de biraz daha oyalanıp Qusar’a doğru yollara düştük.

Qusar şehri adını içinden geçtiği Qusar Nehrinden alıyor. Arapça kökenli bir kelime olduğu düşünülen Qusar “suyu sütten ak, baldan daha tatlı” anlamında. Biz bu şehre bir girip çıktık diyebiliriz. Neriman Nerimanov Parkını gezmeyi planlamıştım aslında. Qusar’ın meyveleri meşhur. Yol kenarı satıcıdan 2 farklı çeşit elma satın aldık. Gerçekten lezzetliydi. Yol kenarı rastlarsanız ve mevsimiyse kaçırmayın..

Burada tesadüfen yaptığımız ama size kesinlikle yapmanızı tavsiye edeceğimiz bir başka aktivite de baklava yemenizdir. Bizim kadayıfa benzer ama daha aromatize tatlarda bir baklavası vardı.

Tüm bu gezilerden sonra Bakü’ye doğru yola düştük. Bu dönüş yaklaşık 3 saatimizi aldı. Doğrusu bu rota biraz zahmetliydi. Konaklayarak gidebilseydik iyi olacaktı ama esas gezimiz ertesi gün başlayacaktı. Dolayısıyla Bakü’ye geri dönmeliydik.

Bakü’den Azerbaycan batısına gezi yazımızda görüşmek üzere..

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

01.09.2023

Odlar Diyarı Azerbaycan: Bakü (Devam)

Bakü gezmesi kolay ve zevkli bir şehir. Parkı, yorulduğunuzda çay kahve içmek için mekanı bol bir şehir. Sadece Bakü için en az 2, daha iyisi 3 günü ayırmalısınız. Bakü gezinizi Bakü İçerişehir ve yakınları ve Bakü uzaklar diye ayırabilirsiniz. Qobustan Devlet Tarihi Sanat Koruma Alanı ve çamur volkanları, Ateşgah, yanardağ, Ramana Kalesi ve Ateşgah Bakü uzakları oluyor. Bakü uzakların bir kısmını geçmişte anlattım. Bakü İçerişehir ve yakın çevresini anlatarak başlayalım.

Bakü halkı arasında “Kale“, “Eski Şehir” olarak da bilinen İçerişehir Bakü’nün en eski kısmı. 2000 yılında Kız Kalesi ve Şirvanşahlar Sarayı kompleksini içeren İçerişehir, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren ilk Azerbaycan eseri olmuş. Yani Bakü’de Qobustan Devlet Tarihi Sanat Koruma Alanı ve İçerişehir gezilerini yaptığınız zaman Azerbaycan’ın UNESCO Dünya Mirası Listesi içindeki 3 eserinden 2 tanesini görmüş oluyorsunuz.

Zamanında, Bakü İçerişehir çevresinde kale duvarları ve hendekler bulunuyormuş. Bugün kale duvarlarının bir kısmı halen ayakta ve sağlamlar. Yerleşim yerinde yapılan kısıtlı çalışmalarda aslında bu bölgede yerleşim tarihinin daha eskilere gittiği gösterilmiş.

İçerişehir’i en az 12. yüzyıla tarihleseler de, şehrin kuruluş dönemini 7. yüzyıla kadar götürenler de var. Aslında Şirvan tarihi bir bölgenin ismi. Hazar Denizi’nin batı kıyılarından, Kura Nehri arasındaki bölgeye Şirvan deniyor. Sasaniler döneminde buradaki halkı yönetenler için Şirvanşah terimi kullanılmış. Yani aslında Şirvanşah Perslerden gelen bir ünvan. Arap istilasından önce buradaki şehri, Sasani hanedanlarını temsilen, onların güvenilen akrabaları yönetmişler.

Aynı bölge 9. yüzyıldan sonra Arap istilasına uğramış ve bölge Arap kökenli Mazyad Kabilesi üyelerince yönetilmiş. Başlangıçta halifeler adına bölgeyi yönetenler, 10-11. yüzyıllarda Arapların zayıflaması ile kendileri için yönetmeye başlamışlar. Bunların burada kurdukları ve 861-1538 yılları arasında yaşamış devlete de Şirvanşahlar Devleti denmiş. Devletin başkenti başlangıçta bugünkü Şamahı şehri iken orada yaşanan şiddetli deprem sonrası başkenti Bakü’ye taşımışlar. Safeviler bu tarihten sonra Şirvanşah Devletine son vermiş. İçerişehir özellikle bu dönemlerden çok sayıda esere ev sahipliği yapıyor.

Bakü İçerişehir sokaklarında sabahın erken saatlerinde sokaklar boşken etrafta çok sayıda han, hamam, kervansaray, cami ve eski ev göreceksiniz. Bölge çok güzel korunmuş. Sokaklar da tertemiz. Fotoğraflamak isterseniz bu saatleri tercih etmenizi öneririm.

İçerişehir’in güneydoğusunda büyük bir kule dikkati çeker. Kız Kalesi adı verilen bu anıt yapı; silindirik, yüksek bir kule ile ona ekli duvar bölümlerinden oluşuyor. Bakü’nün sembolü haline gelen ve eski kentin siluetine önemli bir katkı sağlayan Kız Kalesi, bugün denizden ayrı bir konumda gözüküyor. Ancak özgününde Hazar Denizi’nin kıyısında yapılmış. 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar bu konumunu koruyan eser, daha sonraları deniz seviyesindeki düşme ve yapılan dolgular sonucunda Hazar’dan kopmuş.

Taştan inşa edilen Kız Kalesi’nin yüksekliği 28 metre, temel kısmındaki duvarların kalınlığı 5 metre. Duvar kalınlığı yapının üst kısmında ise 4 metreye düşüyor. Kalenin kalın duvarları savunma amacı ile inşa edildiği fikri verse de, aslında çok eski zamanlardan kalma bir Zerdüşt Kulesi olduğu hipotezi de var. Genel kabul edilen görüş kulenin 12. yüzyıldan kalma olduğu. Bugüne kadar pek çok tartışmaya konu olmasına rağmen, yapının inşa tarihi ve işlevi tam olarak tespit edilememiş. XIX. yüzyılda Ruslar, yapının üst kısmını onararak, üzerine bir deniz feneri koymuşlar ve kuleyi bu amaçla kullanmışlar.

Kuleye çıkış 15 Manat’tı. İçine girmedik. Bu tip kulelerin en güzel görüntüsünün dışarıdan alınabileceğini zaman bana öğretti. Bu nedenle içine girmedik. Kulenin çizimi bir dönem Azerbaycan banknotlarının üstünde yer almış.

Bakü’de bulunan ve Şirvanşahlar devletinin yöneticilerinin eski ikametgahı olan Şirvanşahlar Sarayı ise Bakü’nün diğer önemli yapısı. Burası aslında bir kompleks. Zamanında daha geniş bir alana yayıldığı düşünülüyor. Burada saray dışında Divanhane, Şirvanşahların türbesi, Şah Cami, Saray Hamamı, av köşkü, saray bilgini Seyyed Yahya Bakuvi’nin Türbesi ve Keygubad Cami kalıntıları da yer alıyor. Saray kompleksi 13. ve 16. yüzyıllar arasında inşa edilmiş.

Bu kadar farklı dönemlerde inşa edilmesine rağmen kompleksin yapıları arasında boyut birliği var. Kübik yapılar, kubbeler ve portallardan oluşan temel mimari formlar uyum ve orantılılık içinde gözüküyor . Binayı gezdiğinizde bir sadelik fark ediyorsunuz. Osmanlı Devleti Bakü’yü ele geçirdiğinde, saray topraklarında onu doğudan çevreleyen bir saray duvarı ve Sultan III. Murad‘ın adını taşıyan bir kapı inşa edilmiş.

Şirvanşahlar Sarayı Planı. 1-Şirvanşahlar Sarayı, 2-Divanhane, 3-Seyyed Yahya Bakuvi’nin mezarı 4-Yıkılan Keykubat Camii’nin bulunduğu yer, 5-Murad Kapısı, 6-Şah Cami, 7-Şirvanşahların Türbesi, 8-Saray Hamamı, 9-Su deposu .

Sarayı sabahın erken saatinde, kalabalık olmadan ziyaret ettik. Bu sayede daha sakin bir ortamda fotoğraflarımızı çekebildik. Saray iki katlı ve dışarıdan pek belli olmasa da 52 odaya sahip.

Sarayın en gösterişli kısmı Divanhane bölümü. Divanhane’nin sarayın kabul salonu olarak kullanılan kısmı olduğu düşünülüyor.

Şirvanşahlar Türbesi, Şirvanşah 1. Halilullah tarafından ailesi için yaptırılmış. Şimdiye kadar içeride 14 adet mezar bulunmuş.

I. Halilullah’ın saray alimi olan ve tıp, matematik ve astrolojiyle uğraşan Seyyed Yahya Bakuvi‘nin mezarının bulunduğu türbe de kompleks içinde yer alıyor.

Şirvanşahlar Camisi ve hamamı ise kompleksin diğer bölümleri. Hamam kısmı epey bir tahribat görmüş.

Şirvanşahlar Sarayı bahçesinden son görüntülerimizi alıp kompleksi terk ettik.

İçerişehir’in Şirvanşahlar Sarayına yakın kapısından çıkınca İsmailiye Sarayı‘na ulaşıyorsunuz. İsmailiye Sarayı günümüzde Azerbaycan Bilimler Akademisi Başkanlığı olarak hizmet veren tarihi bir yapı. Bu yapının hemen yanında Sabir Parkı bulunuyor. Bu park adını ünlü Azerbaycanlı hiciv şairi Mirza Alekber Sabir‘den alıyor.

Bakü şehrinin en eski parklarından biri de Nizami Gencevi adını taşıyan Nizami Parkı. Bu alan 19.yüzyıl sonlarında bir petrol şirketinin çalışanları için yaptırdığı yerleşim köyü ve onun parkı imiş. Bu parkta daha sonraları bir lunapark kurulduğundan, bölge halk arasında lunapark olarak da biliniyor. Parka adını veren ve parkta heykeli olan Nizami Gencevi felsefe, edebiyat, astronomi, tıp, geometri gibi alanlarda çalışmalar yapmış 12. yüzyıl Azeri filozofu ve şairi.

Azerbaycan Edebiyat Müzesi, Nizami Gencevi’nin 800’üncü doğum yıl dönümü nedeniyle 1939 yılında kurulan, 1945’te ziyarete açılan edebiyat müzesi. Müze binasının dış yüzeyine Azerbaycan edebiyatının altı seçkin temsilcisinin heykelleri yerleştirilmiş. Müze binası 1850’de tek katlı bir kervansaray olarak inşa edilmiş. Daha sonra otel olarak kullanılmış. Önemli bir ayrıntı ise 1918’de kurulan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti hükumetinin bu binada toplanması.

Çeşmeler (Fevvareler) Meydanı sevdiğimiz meydanlardan bir tanesi oldu. Çeşmeler Meydanının adı, ilk olarak Sovyetler Birliği döneminde meydanda inşa edilen düzinelerce çeşmenin bulunmasından geliyormuş. Meydan aynı zamanda şehir yetkililerinin birçok halk festivalleri, gösterileri ve kutlamaları düzenlediği bir yer. Biz orada iken de bir festival vardı.

Bu meydan, Nizami Sokağına çıkıyor. Yürümesi zevkli bir sokak. Burada öğle yemeği yenebilecek çok güzel mekanlar mevcut. Nizami Sokağı’nda içinde Mado’nun da bulunduğu ark içindeki mekanda çok güzel bir öğle yemeği yedik.

Daha sonra Neftçiler Caddesinden sahil tarafına geçerek Halı Müzesine doğru yürüdük. Yol üzerinde Devlet Kukla Tiyatrosu önünden geçerek Halı Müzesine gittik.

Aslında ilk halı müzesi 1967 yılında halıcı ressam Letif Kerimov‘un rehberliği ile kurulmuş ve Dünya’nın ilk ve en büyük halı müzesi unvanını taşıyor. 2014 yılında eski halı müzesi Hüseynov Caddesinde inşaatı tamamlandıktan sonra katlanmış bir halı şeklinde tasarlanan yeni müze binasına taşınmış. Müzede 6.000’in üstünde halı bulunuyor. Orta Çağ’dan günümüze tüm Azerbaycan’ı kapsayan çeşitlilikte değişik bölgelere özgü Azerbaycan halıları sergileniyor.

Müze iki katlı. Katlanmış bir halıyı andıran binanın tasarımı tanınmış Avusturyalı mimar Franz Jantz. Ben bu binanın mimarisini çok sevdim. Kronolojik sırada ve ilk zamanlardan günümüze halılar sergileniyor. Çok güzel bir müze. Bakü’de mutlaka ziyaret edeceğiniz yerlerden olmalı.

Üçüncü Cumhurbaşkanı olan Haydar Aliyev adını ülkenin her tarafında, her köşesinde göreceksiniz. Bu yazının konusu olmasın ama Aliyev ailesi ve Azerbaycan için önemini bir ara yazmak istiyorum.

Haydar Aliyev Kültür Merkezi Bakü’nün diğer simge binalarından. Bina 2012 yılında tamamlanmış. Mimarı Irak kökenli İngiliz kadın mimar Zaha Hadid. Külliyenin projesinde neredeyse hiç düz çizgi kullanılmamış.

Çalışmalarına 2008 yılında başlanan Haydar Aliyev Kültür Merkezi’nin içinde konferans salonu, kütüphane ve medya merkezi, müze, kapalı otopark, hizmet merkezi ve galeriler ile yapay bir göl ve göl kafeteryası bulunuyor. Hazar Deniz’inin yükselişi ve dalgaları mimariye yansıtılmış. Bu binanın önünde bulunan açık hava kafeteryasında sıcak ya da soğuk bir şeyler içerek modern mimarinin baş yapıtlarından sayılan bu binanın keyfini çıkartın. Bizim program yoğun olduğundan müze gezisini yapmadık.

Gelelim Bakü içindeki uzaklara, Ateşgah ve Ramana Kalesi gezilerimize. Bakü merkezin 30 km dışında bulunan Ateşgah dünyada halen var olan 3 ateşgahtan bir tanesi.

Burasının heybeti insanı şaşırtıyor. Surlarla çevrili kocaman bir alanın ortasına yerlemiş bir mabet var. Alanda haç ibadetine gelmiş olan Hintliler var.

Bakü çevresi, Orta Çağ’ın başlarından beri kaynaklarda sönmeyen alevlerin olduğu bir yer olarak anılıyor. Bazı yazılarda burada yanan ateşlerden ve bunlara tapanlardan bahsediliyor. 15-16. yüzyıllarda Şirvan ile Hindistan arasındaki diplomatik ve ticari ilişkiler genişlemeye başlayınca Hintliler buradaki bir tapınağı yeniden inşa etmişler ve tapınmak için kullanmışlar.

On yedinci yüzyıl kaynakları, Bakü’deki ateşe tapınmak için seyahat eden Hintli hacılar hakkında bilgi veriyor. Tapınak bölgesindeki en eski bina 1713 yılına ve en yeni bina 1810 yılına (merkezi sunak) tarihleniyor.

Ateşgah’ta yanan ateş etrafında küçük odalar bulunuyor. Bu odaların küçük penceresi ortada yanan ateşi görüyor. Eskiden haç için buraya gelen Zerdüştler bu odalarda konaklar, pencereden sürekli ateşi izler ve kendilerine çeşitli işkenceler yaparak ibadetlerini gerçekleştirirlermiş.

Mabedin ortasında devamlı yanan ateş eskiden kendiliğinden yanarmış. Günümüzde ise doğal gaz verilerek yakılıyor.

Bu yazımızda anlatacağım son gezi durağı ise Ramana Kalesi (ya da Kulesi). Ramana, Abşeron Bölgesinin geleneksel olan ve Gala köyüyle birlikte bölgedeki en eski yerleşim yerlerinden biri. Bakü merkeze 20 km kadar uzaklıkta. Bu yerleşimin en ünlü yapısı 14. yüzyılda inşa edilen Ramana Kalesi.

Beyaz taştan inşa edilen kulenin kesin yapım tarihi bilinmiyor. Kulenin bazı kaynaklarda 12. bazılarında 14. yüzyılda Şirvanşahlar döneminde savunma amaçlı yapıldığı ve kale olarak kullanıldığı sanılmaktadır. Ben Azerbaycan’da bulunan kuleleri-kaleleri sevdim. farklı bir mimari yapıları var.

Evet Sanal Gezgin arkadaşlarım. Bu yazı ile Azerbaycan Bakü’sü ile ilgili öğrendiklerimi, çektiğim fotoğraflarla birlikte paylaştım. Bundan sonrası Bakü dışında ziyaret ettiğim Azerbaycan şehirlerinin anlatımı olacaktır.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

29.08.223

Odlar Diyarı Azerbaycan: Bakü

Qobustan gezimiz sonrasında Bakü’ye geri döndük. Hedefimiz Ateşgah ziyaretiydi. Ancak trafiğe takılınca hemen ilk gözüme çarpan otoparka girdim. Burası Hazar Denizi kıyısında bir alıveriş merkezinin otoparkıydı. Bakü’de büyük binalar çok güzel ve çok estetik. Otoparkına girdiğimiz yer Bakü Bulvarında (Bakü Milli Parkı), Halı Müzesine yakın Deniz Mall. Hem uzaktan görünüşü ve hem de yakından görünüşü çok güzel.

Bakü Bulvarı 1909 yılında Bakü’nün sahiline paralel olarak kurulmuş bir gezi yeri. Bu bulvarda sonraki günlerde de uzun yürüyüşler yaptık. Hazar Denizi kıyısındaki bu yeri seveceksiniz. Bulvar 2012 Eurovision Şarkı Yarışması’na ev sahipliği yapan Bakü Kristal Salonu ve Guiness Rekorlar kitabı’na giren 162 metre uzunluğundaki bayrak direğinin bulunduğu Devlet Bayrağı Meydanı‘na kadar uzanıyor.

Bulvar’ın yeni bölümünde 60 metrelik uzun Bakü Dönme Dolabı da bulunuyor. Bunların hepsini en güzel fotoğraflayabileceğiniz yer Dağüstü Parkı.

Halı Müzesi Pazartesi gününde olduğumuz için kapalıydı. Halı Müzesi binası, Bakü’de Haydar Aliyev Kültür Merkezi binası ile birlikte en sevdiğimiz bina oldular. Halı Müzesi binası katlanmış halı görünümünde.

Müze önünde ise Küçük Venedik Su Şehirciği dedikleri dinlence yeri var. Buraları bu saatlerde havanın da kötü olması nedeni ile boş sayılır. Küçük Venedik Su Şehirciği, 10 bin metrekare alan üzerinde kurulu üç büyük ada, bir tünel ve beş köprüden oluşuyor.

Şehirciğin su kanalında gondal gezintisi yapılabiliyor. Yemek yiyebileceğiniz mekanlar da var. Yapımı pek yeni değil ama son zamanda daha modern bir görünüm için tadilat geçirmiş.

Biz Bakü Bulvarı’na paralel Neftçiler Bulvarı‘nı geçerek Bahram Gür Çeşmesi ve Anıtı önünde fotoğraflarımızı çektik. Anıt, Doğu mitolojisinde ejderhanın kötülüğün sembolü olması nedeniyle iyinin kötülüğe karşı zaferini simgeliyor. 1959 yılında yapılmış.

Bahram Gür tarihi bir şahsiyet ve Sasani hanedanının 14. şahı. Cesareti ve adaletiyle biliniyor. 12. yüzyılda büyük Azerbaycan şairi Nizami, Bahram Gür’ü, “Bahramname” olarak da bilinen “Yedi Güzeller” adlı şiirinin ana karakteri yapmış.

Sonra fünikülere binerek hem şehir manzarası alalım, hem de kolayca Türk Şehitliği’ne ulaşalım istedik. Füniküler 1960’da açılmış. Ama çalışma saatleri var; Haftanın altı günü 10:00 akşam 20:00 saatleri arasında çalışıyor. Öğlen 13:00 – 14:00 arası öğle yemeği molası oluyormuş.

Füniküler Pazartesi günleri kapalıymış. Ona da binemedik. Hemen yanda bulunan merdivenleri kullanarak Dağüstü Parkı’na doğru yürümeye başladık.

Sonunda Dağüstü Parkı denen alana geldik. Merdivenleri kullanarak giriş yaptığımız yer Alev Kulelerinin karşısına çıkıyor. Burada 1939 yılına kadar Çambarekand Mezarlığı diye bilinen bir mezarlık varmış.

Mezarlık 1934 yılında suikasta kurban giden Rus politikacı Sergei Kirov anısına parka çevrilmiş. Bir de Kirov anıtı dikilmiş, adı da Kirov Parkı olmuş. Zamanla burası bir eğlence parkına dönüşmüş. 1990 yılında ise Kirov Anıtı kaldırılmış ve parkın adı da, işlevi de değişmiş. Biz önce Şehitler Hıyabanı’nı gezdik.

Hıyaban“, “iki tarafı ağaçlıklı yol” anlamına geliyor. “Şehitler Hıyabanı” ya da Şehitler Sokağı Bakü’de ilk gün ve ilk ziyaret ettiğimiz yerlerden oldu.

1990’a kadar da Kirov Parkı olan yerde Azerbaycan, SSCB’den bağımsızlığını kazandıktan sonra önce Kirov’un anıtı kaldırılmış. 1990 yılı Kara Ocak olaylarında ölen Azeriler için bu alanın tekrar mezarlık haline getirilmesi istenmiş. 22 Ocak 1990’da bugünkü adıyla Şehitler Hıyabanı denen iki taraflı ağaçlıklı yola Kara Ocak olaylarında ölenlerin mezarları yapılmış.

Burada biraz araya girip Bakü Katliamı, Kara Ocak diye geçen olaylardan bahsetmek gerekiyor. Bir kere en garibime giden kısım bu yazıları hazırlarken literatürde karşılaştığım kavram karışıklığı. Ermeni halka yapılana katliam, soykırım, pogrom der de Azeri halka yapılana olay, tepki diye yaklaşır ve boyutu küçültmeye çalışırsanız orada iş doğrulardan sapar ve çözüm bulunamaz. Ölen masum insanların milliyeti olur mu? Bakü’den göçe zorlanan Ermeni halk mağdur oluyor da Ermenistan’dan göçe zorlanan halk mazlum ve mağdur olmuyor mu? Dağlık Karabağ savaşlarında yerlerinden olan Azeri halka ne diyeceğiz? Aynı duyguları Balkanlardan göç eden Türk ve Müslüman halk içinde taşıyorum. Yollarda ölen, soyulan Türk olunca bunun adı tehcir de, soykırım da olmuyor! Büyük Ermenistan hayali için silaha sarılana, çete kurana, Yunan bağımsızlığı için mücadele edene kahraman diyeceksin, Türkiye’nin bağımsızlığı için mücadele eden, Kurtuluş Savaşı verene soykırımcı diyecek ve televizyonlarda dizisini bile göstermeyeceksin! Burada bir hata var ve sorunların kaynağı da bu hatalı düşünme biçimi. Aynı olaylar karşısında, ülke ya da farklı toplum çıkarları için verilen farklı tepkiler hatalı bir yaklaşım bence.

Kara Ocak katliamına dönecek olursak; Olayların geri planında 1988 yılında Ermeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti politikacılarının, Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermeni önderlerin hukuki olarak Azerbaycan’a bağlı olan topraklardan artan talepleri yatıyor. Ermenilerin artan toprak talepleri ve Dağlık Karabağ’da çıkan silahlı çatışmalar karşısında Bakü’de Azeri halk kitlesel gösteriler düzenlemişler. Bu tip olaylar kötü yönlendirmelere çok müsaittir. 13-20 Ocak tarihleri arasında Bakü’de yaşayan Ermeni halk eziyete uğramış, hayatını kaybeden Ermeni vatandaşlar olmuş (Bakü Katliamı denen olaylar).

Bunun üzerine 20 Ocak’ta Rus birlikleri Bakü’ye girerek Azeri halk üzerine sert müdahalede bulunmuş. Çok sayıda Azeri vatandaş ölmüş (Kara Ocak). Bu sertlik aslında biraz da dağılmaya yüz tutmuş bir sovyet sosyalist birlikte, bağımsızlık talepleri artmış halklara karşı Rusların bir göz dağı verme çabası olarak değerlendirilebilir. Ama Kara Ocak olayları aslında birlik içindeki dağılmayı hızlandırmış. 20 Ocak 1990 olaylarında ölenlerin bu tepede bulunan ağaçlıklı yola gömülmesi ile Şehitler Yolu-Şehitler Hıyabanı ortaya çıkmış. Burada 159 şehit mezarı bulunuyor.

Ebedi Meşale Anıtı ise 1998 yılında, yani sonradan Haydar Aliyev’in emriyle yapılmış. 2007 yılında anıtın sütunlarını İlham Aliyev ekletmiş.

Alanda bir de Bakü Türk Şehitliği ve Anıtı bulunuyor. Burası ise 1918 yılı Bakü Savaşı‘nda şehit düşen Osmanlı Askerleri ile Azeri ve Dağıstanlı askerlerin yattığı bir şehitlik.

Daha önce bahsettiğim üzere 1918 yılında Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kuruluyor. 1917 Ekim Devriminin başlarda yarattığı yönetimsel boşluk günlerinde Bakü’de, başlarında Ermeni asıllı Bolşevik Stepan Şaumyan’ın bulunduğu geçici hükumet oluşturuluyor. Lenin, politikası gereği Bakü’yü elden çıkartmaya hazır değil. Azerbaycan’da Müsavat Partisinin kurduğu hükumet iş başında ve Bakü dışı Azerbaycan’ı yönetiyor. Azeri Halk, Bakü Bolşevik hükumetinden rahatsız. Bakü’de gösteriler düzenleniyor.

Taşnak Devrimci Ermeni geçici hükumet birlikleri, Kızıl Ordu birlikleri ile birlikte Bakü’de ortaya çıkan tepkileri silahlı güçler kullanarak bastırmaya çalışmış. Bu sırada çok sayıda Azeri sivil hayatını kaybetmiş. Buna Mart Olayları (Azeriler buna 31 Mart Azerilerin Soykırım Günü) diyorlar. Bunların sonucunda Batum Anlaşması‘na dayanarak Azeriler, Osmanlı’yı yardım için davet ediyorlar. Nuri Paşa komutasında Osmanlı, Azeri ve Dağıstanlılar dan oluşan Kafkas Ordusu, Ermeni Taşnak Ordusu ve Bakü Sovyeti birlikleri ve hatta İngilizlerden oluşan askeri güçler (Bolşevik karşıtı İngilizler Bakü’de, Bolşevik Stepan Şaumyan daveti ile onunla birlikte çarpışıyor!!) ile 20 gün süre savaşa tutuşuyorlar. Nuri Paşa’nın yönettiği ordu Bakü’yü alıyor ve Bakü olması gerektiği gibi Azerbaycan tarafına geçiyor. İşte Bakü Türk Şehitliği bu şehitler için yapılmış. Burada savaşta şehit olan 1130 Türk asker ve subayı için dikilmiş bir anıt, anıta giden sokağın etrafındaki duvarlardaki mermerlerde şehitlerin isimleri, askeri rütbeleri, memleketleri ve ölüm yerleri yazılmış. Birer karanfil de mermer tabelalara bırakılmış.

Meydanda Türk Diyaneti bir cami yaptırmış. Ancak bu cami 2001 yılından beri kapalı. Gerekçesi tadilat ama tamiratla filan uğraşan da yoktu etrafta. Vardır bir nedenleri mutlaka.

Meydanda Hazi Aslanov heykeli de bulunuyor. Bu Azeri asıllı Tümgeneral İkinci Dünya Savaşında göstermiş olduğu başarılar nedeni iki kez Sovyetler Birliği Kahramanı madalyası almış.

Alev Kuleleri Bakü’nün simgesi olan ve 3 adet alev dilimini simgeleyen binalardan oluşan bir kompleks. Binanın ekran şeklinde olan camlarına binlerce güçlü LED lamba yerleştirilmiş ve geceleri bu ışıklarla ışık gösterileri yapılıyor. Kulelerin en büyüğünün boyu 182 metre.

Kulelerden bir tanesi otel görevi görüyor. Diğer ikisi ise ofis ve yerleşim yeri olarak hizmet veriyormuş.

Alev Kuleleri ile Türk Şehitliği karşısında Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Meclisi binası bulunuyor. Bina önünde bir meşale de bulunuyor.

Daha sonra İstiklal Caddesinden yürümeye başladık. Yol üzerinde Cumhurbaşkanlığı Binası önünden geçiyorsunuz. Yeşil bir caddeye daldık. Boynumda fotoğraf makinası, sağa sola baka baka ilerlerken nereden çıktığını anlamadığım sivil polisler bir anda hanımla benim etrafımızı sardı. Meğerse Cumhurbaşkanlığı özel konutlarının önünden geçiyormuşuz. Fotoğraf çekmediğimi kanıtlamam için makinadaki kareleri göstermem gerekti. Burada da birilerinin güvenlik korkusu bir numara konu galiba. İstiklal Caddesi ile Niyazi Caddelerinin kesiştiği yol boyunca ilerleyerek Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi binası ve önünde bulunan parkta biraz soluklandık.

Bu yol boyunca bir kısmı çok önemli olan eski ve tarihi binalar gördük. Bakü çok güzel parklara da sahip bir şehir. Onlardan bir tanesi de İçerişehir Surlarına yakın Filarmoni Park.

Parkın tarihi 1830’lara kadar gidiyor. Zamanında Bakü sadece petrol kuyuları olan çorak bir şehirmiş. Toprak yapısı bitki, ağaç yetişmesine uygun değilmiş. Dönemin valisi Bakü dışından gelen her gemiye yanlarında bir çuval verimli bitki toprağı getirmelerini zorunlu hale getirmiş. Bu topraklar sayesinde parklar oluşturulmaya başlanmış.

Başlangıçta valinin anısına Mixaylov bağı, Mikhaelovsky Bahçesi olarak adlandırılmış. Sonradan parka Filarmoni Parkı adı verilmiş. Park 1970’lerde ve 2007’lerde yenilenmiş. Çeşme sonradan eklenmiş. Parkta bir yere piyano konmuştu. Bir bayan çalarken diğeri şarkı ile eşlik ediyordu. Bir süre onları seyrettik. Sonra onlar kalktılar ve gittiler, yoldan geçen birileri durup piyano tuşlarına basarak melodi yapmaya çalıştılar. Alt yapısı olan bir parça çalıp gitti. Bir süre bu gelip geçerken çalan sokak sanatçılarını izledik.

Bakü’nün daha anlatılacak çok şeyi var ama bu bölümde burada ara verelim.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

28.08.2023

Odlar Diyarı Azerbaycan: Bakü Çevresi- Qobustan Devlet Tarihi Sanat Koruma Alanı

Bakü Azerbaycan’ın başkenti. Sadece Azebaycan’ın değil ama aynı zamanda Kafkasya’nın en büyük şehri, en önemli kültür ve ticaret merkezi olarak kabul ediliyor. İzmir’in kardeş şehri Bakü’nün 2 milyon civarında nüfusu var. Benim gördüğüm en güzel şehirlerden bir tanesi. Bakü içini birkaç bölümde anlatmak gerekiyor. Bu nedenle onu sonraya bıraktım. Önce Azerbaycan’ın 2007’den beri UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içinde yer alan Qobustan (Kobustan-Gobustan) Devlet Tarihi Sanat Koruma Alanı gezimizle başlamak istiyorum. Zaten Azerbaycan’a vardığımız ilk gün otelde aracımızı teslim aldıktan sonra ilk gezimizi de oraya yaptık.

Kobustan Devlet Tarihi Sanat Koruma Alanı, Bakü’den 65 km uzakta olan bir rezerv alanı. Azerice Qobustan ama bazı yerde Türkçesini Kobustan, bazı yerde Gobustan diye buluyorsunuz. Ben bundan sonra sadece Kobustan Rezerv Alanı yazayım, siz de “Qobustan Devlet Tarihi Sanat Koruma Alanı” anlayın lütfen. Bakü’de o gün çok bulutlu ve kapalı bir havaya denk geldik. Yağmurlu bir havada bu açık hava müzesini dolaşmak hiç hoş olmayacaktı. Ama benim esas korkum yağmur nedeniyle bu rezerv alanı çevresinde bulunan başka bir doğal güzelliği ziyaret edemeyebilme olasılığımızdı.

Volkan Çamuru Photo by Uzeyir_Mikayilov

Azerbaycan, ülke genelinde geniş alana yayılmış çamur volkanlarına sahip. Dünyadaki 700 çamur volkanından 350’si Azerbaycan topraklarında bulunuyor. İşte Kobustan Rezerv Alanı yakın çevresinde bu çamur volkanlarından güzel örnekleri ziyaret etme olasılığınız var. Biz de bu çamur volkanlarından bazılarını görmek istiyorduk ve programa da koymuştum. Bu alanlara yağmur yağmadığı zamanlarda bir ihtimal aracınızla gidebiliyorsunuz. Ama yağmurlu zamanlarda ancak 4*4 çeker araçlarla gitmeniz gerekiyor. O bile problem olabiliyormuş. Bu nedenle havanın kapalı olmasına razıyım ama yağması kötü olacaktı. Hava bize o gün Kobustan Rezerv Alanını, ahmak ıslatan tarz yağmurla gezmemize müsaade etti. Ama korktuğum başıma geldi ve öğleden hemen sonra şiddetlenen yağmur, yukarıda fotoğrafını gördüğünüz çamur volkanlarına gitmemize izin vermedi. Biz de 4*4 araçlı şoför kiralamaya çalıştık. Ama Azeri şoför bizden öyle bir fiyat talep etti ki doğrusu daha ilk günden ayak üstü kazıklanmak da işimize gelmedi. Başka zamana görmek nasip olsun diyelim artık! Ama siz Kobustan Rezerv Alanına ziyaret planladığınızda havanın müsaade ettiği ölçüde çamur volkanları gezisi mutlaka yapın.

Bugüne sığdırabileceğiniz yol üzeri bir başka ziyaret ise Bibiheybat Cami ziyareti olabilir. Bu ziyareti yaptık. Aşağıda ayrıntıları var.

Yaklaşık 60 dakika süren bir araba yolculuğu ile Kobustan Rezerv Alanına vardık. Aracınızı park yerine bırakıyor ve öncesinde müze ziyareti yapıyorsunuz. Müze binasının hemen önüne küçük bir parkta ilkel dönemde insanların yaşadıkları kulübeler ve kullandıkları düşünülen objelerden bir alan kurmuşlar.

Müze giriş ücreti kişi başı 10 Manat (bundan sonra AZN kullanacağım). Buna müze gezisi ve Büyüktaş Dağı gezisi dahil. Biz müze ve alan ziyareti için rehber de istedik. Çok da iyi yapmışız. bu sayede Mukaddes Zeynalova ile tanışma şansını edindik. Onun sayesinde önemli bir alanı değerli bilgiler edinerek gezdik.

Azeri Türkçesinde “gobu/kobu” kelimesi “vadi, boş, yarı çöl” anlamına geliyor. Kobustan aslında milyonlarca yıl boyunca su, hava, rüzgar, depremler ve volkan patlamalarının meydana getirdiği düzensiz geometrik şekilli araziyi ifade etmek için verilmiş bir adlandırma. Bu alanı iyi anlamak için onun milyonlarca yıl önceki halini hayal etmek gerekir. Seyir terasından bakınca çok uzaklarda görülen Hazar Denizi bir zamanlar üzerinde gezdiğimiz bu tepelere kadar uzanırmış.

Onun içindir ki bu alandaki kaya formasyonu rüzgar, su gibi dış etkilere çok açık olan kireçtaşından oluşuyor. Kayaların içinde bazen deniz kabuklarını görebiliyorsunuz. Bu nedenle de kolay şekillenebilir, kırılabilir bir kaya formasyonu var. Bu aynı zamanda üzerine kolayca çizim yapılabilecek düz duvarlarında varlığına işaret ediyor. Binlerce yıl önce adamların elinde kağıt kalem yoktu ki! Sevinçlerini, korkularını, saygılarını, yani duygularını ve gündelik işlerini duvarlara kazıdılar. Kaya sanatını yarattılar.

Bu alandaki petroglifleri ilk defa 1939 yılında İshak Caferzadeh tanıtmış. Ama bilimsel kazılar 1948 yılında başlamış. İshak Caferzadeh Azerbaycan arkeolojisi ve etnografyasının öncülerinden bir bilim adamı. Müze gayet güzel bir şekilde organize edilmiş. Müzede alanla ilgili olarak hem bilgilendirme tabelaları ile hem de video gibi görsel araçları kullanarak bilgilendiriliyorsunuz. Müze içinde o zamanki yaşamdan örneklerde sunulmuş, balmumundan insan ve hayvan heykelleri yapılmış. Kazılarda çıkan objeler ayrıca sergileniyor. Petroglifleri alanda kaya üzerine çizili halde gördüğünüzde neye benzediğini tasvir etmeniz zor olabiliyor. Burada ise sembollerin anlamı belirgin çizgiler halinde güzel anlatılıyor.

Daha sonra müzeden çıkarak ve rehber eşliğinde patika yolu takip ederek alanı gezmeye başladık. Bu alanda tarihi 20000 yıl öncesine kadar giden petroglifler bulunuyor. Hem de 3, 5, 100 tane filan değil. Binlerce petroglif Büyüktaş Dağı, Küçüktaş Dağı ve Çingir Dağ‘da bulunan kayalar üzerine tasvir edilmişler. 1000’e yakın kaya üzerinde yaklaşık 10000 petroglif ortaya çıkarılmıştır. Petroglif bir kaya sanatı biçimi olarak, bir kaya yüzeyinin bir kısmını kazarak, oyarak veya aşındırarak oluşturulan bir tasvir biçimi.

ilkel sanatın gelişme dönemi kabul edilen Üst Paleolitik (40.000-15.000 yıl önce), Mezolitik (MÖ XIII-VIII bin yıl), Neolitik (MÖ 7.-6. binyıl) ve takip eden sonraki dönemlere ait çizimlerde yaban atları, yabani geyikler, kadın ve erkek savaşçılar, av sahneleri, şaman tasvirleri, tekneler ve üstünde insanlar, keçiler, domuzlar, ok ve yay, Azerbaycan dansı Yalli yapan insanları anımsatan toplu insan tasvirleri kayalara kazınmışlar. Çoğu yerde en eski tasvirler, daha yeni dönemde yapılan tasvirlerle kaplanmış. Bu nedenle bazen çizimler birbiri içine karışmış. Doğa ve zaman ise petrogliflerin bir kısmını silmiş.

Alanın en büyük mağarası Ana Zağa Mağarası. Burada en az 20000 yıl öncesinden insanların yaşadıklarını hayal etmek insanı heyecanlandırıyor.

Öküzler Mağarası alanda bulunan bir diğer mağara. Adı üstünde bu mağarada duvarlara çizili bolca öküz, keçi petroglifleri mevcut.

Alanda bulunan bir diğer ilginç obje ise büyük ve tek parça halinde bir taş. Bu taşa “kaval taşı” deniyor. Yerden üç ayak üstünde yükseltilmiş ve içi boşluklarla dolu bu taş ses çıkartmaya, daha doğru terimle müzik yapmaya yarıyor. Bu “şarkı söyleyen taş”, kullanılan en eski vurmalı çalgı olarak kabul ediliyor. Ava gitme öncesi toplanma ve dans ritüellerini yerine getirmek için çağrı amaçlı kullanıldığı düşünülüyor.

Alandan çıkışa doğru bir başka ilginç bulduğum şey ise Kobustan kayaları ve büyük taş parçaları üzerinde çok sayıda yarımküre şeklinde açılmış kase çukurlardı. Bu alanda yaşayan erken insanlar mağaraların yakınında yere gömülmüş büyük ve düz kayaları taşlarla döverek oymuşlar. Büyük su havuzlarını (ya da kaseleri) yapmışlar.

Bu kaseler yağmur suyuyla doldurulurmuş ve bu kaselerde biriken su bir sonraki yağmura kadar da insanların su ihtiyacını karşılarmış. Yağmur suyunun her taraftan kaselere akması için kayanın üzerinde derin oluklar açmışlar. Araştırmacılar aynı zamanda bunların hayvanların kurbanlık kanlarını toplamak, kızgın çakıl taşlarının yardımıyla yemek pişirmek için kullanılan en eski kaplar olabileceğini de düşünüyorlar.

Alandan çıkmadan önce son gördüklerimiz ise 16-17. yüzyıllara ait olduğu düşünülen taş sandukalardı. Bu sandukaların yanında eski kazı evi bulunuyor. Orada seyir terasından alanın son görüntülerini aldık.

Kobustan Rezerv Alanı gezisi sonrasında alan içinde bulunan kafeteryada yorgunluk kahvelerimizi içtik. Sonra da rehberimizle birlikte arabamıza binip yakında bulunan ve taşa kazılmış bir Latin yazıtı görmeye gittik.

Altı satırdan oluşan bu yazıtta, 84-96 yılları arasında İmparator Domitian hakimiyeti döneminde XII. Roma Lejyonu Fulminat’ın Azerbaycan’da, Hazar Denizi kıyılarında bulunduğu yazıyormuş.

Qobustan (Gobustan-Kobustan) Devlet Tarihi Sanat Koruma Alanı, Azerbaycan gezinizin olmazsa olmazı olmalı ve Bakü’ye gidilmişse mutlaka gezilmeli. Bu tarihi açık hava sanat galerisini anlatımları ile güzelleştiren Mukaddes Zeynalova’ya bir kez daha teşekkür ederiz.

Bibiheybat Cami gezimizi Gobustan gezimiz sonrasında Bakü’ye dönerken yaptık. Aslına bakılacak olursanız gezdiğimiz cami 1990 yılında yapılan bir cami. Ama bu cami yerinde, 1936 yılında dine karşı mücadele veren Rus Komünist rejiminin yıktığı eski bir cami gerçekten varmış. Yıkılan cami 13. yüzyılın ortalarında Şirvanşahlar döneminin 28. hükümdarınca yaptırılmış.

Cami Hz Muhammed’in soyunan gelen Hakimah hanımın türbesinin üstüne inşa edildiğinden kutsal kabul ediliyor. Ziyaret ettiğimiz cami ise yıkılan caminin aynısı niteliğinde yapılmış. Caminin içindeki tahta kafeste Hakimah hanımın hizmetçisi Heybat’da gömülü.

Bibiheybat ismi de ondan geliyor. Haydar Aliyev 1998’de restorasyon çalışmasını başlatmış. Cami 1999 yılında bitirilmiş. Külliyesi ise 2008 yılında tamamlanmış.

Bibiheybat Cami gezimiz sonrasında Bakü’ye döndük. Döndüğümüz vakitte Bakü’de trafik çok yoğundu. Bilmediğimiz Bakü yollarında şehrin diğer ucundaki Ateşgah’a gitmek mantıklı gelmedi. Bir de hava hala kapalı. En iyisi program değişikliği yapıp, şehitlik tarafını gezmekti. Biz de öyle yaptık. Ama Bakü anlatımı başka zamana olsun.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

25.08.2023

Odlar Diyarı Azerbaycan: Azerbaycan Ziyareti Öncesi Bilgiler

Resmi adıyla Azerbaycan Cumhuriyeti Batı Asya ile Doğu Avrupa’nın kesişim noktası olan Kafkasya’da yer alıyor. Azerbaycan yaklaşık 87000 km2‘lik bir yüzölçüme ve 10 milyon civarında nüfusa sahip. Para birimi AZN harfleri ile gösterilen Manat (bu yazı yazıldığında bir Manat, 16 TL’ye ve 0,6 USD’ye eşitti). Ülkenin okuma yazma oranı müthiş;%99,8. Daha da güzeli hem kadın ve hem de erkek okuma yazma oranı %98’lerin üstünde.

Azerbaycan adının kaynağı Farsça. Farsçada “azer-azar” ateş, “payegan-baycan” muhafız/koruyucu, “azerpayegan” “ateşin koruyucusu” anlamına geliyor. Ülkenin taşından toprağından petrol ve doğal gaz fışkırırsa adında bir yere “ateş” sözcüğünü sokmak doğal olsa gerek. Bir dönem bu toprakların inancı Zerdüştlük olmuş. Ateşin koruyucuları unvanı o zamanlardan gelse gerek.

Kafkasya genel olarak Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki bölge ve Kafkas Sıradağları bölgeyi Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya (Transkafkasya) olarak ikiye bölüyor. Kuzey Kafkasya tümüyle Rusya Federasyonunun hakimiyetinde iken Güney Kafkasya’da üç ülke yer alıyor; Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan. Tarihsel olarak Azeri halkı Kafkasya ve İran platosu arasındaki geniş arazide yaşayan bir Türk halkı olarak kabul ediliyor. Ruslarla İranlılar arasında yapılan savaşlarda İran tarafı savaşları kaybedince Rusların İran’dan toprak talepleri olmuş. 1813’te Gülistan Antlaşması ve 1828’de Türkmençay Antlaşması ile Aras Nehri‘nin kuzeyindeki Azeri toprakları Rus İmparatorluğunun egemenliği altına girmiş, güneyi ise İran’da kalmış. Bu da Azeri halkı ikiye bölmüş. İran’ın Azerbaycan ile ilgili gelişmelerden huzursuzluğunun nedeni bu tarihsel ayrılık. Sonuçta coğrafya toplumların kaderi lafı azıcık doğru kabul edilebilir. Belki bir de eklemem olabilir; Coğrafya toplumların kederlerinin, savaşların da kaynağı olabilir.

Azerbaycan’ın beş ülke ile sınırı var. En uzun sınırı can düşmanı Ermenistan’la. Azerbaycan’la Türkiye’nin de sınırı var. Bu sınır Azerbaycan’a bağlı özerk bir cumhuriyet olan Nahçıvan ile sağlanıyor. Nahçıvan-Türkiye sınırı sadece 17 km. Ancak bu 17 km’lik küçücük sınır vasıtasıyla Bakü’ye kadar yeni demiryolu ve karayolu yapılması projeleri var. Türkiye ile Türk Dünyasının diğer ülkelerini birleştirecek olan Zengezur Koridoru hattı umarım bir gün gerçekleşir.

Dağlık Karabağ bölgesi ise uluslararası hukuka göre Azerbaycan’a bağlı. Bölge Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin yönetiminde iken iki halk arasında sorun çıkmasına izin verilmemiş. Ancak “Glasnost” sonrası bölge ve çevresinde 1988 yılında ilk çatışmalar başlamış. Sonradan ayrılıkçı Ermenilerce çatışmaların boyutu arttırılmış ve sadece Dağlık Karabağ değil ama civarı da işgale uğramış. Uluslararası hukuka göre Azerbaycan sınırları içinde kabul edilen toprakların %16’yı bulan kısmı Ermeni ayrılıkçıların eline geçmiş. 1991 yılında ayrılıkçı Ermeni yönetim Azerbaycan’dan ayrıldığını ilan etmiş. 1994’de yürürlüğe giren ateşkes anlaşması çatışmaları durdursa da, tartışmaları tabii ki durduramamış. Yakın zamana kadar bölge, hukuken Azerbaycan’a ait olsa da, fiilen Ermeni ayrılıkçılarca yönetilmiş. 2020’de Azerbaycan ordusu ikinci Dağlık Karabağ Savaşı ile bölgenin çoğunu geri almayı başardı ve Ermeni ayrılıkçılar ve Ermenistan yenilgiyi ve işgal ettikleri bölgeleri geri vermeyi kabul etti. Ama bölge halen barut fıçısı durumunda. Bölge için, İran dahil, bazı ülkeler sorun çıkartmaya hazırlar. Geçmişinde, karşılıklı olarak masum insanların acı çektiği bu coğrafya artık huzur bulsun isterim. Haritaya bakınca bazı şeyler o kadar zorlama ile yapılmış ve yapılıyor ki, inanılır gibi değil. Bölgede bulunan her ülke karşılıklı beraberce ve kardeşlik içinde yaşama isteği ile kazanacaktır. Umarım her şey barış içinde devam eder.

Transkafkasya Bölgesinin her zaman sorunlu olmasının dahili ve harici nedenleri var. Dahili nedenler dediğimizde ağırlıklı olarak bölgenin çok parçalı ve iç içe geçmiş demografik yapısından kaynaklanan üç devlet arasındaki toprak sorunlarını anlamalısınız. Harici nedenler olarak ise bölgenin her alanda sahip olduğu potansiyel önem ile küresel ve bölgesel güçler için cazibe merkezi olması, buna karşılık Rusya’nın hayati çıkarları bakımından bölgeyi kontrol etme zorunluluğunu duymasını anlayabilirsiniz. 1917’lerde Lenin‘in “Bakü petrolü olmazsa, Rusya yaşayamaz” lafı daha o zamanlardan belirlenen Rus doktrinini ortaya koyuyor. Yani açık ya da kapalı olarak tepede çarpışan küresel güçler nedeni ile bölgede bulunan ülkeler acı çekiyorlar. Evrensel sebeplerle, evrensel aktörler işin içindeler.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus İmparatorluğunun 1917 Ekim Devrimi sonucu yıkılması ardından Transkafkas yöneticiler ne yapacaklarını bilememişler. Yeni Rus yönetimine de bağlı kalmak istememişler. Bunun yerine 1 ay gibi kısa süreliğine de olsa, bugünkü Azerbaycan Cumhuriyeti, Ermenistan ve Gürcistan’dan oluşan Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyetini kurmuşlar. Ama bu kısacık birliktelikte bile bölge yönetimleri arasında yaşanan toprak sorunları ve tartışmaları, yeni Bolşevik yönetimin bölgeyi, özellikle de Bakü’yü, elden çıkartmak istememesi ve yerel Bolşeviklerle birlikte hareket ederek masum Azerilere yönelik katliamlar (Mart Soykırımı) bu birlikteliğin devam edemeyeceğinin göstergesi olmuş. Almanlar Gürcüleri kollamış, İngilizler Ermenileri, Osmanlı da doğal olarak Azerileri. Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti’nden ilk ayrılan Gürcistan olmuş.

Bakü’de 31 Mart 1918 Azeri halka karşı soykırım https://ru.wikipedia.org/wiki
Mehmed Emin Rezülzade

Mayıs 1918 yılında ise Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olarak sahneye çıkmış. Azerbaycan gezinizde şehirlerin sokak ve cadde tabelalarında çokça ismine rastlayacağınız Mehmed Emin Resulzade bağımsız Azerbaycan Meclisinin ilk başkanı olmuş. Bu meclis tarihteki ilk Müslüman parlamenter cumhuriyet olma özelliğini taşıyor. 23 ay gibi kısa bağımsız yaşamlarında bu meclis kadınlara erkeklerle eşit siyasal haklar veren ilk Müslüman ülke meclisi de olmuş. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, 28 Nisan 1920’de Rus Komünist (Bolşevik) askeri müdahalesi ve işgali ile bağımsızlığını kaybetmiş, Azerbaycan’da Komünist (Bolşevik) hükumeti kurulmuş. Hükumetin başına da Neriman Nerimanov geçirilmiş.

Neriman Nerimanov

Azerbaycan’da Neriman Nerimanov adını gezdiğim Azerbaycan şehirlerinde, parklarda daha sık olarak gördüm. Neriman Nerimanov’a göre; “Azerbaycan özgür olmalı, komünist ideolojisiyle yönetilmeli, Türkiye ve Rusya’yla sıkı ilişkilerde bulunmalıdır.” Neriman Nerimanov’un önemli katkılarından birisi Azerbaycan’ın Anadolu Kurtuluş savaşına maddi destek sağlanmasındaki rolü, bir diğeri ise Rusya’nın Milli Mücadele döneminde Türkiye’ye desteğini sağlaması ve Moskova Anlaşmasının imzalanmasına yardımcı olmasıdır.

Genelde gezi yazılarımın ülke tarihi kısmı kısa olur. Ama bu bölge ve Azerbaycan tarihi o kadar ilginç ve karmaşık ilişkilere sahne olmuş ki sağlıklı bir özet yapabilmek, neden-sonuç ilişkisini kurabilmek gerçekten çok zor. Bir örnek vermek gerekirse 1918-1920 yılları arasında Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti ve Türkiye arasındaki ilişkileri verebiliriz. Bu dönemde yıkılmış Rus Çarlık monarşisi ve yönetim boşluğu karşısında Kafkasya’da varlığını yeniden sağlamaya çalışan Osmanlı devleti var. Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa ordusuyla Bakü’ye gitmiş ve zor durumdaki Azeri halkı kurtarmış. Sonra Mondros Mütarekesi yapılmak zorunda kalınmış ve Osmanlı ordusundan Bakü ve Azerbaycan’ı terk etmesi istenmiş. Bu arada ortaya çıkan boşluğu İngilizler doldurmuşlar. Azerbaycan yönetimi Osmanlı ile geleneksel ilişkiler içindeler. Bir yandan da Anadolu’da emperyalist güçlere ve Osmanlı’ya karşı savaş veren Mustafa Kemal ve arkadaşları, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti meclisi ile ilişki kurmaya çalışıyor ve yardım istiyor. Azerbaycan Meclisinde o dönem en fazla üyeye Müsavat Partisi sahip. İktidarda olan bu parti, Azerbaycan’ın ulusal çıkarlarını, kurtuluş savaşını vermekte olan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının çıkarları ile uyumlu görmüyor. Yardım isteklerine ise kayıtsızlar ya da en azından beklenen dozda yardım olmuyor. Kendilerini bolşeviklerden koruyacağını düşündükleri İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri ile işbirliği içindeler. Gürcistan’la bir Konfederasyon kurmak ve Bolşevikleşmeyi önleme hayalleri var.

Türkiye’ye her bakımdan destek olan ve Milli Mücadeleyi kuvvetle savunan parti Bakü’deki Sol Sosyalistler yani Bolşevikler. Genç Azerbaycan yönetiminin emperyalist güçlerin elinde oyuncak olmuş Osmanlı Padişahı ile mi yoksa Kurtuluş savaşını veren Mustafa Kemal ve arkadaşları ile mi ilişki kurmaları gerekiyordu? Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetini alaşağı edip ileri de Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adını alacak devleti kuracak olan Bolşevik yönetimin, Anadolu kurtuluş savaşı sırasında Mustafa Kemal ve arkadaşlarına ciddi maddi yardımda bulunması ilginç. O zaman ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Kızıl Ordunun Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti topraklarına girmesini desteklemesi de işin bir başka boyutu. Geçmiş tarihi bugünden eleştirmek hakkımız da değil, haddimiz de.

Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti arasında 16 Mart 1921 Moskova Anlaşması

O dönem Azeri Bolşevik Yönetim arabuluculuğu sayesinde Rusya ve Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında kurulan iyi ilişkiler sonucu 1921 Moskova Anlaşması imzalanabilmiştir. Bu ve devamı niteliğindeki anlaşmalarla 100 yılı geçmiş şekilde Türkiye, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ile sınırlar hala aynıdır. Nahçıvan’ın iç işlerinde özerk, ancak Azerbaycan toprakları içinde kabul edilmesi de o dönemin Rusya’sı ile Türkiye’nin iyi ilişkilerinin bir sonucudur. Tabii bu arada Rusya’da var olan ve emperyalizme karşı savaş veren Türkiye Büyük Millet Meclisinin savaş sonrası Sovyet Birliğine katılabilme olasılığına dair beklentisini de unutmayalım.

Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı sonlandırıldıktan sonra Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan bu sefer zorla ve ikinci kez aynı çatı altında bir araya getirilmişler. Bu birlikteliğin adı Transkafkasya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti olarak konmuş ve onlar da Rusya ile birlikte Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adı altında toplanmışlar. Bu üç anlaşamaz devletin zoraki birlikteliği 1936’ya kadar devam edebilmiş. Sonra üç Transkafkasya ülkesi ayrı ayrı Sovyetler Birliği’ne katılmışlar.

Doğu Avrupa (Rusya, Beyaz Rusya, Ukrayna, Moldova), Baltık (Estonya, Letonya, Litvanya,), Kafkasya (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) ve Orta Asya ülkelerinden (Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan) 15 tanesi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğini oluşturarak 1991 yılına kadar bir arada kalabildiler Azerbaycan, bağımsızlığını 30 Ağustos 1991’de ilan etti. Bundan sonrası, özellikle tek adam yönetimine giden süreç ayrıca incelenmeli diyerek modern Azerbaycan tarihinin kalanını sonraya bırakalım. Bu faslı bir ilginç gözlemimle kapatayım; Azerbaycan’da caddelerde ve parklarda çok devlet adamı ismi ve heykeli gördüm. Ama Azerbaycan ikinci Cumhurbaşkanı Ebülfez Elçibey adını ve heykelini hiç göremedim. Bu bana çok ilginç geldi. İsme denk gelemedim herhalde.

Bakü’de sınır geçişleri kolay oluyor. Havaalanı ile şehir merkezi arası bayağı mesafe var. Biz Türkiye’den araç ayarlayıp, otelimize kadar transfer olmuştuk. Bu iş için 20 Manat verdik. Kiraladığımız aracı ertesi gün otelden teslim aldık. Altı gün kiraladığımız Kia Rio için sigortası, vergisi, otele bırakması ve otelden alması dahil 383 Manat ödeme yaptık

Azerbaycan konaklama için alternatifi çok olan bir ülke. Bakü’de her keseye ve her amaca uygun konaklama yeri bulabilirsiniz. Biz Bakü’de tarihi İçerişehir’de Sunday Hotel’de konakladık. Burada oteller mecburen biraz eski olmak zorunda. Ancak gece ve sabah erken saatlerde İçerişehir gezisi yapma avantajınız oluyor. Burada en önemli sorun aracınızla İçerişehir’de park etmeniz. İçerişehir’e araçla giriş ücretli ve giriş saatinize göre sabah ödediğiniz park ücreti fazla olabiliyor. Biz aracımızı Anayasa Mahkemesi dışındaki ücretli park yerine bırakıp İçerişehir’deki otelimize yürüyerek gittik. Gece boyu park ücreti olarak sabit 5 Manat ödedik. Bakü dışında İsmayıllı-Şeki yolu üzerinde Castle Resort Spa Hotel ve Şeki’de Macara Sheki City Hotel’de konaklama yaptık. Bu iki otelde çok iyi tercihlerdi ve kahvaltıları çok güzeldi. Yemek içmek kısmını yol boyunca ve şehirlerde gezerken anlatacağım.

Biz Mayıs ayında Azerbaycan’daydık. Yeşilin güzel zamanıydı ama kırsalda yükseklerde soğuk vardı. Gezilen yerlerin bazılarında fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Özellikle kırsal alanlarda sokaklarda yürümek çok zevkli. Şii inancına sahipler. Camilerinin içlerine de dışlarına da bayıldım. Bir diğer dikkatimi çeken konu ise özellikle Bakü sokaklarında neredeyse hiç göçmen görmemem oldu. Azeri halk içinde Türkiye’ye gelmiş olanlar çok. Çalışma veya okumak için Türkiye’ye gelmiş Azerilerle kendinizi daha çok “tek millet” olarak hissediyorsunuz.

Şimdilik bu kadarla bitirelim. Yeri geldikçe eksikleri tamamlarız. Bakü gezi notları ile devam edeceğiz.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

23.08.223