Mekong Nehri 4500 km uzunluğu ile dünyanın en büyük 12. ve Asya kıtasının ise 7. büyük nehri. Tibet’in yüksek yaylalarından doğup, Çin, Burma, Tayland, Laos, Kamboçya’yı geçtikten sonra Vietnam’da Mekong Deltasını oluşturup denize dökülüyor. Bu delta, Vietnam’ın güneyine pirinç, Hindistan cevizi, longan ve mango meyveleri deposu olma unvanını kazandırıyor. Mekong nehrinin 1200 balık çeşidine ev sahipliği yaptığını okumak beni çok şaşırttı.
Mekong Deltası insanları, nehir üzerindeki yaşamlarını yıllardır aynı şekilde sürdürüyorlar. Nehir onların her şeyi; yıkandıkları, çamaşırlarını, bulaşıklarını yıkadıkları, kazıklar üzerinde çakılı evlerde veya teknelerde yaşadıkları su, hep aynı su. Buralara gelmişseniz (Tayland, Laos veya Vietnam’a) bu nehir veya onun kolları üzerindeki yaşama, mutlaka ama mutlaka, şahit olmalısınız.
Mekong nehri gezisini dört gözle bekliyordum. İnsanlarının gündelik yaşamlarını gözlemek yanında, dünyanın bu köşesinde doğa ananın içinde barındırdıklarından bazılarını da görebilecektik.
Sabah erkenden otobüse atlayıp yola düştük. Turlar genellikle Mekong nehri üzerinde gezi yaptırıyorlar. Çoğu zaman da Ho Chi Minh Şehrinin 72 km uzağında bulunan My Tho’ya götürüyorlar. Burada bot kiralanarak nehir boyunca seyahat yanında, bu şehirde bulunan ve en meşhuru Vinh Trang Pagoda gibi bazı dinsel alanları da ziyaret ettiriyorlar. Bunlar teorik bilgiler, pratiğini yaşamadık. Biz 136 km ötede bulunan Vinh Long’ a gittik. My Tho’yu bilemem ama burada geçen bir gün, çok güzel oldu. My Tho biraz daha fazla turistik gibi gözüküyor, Vinh Long daha bozulmamış ve daha Mekong’a özgün gibi.
Otobüs yolculuğunun 70. km’leri civarında Tram Dung Chan Mekong diye bir tesiste durduk. Burasının bahçe düzenlemesine bayıldım. Vietnam kahvesinin sert tadı ama güzel aroması eşliğinde bahçede bol bol fotoğraf çektik.
Daha sonra hareket ederek Vinh Long’a vardık. Önce şehrin içinden geçip, kiralanan bota bindik. Botla nehir kenarında insanların dükkanları ve evlerindeki yaşama şahit olduk. Bir kısım insan teknelerle gelen meyveleri boşaltırken, hemen yanında bir kadın ağla balık tutmaya çalışıyordu. Bir diğer evdeki kadın ise çamaşır yıkıyordu.
Bizi floating Market (yüzen market) e götürdüler. Ama ben ortada market filan görmedim. Bunun iyi bir örneğini Tayland’da görmüştüm. Floating markette nehir üzerinde çok sayıda küçük teknelerle satıcılar oluyor ve halk alışverişi burada yapıyor. Genellikle sabahın çok erken saatlerinde oluyor ve öğleye yakın pazar dağılıyor.
Bir müddet gittikten sonra tekne bizi bir yerleşim yerine götürdü. Burada pirinç ve Hindistan cevizi ile yapılan ürünler hakkında bir gösteri izledik. Pirincin mısır gibi patladığını ilk kez gördüm. Kabuğu ile birlikte bir tencereye atılan pirinç, bir toprakla karıştırılıp ısıtılıyor ve pirinç, mısır gibi patlamaya başlıyor. Sonra elekten geçirilip toprak ve kabuktan ayrılıyor ve yeniyor. Bir başka tezgahta ise Hindistan cevizinden şeker yapılmasını gördük. Bir tezgahta longan meyvesinin kabuklarını yakarak elde ettikleri ateşte karamel, zencefil, pirinç patlağı, Hindistan cevizi karışımından yapılma şekeri tattık. Önceleri hijyen yönünden çekincelerim olduysa da, sonra bıraktım kendimi. Ne verdilerse tattım. İçine yılanları tıktıkları şarabı bile tattım gitti.
Pirinç bu insanlar için her şey demek ve doğadan elde ettikleri her türlü ürünü sonuna kadar değerlendiriyorlar.
Bu gösteri sonrasında tekne tekrar hareket etti. Hedef yemek yiyeceğimiz tesis. Bir gece öncesinden yerel rehberi bu geziye verdiğimiz önem konusunda uyarmış, doğa içinde bol fotoğraf çekmek istediğimizi söylemiştim. Bundan mıdır yoksa zaten öylemi olacaktı bilmiyorum ama rehber bizi bir iskelede indirip Hindistan cevizi, longan meyvesi ağaçları arasında nehir boyu yürümeye çıkarttı. Yaklaşık yarım saat- 45 dakika yürüdük. Hayatımın en güzel yürüyüşlerinden bir tanesiydi. Adını bilmediğim rengarenk çiçekler, avuç içi büyüklüğünde kelebekler eşliğinde yürüyoruz. Nehir kıyısında evi olanlar bizi görünce selam veriyorlar, uzatarak söyledikleri“Sin çaouv” (merhaba) larına bizde aynı şekilde karşılık veriyoruz. Biraz ilerde bir evin bahçesinde horozların içinde bulunduğu kafesler gördük. Biraz yanaşınca adamın horozların bacaklarını, gagalarını boyadığına şahit olduk. Ya satışa götürecekti, ya da horoz dövüşü için horozları hazırlıyordu. Adam, karşı tarafın horozlarına karşı kendi horozları ürkütücü olsun arzusu ile kendi horozlarını boyuyordu.Bilmem, belki de başka bir anlamı vardı. Bu güzel yürüyüş sonrası aslında bir bonsai ve orkide çiftliği olan yemek yiyeceğimiz tesise geldik. Körün aradığı bir göz, Allah verdi iki göz…
Burada yemek yedim desem yalan söylerim, vaktin çoğunu orkideleri, bonsaileri, kelebekleri fotoğraflayacağım diye geçirdim. Bu arada masaya ilginç bir balık yemeği geldi. Bizim ekip, başlarında koni şapkaları ile bu balık başında pozlarını verdiler. Grubumuzun profesyonel fotoğrafçısı Mustafa onların en iyi fotosunu alacağım diye epey çabaladı doğrusu..
Yemek sonrası bizi bir sürpriz daha bekliyordu. İki ya da üçer kişilik gruplar halinde küçük teknelere binip, büyük teknemize nehir boyu geri döndük. Çok güzel bir deneyimdi. Sandallarda bu kürek çekme biçimi çok etkili gibi görünüyor. Hepimiz çok neşeliyiz, karşılıklı olarak sandaldan sandala laf atmalar var.
Gezi sonunda bir başka tesiste yeşil çay içip, meyve sunumu eşliğinde 3-4 Vietnam folk şarkısı seslendiren bir çiftin gösterisine şahit olduk. Allah için burada duyduğum en güzel ses bu çifte aitti. Hem şarkı söylüyorlar ve hem de görsel sunu var. Bizden bol bol alkış aldılar. CD ye kayıt şarkılarını satışa çıkarttılar. Aldım bir tane.
Mekong nehir gezisi ile Vietnam gezisi tamamlanmış oldu. Sonrasında Laos var. Geziye çıkarken, benim için gezinin en önemli kısmı Kamboçya, Siem Rap’tı. Burada göreceğim Angkor Wat üzerine kurulmuş bir geziydi. Ama şimdi ki aklımla gezinin en güzel kısımlarının Vietnam’da kaldığını görüyorum.
Görüşmek üzere..
Gezekalın.
Dr Ümit Kuru
10.12.2014 Saat 01:16