Bugünkü Romanya gezimize Corvin Kalesi ile başlıyoruz. Corvin Kalesi’nin tek adı da bu değil; Kaynaklarda Romanya’nın Yedi Harikasından birisi olarak bilinen Gotik mimarinin şaheseri bu kaleyi Hunyadi ya da Hunedoara Kalesi diye de bulabilirsiniz. Romanya’ya turistik bir gezi yapanlar hemen Kont Drakula karakterinin kalesi olan Bran Kalesini ön plana çıkartırlar ama bence Romanya’daki ortaçağdan kalma en iyi kale örneği Corvin Kalesi’dir. Masallardaki, filmlerdeki gibi bir kale burası.
(Meraklısına Dip Not: Romanya’nın 7 Harikası olarak kabul edilen eserler; Bran kalesi, Corvin Kalesi, Spanta Neşeli Mezarlığı (Merry Cemetery of Sapanta), Peleş Kalesi, Transfagaraşan Yolu, Turda Tuz Madeni, Voronet Manastırı)
Hünyadi soyadını taşıyan tarihsel karakterler “Türkleri Avrupa yolunda engellemiş, geciktirmiş karakterler olarak kabul edilirler”; Hünyadi Yanoş’un babası Voyk Macarca Voicu), Hünyadi Yanoş ve onun oğlu Matthias Corvinus (Macarca Mátyás) bu ailenin babadan oğula artan iyi komutan ve yöneticileri sayılıyorlar. Bu yakadan Osmanlının belalısı, diğer yakadan büyük kahraman Mihai Viteazul (Büyük Michael) var ki o bu aileden değil. Onu da Alba Lulia şehrini gezerken anlatacağım.
Romenler önce soyadlarını sonra da adlarını kullanırlarmış. Bizim tarihimizde Hünyadi Yanoş (Macarca János, Romence Ioan) diye bildiğimiz karakterin babasına, yani Voyk’a, komutan olarak başarılarından ötürü Macar Kralının Hünyadi (Hunyad) Kalesini ve bölgenin yöneticiliğini bahşetmesi ile aileye Hünyadi (Hunyad) soyadı geliyor. Soyadı başta, adı sonda olunca da Hünyadi Yanoş ortaya çıkıyor. Hünyadi Yanoş babasının yerine tahta geçince kale iyileştiriliyor ve onun oğlu Matthias Corvinus zamanındaki eklemelerle kale iyice genişletiliyor. Corvinus’dan sonra, 1725 yılında Habsburg Ailesinin eline geçmesine kadar, 22 tane Transilvanya Prensi kalenin sahibi oluyor.
Kaleye en son eklentileri 1618’de yapmışlar ve kale şu anki görünümüne kavuşmuş. Kale zamanında tüm Avrupa’nın en güzel ve en büyük kalesi olma özelliğini taşıyor. Şimdi artık bir müze olarak korunuyor.
Kaleye, tahta köprü geçilip ana kule kapıdan giriliyor. Girişten hemen sonra karşınıza ilk çıkan yer mahkumların kaldığı ve işkence yapılan bölüm oluyor. Corvin Kalesinin bir ilginç yanı da Kazıklı Voyvoda’nın bu kalede 7 yıl hapis edilmesi.
Hünyadi Yanoş’un ailesi için seçtiği flama, ağzında yüzük olan bir kuzgun. Şövalyeler Salonunda (Knight’s Hall) asılı olan flamalardan bir tanesinde ay yıldız olması ilginç geldi.
Corvin Kalesinin en etkileyici bölümleri Şövalyeler Salonu (Knight’s Hall), Matei Salonu ve Rönesans Merdivenli Locası. Bizim için etkileyici bir başka bölüm ise kuyusu. Ama ortaçağ kalelerinin en çarpıcı tarafı dışarıdan görülen kısmı. Peleş Kalesinde gördüğümüz iç mekan zenginliği, haliyle bu kalede yok.
Matthias’ın olduğu söylenen oda da yatak ve çağın elbiseleri gibi bazı düzenlemeler yapılmış.
Gelelim sarayın kuyusunun hikayesine; Hünyadi Yanoş esir alınan 3 Osmanlı askerine saray içinde bir kuyu açmalarını ve eğer su bulurlarsa onları azad edeceklerine dair söz verir.
Bu üç esir asker tam 15 yıl boyunca kendilerine gösterilen kale köşesinde kuyu kazarlar ve sonunda da suyu bulurlar. Ancak su bulunmadan Hünyadi Yanoş ölür. Karısı Erzsébet kocası Hünyadi Yanoş’un esirlere verdiği sözü yerine getirmez ve onları ölüme mahkum eder. Bu esirlere idamları öncesi son sözleri sorulduğunda ise söyledikleri söz; “Artık suyunuz var ama ruhunuz yok” olur. Bu sözü bizim yazılı kaynaklarda da buldum ama sözü rehberimiz George’un ağzından duymak bir nevi teyit oldu benim için.
Kuyunun olduğu yerde, bir köşede Osmanlının kullandığı harflerle yazılı bir metin de var ve bu metinde kuyu yapanlardan birisinin adının Hasan olduğu yazıyormuş. Bu yazı hikayenin doğruluğunu destekler nitelikte. Kuyunun bulunduğu yere yakın mahkumlar için kullanılan bir çukur var. Ölüm cezası alan mahkumlar aç ayı ya da kurtların bulunduğu bu çukura atılarak cezalandırılırlarmış. Bu gezi sonrası Transilvanya Voyvodalarının fazlaca zalim olduklarını kabul ettim.
Corvin Kalesi gezisi sonrası Alba Lulia Sitadel’e doğru yola düştük. Yolda artık Maramures’e giriş kabul ettiğim saman yığınlarına rastlamaya başladık.
Alba Lulia Sitadel Romanya tarihinde her daim önemli olmuş bir Transilvanya şehri. Bir dönem Transilvanya’nın başkentliğini de yapmış. Bu şehir Romanya çiftçilerinin özgürlük ve hakları için isyan ettikleri 1785 Köylü İsyanı ile adalet ve özgürlüğün, 1 Aralık 1918 yılında Transilvanya’nın, Wallachia ve Moldova ile birlikte tek ulus haline gelmesinin kararı alınıp, deklare edildiği şehir olarak ulusal birliğin sembolü kabul ediliyor.
Daha önce gördüğümüz Braşov, Sibiu gibi renkli ve tipik Sakson şehri değil, hatta bana biraz soğuk bir şehir gibi geldi. Ana yol boyu dizilen heykellerle sıcak hale getirilmeye çalışılmış sanki. Ancak yukarıdaki özellikleri için bile uğranıp geçilesi bir Romanya şehri ve biz de öyle yaptık zaten.
Alba Lulia’da, Transilvanya’daki en eski ve en değerli Roman Katolik Katedrali bulunuyor. Meşhur Hünyadi Yanoş’un mezarı da bu kilise içinde bulunuyor.
Eski şehirde ulusal kahramanlardan, önemli tarihi kişiliklere kadar çok sayıda heykel bulunuyor. En görkemli olan heykel ise at sırtında tüm heybeti ile Romenlerin Mihai Viteazul’ü bizim Büyük Michael diye bildiğimiz efsanevi Wallachia Voyvodası’nın heykeli. Büyük Michael, Osmanlı Padişahından aldığı icazet ile Wallachia Voyvodası olduktan sonra Osmanlı’ya baş kaldırmış ve hem Osmanlı ve hem de diğer Romen Voyvodalarla savaşarak topraklarını genişletmiş. 1599 yılında Transilvanya, Wallachia ve Moldova topraklarını tekeline alarak tarihte ilk kez, kısa da sürse, Romanya’nın birliğini yine Alba Lulia’da ilan etmiş.
Alba Lulia Şehrine yukarıdan kuş bakışı bakacak olsak, eski şehri yıldız şeklinde bir sur sistemi içinde görürüz. Bugün bu surların tamamı yok. Eski şehrin aslında altı tane kapısı varmış ama bugün sadece 3 tanesi ayakta. Alba Lulia’nın tam göbeğine doğru çıkan yolun başındaki Barok tarzı ve 1700’lü yıllarda yapılmış 3 numaralı kapı en güzel kapıydı.
Her gün saatler tam 12’yi vurduğunda temsili bir grup asker bu kapılarda törenle nöbet değişimine gidiyorlar. Biz de bu güzel törene denk geldik ve bol bol fotoğrafladık.
Alba Lulia’da yeni sayılabilecek bir Ortodoks Katedral’de bulunuyor. Bu katedralde Kral Ferdinand ve Kraliçe Mary‘nin taç giyme törenleri yapılmış.
Rimetea Köyü aslında programımızda olmayan bir köydü. George zamanla ne istediğimizi anladığından, Cluj Napoca yolu üzerinde bu köye uğrarsak çok seveceğimizi söyledi. Gerçekten de bu köyü çok sevdik. Alba Lulia’dan 50 km kadar sonra ulaşılan bu köy, günümüz bence en güzel olan ziyaret yeriydi.
Köyde yaşayanlarının çoğunluğu Macar olan ve beyaz renkte duvar, yeşil renkte pencereli tipik evleri ile çok sevdiğimiz bir yer oldu burası. 700-800 yıllık bir tarihe sahip köy 1870’de büyük bir yangın geçirmiş. Evlerin çoğu o tarih sonrası yeniden yapım.
Transilvanya gezinize mutlaka eklemenizi tavsiye edeceğim, 2014 yılında Europa Nostra ödülüne sahip bu köyü sakın ihmal etmeyin. Köy içinde mutlaka küçük bir yürüyüş yapın.
Köy içinden giden bir yol, biraz yürüyüşle, sizi tepelerden köye kuş bakışı görebileceğiniz bir alana götürecektir. Üşenmeyin yürüyün ve güzel manzaranın tadını çıkartın.
Günümüzün bir başka durağı ise Turda Tuz Madeni (Salina Turda) gezisi oldu. Bu madenin tarihi çok eskilere kadar uzanıyor. Maden hakkında ilk kayıtlara 1271 yılında rastlanılıyor.
Maden 1932 yılına kadar işletilmiş. Sonradan peynir saklamak için bir depo ve savaş sırasında da bombalara karşı sığınak olarak kullanılmış. Günümüzde ise müze olarak geziliyor. Yalnız burada ilginç bir şey yapmışlar; Tuz madeninin 120 metreyi bulan dip kısmına bir lunapark inşa etmişler.
Bir anfi, kayıkla gezilebilen bir küçük gölet ve lunapark sanki bu madene başka bir görüntü vermiş. Asansörler ya da 13-14 kat olarak kıvrıla kıvrıla dönen merdivenle inilebilen bu madenin dibine lunapark, mini golf, masa tenisi alanları gibi faaliyetler sanki yakışmamış. Kim bilir zamanında kaç maden işçisinin canına mal olan bu maden, kendine yakışır şekilde bir müze olabilirdi.
Zamanındaki işlevine uygun olarak korunmuş madencilik faaliyetlerini gösterir bölümler sayısı bence yetersiz. Yine de Romanya’nın yedi harikası içinde yer alan bu müzeyi yeterli zamanınız varsa gezmeniz gerekir.
Turda Tuz Madeni gezisi sonrasında yaklaşık bir saatlik bir yolculukla Kloşvar‘a ( Cluj Napoca) ulaştık. Romanya gezimiz boyunca konakladığımız yerler içinde sadece burada eski şehirde kalamadık.
Kloşvar’da bir büyük şehir havası var. Bu havası da Romanya’nın Bükreş’ten sonra ikinci büyük şehir olmasından kaynaklanıyor.
Sibiu, Sighisoara, Braşov’da bulduğumuz sıcak havayı bu şehri turlarken hissedemedik.
Eski şehrin büyük caddelerinden gezdik ve Matthias Corvinus’un 1443 yılında doğduğun evin bulunduğu sokaktaki meydanda Bistro Viena adlı bir mekanda apfel strudel ve sacher torte yeyip, Ursus (Romen Lokal Birası) içerek günü tamamladık.
Sonraki yazı Romanya’nın en güzel bölgesi, Maramures ile ilgili olacak..
Gezekalın..
Dr Ümit Kuru
18.07.2019 Saat 23:36