Yeryüzündeki insanları merak eden güzeller güzeli Denizkızı, 15 yaşına basar basmaz merakını gidermek için suyun yüzüne çıkmış. O anda da bir gemiden denize bakan ve hayatının aşkı olacak olan yakışıklı prensi görmüş. Masal bu ya, prens fırtına çıkınca gemiden denize düşmüş. Prens tam boğulacakken Denizkızı onu kurtarmış. Prense olan aşkından dolayı, prensle birlikte olabilmek ve karaya çıkabilmek için, cadıya sesini vermek karşılığında, iki ayağa kavuşmuş ve prense ulaşmış.
Masal sonunu güzel bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Her aşk maalesef güzel bitmiyor ve her seven, sevdiğine kavuşamayabiliyor. Uğruna cadıya sesini veren Denizkızı prensle evlenememiş ve büyücünün kehaneti gerçekleşerek Denizkızı bir köpüğe dönüşmüş.
Ünlü masal yazarı Hans Christian Andersen‘in ülkesi Danimarka’nın başkenti Kopenhag’a kısa süren bir gezimiz oldu. Yazıya neden Denizkızının hüzünlü masalı ile başladım derseniz yukarıda gördüğünüz Küçük Denizkızı heykeli Kopenhag’ın simgesi.
Kopenhag kolay gezilebilir, sessiz, sakin ve huzur dolu bir şehir. Kopenhag gezisinden “aklında kalanlar nelerdir” diye sorarsanız, size ilk planda şunları söyleyebilirim; Pahalı bir şehir, şehrin neredeyse tüm gezi noktalarını yürüyerek gezme şansınız var, yediğim en güzel ekmekleri burada yedim ve kadınlı erkekli bu kadar güzel insanın bir arada olduğu başka bir şehir görmedim.
Kopenhag’a Türk Hava Yollarının düzenli uçuşları var ve yaklaşık 3.5 saat süren bir yolculuk yapıyorsunuz. Havaalanı ve şehir merkezi arası yaklaşık yarım saat kadar sürüyor. Kopenhag’ı gezmek için en uygun zamanın yağmuru az Ağustos ayı olduğunu söylüyorlar. Ama ben hayatımın en kötü yağmurlarından bir tanesine Kopenhag’da yakalandım. Namussuz merete yol ortasında bir yakalandım ki sormayın gitsin! Islanmadık yerim kalmadı. Yağdım mı fena yağıyor, yanınızda küçük şemsiye olsa iyi olur diyeceğim ama nasıl bir yağmursa şemsiye filan da yetmiyor. Kıssadan hisse, Kopenhag’da hava her zaman ve aniden değişebilir. Orada geçirdiğim 3 günün 2 gününde yağmur vardı.

Kopenhag’da yağmur fena yağıyor. Bisikletli Kopenhag’lıların ise pek aldırdıkları yok yağmura
Kopenhag coğrafik olarak da çok ilginç bir yapıya sahip. Bir kere Kopenhag, Zealand adlı bir ada üzerinde bulunuyor. Baltık Denizi’nin kanallar boyunca şehrin içine girmesi ile şehir adeta Venedik’e benziyor .
Danimarka’nın Kopenhag şehri ile İsveç’in Malmö şehrini, daha doğrusu Danimarka ve İsveç topraklarını birbirinden ayıran Øresund Boğazı, bir köprü ve devamında 4 km deniz altından giden bir tünelle birbirlerine bağlanmışlar.
Kopenhag’da şehir merkezinde 700.000, kırsal alanla birlikte ise 1.250.000 civarında insan yaşıyor. İnsanoğlu bu kadar mı güzel olabilir? Kadını erkeği bebek gibi bir yüz, renkli gözler ve çok düzgün fiziğe sahipler. Candan, yardımsever ve neşeliler.
Şehir düz ayak. Tepesi, yokuşu olmayan bir şehir. Şehir düz ayak bir şehir olunca da haliyle bisiklet kullanmak kolaylaşıyor. Ben bu kadar bisikleti sadece Tayland, Çin gibi ülkelerde gördüm, Avrupa’da ise ziyaret ettiğim hiçbir şehirde bu kadar bisiklet yoktu. İnsanlar hem spor yapmış oluyorlar, hem de şehir egzoz dumanından kurtulmuş oluyor. Sizin anlayacağınız Kopenhag çevre dostu bir şehir. Kopenhag sakinleri ne yağmur, ne güneş (çamur zaten yok!) dinliyorlar, hep bisiklet üzerindeler. Bisikletlerin hiç görmediğim şekillerini burada gördüm. Bir tanesinin ön tarafında 4 küçük çocuğun oturduğu selesi bile vardı. Sanki anaokulu nakil aracı gibiydi 🙂
Yemeklerinin ahım şahım olmadığını söyleyebilirim. Yediğim yemeklerden aklımda kalan bir şey pek olmadı. Amma lakin o ekmekleri var ya o ekmekleri! Muhteşemdi. Bir restorana gittiğimizde sepette gelen ekmeklerin bitme süresi 10 dakikayı bulmuyordu. Garsonlar bize ekmek taşımaktan fenalık geçirdiler. Vallahi biraz mahcup olduk ama sıcak ekmeği zeytin yağına bandıra bandıra yemenin dayanılmaz çekiciliğine karşı koyamadık. Bir daha mı geleceğim Kopenhag’a? Varsın “Bu Türkler de ne ekmek canavarı kardeşim” diye düşünsünler.
Şehrin kuruluşu Vikingler zamanına, 10. yüzyıla kadar gidiyor. Kopenhag o zamanlar küçük bir Viking balıkçı köyü imiş. 15. Yüzyılda Kopenhag, gelişen ticaret sayesinde, artık Danimarka’nın başkenti olacak kadar önemli bir şehir haline gelmiş. Zaten şehrin Dan dilindeki söylenişi København, “Ticaret limanı” anlamına geliyor.
Şehir benim gördüğüm en pahalı şehirlerden. Benim kıyaslamam bira fiyatı ile oluyor. Kopenhag’da Carlsberg fıçı bira fiyatı 65 Kron yani 8.7 Euro. Ortalama bir restorandan 100 Euro civarı ödeyerek çıkıyorsunuz. Hediye olarak “ne aldın” diye sorarsanız, vallahi ben pek alınmaya değer bir şey göremedim. Andersen masal kahramanları düşünülebilir belki ama o kadar pahalı ki! Ben boş verdim, bence siz de aynısını yaparsınız. İster inanın ister inanmayın hediyelik olarak ekmek götürsem mi diye düşünmedim değil.. 🙂
Önce 18. yüzyıldaki büyük yangın ve veba salgını, 19. yüzyılda da İngiltere’nin meşhur amirali Nelson’un şehri topa tutması gibi şehri yıkan önemli felaketler sonrasında, şehir büyük ölçüde yeniden imar edilmiş. Bugün gördüğümüz neoklasik tarzda binalar hep o yeniden inşa döneminden kalma. Şehir öyle güzel bir şekilde planlanmış ki yolunuzu kaybetmeniz çok zor. Tarihi eserleri, müzeleri de ulaşımı kolay olan mesafelerde. 2 tam günde şehri hakkını vererek gezebilirsiniz.
Benim size bir tavsiyem olacak; Kopenhag’ı gezmeye başlamadan önce Hop-on Hop-off denen gezi otobüsleri ile tur satın alın. Hop-on Hop-off turlar Mermaid Tur (kırmızı hat), Christiania Tur (Mor Hat) ve Carlsberg Tur (Yeşil Hat) olmak üç çeşit. Ben Denizkızı son durak olan uzun turu seçtim. Böylece hem en uzak noktadan tura başlamış ve hem de şehir hakkında bilgilenmiş olacaktım. Tur fiyatı 180 Kron civarında. Bu turlarda bir yerde inip, o bölgeyi gezip sonra arkadan gelen otobüslerle geziye devam da edebilirsiniz. Benim bunu yapma şansım zaman kısıtlılığı nedeni ile olmadı.
Kopenhag’da Gezi Noktaları:
Kopenhag gezmesi çok kolay olan bir şehir. Kendinize güveniyorsanız şehrin tüm gezi noktalarını yürüyerek gezebilirsiniz.
Önce şehir merkezinden uzaktan, “Küçük Deniz Kızı (Little Mermaid)” heykelinden başlayalım. Bir kaya üzerinde oturan denizkızı ile temsil edilmiş heykel, ünlü bira üreticisi Carl Jacobsen’in Kopenhag şehrine bir hediyesi. Seyrettiği bir bale temsilinde hem Denizkızı karakterini canlandıran balet Ellen Price’dan ve hem de masalın hüzünlü hikayesinden çok etkilenen Carl Jacobsen bronz ve granitten bu heykeli 1913 yılında yaptırmış. Heykeli Edvard Eriksen adlı bir heykeltıraş yapmış.
Balet çıplak poz vermeyi reddedince, Edvard Eriksen model olarak kendi eşini kullanmış. Bu heykel bir kaç kez vandal saldırıya maruz kalmış. Şimdi gördüğümüz heykelin birkaç kez tamir görmüş hali.
Bu heykelin devamında yatların demirlediği liman ve liman arkasında ise bir başka heykel bulunuyor.
1843’de kurulmuş olan Tivoli Bahçeleri belki çocuklulara göre ama benim hoşlanacağım bir yer değildi. Andersen ve Walt Disney’de parkı bol bol ziyaret edenlerden. Yine de Kopenhag’da gezilecek yerlerin başında gelen bu büyükçe lunaparkı gezmeden yapamadım. Üstelik hem gündüz ve hem de gece gezdim. Aksiyon sevenler için bir sürü aktivite var. Hafta sonları burada konserler de oluyor. Biz bir tanesine denk geldik.
Bu parkı yine de ihmal etmeyin derim. İçinde gezip, sonra bir kafeye oturup bir yandan biranızı yudumlarken, bir yandan da tepenizden geçen vagonlarda ters dönerken çığlık atan insanları izlemek eğlenceli gelebilir.
Nyhavn adlı yer aslında dünyanın dört bir yanından gemilerin yanaşması için yapılan bir limanken sonradan bir eğlence yeri niteliği kazanmış. Limanın iki yanına yerleşmiş 3-4 katlı ve rengarenk boyalı evleri ile çok şirin bir yer. Burada bulunan en eski ev 9 kapı numaralı ve 1681 yılına ait. Bu ev orijinal hali ile korunmakta.
Nyhavn gündüzü gibi gecesi de çok hareketli bir yer. Burada bir akşam yemeği yedik. Hans Christian Andersen, burada bulunan 20, 67 ve 18 numaralı evlerde oturmuş.
Strøget Kopenhag’ın en önemli alışveriş merkezi ve 1.1 km uzunluk ile Avrupa’nın en uzun yaya yolu. Bu cadde boyu mim sanatçıları, sokak çalgıcılarını göreceksiniz.
Ny Carlsberg Glyptotek müzesi hemen şehrin göbeğinde, Tivoli Bahçeleri yanında bir heykel müzesi. 1888 tarihinde şehrin ve hatta ülkenin zengini biracı Carl Jacobsen tarafından finanse edilmiş.
Ben Kopenhag gezimin ilk günü yağmurdan kaçmak için içeri daldım ama bu kadar zengin bir müze ile karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. İçeride hem modern ve hem de Mısır, Yunan, Asur, Roma, Bizans gibi antik dönemlere ait heykeller var. Burası heykel severler için vazgeçilemeyecek bir yer. En az 1.5-2 saatinizi buraya ayırmanız gerekecektir.
Belediye Binası (City Hall), şehrin merkezinde bulunan ve 300 basamakla çıkılan 106 metreyi bulan kulesi ile Kopenhag’ın en yüksek binaları arasındadır.
1892-1905 yılları arasında İtalya’daki Siena Belediye Binası örnek alınarak yapılmış. Binanın Tivoli Bahçelerine bakan köşesinde 1965 yılında bronzdan yapılan Andersen’in heykeli bulunuyor.
Vor Frelsers Kirke (Kurtarıcımız Kilisesi) 1696 yılında yapımı tamamlanan barok tarzı bir kilise. Kilise spiral tarzda kulesi ile önemli. Kulenin boyu 90 metre ve tam 400 basamakla çıkılıyor. Bu kilisenin çan takımı da meşhur.
Vor Frelsers Kirke ziyareti yaptıysanız sakın üşenmeyin ve 400 basamağı çıkıp kulenin tepesinden şehir manzarasına bakın derim. Kuleden şehrin manzarası harika.
Holmens Kirke (Gemiciler Kilisesi) 1619 yılında özellikle sefere çıkmadan önce gemicilerin ibadet etmeleri için yapılmış olan bir kilise. Ben bu kilise içinde tahta oymalara bayıldım. Bu kilise sadece içinde bulunan bu oymalar için bile ziyaret edilir.
Borsa Binası şehrin bence en güzel binalarından bir tanesi. Bu bina ayrıca Kopenhag’ın en eski binalarından sayılıyor. Christian IV bölgesel ticaretin önemini anlayarak 1625 yılında bu görkemli binayı yaptırmış. Binanın orjinalde kurşun olan çatısı İsveç’le savaş sırasında sökülerek top gülle ve kurşun yapımı için kullanılmış.
Christiansborg Sarayı ve Meydanı ise turistlerin uğrak yerlerinden. Christiansborg Sarayı bir zamanlar krallara ve kraliçelere ev sahipliği yapmış, ancak 1800’lerin sonlarında sarayda çıkan yıkıcı yangınlardan sonra kraliyet ailesi, bir daha dönmemek üzere Amalienborg Sarayı’na taşınmış. Kule, 1907-1928 yılları arasında yapımı tamamlanan Christiansborg Sarayı’nın üçüncü kısmı olarak inşa edilmiş. Yüksekliği 106 metre olan Christiansborg Sarayı Kulesi, Belediye kulesini 40 santimetre aştığından Kopenhag’ın en yüksek kulesi sayılıyor. Bakmayın siz benim Kopenhag’da 3 gün geçirdiğime. Aslında bir eğitim toplantısı için gittiğim Kopenhag’da sarayları gezecek zamanım maalesef yoktu. Ben ancak dışarıdan görebildim. Saray bugün Danimarka parlamentosuna ev sahipliği yapıyor. Saray meydanı ise çok hareketli. Buradan aynı zamanda bot turları da kalkıyor.
St. Nikolaj Kilisesi’nin tarihi 1200’lü yıllara kadar gidiyor. Kopenhag’ın en eski kiliselerinden bir tanesi. 1795’deki büyük Kopenhag yangını sonucu kilise olarak görev görmesi durdurulmuş. Yani burası artık bir kilise değil. Nikolaj Kunsthal olarak geçiyor adı. Sonraki tarihlerde yangın kulesi, deniz müzesi ve halk kütüphanesi olarak işlev görmüş. Bugünde çeşitli sergilere ev sahipliği yapıyor. Kulesine çıkılabiliyor.
Merkez Tren İstasyonu 1911 yılında açılmış. Buradan Øresund Trenleri de kalkıyor. Yani buradan İsveç’in Malmö kentine seyahat edip, Øresund Boğazını hem köprü ve hem de tüneli kullanarak geçebilirsiniz.
Kopenhag’ın kanallar sayesinde adeta Venedik Şehri gibi olduğundan bahsetmiştim. Buraya gelip de kanallarda bot turu yapmadan dönmek de olmaz. Bot, Küçük Denizkızı heykeline kadar gidip kanallarda gezinti yapmanızı sağlıyor. Kopenhag’ı bir de bottan görmek güzel oluyor. Botların kaptanlarının daracık kanallarda seyahat ederken ki ustalıkları müthiş doğrusu.
Frederik Kilisesi ve Amalienborg Sarayı’nı ancak dışarıdan görebildim. Gezemedim.
Evet siz Sanal Gezgin arkadaşlarıma Kopenhag gezim ile ilgili olarak bunları anlatabilirim. Dediğim gibi bu gezi daha çok mesleğimle ilgili bir eğitim gezisiydi. Yani daha çok boş vakitlerimde gezebildiklerim bu kadar. Andersen’in masal dünyasını tamamlayan bu güzel şehri ve insanlarını tanıma fırsatınız olursa kaçırmayın…
Gezekalın, sevgisiz kalmayın…
Dr Ümit Kuru
11.08.2017 Saat 11:17