Ortaya Karışık Orta Amerika: Kanalın Ülkesi; PANAMA

Bazen gezdiğiniz yerin önemini, gezdiğiniz anda yeteri kadar anlayamıyorsunuz. Panama Kanalı’nın Atlantik Okyanusu tarafında, Aqua Clara Kilitleri Ziyaretçi Merkezinde, dünyanın en büyük cruise gemilerinden 292 metrelik Emerald Princess‘in geçişini izlemiş, kanalın açılan kilitlerine hayran kalmıştım. Ama bu yazıyı hazırlarken bilgilerim arttıkça o gün gördüklerim hakkında daha fazla heyecanlandığımı, şaşırdığımı, üzüldüğümü ve o kanalda o anda gördüğümün ötesinde anlamların olduğunu fark ettim. Panama’yı bağımsız bir ülke yapanın, Panama Kanalı olduğunu söylemem size abartı gibi gelebilir. Panama Kanalı sadece bir kanal değil, bunun ötesinde Panama ülkesinin varlık nedeni. Bu nedenle gezimizin Panama bölümünü, Panama Kanalı‘ndan başlayarak anlatacağım.

Latin Amerika ülkelerinin her birisinin, onları ilk anda akla getiren kendine has özellikleri var. Örneğin “Pure Vida-Sade/Basit Yaşam” denince akla Kosta Rika, “Simon Bolivar” denince Venezuela, “Sandinista” denince Nikaragua, “Kanal” denince de Panama aklımıza geliyor.

Dünyada en önemli olan 2 kanal mevcut; Bir tanesi Süveyş Kanalı, bir diğeri ise Panama Kanalı. Coğrafik konumu Panama için şans mıdır? Şansızlık mıdır? Bu soruların yanıtı aklımda hala netleşmedi. Panama Kanalı bugün ülkenin önemli bir gelir kaynağı ve dünya ticaretinin %4 kadarı da bu yol üzerinden dönüyor. Ancak bağımsızlığının kazanılmasından, yakın zamana kadar bu kanalın Panama’nın kendisi için bir bela olduğunu bilmemiz gerekir. Emperyalist güçler için kanal, Panama’nın kendi halkına bırakılamayacak kadar önemli olmuştur. Bir başka gerçek ise kanalın yapım aşamalarını takip edince Panama’nın da tek başına böyle bir projeyi gerçekleştirmesinin imkansız olduğudur. Zorlu doğa ve coğrafik koşullarda yapılan, kocaman Fransız şirketlerinin iflasına neden olan bir kanalı, Panama gibi ülkelerin yapmalarını da beklemek hayal olsa gerek. Panama Kanalı yapım sürecinin tarihine bakacak olursak ilginç dersler çıkartabiliyor ve dramatik öyküler öğrenebiliyoruz.

Panama Kıstağında bir denizden diğer denize kara yolu ile ulaşımın olabileceğini ilk kez gösteren Avrupalı, 1517 yılında Vasco Nunez de Balboa‘dır. O zamandan beri bir denizden (Atlantik), diğer denize (Pasifik) ulaşmanın kolay yolları aranıp durdu. Meksika’da Tehuantepec, Nikaragua ve Panama Kıstakları üzerine kanal yapıldığında denizden denize en kısa yol olarak ön plana çıkmışlar.

SİMON BOLİVAR

16. yüzyıldan 1821 yılına kadar Panama dışındaki Orta Amerika ülkeleri, İspanyol İmparatorluğu içinde Guatemala Başkomutanlığını oluşturuyordu. 1823-1841 yılları arasında bu bölgede İspanyollara karşı bağımsızlık savaşı verilmesi sonrası Meksika’nın Chipas Eyaleti, Guatemala, El Salvador, Belize, Honduras, Nikaragua ve Kosta Rika’yı içine alan Orta Amerika Federal Cumhuriyeti Kuruldu.

1810’lu yıllarda Simon Bolivar önderliğindeki Venezuela, İspanyollardan bağımsızlığını kazandı. Simon Bolivar bunu takip eden dönemde tüm Latin Amerikayı içine alan bir birleşik devlet kurmak için İspanyol yönetimine karşı mücadele verdi. Bu mücadele sonucunda 1819’da, bugünkü Venezuela, Kolombiya ve Ekvador’u içine alan bir cumhuriyet kuruldu. Adına Büyük Kolombiya (Gran Colombia) dendi ve cumhurbaşkanlığına da Simón Bolívar getirildi. Panama, bağımsızlığı için savaşlara girmiş bir ülke olmasa da, 19. yüzyılda bölgede esen bağımsızlık rüzgarlarından faydalanmayı bildi.1821 yılında Panama da, Büyük Kolombiya Cumhuriyetine katıldı.

Latin Amerika’nın idealist amaçlarla kurulan bu cumhuriyetlerinin ömürleri maalesef uzun olamadı ve birliği oluşturan devletler yaşanan iç savaşlar sonucunda dağıldılar. Önce Bolivar’ın en büyük düşü olan Büyük Kolombiya Cumhuriyeti parçalandı ve birliği oluşturan ülkeler 1830’da tamamen ayrıldılar. Sonra da Orta Amerika Federal Cumhuriyeti ülkeleri 1841’de birlikten ayrıldılar ve kendi iç çekişmelerine döndüler.

1821 yılında gönüllü olarak Gran Colombia’nın bir parçası olan Panama, diğer ülkeler birlikten ayrıldıkları halde 1899 yılına kadar Kolombiya’nın bir parçası olmaya devam etti. O dönemlerde Amerika Kaliforniya’da bulunan altına hücum hareketi nedeniyle kıtalar arası kestirme yol bulmak için eyleme geçildi. Çünkü Amerika’nın batı sahilleri limanlarından, doğu tarafı sahillerine ulaşmak aylar sürebiliyordu ve masraflıydı. Tüm Güney Amerika Kıtasını dolanmak gerekiyordu. Nikaragua’da San Juan Nehri üzerinden Nikaragua Gölü’ne ulaşıp, oradan kara yoluyla kısa bir aktarma sonucu yeniden deniz yoluna ulaşmak ancak geçici bir çözüm olmuştu.

Teknolojik gelişmeler ve ticari zorlamalar ile Panama Kıstağında bir kanal açma fikri uygulamaya konuldu. O zamanlar Akdeniz ile Kızıldeniz’i Süveyş Kanalı‘nı açarak birleştirmeyi başarmış olan Fransız diplomat Ferdinand de Lesseps öncülüğünde Fransız grup 1881 yılında kanalın inşasına başladı. Fransızların Panama projesi deniz seviyesine kadar kanal kazma fikrine dayanıyordu. Su havuzları ile su seviyelerini düzenleyen kilit sistemi projede yoktu. Ancak Panama Kanalı Projesi, Süveyş Kanalı Projesine göre çok farklı ve zorluydu. Ferdinand de Lesseps ve mühendis grubu, bölgenin coğrafyasını, bölgedeki sıtma ve sarı humma gibi salgın hastalıkları çok hafife almıştı. Kanal inşası mali kaynakları ve insan gücünü tüketti. 1889 yılına kadar süren kanal projesi Fransızlarca hiçbir zaman tamamlanamadı. Dokuz yıl boyunca 82 km’lik kanaldan sadece 9 km ilerleme sağlanabildi. Kanalın deniz seviyesinde olması yerine kilit sistemi ile göl seviyesine çıkartılması ve sonradan tekrar deniz seviyesine indirilmesinin bölge şartları için daha doğru bir kanal projesi olduğu anlaşıldı. Kanalın yapımı sırasında toplam 80.000 işçiden 30.000’e yakını başta sıtma ve sarı humma olmak üzere, tropikal hastalıklardan hayatını kaybetmişti. Büyük insan kaybı, teknik ve finansal sorunlar sonucunda 1889 yılında Fransız şirket battı.

Fransız girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca projenin haklarını devredip zarardan dönmeye çalışan Fransız sermayedarlar, Amerika Birleşik Devletleri sermayedarlarına hisselerini ve haklarını satmaya çalıştılar. Amerikalılar kendilerini ağırdan aldılar ve imtiyaz haklarının bedelini ciddi şekilde düşürttüler. Kendi topraklarında olan Panama Kanalının hak ve imtiyazları için sistem dışına itilen Kolombiya, Amerika Birleşik Devletlerine imtiyaz hakkı vermeyi kabul etmedi. ABD ve Fransa yönetimleri bunun üzerine Panama’nın bağımsız ülke haline gelmesinin gereğine karar verdiler. Başkan Rosvelt donanmadan gemileri Panama’ya yolladı. Panama bağımsızlık hareketine askeri destek verildi. 1903 yılında Panama bağımsız bir ülke oldu. Böylece Kolombiya bu satıştan 5 sent bile alamadığı gibi, sınırları içinde olan Panama topraklarından da oldu.

1899-1902 yılları arasında gerçekleşen Bin Gün Savaşı‘nın bir sonucu ve Amerika Birleşik Devletlerinin baskısı altında Panama, 1903 yılında bağımsızlığını ilan etti. Amerika’nın “Panama’ya demokrasi gelsin, hür dünyanın özgür ve bağımsız bir üyesi olsun” gibi bir derdi hiç olmadı. Onun derdi dünya deniz yolu ticareti üzerindeki Panama’nın konumunun önemi ve Panama Kanalı üzerinde tek söz sahibi olabileceği, imtiyaz haklarını elde edebileceği bir Panama’nın var olmasıydı. Yeni Panama Cumhuriyeti Hükumeti, Philippe Bunau-Varilla‘yı (Fransa’nın Panama Kanal inşa etme çabasında yer almış bir Fransız mühendis) “Olağanüstü Elçi ve Tam Yetkili Bakan” olarak atadı. O ve ABD Dışişleri Bakanı Hay, 1903 tarihli Hay-Bunau-Varilla Antlaşması‘nı müzakere ettiler. Antlaşma sonucunda yeni hükumete 10 milyon dolar ödeme karşılığında ABD’ye kanal için sonsuza kadar 17 km genişliğinde bir arazi şeridi verildi. Panama’ya yıllık 250.000 USD para verilecekti ve Panama’nın bağımsızlığına ilişkin olarak ABD garantör devlet olacaktı. Bu arada Fransızlar da başarısız oldukları kanal inşası için yaptıkları harcamalar karşılığı 40 milyon dolarlık ödeme alacaklardı.

Amerikan mühendisleri ve yönetimi Fransızların mühendislik başarısızlığından çok iyi dersler çıkarttılar. Önce çalışanların sağlıklarını garanti altına almaları gerekiyordu. Bunun için o zamanın yeni tıbbi çalışmalarında Sıtma ve Sarı Humma’nın bulaştırıcısı olarak görülen sivrisineklerle mücadele ettiler. İlk olarak bataklıkları kurutup, sivrisinekleri yok ettiler. İki yıl süren bu çalışmalara ek olarak işleri kolaylaştırmak için demir yolu inşaatını tamamlayarak lojistik sorununu çözdüler. Buharlı iş makineleri getirtilerek kazı çalışmalarını hızlandırdılar. Daha da önemlisi kanal yapımında doğru projeyi, yani kilit sistemini uyguladılar.

Panama Kanalı için inşaatının başladığı 1881 yılından, bittiği tarih olan 15 Ağustos 1914’e kadar milyonlarca doları bulan bir para harcanmıştır. Ama sonunda San Francisco-New York arası 22.500 km iken, Panama Kanalı ile bu mesafe 9.500 km’ye indirilebilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri, Panama Kanalı ve çevresindeki Panama Kanal Bölgesini 1977 Torrijos-Carter Anlaşmaları ile Panama’ya devredene kadar kontrol etmeye devam etti. Bir Amerika-Panama ortak denetim döneminden sonra, kanal 1999’da Panama hükumeti tarafından devir alındı. Kanal şu anda hükumete ait Panama Kanalı Otoritesi tarafından yönetiliyor ve işletiliyor. Buna ek olarak kanala yine önemli bir finansal harcama ile, 2007-2016 tarihleri arasında 3. bir kilit sistemi daha yapıldı ve kanal genişletildi.

Gemiler kanalın Atlantik tarafındaki Gatun Kilitlerinden veya yeni yapılan Agua Clara Kilitlerinden, Pasifik tarafında ise Miraflores ve Pedro Miguel Kilitlerinden veya yeni yapılan Cocoli Kilitlerinden geçerek kanala giriyorlar. Orijinal kilitler iki şeritli bir konfigürasyona sahipken yeni ve genişletilmiş kilitler tek şeritli. Sonuç olarak orijinal kilitler bir ve iki numara olarak adlandırılırken, yeni kilitler üç numara olarak adlandırılıyorlar.

Pasifik Okyanusu tarafından giriş yapan gemi, Miraflores Kilitlerine varıyor. Burada 2 adet kilit sistemi var. Kilit sistemine giren gemiler deniz yüzeyinden 16,5 metre yükseğe çıkartılıyor ve Miraflores Gölüne giriliyor. Gölün geçişi 1,5 saatte tamamlanıyor. Miraflores Gölü geçildikten sonra Pedro Miguel Kilitine varılıyor. Burada tek kilit var ve bu sistemle gemi deniz yüzeyinden 9,5 metre daha yukarı kaldırılıyor. Böylece gemi deniz sevisinden 26 metre yukarıya kaldırılmış oluyor. Daha sonra 12,5 km’lik Culebra Kesimi geçiliyor (eskiden kesimin inşasını yöneten Amerikalı binbaşı Gillard anısına Gillard Kesimi de deniyor). Kanalın inşasının en zorlu kısmı da burası olmuş. Culebra Kesimi Panama’daki kıtaları bölen suni bir vadi. Bu yapay vadi zamanının en önemli mühendislik başarılarından bir tanesi olarak kabul ediliyor.

Culebra Kesimi sonrasında Gatun Gölü‘ne giriliyor. Gatun Gölü geçildikten sonra 3 kilitli Gatun Kilitlerine ulaşılıyor. Burada gemi Atlas Okyanusu seviyesine kadar 26 metre indiriliyor. Sonunda 82 km’lik Panama Kanalı yaklaşık 10,5 saatte geçiliyor. En son olarak 3,2 km’lik bir kanal geçilerek Karayiplere varılmış olunuyor.

Açıldığı yıldan bugüne kadar 1.000.000 üzerinde gemi kanaldan geçmiş. Her sene 14.000’den fazla geminin geçtiği ve bu gemilerle taşınan yük miktarının 200 milyon tonu aştığı tahmin ediliyor. Kanaldan geçen her gemi, yükün boyutuna, tipine ve hacmine göre geçiş ücreti ödüyor. Geçiş ücretleri Panama Kanalı Kurumu tarafından belirleniyor. Kanalı 1928 yılında yüzerek geçen ve bunun için 36 Cent ödeyen Amerikalı Richard Halliburton kanal için en düşük ücreti ödeyen kişi olmuş. En büyük kargo gemileri için geçiş ücretleri yaklaşık 450.000 doları bulabiliyor.

Bu bilgiler sonrası Panama Kanalı gezi izlenimlerime gelince; Bir kere korkunç derecede etkileyici bir yerdesiniz. Aşağıya kendi çektiklerimden bir video da eklemiş bulunuyorum. Panama Kanalını ziyaret etmek için birkaç alternatifiniz var. Bunlardan klasik olanı trenle Colon‘a gitmek ve orada Gatun Kilitlerinden gemi geçişlerini izlemek. Ancak tren seferleri pandemi döneminden beri yapılmıyor. Biz bir umut, “tren seferleri açılır mı?” dedik ve son güne kadar bekledik ama seferler açılmadı. Otobüsle Colon’a gittik ve oradan da yeni kilit sistemi olan Aqua Clara Kilit sisteminde ziyaretçi merkezinden geçişi izledik.

Alan çok kalabalık oluyor. İyi bir yer kapmanız ve iyi fotoğraf için pozisyon almanız gerekiyor. Sonrasında da bir konferans salonunda kanal ile ilgili bir görseli izledik. Bu alanda bir de orman içi yürüyüş parkuru vardı.

Bir diğer alternatif Panama Kanalı geziniz ise Miraflores Kilitleri Ziyaretçi Merkezi olabilir. Hangi taraftan izleyeceğiniz sizin tercihinize kalmış artık.

Panama Kanalı yapım öncesi imtiyaz hakları için verilen mücadele, yapımı sırasında yaşanan zorluklar, kaybedilen canlar düşünüldüğünde asla basit bir proje olarak görülemez ve görülmemelidir. Onun için verilen mücadele de asla bitmeyecek ve kanalın yönetimi Panama halkının kendisine gerçekte asla bırakılmayacak gibi. Bunu 2006 yılında kanalın genişletilme projesini kazanan İspanyol şirketinin elinden bir şekilde projenin alınıp, Amerikan şirketine verilmesi sürecinden anlayabiliyoruz. Her ne olursa olsun Panama Kanalı insan eliyle yapılmış olan dünya harikalarından bir tanesi olarak kabul ediliyor.

Bir gün Panama Kanalı’nı ziyaret etme şansınız olursa sadece kanaldan geçen gemilerin fotoğrafını çekmekle kalmayın. Bir ülke kurulmasına neden olmuş olan kanala bir süre de olsa bakıp orada doğaya karşı yıllarca verilen insanoğlu mücadelesini, bu uğurda verilen canları bir düşünün.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

02.05.2023

Orta Amerika Gezimizden Kuş Fotoğrafları

Herkese selam olsun…

Hayatınızın her günü, bir önceki günden renkli olsun. Renk demişken sizlerle bu bölümde bol renkli tropikal kuş fotoğrafları paylaşmak isterim. Bu sefer fotoğraflar bana ait değiller. Orta Amerika ülkeleri olan Kosta Rika, Nikaragua ve Panama gezilerimizde gezi grubundan sevgili Mustafa Kula‘nın objektifine takılan kuşların fotoğrafları bunlar. Önce benim fotoğraflarla birleştirip sizlerle paylaşayım dedim ama Mustafa’nın fotoğrafları gerçekten çok güzeller. Onları derli toplu tek seferde ve benimkilerle karıştırmadan paylaşmaya karar verdim. Benim fotoğrafları yeri geldikçe zaten sizlerle paylaşıyorum. Sadece en sondaki Montezuma Oropendola cinsinden erkek bir kuşun, yuvadaki dişilere kur yaparken ki videosu bana ait. Fotoğraflarını benimle paylaşarak, sizlerle paylaşma olanağını veren Mustafa Kula’ya teşekkür ederim. Fotoğraf altlarına kuşların adlarını da yazdım..

En kıymetli sanatçı doğanın güzelliğinin ve onları fotoğraf karelerine hapseden Mustafa Kula fotoğraflarının tadını çıkartın lütfen

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

10.04.2023

Ortaya Karışık Orta Amerika-Giriş

09-24 Mart 2023 tarihleri arasında Kosta Rika, Nikaragua ve Panama‘yı içine alan bir tur yaptık. Aslında denizi, gölü, yanardağı, ormanı, benzersiz florası ve faunası, farklı demografik yapılarının getirdiği kültürleri yüzünden sadece bir ülke için bile yetmeyebilecek kadar bir süreye 3 ülke sığdırmaya çalıştık. Yani ortaya karışık küçük bir Orta Amerika turu yaşadık. Dünyanın Renklerine Yolculuk firmasının hazırlamış olduğu programa katılıp, ülkelerin doğasına ve tarihine küçük bir bakış attık, insanlarının yaşamına, kültürüne ve mutfağına kısa süre ortak olduk.

Döndüm memlekete… Fotoğrafları sınıfladım, sevgili rehberimiz Ayşe Aktunalı’nın anlatımlarından notları gözden geçirdim. Gezi öncesi notlarım ile gezide iken “Şuna da bakmalıyım” dediğim konuları bir araya getirdim. Sonunda irmik, su, şeker ve yağ hazır. Helva yapmanın, yani gezi yazımızı yazmanın zamanı geldi.

Zaman içinde gezi yazısı yazmanın en zor tarafının ilk yazıyı yazmak olduğunu öğrendim. “Orta Amerika’nın bu üç ülkesi için ortak olarak ne söylenebilir, konuya nereden başlanabilir?” diye epey bir düşündüm. Sonunda Kristof Kolomb ile başlamanın ve onun açtığı yolu takiben yeni kıtaya akın edenlerin kıtaya ve yerleşik insanlarına, günümüze uzanan etkilerini kısaca irdelemenin uygun olacağına karar verdim.

Başlangıcı, Cenovalı Kristof Kolomb ya da İspanyol adı ile Cristóbal Colon adlı kaşif ile yapmamın amacı onun Orta Amerika gezimizdeki her üç ülkeye de geçmişte bir şekilde dokunmuş olmasındandır. Bu kaşifin sadece bu üç ülkenin değil ama tüm Latin ve Kuzey Amerika’nın kaderinin belirlemesinde katkısı olduğu tartışılmaz gerçektir. Onunla başlayan Yeni Kıta hikayesini bilmeden günümüz Latin Amerikası‘nı anlamak, gezinin tadına varmak pek mümkün değil.

Avrupa ülkeleri için karayolundan baharat ve ipeğe ulaşmak, Fatih Sultan Mehmet’in Konstantinopolis‘i alması sonrası pahalı ve sorunlu hale geldi. İspanya ve Portekiz gibi denizci ülkeler Doğu Hindistan’a deniz yolu ile ulaşmanın yollarını aramaya başladılar. Biraz bilinmeze olan meraklarından, çoğunlukla da hızla zengin olmanın hayali ile bir kısım maceracı insan uzaklara deniz yolu ile seyahat etmeye başladılar. Bunlara “Fatih” anlamında “Konkistador” (İspanyolca “Conquistador) denildi.

Kendine eski kıta Avrupa’nın düzeni içinde yer bulamayan, gelecek görmeyen, kısa zamanda zengin olma hayali taşıyan maceracı çoktu. Bunları bulmak kolay olsa da yolculuk için gereken gemileri hazırlamak, personeli finanse etmek pahalı ve riskli bir işti. Bu nedenle risk almadan ve para harcamadan bu zenginliklere ulaşmak isteyen ortaçağın liderleri bazı sistemleri ve kavramları ortaya attılar. Adelantado, kralın izni ile ve onun adına bu keşiflere katılma ve her türlü ganimetten, belli bir yüzdeyi krala verme şartı ile, faydalanma işine ve fayda görene verilen ad oldu. Konkistadorların bir kısmı kralın verdiği bu izinle keşif ya da yağma gezisini kendileri finanse ederken, bir kısmı da kralın desteğini aldı. Aslında tarihte Amerika’ya gidenlerden ilki olmayan Kristof Kolomb (Kızıl Erik tam 500 yıl öncesinden Amerika’ya ayak basmıştı) Doğu Hindistan’ın zenginliklerine ulaşmanın kestirme yolunun batıya doğru yelken açmak ve efsanevi Kuzey Batı Geçidinden geçmek olduğuna inanıyordu. Bu inancını ilk olarak İngiliz, Fransız ve Portekiz Krallarına açsa da, onlar bu fikri pek bir hayalperest buldular. Aragonlu Kral Ferdinand ve Kastilyalı İsabella bu keşfe sponsor olunca Kolomb vakit kaybetmeden 3 Ağustos 1492’de 3 gemi ile Doğu Hindistan keşfine doğru yola çıktı. 12 Ekim 1492’de Doğu Hint Adaları’na değil ama Bahama Adalarından birine, muhtemelen San Salvador’a ayak bastı.

Aragonlu Kral Ferdinand ve Kastilyalı Kraliçe İsabella

Kolomb, İspanyol patronlarına vaat ettiği incileri, altını, gümüşü, baharatları ve ticari malları aramak için aylarca Karayipler’de adadan adaya yelken açtı. Pek bir şey bulamadı. Ocak 1493’te, birkaç düzine adamı Hispaniola‘da (bugünkü Haiti ve Dominik Cumhuriyeti) derme çatma bir yerleşim yerinde bırakarak yanında birkaç yerli, gözlemlerine ait tuttuğu günlük ve az sayılabilecek ganimetle İspanya’ya geri döndü. Kolomb daha sonra 1493, 1498 ve 1502 yıllarında Atlantik üzerinden Amerika’ya 3 sefer daha yaptı. Hindistan’a kısa yolu hiç keşfedemedi, Hindistan’a hiç ulaşamadı. Düşündüğü kadar altın ve gümüşü o bulamadı ama hem eski ve hem de yeni dünyada çok şeyi değiştirdi. Kendi ne kadar anladı bilinmez ama dönemin dünya liderlerinin iştahları bu yeni dünyanın olası nimetleri için iyice kabardı. Krallar birbirlerine düştüler ama dönemin Papası imdada yetişti ve yeni dünya nimetlerini sadece İspanya ve Portekiz arasında olacak şekilde bölüştürdü. 1494 Tordisalles Sözleşmesi ile Cabo Verde Adalarının 370 fersah batısından, kutuptan kutba çizilen çizginin solu İspanya’ya (Kuzey ve Güney Amerika’nın çoğu) sağı Portekiz’e bırakıldı (Brezilya ve Afrika batı sahilleri).

Aslında Kolomb’dan önce de Yeni Dünya üzerinde milyonlarca yerli insan zaten vardı ve yaşıyorlardı. Topraklarına ayak basan zırhlar içindeki adamlar yerli halkın elinden kıymetli neleri varsa aldı. Bu da yetmedi onları kendi işlerinde çalıştırmayı ve köleleştirmeyi hak gördü. Bu sistemin adına “Encomienda” dendi. Yerli halk işkence ve eziyet gördü. Büyük kaşif Kolomb bile, valisi olduğu Bahamalar’ın yerli halkı olan ve sayılarının başlangıçta 250000 civarında olduğu tahmin edilen Taino yerlilerinin sayısını birkaç yüze kadar indirebilmişti. Bu yüzden suçlanan Kolomb zincirlenerek yargılanmak üzere İspanya’ya götürüldü. Eski kıtada köleliği yasaklayan Ferdinand ve Kastilyalı İsabella, Kolomb’un yeni kıtada yaptıklarını affetti. Zamanla yeni kıtanın içlerine keşif gezileri arttıkça altın için işkence ve soykırım da arttı. Meksika yerlileri olan Aztekleri 1521’de tarihten silen Hernan Cortez ve Peru’da yerleşik İnkaları 1532’de katleden Francisco Pizarro günümüzde sadece kaşif olarak anılmıyor, aynı zamanda soykırımcı olarak da biliniyor.

15. ve 16. yüzyılların konkistadorları dünyanın Avrupalılar tarafından bilinmeyen bölgelerini keşfeden, yerli orduları yenerek, ganimet ve toprak gasp eden İspanyol askeri maceraperestleriydi. 16. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, fatihlerin yerini kurumsal yerel yönetim ve kalıcı yerleşimcilerden oluşan daha sistematik bir sömürgeleştirme sürecinin alması gerekti. Sistemli sömürü kıtaya yerleşti, yerli halktan anemist inançlarını terk edip kiliseye bağlanmaları, İsa’ya ve tek tanrıya inanmaları istendi. Yerli halkı kiliseye bağlamak ve tanrı ile korkutmak daha kolay ve daha sağlam bir yayılım aracıydı.

Gelenlerden bazıları yerlilerle evlendi ve ırklar karıştı. İspanya’dan gelerek yerli halktan birisi ile evlenenlerden doğan çocuklara mestizo dendi. Efsanevi şehirler, altın ve gümüş belki hayal edilen kadar bulunamadı ama kıtada yerel halkın iş ve emek gücüne Afrikalı kölelerin iş gücü eklendi. Afrika’dan köleler getirilmeye başlandı. Çünkü Avrupalıların getirdiği ama Amerika yerlilerinin bağışık olmadıkları çiçek, tifüs, influenza gibi hastalıklar ve işkenceler yüzünden geniş tarlaları ekecek, ürünleri biçecek kadar yerli halk kalmamıştı.

Yeni Dünya ile Eski Dünya arasındaki insan, bitki, hayvan, mikro canlıların ve kültürlerin değişimini anlatan Colomb Değişimi kavramında hastalık kısmı yerlilere düşerken, Avrupa’ya kıtada olmayan patates, domates, muz, şeker kamışı gibi tarım ürünleri düştü. Kıtaya ilk giden İspanya, Portekiz gibi ülkelere bir kaç yüzyıl refah içinde yaşamaya yetecek kadar gümüş ve altın götürülmüştü.

Yerleşen istilacılardan bazıları, yerli ırkla karışmamaya özen göstererek birkaç kuşak nesillerini saf halde devam ettirdiler. Artık Amerika kıtasında yerli İspanyollar vardı. Bunlara “Kreol” dendi. Kreoller diğer melez halklara göre kendilerini daha üstün gördüler. Zenginlikten daha fazla pay aldılar. Zaman içinde kıtanın içlerine en kuzeyinden en güneyine, en doğusundan en batısına gidildi. Yollar açıldı, şehirler kuruldu. İspanya’dan gelen İspanyollarla, Latin Amerika’da birkaç kuşaktır var olan kreoller arasında zenginliğin paylaşımı konusunda çekişmeler başladı. Kreoller zenginliğin ve yerlileri yönetmenin kendi hakları olduğunu düşünürken, anakaradan gelen İspanyollar, ırkları saf kalsa ve onlardan olsalar da, yeni kıtayı yerliler kadar sahiplenen kreollere hiç güvenmediler.

Miguel Hidalgo

19. yüzyıla gelindiğinde kreollerinı isyanlar baş gösterdi. İsyanlar başladı başlamasına ama kıtanın gerçek yerlisi ve Afrika’dan getirilmiş köle halk, bir papaz olan Miguel Hidalgo gibi isyancı kreollere destek vermediler. Onların yanında durmaktansa İspanyol Kralının yanında oldular. Yaşanan kreol isyanları etkili olmadı.

Simon Bolivar

Simon Bolivar’ın kendisi de bir kreol olmasına rağmen Latin Amerikalılık konusunu ön plana çıkartan, sınıfsal ayrımı inkar eden söylemleri yerli halk ve Afrikalılardan karşılık bulunca İspanyollara karşı verilen başkaldırı bu sefer sonuç verdi.

Sonrasında kurulan Latin Amerika ülkelerinin birlikteliği ve Büyük Kolombiya ideali kısa sürdü. Ülkeler tek tek bağımsızlıklarını ilan ettiler. Sanayi devrimi ve onun primer ormanların katledilmesi pahasına kereste başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerinden ham madde talebi, yeni kıtada alt yapının geliştirilmesi ihtiyacını doğurdu. Haberleşme ağı gelişti, demir yolları genişledi. Avrupa’dan akın akın iş gücü geldi. Kıtanın en kısa yerine kanal açıldı. Gemiler en kısa yoldan, bir okyanustan diğerine ulaşır oldu. Yüzyıllar geçti belki ama sistemin adı değişse de sömürü hiç değişmedi. Emperyalist devletlerin adı değişti, İngiltere ve sonra Amerika oldu. Üretime o kadar odaklanıldı ki insanların emeği daha çok sömürülür oldu, sömürü daha çok baskıyı ve Latin Amerika ülkelerinin yönetimine diktatörleri getirdi. Amerika Birleşik Devletleri, arka bahçesi olarak gördüğü ülkelere gereğinde doğrudan ya da dolaylı yoldan askeri müdahalelerde bulundu. Özellikle Orta Amerika’nın zenginlikleri sadece yerli halka bırakılamayacak kadar önemliydi. Dünyanın en karlı yolu olan Panama Kanalının işletmesi 1999 yılında Panama hükumetine devredilene kadar Amerikalılardaydı.

Bir gringo’yu birkaç muz yemeye davet etmemiz yüzünden şu başımıza gelenlere bak!” Bu cümle Gabriel García Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” adlı romanında geçen bir cümle. Ama tarihsel bir gerçeğe ışık tutuyor. Orta Amerika ülkelerinin 20. yüzyılda da sömürülmesinin devam ettiğini çok güzel anlatıyor.

Minor Keith adlı bir Amerikalı bir demiryolcunun muzun ticari potansiyelinin farkına varması ile 1899 yılında kurduğu United Fruit Company (UFCO) adlı şirket 1930’lara gelindiğinde tüm Orta Amerika’nın, başta muz olmak üzere, meyve ticaretini tekeline aldı. Bu şirket her ülkede verimli toprakların büyük kısmını satın aldı, yerel hükumetleri gücü ile parmağında oynattı. “Muz Cumhuriyetleri” terimi bu şirket sayesinde literatüre girdi. Muz plantasyonunda çalışmak çok zor bir işti. 20. yüzyılda işçiler, 16. yüzyıldaki köleler gibi kötü şartlarda çalıştırıldılar. 12 Kasım 1928 günü, çalışma şartlarını protesto için Kolombiya’da 30 bine yakın muz işçisi greve çıktı. Şirketin baskısıyla hükümet, grevcilerin üzerine orduyu gönderdi ve ordunun grevcilerin üzerine ateş açması sonucu onlarca işçi öldü. Şirketin adı hem 1928’deki grevdeki ölümler ve hem de Küba, Guetamala ve Honduras’da hükumetleri devirme işleri ile anılır olunca kötü şöhreti isim değiştirerek yok etmeye çalıştılar. United Fruit Company oldu size Chiquita (bildiğimiz çikita). Sistem ise değişmedi ve hala devam ediyor.

Kristof Kolomb 1506 yılında öldü. Öldükten sonra da uzun süre unutuldu. Kolomb’un kemikleri de onun gibi gezdi, durdu. En son bir kısım kemikleri İspanya’da Sevilla kentinde, bir kısım kemikleri ise Dominik Cumhuriyeti başkenti Santa Domingo‘da gömülü kaldı. Kolombun yeniden anılır olması ölümünden yaklaşık 350 sene sonrasına dayanıyor. Bir İngiliz dergisi 1793 yılında İngiltere’nin o dönem Amerika Kıtasında yönettiği 13 koloni için “Kolomb Ülkesi” anlamında “Columbia” adını kullanmıştı. Amerika’nın keşfinden 400 yıl sonra ise Kolomb adı bir efsaneye dönüştürüldü. Amerika Birleşik Devleti yönetimlerinin Kızılderililere yapılanları unutturmak için bir isme ve konuya ihtiyacı vardı. Kaşif Kolomb ve kıtayı keşfi yeniden hatırlandı. Sanki ondan önce kıtada kimse yoktu ve onunla gelenler sayesinde kıtada yerleşim ve medeniyet başlamış gibi konu işlendi. Her yere ismi verildi.

Bugün Kolomb’un kıtaya ayak basmasının üzerinden 531 yıl geçmiş. Son yüzyılda Kolomb’a bakış açısı değişti. O artık yerlilere işkenceleri ve soykırım ile anılıyor. Heykelleri yıkılıyor ve adının geçtiği yerlerden isimleri silinmeye çalışılıyor.

Biliyorum uzun bir yazı oldu. Ama gezdiğimiz ülkelerden Kosta Rika’nın para birimi Kolon. Kazayla Amerika Kıtasını keşfetmiş, insanına işkence etmiş, sömürmüş bir adamın isminin ülke para birimine verilmesi, Kolombiya adlı bir ülkenin bulunması gibi ironik durumlar yanında yüzyıllardır, şekil ve patron değişse de, devam eden sömürüyü bilmeden bu toprakların gezisini anlatmak çok eksik olurdu.

Acılar çekmiş bu bölgenin gezdiğimiz 3 ülkesinden de çok güzel anılarla döndük. Tadı damağımızda kalmadı dersem yalan olur. Her ülkeden en güzel ve seçkin örneklerin yan yana getirildiği ve tekrara yer vermeyen güzel bir programı takip ettik. Dünyanın Renklerine Yolculuk firmasını bu güzel program için kutlar, rehberimiz sevgili Ayşe Aktunalı’ya da bu yoğun programı firesiz tamamladığı ve doyurucu bilgiler verdiği için teşekkür ederim.

Gezinin tamamı için diyebileceğim tek şey mükemmel olduğuydu. Keşke daha fazla gezebilseydik. Bu cennet topraklarla ilgili asıl hikayeme beklerim hepinizi.

Gezekalın…

Dr Ümit Kuru

30.3.2023